Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Geleneksel Din Anlayışı ve Yozlaşmasının Sonucu Dinin Zorlaştırılması

Geleneksel Din Anlayışı ve Yozlaşmasının Sonucu

Geleneksel Din
Anlayışı ve Yozlaşmasının Sonucu: Dinin Zorlaştırılması


Kur'an ve Sünnet çizgisinden sapma, Hz.
Peygamber tarafından her bid'atin dalâlet/sapıklık olduğu belirtilmesine rağmen
bazı bid'atlerin "hasene/güzel" olduğu anlayışı ve bu düşüncenin sonucu
"tamamlanmış din"e ilâveler, dini zorlaştırma çizgisini başlatmıştır. Giderek,
fıkhî/mezhebi hükümler Kur'an ahkâmı gibi, ictihad ve yorumlar dinin kendisi
gibi, beşerî ve göreceli doğrular mutlak hakikat gibi, fazîlet ve tavsiyeler
farz gibi görülmeye/gösterilmeye başlanmış, din ortalama insanın kaldıramayacağı
zorluklarla dolmuştur.

Kur'an; öğrenilmesi, okunması, ezberlenmesi ve
hayata geçirilmesi kolay olan, Allah tarafından kolaylaştırılmış olan bir kitap
olduğu halde (54/Kamer, 17, 22, 32, 40; 19/Meryem, 97), Kur'an'ın zor olduğu,
halkın anlamasının mümkün olmadığı belirli çevrelerce ısrarla belirtilmiştir.
Kur'an'ın sadece okunması, ezberlenmesi değil, aynı zamanda insanlar öğüt alsın
diye kolayca anlaşılmasını sağlamak için Arapça indirildiği halde (44/Duhân,
58), kolaylaştırılmış Kur'an'ın yerine tavsiye edilen başka beşerî kitaplar dini
zorlaştırmıştır. Ruhbanlık benzeri aşırılıklar yasaklanmış olmasına rağmen;
çile, inzivâ hayatı, azîmet ve zorluğu tercih etmek gerektiği, zora tâlip
olunmasının şart olduğu, kendine ezâ verme, bir lokma-bir hırka anlayışı, dinin
zorlaştırılmasında büyük etkenlerdendir. Sözgelimi resmin ve müziğin her çeşidi
haram kabul edilmiş, bazı yiyecek ve giyecekler dinden, hatta kutsal kabul
edilmiştir. Allah ve Rasûlü'nün haram kılmadığı nice hususlar, birçok yazarın
eserinde ve konuşmacının dilinde haram ve günah ilan edilmiş, halk da "o haram,
bu haram; şunu yapmak günah, bunu yapmak günah; İslâm'ı yaşamak mümkün değil,
öyleyse boş ver gitsin!" demiştir.

İslâmî hayatı ve hayatın İslâmîleştirilmesini
aşırı idealize etmek de dini zorlaştıran başka bir etkendir. Toplumun tümü veya
önemli bir bölümünün harekete geçmesiyle ya da bir kıyamla gerçekleşebilecek
şeylerin suçunu karşımızdaki müslüman bireylere atfetmek ve bunları şikâyet
tarzında, sıkıntı ve görev kaçkınlığı olarak sunmak, mükemmeliyetçilik, hem
hastalıklı bir tipi ortaya çıkarmakta ve hem de hastalıklı/ütopik/hayata
uygulanamayan ideal bir din anlayışını doğurmakta ve dini yaşamanın imkânsızlığı
vurgulanarak din zorlaştırılmaktadır. Kendini dâvet ve tebliğ görevini yüklenmek
zorunda hisseden, samimi, ama "kolaylaştırın, zorlaştırmayın!" ilkesinden
ve bunun nasıl pratize edileceğinden habersiz genç, aşırı idealize edilmiş, zor
bir tablo ile, "cihad, İslâm devleti, tâğutlara savaş, zorluklara tâlip
olmak..." kavramlarının öne çıktığı dini sunmakta, muhâtabını da suçlamakta ve
ilk elde ve hemen çok şey beklemektedir. Bu tavır, bırakın "çok"u, "az"ın bile
oluşmasına engel olmakta, hatta bazen eldekinin bile gitmesini
neticelendirmektedir.

Bu tavrın bir benzeri, bazı müslümanların
bireysel İslâmî yaşayışı için de sözkonusudur. Güçlü iman, sabır, ibâdetlere
özen, ahlâkî tutarlık, insanî ilişkilerde düzey gibi hususlarda yeterli olmadığı
ve mânevî/psikolojik altyapı eksikliği ve bazen hastalıklı ve zigzaglarla dolu
tavırlarına rağmen, dozu yüksek tutulmuş nâfile ibâdetler, fazla infak,
fedâkârlık ve aşırı faâliyet içinde ezilebiliyor, ifrattan tefrîte
yuvarlanabiliyor. Belirli bir zaman sonra da, bir müslümanın asgarî görevlerini
bile terkeden çizgiye gelebiliyor. Hâfızlığa zorlanıp, insanî ve İslâmî olmayan
usûllerle zorla hâfız yapılan nice gencin, hayatı boyunca Kur'an'dan ve dâvâdan
uzak yaşaması gibi durumlar hep dinin zorlaştırılması ve idealize edilmesiyle
ilgili problemlerdir.

İslâmî faâliyet ve hizmetlerde dâvânın yükü ve
sorumluluğu fedâkâr ve gayretli bir tek kişinin üzerine yüklenmekte, onlarca
insanın yapacağını bu bir kişi aşırı zorluklarla yerine getirmektedir. Cemaatin
diğer fertleri de sadece onu eleştirip onun moralini bozmaktadır. Bunun sonucu
olarak üzerine aşırı yük yüklenen kişi maddî ve mânevî yönden yıpranmakta ve bir
zaman sonra ister istemez bir köşeye çekilip pasifize olmakta, hatta bazen
dâvâdan, faâliyetten soğumaktadır.