Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

4) İsmet

4

4) İsmet:

İsmet, peygamberlerin gizli ve aşikâr
her türlü masiyetten, günahtan ve peygamberlik şerefiyle bağdaşmayacak
hareketlerden uzak bulunmalarıdır. İsmet'in, yani nezâhet ve mâsumiyetin zıddı
olan, her türlü günah ve âdi davranışlar, peygamberler hakkında muhaldir. Çünkü,
eğer peygamberlerin günâh ve suç işlemeleri veya ismet ve nezahete yaraşmayan
uygunsuz hareketler yapmâları onlar hakkında caiz olsaydı, biz insanların da
onlara uyarak çirkin şeyler yapmamız normal karşılanır ve günah sayılmazdı. Zira
peygamberler bizim uymamız gereken güzel örneklerimizdir. Bu bakımdan,
peygamberlere uymak ve onlara itaatla emredildik. Halbuki Allah Teâlâ, kullarına
günah işlemeyi ve günahkârlara itaatı emretmez ve bu gibileri peygamber olarak
seçip göndermez. Bu sebeble, Ehl-i sünnete göre; peygamberler asla büyük günah
işlemezler. Sehven (yanılarak) "zelle" cinsinden küçük günah işlemeleri caizdir.
Ancak, bunda ısrar etmezler, derhal ikaz edilirler ve bir daha aynı hataya
düşmezler.

İsmet'in peygamberlerde bulunması
gereken bir sıfat olduğunda, tüm İslâm bilginleri görüş birliği işindedir. Ancak
niteliği ve kapsamı üzerinde bazı görüş ayrılıkları mevcuttur.

Maturidilere göre, peygamberin
günahtan korunmuş olması, onu tâate zorlamadığı gibi; günah işlemekten de aciz
bırakmaz. Ancak ismet, Allah'ın bir lütfu olup, peygamberi hayır yapmaya
sevkeder, kötülükten de alıkor. Fakat ilâhi imtihanın gerçekleşmesi için onda
yine de irâde mevcuttur.[1]
İsmet, peygamberliğin gerekli bir sıfatıdır. Çünkü peygamberlerin günah
işlemeleri, yalan söylemeleri caiz olsaydı; verdikleri haberlerin doğruluğuna
güvenilmezdi. Bu durum, onların Allah'ın hucceti olma özelliklerine gölge
düşürürdü.

Peygamberlerden günah (fısk) sâdır
olsaydı, bu onların şâhitlik ehliyetini ortadan kaldırırdı. Kur'an'da şöyle
buyurulur:

"Ey iman edenler! Size bir fâsık haber
getirirse, onun doğruluğunu araştırın"
(Hucurat: 49/6)

Yüce Allah fâsığın şehâdetini kabulde
tedbirli olmayı ve duraksamayı emrediyor. Peygamberden fıskın sudûru halinde
dünyadaki şahitliği düşünce; ahiretteki ümmetine olan şahitliği de düşer.
Halbuki Kur'an'da, "Böylece sizi orta bir ümmet yaptık ki, insanlara şâhit
olasınız. Peygamber de size şâhit olsun" (Bakara: 2/143). Kıyamette şâhitliği
bildirilen kimsenin, dünya şâhitiği de teyid edilmiş olmaktadır.[2]

Peygamberler iyiliği emir ve
kötülükten sakındırmaya çalışırlar. Kendileri tâatı terkedip, masıyeti
işleselerdi, şu ayetlerin muhatabı olurlardı:

"İnsanlara iyiliği emredip kendinizi
unutuyor musunuz?" (Bakara:
2/44);

"Ey insanlar, niçin yapmayacağınız şeyi
söylüyorsunuz! Yapamayacağınız şeyi söylemek Allah nezdinde en sevilmeyen bir
şeydir" (Sâf: 61/2-3).

Diğer yandan, uyanlarının onları
kötülükten menetmeleri gerekirdi ki bu, peygambere karşı bir zorlama ve eziyet
olurdu. Kur'an'da bu yasaklanmıştır.

"Allâh ve Rasulüne eziyet edenleri, o,
dünya ve ahirette lanetledi"
(Ahzâb: 33/23)[3]

Ehl-i sünnete göre, peygamberlerin
masum oluşu vahiyden sonra sabittir. Kur'an-ı Kerim'de bazı peygamber kıssaları
anlatılırken, onların günah işlediklerini düşündüren örneklere rastlanır. Hz.
Adem'in cennette yasak meyveyi yemesi[4];
Nuh aleyhiselâmın iman etmeyen oğlunu gemiye almak için duâ etmesi[5];
Hz. İbrahim'in putları kendi kırdığı halde, kavmine kimin kırdığını büyük puttan
sormalarını istemesi[6];
Hz. Lût'un eş cinsel erkeklere kendi toplumunun kızlarını teklif etmesi[7];
Hz. Musa'nın bir şahsın ölümüne sebep olması[8];
Hz. Yunus'un kavmini izinsiz terketmesi[9];
Hz. Davud'un davacıyı dinleyip davalıyı dinlemeden davacı lehine hüküm vermesi[10];
Hz. Muhammed'in kâfirlerin reislerini İslâm'a davet ettiği sırada gelip, soru
soran ve bir ama olan Abdullah b. Ümmü Mektûm'a yüzünü buruşturması ve sırtını
dönmesi[11]
örnek verilebilir. Ancak bu ve
benzeri peygamber kıssalarında görülen hallerin bazıları ya peygamberlikten
önceye aittir veya bunlarla ilgili nakiller muteber değildir. Bazıları da
peygamberlerin şanına yakışacak biçimde açıklanmıştır. Çünkü eğer peygamberlerin
günah işlemesi mümkün olsaydı, onların sözüne güvenilmez ve böylece ilâhî huccet
gerçekleşmiş olmazdı.

Peygamberlerin vahiyden önce günah
işlemesi, nadir olmak şartıyla mümkündür. Böylelerinin hali nübüvet anında
derhal iyiliğe ve istikamete dönüştür. Mutezile ve Haricilere göre ise, onlar
vahiyden önce de masumdur.[12]
Bir peygamberin söz veya fiilinde yaptığı yanlışlığa ayak kayması (zelle) denir.
Buna göre, peygamberlerden yanılma sürçme yoluyla çok küçük hatalar meydana
gelebilir. Bunlar unutma, hata, iki alternatiften Cenab-ı Hakk'ın rızasına uygun
olmayanı tercih etme şeklinde ortaya çıkar. Hz. Adem'in yasak ağacın meyvesini
yemesi, verdiği sözü unutması yüzündendir. Kur'an'da şöyle buyrulur:

"Yemin olsun ki, Biz Adem'edaha önce,
"ağaçtan yeme" diye emretmiştik. Fakat o, bunu unuttu. Ama biz onu hatada
ısrarlı görmedik." (Taha:
20/115)

Hz. Musa, zulmü engellemek için adama
vurmuş; mübah hatta vacip bir fiil işlemiştir. Yine Hz. Muhammed'in Abdullah İbn
Mektum'a yüzünü buruşturması, o sırada kabile reislerine tebliğ yapmanın daha
yararlı ve faziletli olduğunu zannetmesindendir. Diğer yandan a'ma onun yüz
buruşturmasını görmediği için ona eziyet olmadığını da düşünmüş olabilir.

Ehl-i Sünnete göre, bütün peygamberler
günahlardan pak ve münezzeh, her çeşit kötülükten masum ve mahfuz (korunmuş)
durlar. Bu, İslam'ın bildirdiği çok önemli bir esastır. Peygamberler dışında
kalan Allah'ın veli kulları, Ashab-ı Kiram ve Peygamberimiz (s.a.v.) neslinden
gelen imamlar, masum ve günahsız sayılmazlar ; ismet sıfatı ile
vasıflandırılmazlar.[13]

İsmet, masum olmak, yani suçsuz ve
günahsız ol­mak demektir. Peygamberlerin suçsuzluğu süreklidir. Son derece
if­fetli, namuslu, dürüst ve onurlu yaşadıklarından günah işlemek on­lar için
söz­konusu olmaz. Geçmişleri tertemiz olduğu gibi gelecekleri de öyledir. Allah
Teâlâ günah ve suç işlemeye iten nedenleri -ilâhî hikmetiyle- on­lardan
uzaklaştırır. Bazı ufak
hataları olabilir ise de bunlara: ?Sehv? ya da ?Zelle? denir. Ancak hemen
düzeltir ve telafi ederler. Peygamberler zaman zaman bazı yanlış kararlar
alabilirler. Ancak bu kararlarda hiç bir kötü niyetleri yoktur ve genelde bu
yanlış­lıklar zararsızdır. Zâten çok geçmeden ilâhî va­hiy onları en ideal
doğrultuda yönlendirir. Bunlar
aynı zamanda nadir birer ders ve ibret et­kisi bırakır. Davranışlarının bir
so­nucu olarak başkalarının gördüğü zararlara gelince bunlar aslında birer
hikmet ifade ederler. Bu, ya o in­sanların, bunu bir ceza olarak haketmiş
olduklarından dolayı mey­dana gelir, ya da tamamen peygamberlerin ka­sıtsız
yaptığı bir hareket ve hamle­nin sonucu olarak Allah (cc)'ın takdi­rine kalır.

[14]




[1]
Sabunî, el-Bidâye, terc. Bekir Topaloğlu, Ankara 1979, s. 121-122.


[2]
er-Râzî, İsmetü'l-Enbiyâ, Kahire 1986, s. 41-42; Mefatih'ul Gayb: 3/8.


[3]
er-Râzî, İsmetü'l-Enbiyâ, Kahire 1986, s. 42-43; Mefatih'ul Gayb: 3/8.


[4]
Bakara: 2/35-37; A'râf: 7/20, 21, 23.


[5] Hud:
11/45-47.


[6]
Enbiyâ: 21/57, 62, 63.


[7] Hud:
11/77-79.


[8] Kasas:
28/15.


[9]
Enbiyâ: 21 /87-88.


[10] Sâd:
38/21-25.


[11]
Abese: 80/1-12.


[12]
Sabuni, el-Bidâye, terc. Bekir Topaloğlu, Ankara 1979, s: 122.


[13]
er-Râzî, İsmetü'l-Enbiyâ, Kahire 1986, s. 5-7; Abdurrahman el-Cezirî
Tavdihu'l-Akaid Fi İlmi't-Tevhid s. 162-173; Ali Arslan Aydın, Şamil İslam
Ansklopedisi: 5/198-199.


[14] Ferit
Aydın, İslam'da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 260-261.