Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Kaç Çeşit Dünya Vardır? .

Kaç Çeşit Dünya Vardır


Kaç Çeşit Dünya Vardır?

Bizim
dışımızda iki dünya bulunmaktadır: Birincisi: İnsanın yalnızca et, kemik gibi
maddî organlardan ibaret olmadığı; kalp, ruh, akıl, hâfıza ve benzeri
özelliklerinin de olduğu gibi; dünya da sadece görünen yeryüzünden ibaret değil;
gözle görülmeyen cin, melek ve diğer varlıkların da bulunduğu bir alandır.
İkinci
dünya ise, duyularımızın ilişkide olduğu hayattır. Yeme-içme isteğinden
tutun da, uyumaya, üremeye, sahip olma arzusuna, hırs ve arzulara kadar
geniş bir duyular dünyası?
Nefsin arzu
ettiği ve oyalandığı, kişiyi asıl hedefinden, âhirete giden yoldan şaşırtan
dünya. Bir başka deyişle, insanın imtihana tâbi tutulduğu, kulluğunu yapabilme
imkânı sağlayan geniş bir hayat.
İşte bu
dünya, ?ednâ', yani aşağı, iğreti, değersiz ve geçici bir dünyadır. Allah'tan
gelen vahye sırtını dönenler ve aklını kullanmayanlar işte bu ?ednâ' dünyayı
tercih ederler, âhireti ve oradaki ebedî hayatı unuturlar.
Said
Nursî'nin deyişi ile dünya hayatının üç yüzü vardır: Bunlardan birincisi;
Allah'ın güzel isimlerine bakar. O isimlerin evrendeki nakışlarını görür, o
isimlere aynalık yapar. Dünyanın bu yüzü güzeldir ve nefret değil, tam tersine
aşk kaynağıdır. Dünyanın ikinci yüzü âhirete bakar. Bu anlamda âhiretin
tarlasıdır, cenneti kazanma yeridir. Bu yüz de beğenilmeyip terkedilmeye değil;
sevilmeye lâyık bir yüzdür. Dünyanın üçüncü yüzü insanın hevâsına bakar. Gaflet
perdesidir ve dünyayı çok sevenlerin hevâlarının arzu ettiği yüzüdür. Bu yüz
çirkindir. Çünkü fânidir (geçicidir), yok olmaya mahkûmdur, üzüntü vericidir,
aldatıcıdır. Bu yüzden, yüz çevirmek gerekir. (Kütüb-i Sitte, 7/248)
Kur'an,
dünya hayatı karşısında mü'minlerin nasıl bir tavır takınacağını açıklar. Dünya
hayatının insanı aldatmaması için insanı sık sık uyarır (63/Münâfikûn, 9; 35/Fâtır
5). Bütün insanlar, yarın için ne hazırladığına, ölürken yanında sâlih amel
olarak ne götüreceğine bakmalıdır; Dünya hayatı şüphesiz ki ?bir gün? gibi çabuk
sona erecek ve âhiret hayatı ?yarın? başlayacaktır (59/Haşr, 18).
İnsanların
hangisinin daha iyi amel işleyeceğini denemek için ölümü ve hayatı yaratan
Allah (67/Mülk, 2), insanın gönlüne dünya malına ve geçimliklerine karşı bir
meyil, bir tutku koymuştur. Yaratılan bütün mal ve geçimlikler dünya hayatının
süsüdür. Onları kazanmaya çalışmak, onlara sahip olmak ve onlardan yararlanmak
suç değildir. Kişide yeme içme, barınma ve giyinme ihtiyacı olduğu müddetçe;
mala ve eşyaya olan arzu ve meyil de bitmeyecektir. Bir de buna insanın aşırı
ihtirasını ve başkalarına hükmetme arzusunu da eklersek, dünyalıklara karşı
olan sevgi daha da anlaşılır olacaktır.
İslâm, her
konuda olduğu gibi bu konuda da insan hayatına ve arzularına bir denge
getirmektedir. Allah'ın insanlar için yarattığı zînetleri (süsleri ve
geçimlikleri) kimsenin yasaklamaya, haram kılmaya hakkı yoktur. Ancak insan bu
zînetleri helâl yoldan temin etmeli, haram hususlarda kullanmamalı, mal ile
şımarmamalı, malı zulme araç yapmamalı, mal ile fazla meşgul olarak Allah'tan
ve âhirete hazırlanmaktan uzaklaşmamalı, üzerinde (zekât, sadaka ve nafaka gibi)
hakkı olanların hakkını vermelidir.
Peygamber (s.a.s.)
dünyadan yüz çevirerek, devamlı ibadetle meşgul olup, kendisinin ve ailesinin
ihtiyaçlarını karşılamayan sahâbelerin tutumunu tenkit ettiği gibi, dünyalık ve
mal sevgisini kalplerine yerleştirip kulluk görevlerini ihmal edenleri de
uyarmıştır.
Dünya hayatı
ve âhirete hazır olma arasında bir denge olmalıdır. İslâm'ın hoş görmediği
?dünya hayatı', insanı Allah'tan uzaklaştıran yaşama anlayışıdır. Mal, servet,
makam ve mevki tutkusu, şöhret hastalığı, şehvetlere esir olma, lüks ve israf
anlayışı, malla şımarma ve dünyalıklara köle olma akılsızlığıdır.
Şüphesiz
yerilen, tenkit edilen dünya hayatı; ona ait şeyleri amaçlaştırıp ilâh haline
getiren, mal peşinde koşmaktan başka bir hedef tanımayan, geçimlikleri
kutsallaştıran kimselerin yaşantısıdır. Ve insanın yaratılış amacı da bunlar
değildir.
İslâm, her
türlü meşrû çalışmayı övmüş, onu ibadet saymış ve insanın ancak çalışmasının
karşılığını alabileceğini belirtmiştir (53/Necm, 39). ?Hiç kimse elinin
emeğinden daha hayırlısını yememiştir? (Buhârî, Büyû' 15) diyerek el
emeği ile geçinmeyi, yani çalışmayı teşvik etmiştir. Buna karşın İslâm,
insandaki fıtrî birtakım meyilleri inkâr etmemiş, insanın dünyalıklara karşı
arzusunu baskı altına almamış, ancak bu arzunun dengelenmesini, nefsin
isteklerinin kontrol altına alınmasını istemiştir. Bunun da yollarını ve
prensiplerini açıklamıştır. (2)
Peygamberimiz
(s.a.s.), ?Uhud dağı kadar altınım olsa onu üç günden fazla saklamazdım
(insanlara sadaka olarak verirdim)? (Buhârî, Zekât 4, 2/135; Müslim, Zekât
9, hadis no: 94, 2/687) buyurarak dünya geçimliklerinin nasıl ve ne kadar
değerli olabileceğini haber veriyor. İnsanın dünya hayatını ise şu nefis
benzetme ile değerlendiriyor: ??Dünya (hayatı) ile benim ilgim, bir ağacın
altında gölgelenip sonra da bırakıp giden yolcunun durumu gibidir.? (İbn
Mâce, Zühd 3, hadis no: 4109, 2/1386; Tirmizî, Zühd 44, hadis no: 2377, 4/588)

İslâm'ın mânevî
değerleri ve âhiret hayatını üstün tutan, ancak buna aykırı olmayan dünya
nimetlerini ve zenginliğini de onaylayan tutumuna rağmen çok geçmeden İslâm
toplumunda yozlaşmalar başladı. Toplumun bir bölümü kendini servet, lüks ve
ihtişam hırsına kaptırıp âhireti ihmal ederken bir kesim de bütünüyle âhirete
yönelip dünyayı dışladı. İç savaşlar, sefâhat ve dinden uzaklaşma hareketlerinin
yanı sıra özellikle hıristiyanlık, isrâiliyât, Hint dinleri ve diğer dış
kültürlerden gelen tesirlerle dünyadan el etek çekip kendini tamamıyla âhirete
veren ve dünyaya küsenlerin sayısı gittikçe artmaya başladı.
İnsanlar, bütün
bu dünyevî varlık ve imkânlara karşı takındıkları tavra göre başlıca üç zümreye
ayrılırlar. 1- Âhirete iltifat etmeksizin yalnızca dünyaya bağlananlar. Bunlar,
Kur'an'da ?tâğutun kulları ve yaratıkların en kötüleri? olarak gösterilmiştir
(5/Mâide, 60). 2- İlk zümrenin tam aksine bütün çabalarını âhirete yönelten ve
dünyaya iltifat etmeyenler. 3- Dünya ve âhiretin hakkını verenler.
Peygamberlerin de dahil olduğu bu zümre, insanların en faziletlisidir. Çünkü din
ve dünya işlerini gerektiği şekilde yürüten kimse ?yeryüzünün halifesi?dir.
Âhiret saâdetini arzulamak Allah sevgisine aykırı olmadığı gibi; dünyanın huzur,
sağlık ve esenliğini dilemek, bunun için çaba sarfetmek de Allah sevgisine ters
düşmez.
?Dünya ve
âhiret birbirini takip eden iki gerçek hal olduğuna göre insanın yarının
hazlarını arzularken bugünün hazlarına ilgisiz kalması düşünülemez. Çünkü insan
yarının hazlarını, yarın dediğimiz şey bir zaman sonra bugün olacağı için
arzular. Yeter ki bu hazlar kişiyi uhrevî saâdetten mahrum edecek mâhiyette
olmasın. Bu şarta bağlı olmak üzere dünyevî gayelerle uhrevî gayelerin
birleştirilmesi imkânsız değildir.? (İhyâ, II-144-145). Böylece insan dinî bir
şuurla, dünyaya mahkûm olmak yerine ona hâkim olduğu ve onları yönlendirdiği,
dünyevî varlık ve imkânları Allah'ın rızâsına ve kendi âhiret saâdetine uygun
şekilde kullandığı sürece bu varlık ve imkânlar kötülenen dünyadan değildir.
İnsanın maddeye mahkûm ve bağımlı olması dünyadır, ancak ona hâkim olması dünya
değildir. Maddenin önde ve üstün tutulması dünya, mânânın önde ve üstün
tutulması âhirettir. Şu halde dünya, ruhla nesneler arasındaki sağlıksız ve
olumsuz ilişkiden ibarettir. (3)
Kur'ân-ı
Kerim'in büyük mânâ kaybına uğramış kavramlarından birisidir dünya kavramı. Bu
kelime, özellikle Türkçede hemen hemen bütünüyle ?arz? karşılığı kullanılmaya
başlanmıştır. Bilindiği gibi, ?arz? yeryüzü demektir. ?Dünya? ise ?en yakın?
veya ?daha aşağı, âdi, alçak? anlamlarına gelir. Duyularımıza hitap eden
varlıklar, en aşağıda olan maddî varlıklar, yani cisimlerdir. İşte, duyularımıza
yakın olması anlamında, daha doğrusu, yaratılış hiyerarşisinin en aşağısında yer
almaları anlamında çevremiz ?dünya?dır. Bu anlamıyla dünya, yalnızca yeryüzü
için değil; insan duyularının ulaştığı her yer için kullanılır; sözgelimi,
gördüğümüz göğe Kur'an'da ?dünya semâsı?, yani ?en yakın semâ, en alttaki semâ?
denilir.
Dünya hayatı,
dünya ile temasta olan duyuların hayatıdır; yani, bu hayatın sürdürülmesini
sağlayan nebâtî ve hayvanî fakültelerin hayatıdır. Yemedir, içmedir,
mübâşerettir, uyumadır, üreme, boşaltma, sindirmedir. Yalnızca duyulara hitap
eden varlıkları görme, duyma, onları göründükleri yanlarıyla bilmedir. Bu
bakımdan, dünya hayatı ?en aşağı? hayattır. Kâfirler yalnızca ?dünya hayatı?nı
kabul edip âhireti ya inkâr ederler, ya da dünya hayatının çekiciliğine
kapılarak âhireti unuturlar.
Nitekim,
bugünkü Batı uygarlığı her yönden dünya hayatı yaşayan bir uygarlıktır. Bilgi
konusunda duyumcudur; duyuların var dediği varlıkların dışında varlık kabul
etmez; pozitivizmiyle, yalnızca bu varlıkların incelenebileceğini ve bilgiye
konu olabileceğini savunur; idealizmiyle, bunların ötesinde varlıkların olduğunu
kabul etse de, bilinemeyeceklerine inanır. Bu bakımdan, bu anlayıştaki Batı
uygarlığının ve Batı insanının hayatı yalnızca dünya hayatı, yani en aşağı
hayattır, duyuların hayatıdır. Gözün, kulağın ve şehvetin bayağı zevklerinden
başka zevk olmadığını sanır, gaye olarak ancak dünya hayatını ister; bu
bakımdan, onlar için âhirette hiçbir nasip yoktur. Böyleleri, yalnızca
gözlerinin gördüğünü, kulaklarının duyduğunu, derilerinin dokunduğunu var kabul
edip, bunların ötesine geçemediklerinden, Kur'an onları ?kör, sağır ve ölü? ve
dolayısıyla ?akletmeyenler, derin düşünemeyenler ve câhiller? olarak tavsif
eder.

Güzelliğinin zirvesindeyken gidiverir insan; kendileriyle övündüğü çocukları ve
eşyası ölümle, depremle, selle veya daha başka sebeplerle elinden kayıverir.
Sabah evden çıktığında akşama dönemez de, sonsuza kadar yaşayacağını sanarak
biriktirdiği malları ve eşyaları başkalarına kalıverir. Böyledir işte dünya
hayatı; ama, hayatı bu hayat sananlar bunu anlamaz da, hep dünya için
çalışırlar. Oysa dünya, insanların önüne bütün aldatıcılığıyla yayılıp,
insanları birbirlerine düşürerek helâk eder ve birbirlerinin boyunlarını
vurmalarına sebep olur. Hayat, yalnızca dünya hayatından ibaret değildir; insana
gerçek mutluluğu kazandıran, onu varlıklar hiyerarşisindeki gerçek yerine
oturtan ve ona gerçeği öğreten bir başka hayat vardır; işte, bu başka hayat,
âhirettir. (4)