Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Müstaz'af  İnsan Grupları

Müstaz

Müstaz'af İnsan
Grupları


Kur'an-ı Kerim, müstaz'afları, içindeki
bulundukları duruma, müstekbirler karşısındaki tutumlarına göre üç gruba
ayırmaktadır:

Birinci grupta olanlar, uzun zaman boyunca
vahiy'den uzak kalarak müstekbirlerin yönetimi altına düşenlerdir. Bunlar
müstekbirler tarafından aşağılanmış ve zulme uğramışlardır. Eğer Allah'tan bir
davet gelirse bunlar, o davete hemen uyarlar, müstekbirlere karşı gelirler. Bu
gibi müstaz'aflar, samimi bir şekilde müslüman olurlar, zalimlerin baskı ve
işkencelerine rağmen dinlerini terketmezler. Güç, mal ve toplumsal statü
açısından ileri bir seviyede olmadıkları için, müstekbirler onlara hep baskı
yapmak, onları istedikleri gibi yönetmek arzusundadırlar. Ama onlar
peygamberleri dinlerler, müstekbirlerin alay, kınama ve işkencelerine
aldırmazlar. Kur'an, böylesine müstaz'af olanlara yeryüzünün önderliğini haber
veriyor: ?Muhakkak ki Firavun yeryüzünde kibirlendi ve halkını bölük bölük
(grup grup, parça parça) yaptı, onlardan bir grubu ?müstez'af'/güçsüz görüyor,
bunların oğullarını boğazlıyor, kadınlarını sağ bırakıyordu. Doğrusu o
müfsitlerdendi (ifsâd edicilerden/bozgunculardandı). Biz ise diliyoruz ki,
yeryüzünde ?müstaz'aflara lutfedelim, onları imamlar (önderler) yapalım ve
(yeryüzüne) vârisler kılalım.? (28/Kasas, 4-5; Ayrıca bkz . 7/A'râf, 137)

İkinci grup müstaz'aflar, korku, dünyalık
çıkarlar, Allah'ın sözüne güvenmeme veya başka za'aflar sebebiyle müstekbirlerin
yaptıklarına karşı çıkmazlar. Onların yaptıkları fesatlara ve kibirlenmelere
razı olurlar. Müstekbirlerin kuyruğuna takılırlar. Müstekbirler onları hor
görmelerine rağmen, onların peşinden ayrılmazlar, seslerini çıkarmazlar. Kur'an,
onların ahirette suçu birbirlerinin üzerine nasıl atacaklarını anlatıyor. (34/Sebe',
31-35) ?Melekler kendi nefislerine zulmedenlerin hayatına son verecekleri
zaman, derler ki: ?Ne ile meşguldünüz?' Onlar: ?Biz, yeryüzünde zayıf bırakılmış
(müstaz'af) kimselerdik' derler. (Melekler de) ?Oradan hicret etmeniz için
Allah'ın arzı (yeryüzü) geniş değil miydi?' derler. Işte onların barınma yerleri
cehennemdir. Ne kötü yataktır o.? (4/Nisâ, 97)

Âyetler, güçleri olduğu halde müstaz'aflığa râzı
olan, pısırık ve zillete boyun eğenleri tehdit ediyor. Onların arkadaşları
(velileri), peşlerinden gittikleri müstekbirlerdir. Müstekbirlerden kurtulmak
ve istikbâra son vermek için gerekeni yapmayanlar, aynen müstekbirler gibidir;
Onların zulmünde pay sahibidirler. Bu yüzden varacakları yer cehennemdir. Bu
çeşit müstaz'aflar, yüzleri ateşte çevrildiği gün, şöyle diyecekler:
?Rabbimiz! Biz, yöneticilerimize (sâdetenâ) ve büyüklerimize (küberâenâ) itaat
etmiştik. Fakat onlar bizi yoldan saptırdılar. Rabbimiz, onlara iki kat azap
ver. Onları büyük bir lânete uğrat.? (33/Ahzâb, 67)

Bu müstaz'af kitlelerin uyarılmaya, zihinlerinin
âdeta şoke edilmeye ihtiyaçları vardır. Uyarılmadıkları sürece, yaşadıkları
hayat tarzının mümkün olan tek hayat tarzı olduğunu düşüneceklerinden farklı bir
hayat tarzı arayışına girmeleri hemen hemen mümkün olmaz. Ancak uyarıldıktan
sonra, kendilerinden seçim ve tercih yapmaları beklenir. Çoğunlukla sıhhatli
tercihleri olduğu da söylenemez. Uzun bir süreç boyunca alıştıkları düşünce ve
davranışlar, onların zihnî ve ruhî hayatlarında uyuşturucu izler bırakmıştır.
İşte böyleleri Kur'an'a göre en az müstekbirler, yani kendilerini saptıranlar ve
ezenler kadar ağır bir sorumluluk altındadırlar. (34/Sebe', 31-33) Bu zayıf
bırakılmış büyük kitle, sahip oldukları potansiyel güçleri harekete
geçirmedikçe, müstekbirler baskı ve sömürülerine devam edecek, bunun da tarihsel
bir kader olduğunu telkin edeceklerdir. Baskı altına alınıp güçten düşürülmüş bu
müstaz'af kitle; çağın sihirli aynaları olan medya ile, psikolojik, ahlâkî ve
kültürel araçlarla uyuşturulup miskinleştirilmiştir. Eğer onlar kendi potansiyel
güçlerinin farkına varsa, zaaflarını yense, günün birinde zorbaların baskı
rejimlerine karşı direnmeyi göze alacaklar ve zincirlerini kıracaklardır.

Üçüncü grup müstaz'aflar, hiç bir çareye gücü
yetmeyen, bir çıkar yol bulamayan çocuk, kadın ve erkeklerdir. Bunları Allah'ın
affetmesi umulur (4/Nisâ, 88-89). Allah (cc) böylesine ?müstez'af' kalmış
kimseler uğruna cihad edilmesini emrediyor: ?Size ne oluyor ki, Allah
yolunda ve ?Rabbimiz, bizi halkı zalim olan şu memleketten çıkar, katından bize
bir veli (dost) kıl, katından bize bir yardımcı gönder' diyen müstaz'af erkek,
kadın ve çocuklar için cihad etmiyorsunuz?? (4/Nisâ, 75)

Bunlar, aslında müstekbirlerin zulmüne râzı
değillerdir. Onların peşinden de gitmemektedirler. Ancak güçleri, imkânları
yoktur. Hicret ve cihad edecek güçleri yoktur. Bu nedenle istikbâr edenlere
karşı bir şey yapamamaktadırlar.

Müstaz'afların bu zayıf hallerinin sebeplerinden
birisi müstekbirlerin kibirleri, zulümleri ve sömürüleridir. Müstekbirler,
elleri altında kullanabilecekleri zayıf insanlar yoksa, nasıl kibirlenecekler?
Kimleri hükümleri altına alıp, baskı uygulayacaklar?

Birinci gruptaki müstez'af insanlar, bu zalim
müstekbir gruba karşı mücadele etmekten asla geri durmazlar. Onlar, Allah'ın
verdiği ölçülere bağlı kalarak, yeryüzünü bu zalim müstekbirlerin baskısından
temizlemeye çalışırlar. Onlar, Allah'a itaat ettikleri ve müstekbirlere karşı
çıktıkları için, Allah (cc) onları yeryüzünde insanlara önder yapar.

Müstekbir, kibirlenen ve büyüklük taslayan demek
olduğundan bu vasıf kâfirlerin temel vasfıdır. Kur'an'ın ifade ettiği anlamda
bir kibir müslümanda bulunamaz. Yine, hadis-i şeriflerde de kibir, küfür alâmeti
olarak vurgulanır: "Şüphesiz kalbinde zerre kadar kibir olan kimse cennete
giremez." Bunun üzerine ashabtan biri: "İnsan, elbisesinin ve ayakkabısının
güzel olmasını ister (bu da mı kibir olur?) deyince Peygamberimiz şöyle buyurdu:
"Şüphesiz Allah güzeldir, güzelliği sever; kibir, hakkı kabul etmemek ve
insanları küçümsemektir." (S. Müslim, Nevevi Şerhi, c. 2, s. 89) Hadis-i
şerifte zikredilen kibir, insanı Hakk'a düşman yapan kibirdir. O yüzden
kibirlilik ve istikbâr, imanın zıddı ve karşıtıdır. Büyüklük taslamak,
ubudiyetin/kulluğun hakikatine aykırıdır. Secde ile simgelenen ibadet, tevâzuun
göstergesi, secde etmemek de istikbârın yansımasıdır. (bkz. 2/Bakara, 34)

Bundan dolayıdır ki, namazın, ezanın ve
bayramların alâmeti ve şiarı tekbir olmuştur. İnsan, tekbirleri ile Allah'ın
büyüklüğünü vurgulamakta ve büyüklük sıfatını kendisinden nefyedip
uzaklaştırmaktadır. Rükû ve secdelerde de aynı tezellül ve tevâzu ifadesi
vardır. Kibir ise bu yüceltmeye tamamen engel olan bir haldir. Hatta kibirli
insan, kendini yücelten ve Rabbin azametini kabul etmeyen insandır ki, bu da
ancak küfrün sonucudur. (7)

Câhiliyye toplumlarında iki sosyolojik toplum
karşı karşıyadır: Müstekbirler - Müstaz'aflar. Temelde sağlıksız ve çelişkili
kutupların yer aldığı böyle bir toplumda müstekbirleri; idarî, siyasî ve fikrî
zümrelerden oluşan ?mele'? ile, ekonomik zümrelerden oluşan ?mütref? sınıflar
oluşturur. Bunların karşısında, bu sınıfların ezdiği biyolojik, rûhî ve zihnî
güçsüzlük içinde olan mustaz'aflar vardır.

Geçmişte olduğu gibi, modern çağda da, özellikle
dev iletişim teknolojisini ve araçlarını, eğitim kurumlarını, sanat ve spor
alanlarını kontrol eden iktidar seçkinlerinin, bütün bir toplumu, hatta tüm
ulusları ve dünyayı her gün biraz daha güçten düşürerek, zaaflarını arttırıp
kolayca kumanda ederek yönlendirdikleri söylenebilir. (8)