Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

ZULÜM...

ZULÜM



ZULÜM



Yeryüzündeki her çeşit zulme ve her tipteki
zâlimlere karşı çıkmak, İslam Dini'nin en önemli emirlerinden biridir. İslam'ın
hâkim olması için de tüm zâlimlere isyan edilmesi şarttır. Bunu gerçekleştirmek
için, önce zulüm ve zâlim kavramlarının iyi bilinmesi gerekir.

Zulüm denilince çoğumuzun aklına sadece
haksızlık, eziyet, işkence ve benzeri fizikî yaptırımlar gelir. Dilimize
Arapça'dan giren bu kelimenin esas anlamlarını en güzel Arapça ile yazılmış
Kur'an- Kerim'de buluruz. Dinimizde ve dilimizde bu kelimenin esas anlamı: ?Bir
şeyi (veya bir hakkı) kendi yerinden başka bir yere koymaktır.? Yani, hak edenin
hakkını vermemek, haksıza hak etmediği bir şeyi vermektir. Allah'ın koyduğu
sınırı, haddi tecavüz etmek, tayin ettiği sınırın dışına taşmak zulümdür. İslamî
ıstılahta; bir eşyayı veya olayı, şer'î hükmünden başka bir şekilde
değerlendirmeye zulüm denir.

Kur'an'da ?zulüm?, hepimizin bildiği eziyet,
işkence ve haksızlık yanında, esas olarak bu açıkladığımız anlamıyla kullanılır.
Bu yüzden;

?Allah'ın koyduğu sınırı (hududu) aşanlar
zâlimdir.? (Bakara, 229)

?Allah'ın yasakladıklarını yaparak, insanlar
kendi (nefis)lerine zulmederler.?
(Bakara, 35, 131)

?Kâfirleri dost edinmek zulüm; onları dost
edinenler zâlimdir.? (Tevbe, 23)
Çünkü,

?Kâfirler (in tümü) zâlimdir.?
(Bakara, 254)

?Şirk en büyük zulümdür.?
(Lokman, 13)

?Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyenler,
zâlimlerin ta kendileridir.? (Maide,
45)

Rasül-i Ekrem (s.a.v.)'in şöyle buyurduğu
rivayet edilir: ?Zulüm üç türlüdür. Bir zulüm vardır ki, Allah onu affetmez.
Bir zulüm vardır ki, Allah onu affeder. Bir zulüm vardır ki, Allah onun mutlaka
hesabını sorar. Allah'ın affetmediği zulüm şirktir. Çünkü Allah ?şirk, büyük bir
zulümdür' (Lokman, 13) buyurmuştur. Allah'ın affedeceği zulüm; kulların
kendi nefislerine karşı işlediği zulümdür. Rableri ile kendi aralarındaki
işlerde (emre itaat ve yasaklardan kaçınmak noktasında) yaptıkları hatalardır.
Allah'ın hiç bırakmayıp, mutlaka hesabını soracağı zulüm ise kulların
birbirlerine karşı hayâsızlıklarıdır. Allah, bunların hesabını sorar ve
zâlimleri cezalandırır.? (Hadislerle Kur'an Tefsiri, İbn Kesir, I/508)

Küfür ve şirkin zulüm olduğu, hem de tüm zulüm
çeşitlerini içinde barındırdığı nasslardan açıkça anlaşılmaktadır. Farzları terk
eden ve haramları işlemekten çekinmeyen kişi, önce kendi nefsine
zulmetmektedir. Bazı haramları işlerken; hem kendi nefsine ve hem de
çevresinde bulunan insanlara zulmetmesi de söz konusudur.

Mesela, faiz alıp vermek, tefecilik yapmak,
gıybet ve iftira gibi günahları işlemek. Yine zulüm, ferdî planda olabildiği
gibi, siyasal iktidar ve toplum planında da olabilir. Allah'ın indirdiği
hükümlerle hükmetmeyen siyasî bir iktidar; bütün vatandaşlarına zulümle karşı
karşıyadır.

İnsanlara zulmeden zorbalara boyun eğmek büyük
bir zillettir. Nitekim Âd kavmi, zorbaların peşinden gittiği için
lânetlenmiştir. ?İşte Âd kavmi! Onlar, Allah'ın ayetlerini bilerek inkâr
ettiler. Peygamberlerine isyan ettiler. Böylece başları (liderleri) olan her
zorbanın emrine uyup gittiler. Onlar bu dünyada da, kıyamet gününde de lanet
cezasına tâbi tutuldular.? (Hud, 59-60) Lanetten kurtulmak için, hem
zorbalara, hem de onların zulümlerine karşı direnmek şarttır. Hz. Ali (r.a.)
şöyle buyurur: ?Zulmün iki temel unsuru vardır. Birisi zâlim, diğeri de
mazlumdur. Zâlim zulmettiği için, mazlum da zulme rıza gösterdiği için hesaba
çekilir.? Tâğûtî iktidarların; hem Allah'ın hukukuna, hem insanların
haklarına tecavüz ettikleri, bir vâkıadır. Dolayısıyla tâğûtî iktidarlara karşı
elleriyle, dilleriyle ve kalpleriyle mücadele vermeyen kimselere de zâlim demek
mümkündür. Zâlimlere, zihnen ve kalben meyletmek dahi büyük bir tehlikedir.
?Bir de zulmedenlere meyletmeyin; sonra size ateş dokunur. Zaten sizin Allah'tan
başka yardımcınız yoktur. Sonra (zâlimlere meylettiğiniz için) Allah'tan da
yardım göremezsiniz.? (Hud, 113) Zâlimlere kalben meyletmek ve zulümleri
karşısında sessiz kalmak, başlı başına bir fâciadır. Onlarla işbirliği yapmak
ise, cinayet hükmündedir.[1]


Herhangi bir şeyi kendi yerinden başka bir yere
koymak, ziya, ışık ile nurun aksi. Dinî anlamdaki manası ise, hak yemek, eziyet,
işkence ve baskı kullanmak, adaletsizlik yapmak, hadda aşmak söz ve fiilde aşın
gitmek demektir.

Zulüm, arapça bir kelimedir. "Zale-me" fiilinin
masdardır. Aynı kökten türemiş bir isim olarak da kullanılır. Aslı zulm olup
Türkçe'de zulüm diye kullanılır. Çoğulu zulümattır.

Kelime olarak zulüm, azgınlık, gadr, karanlık,
azab ve ezâ ile eş anlamlıdır. Zıddı ise, nur, aydınlık ve adalettir.

Kur'ân'ın üzerinde en çok durduğu kavramlardan
biri şüphesiz zulümdür. Aynı kökden gelen kelimelerle birlikte, Kur'ân'da üç
yüz'e yakın yerde geçmektedir.

Alimler zulmü üç kısım halinde incelemişlerdir:

1- İnsanın Allah'a karşı işlediği zulüm, şirk ve
küfürdür. "İmân edip de imânlarına zulüm karıştırmayanlar (var ya) işte korkudan
emin olmak için onların hakkıdır ve doğru yolu bulanlar da onlardır" (el-En'âm,
6/82) âyeti inince, bu âyetin ifâde ettiği, imâna zulüm karıştırma meselesi
ashabın nefsine ağır geldi ve, "Hangimiz nefislerine zulmetmez?" dediler: Bunun
üzerine Yüce Allah: "Şüphesiz ki, şirk büyük bir zulümdür" (Lokman, 31/13)
âyetini indirdi. Böylece yakandaki âyette söz konusu olan zulüm kelimesinden
şirk kastedildiği anlaşılmıştır (İbn Kesîr, Tefsiru'r-Kur'ani'l-Azîm, Beyrut
1969, II,153).

Âyetteki "Şirk büyük bir zulümdür" ifadesi ile
de, şirk'e düşen insanların hikmet ve akıl yönünden ne kadar zavallı olduklarına
ve ahmaklık içinde bulunduklarına işaret edilerek şirkin çirkinliği dile
getirilmiştir (Muhammed Ali es-Sabunî, Safvetu't-Tefâsîr, İstanbul, 1987, II,
491).

Yüce Allah'ın varlığını, birliğini inkâr etmek
zulüm olduğu gibi, imân esaslarından herhangi birini inkar etmek de zulüm ve
küfürdür. Bütün bu hususlarda ilgili çeşitli âyetler vardır:

"Onlardan her kim, (Allah'ın ilâhlığını inkâr
ederek) "İlâh o değil, benim!" derse, biz onu cehennemle cezalandırırız. İşte
biz, zalimlere böyle ceza veririz!" (el-Enbiyâ, 21/29).

Bu âyette, Yüce Allah'ın ilâhlığını inkâr
ederek, ilâhlık iddiasında bulunanların durumu dile getirilmiştir. Nemrûd'un
Allah'ın varlığını inkâr etmenin neticesinde, düştüğü küfür ve zulmünü haber
veren bir âyetin meâli de şöyledir:

"Âllah; kendisine hükümdarlık verdi diye
(şımararak) Rabbi hakkında İbrâhim'le tartışanı görmedin mi? İşte o zaman
İbrâhim, Rabbim dirilten, yaşatan ve öldürendir" deyince, "Ben de yaşatır ve
öldürürüm"dedi. Bunun üzerine İbrâhim, Bil ki Allah güneşi doğudan getirir, sen
de onu batıdan getir" dedi. İnkâr eden o adam şaşırıp kaldı (söyleyecek söz
bulamadı, dili tutuldu). Allah, zalim kimseleri doğru yola iletmez" (el-Bakara,
2/258).

İsrâiloğullarının, Musa (a.s)'ın sözünü
dinlemeyerek buzağıya tapmalarının zulüm olduğu hususunda da, Yüce Allah şöyle
buyurmuştur:

"Musa ile kırk gece için sözleşmiştik, sonra siz
onun ardından buzağıyı ilâh edinmiştiniz. (Kendinize böylece) zulmediyordunuz"
(el-Bakara, 2/51).

"Andolsun Musa, size açık delillerle gelmişti.
Sonra onun ardından tuttunuz buzağıya taptınız. Söz öyle zalimlersiniz işte!"
(el-Bakara, 2/92).

Kur'ân'da, Allah'ın âyetlerini inkâr etmek ve
Allah'ın daha önce indirdiği vahiyleri değiştirmek de zulüm olarak haber
verilmiştir:

Ayetlerimizi yalanlayanlar ve kendilerine de
zulmeden topluluğun durumu ne kötüdür!" (el-A'raf, 7/177).

"İçlerinden zulmedenler, (söylediğimiz) sözü,
kendilerine söylenmeyen bir sözle değiştirdiler. Biz de haksızlık ettiklerinden
dolayı üzerlerine gökten bir azab gönderdik" (el-A'raf, 7/162).

Âyetlerimiz hakkında (münasebetsizliğe)
dalanları gördüğün zaman, onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan yüz
çevir. Eğer şeytan sana (bunu) unutturursa, hatırladıktan sonra (hemen kalk),
zalimler topluluğuyla oturma!" (el-En'âm, 6/68).

Peygamberliğe ve peygamberlere inanmamak da
zulümdür:

"Şüphesiz ki, onlara kendilerinden bir elçi
geldi. Onu yalanladılar. Bunun üzerine onlar zulümlerine devam ederken, azab
onları yakalayıverdi" (en-Nahl, 16/113).

"Biz onların, seni dinlerken ne sebeple
dinlediklerini, kendi aralarında gizli konuşurlarken de o zalimlerin:

"Siz büyülenmiş bir adamdan başkasına
uymuyorsunuz!" dediklerini gayet iyi biliyoruz" (el-İsrâ, 17/47).

"Nuh kavmini de peygamberleri yalanladıkları
vakit- onları da boğduk ve onları insanlara bir ibret yaptık. Zalimlere acı bir
azab hazırladık" (el Furkan, 25/37).

Allah'ın varlığına, birliğine, gerektiği gibi
sıfatlarına ve diğer imân esaslarına inanma hususunda Allah'ın emirlerine ters
hareket eden insanlarını zulüm içinde bulunduklarını, küfre girdiklerini
gösteren daha çok âyet ve hadisler vardır.

2- İnsanlar arasındaki zulüm. Bu da, insanların
kendi hemcinslerine karşı işledikleri suçlar, günahlar ve haksızlıklardır.
Bilindiği gibi zulüm kavramı, Kur'ân'da çok geniş bir kullanım alanına sahiptir.
İnsanla insan arasındaki zulüm de, bu geniş alanda büyük bir yere sahip
bulunmaktadır. Zaten zulüm denince ilk olarak akla insanların birbirlerine karşı
olan hareketlerindeki yanlış, kötü ve zararlı davranışları zulüm olarak
tanıtılmış, bunların işlenmemesi istenmiş ve işleyenler tenkid edilmiştir. Bu
çirkin hareketlerden bazılarını ve onların olumsuzluğunu bildiren âyet
meallerinden bir kısmı şöyledir:

Adam öldürmek: "Onlara, Adem'in iki oğlunun
haberini gerçek olarak oku: Hani birer kurban takdim etmişlerdi de birisinden
kabul edilmiş, diğerinden ise kabul edilmemişti. (Kurban kabul edilmeyen kardeş,
kıskançlık yüzünden); "Ând olsun seni öldüreceğim" dedi. Diğeri de, Âllah ancak
sakınanlardan kabul eder. Andolsun ki sen, öldürmek için bana elini uzatsan
(bile), ben sana öldürmek için el uzatacak değilim. Ben, âlemlerin Rabbi olan
Allah'tan korkarım. Ben istiyorum ki sen, hem benim günahımı, hem de kendi
günahını yüklenip ateşe atılacaklardan olasın. Zalimlerin cezası işte budur"
dedi (el-Mâide, 5/27, 28, 29).

Hırsızlılık yapmak: "Onun (hırsızlık yapmanın)
cezası, kayıp eşya, yükünde bulunan kimseye verilir. İşte ona el koymak, onun
cezasıdır. Biz zalimleri böyle cezalandırırız, dediler" (Yûsuf, 12/75).

Erkeklerin erkeklerle temasta bulunması
(homoseksüellik) ve yol kesip kötülükte bulunmak: Lût'u da (gönderdik), kavmine
dedi ki: "Siz, sizden önce âlemlerden hiç kimsenin yapmadığı bir fuhşa
gidiyorsunuz. Siz (kadınları bırakıp) erkeklere gidiyorsunuz, yol kesiyorsunuz
ve toplantılarınızda edepsizce şeyler yapıyorsunuz ha?" Kavminin cevabı, sadece;
"Eğer doğrulardan isen, haydi Allah'ın azabını getir!.. " demeleri oldu. (Lût):
"Rabb'im, şu bozguncu kavme karşı bana yardım et" dedi" (el-Ankebût, 29, 30).

Zina yapmak: "Yûsuf'un, evinde kaldığı kadın,
onun nefsinden murad almak istedi ve kapıları kilitleyip Haydi gelsene. !" dedi.
(Yusuf); Allah'a sığınırım. Efendim bana güzel baktı (Ben nasıl onun iyiliğine
karşı hıyânet ederim.) Zalimler iflâh olmazlar, dedi" (Yusuf, 12/23).

Suçlu insanları bırakıp suçsuzları
cezalandırmak: Dediler ki: "Ey vezir, onun büyük bir ihtiyar babası var! (Onun
alıkonduğuna çok üzülür). Onun yerine (bizden) birimizi al. Zira biz seni iyilik
edenlerden görüyoruz" (vezir): "Eşyamızı yanında bulduğumuz kimseden başkasını
almaktan Allah'a sığınırız. Yoksa biz zulmedenlerden oluruz dedi" (Yûsuf, 12/78,
79).

Allah'ın indirdiği ahkâm ile hükmetmemek: "Ve
kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte zalimler onlardır" (el-Mâide, 5/45).

Bundan önceki âyette de Yüce Allah, Allah'ın
indirdiği ile hükmetmeyenlerin kâfirler olduğunu bildirmiştir: Kim Allah'ın
indirdiğiyle hükmetmezse, işte kâfirler onlardır" (el-Mâide, 5/44).

Hz. Muhammed (s.a.s) de, insanın insana
zulmetmesini yasaklamış ve İslâm dininde zulmün yerinin olmadığım belirtmiştir.
Mazlumun duasından sakınınız. Çünkü onunla Allah arasında perde yoktur" (Buharî,
Cihâd, 180) diyerek, zulmün ne kadar kötü ve zararlı bir şey olduğuna işaret
etmiştir. Rasûlüllah (s.a.s) veda hutbesinde sık sık zulümden sakınmayı
emretmiştir (Ahmed Zeki Safve, Cemheretu Hutebi'l-Arab, Mısır 1962, I, 155 vd).

Diğer bir hadiste de; Müslüman, diğer
müslümanların onun elinden ve dilinden emin oldukları kimsedir" (Buharî, İmân,
4, 5; Rikâk, 26; Müslim, İmân, 64, 65; Ebû Dâvud, Cihâd, 3; Tirmizî, Kıyâme, 53,
İmân,13) diyerek zulmün nasıl bir afet olduğunu ifade etmiştir.

Zulmün âhiretteki azabını bildiren bir hadis de
şöyledir:

"Zulümden sakınınız. Zira zulüm, kıyâmet günü
(sahibini saran) karanlıklar (olacak)dır" (Buhârî, Mezâlim, 8; Tirmizi, Birr,
83).

Ebû Musa (r.a)'dan nakledildiğine göre, Hz.
Muhammed (s.a.s); Âllah, zalime (bir müddet) mühlet verir. Onu bir defa
yakaladığı vakit de, felâh vermez" Ondan sonra da: "İşte Rabb'in, zulmeden
şehirlerin (halkını) yakaladığı zaman, böyle yakalar. Çünkü O'nun yakalaması çok
acı ve çok çetindir" (Hud,11/102) (meâlindeki) âyeti okunmuştur (Buhârî, Tefsir
sre 11, 5; Müslim, Birr, 62; İbn Mâce, Fiten, 22).

Bir de Rasûlüllah (s.a.s) dünya hayatında
insanlara zulmetmenin, ahirette, zulmeden kişiyi iflasa götüreceğini
bildirmiştir. Ebû Hureyre (r.a)'ın naklettiğine göre, (bir gün); Müflis kimdir,
biliyor musunuz?" diye sormuştur. (Hazır bulunan) ashâb: "Müflis bizim aramızda,
parası olmayan ve malı bulunmayandır" deyince, o şöyle devam etmiştir:
"Ümmetimden müflis, kıyâmet günü namaz, oruç ve zekât sevabı ile, (ve amel
defterine) şuna sövdü, buna zina iftirası yaptı, şunun malını yedi, bunun kanını
döktü, şunu dövdü (diye yazılmış olarak) gelen kimsedir. Onun hasenatının
sevâbından (hak sahibi olan) şuna, buna verilir. Eğer üzerindeki borç ödenmeden
önce ibâdet ve iyiliklerinin sevabı tükenirse, alacaklıların günahlarından
alınıp onun üzerine yüklenir. Sonra (onların günahları ile birlikte) cehenneme
atılır" (Müslim, Birr, 60; Ahmed b. Hanbel, II, 303, 324, 372).

3- Zulmün bir çeşidi de, insanın kendi kendine
zulmetmesidir. Bu hususta da çeşitli âyetler vardır. Bu âyetlerden bazılarının
meâli şöyledir:

"Biz hiç bir peygamberi, Allah'ın izniyle itâat
edilmekten başka bir amaçla göndermedik. Eğer onlar, kendilerine zulmettikleri
zaman sana gelseler, Allah'tan günahlarını bağışlamasını isteseler ve Rasûl de
onların bağışlanmasını dileseydi, elbette Allah'ı affedici, merhametli
bulurlardı" (en-Nisâ, 4/64).

"(İnkâr edenler), ille kendilerine meleklerin
gelmesini, yahut Rabb'inin (azab) emrinin gelmesini mi bekliyorlar? Onlardan
öncekiler de öyle yapmıştı. Allah onlara zulmetmedi. Fakat onlar kendi
kendilerine zulmediyorlardı" (en-Nahl, 16/33).

"Sonra Kitabı kullarımız arasında seçtiklerimize
miras verdik. Onlardan kimi nefsine zulmedendir, kimi orta gidendir, kimi de
Allah'ın izniyle hayırda öne geçendir. İşte büyük lütuf budur" (Fâtır, 35/32).

Yukarıda sayılan çeşitlerden hangisi olursa
olsun, zulüm, yaratılış düzeninde bozukluk ve sapmalara sebep olmaktadır.
İnsanın dışındaki bütün varlıklar, yaratılış düzenini bozmamakta, nasıl
yaratılmışlarsa, öyle hareket etmektedirler. Allah'ın emir ve yasaklarım
dinlemeyen, zulüm yollarına düşen insanlar ise, insanın yaratılış gayesinin
dışına çıkmaktadırlar. Bu halleriyle de, varlıklar arasında en büyük zalimlerden
olma durumuna düşmektedirler. Onun için Allah ve Râsulü genel olarak zulmü
yasaklamışlardır. Bir de, bütün peygamberler insanları Allah'a inanmaya ve O'nun
emir ve yasaklarına uygun hareket etmeye çağırmışlardır. Bu davete kulak vererek
imâna gelen ve ibadete sarılanlar huzur, saadet, mutluluk ve başarı elde
etmişlerdir. Bu davete kulak vermeyerek peygamberlerin yoluna muhâlefet edenler
ise, zalimlerden olmuşlar ve başlarına büyük musibetler gelmiştir. Kur'ân'da,
peygamberlerin emrini dinlemeyen nice toplulukların başına gelen felâket ve
musibetler haber vermiştir. Bu bilgiler, zulüm işleyen zalimlerin sonu açısından
son derece ibret vericidir.

Nureddin TURGAY



Kur'an'ın çok kullandığı kelimelerden biri de
'zulüm' kelimesidir. Aynı kökten gelen türevleriyle birlikte üç yüz elli kadar
yerde geçmektedir.

'Zulüm' sözcüğünün mastarı olan
?zulmet', nûr'un (ışığın) olmama durumudur, yani karanlıktır.

'Zulüm', kavram olarak, karanlık, haksızlık,
hakkı yerine koymama, baskı, şiddet, hak yeme, eziyet ve işkence demektir.


Zulm'ün halk arasındaki en yaygın manası,
haksızlık, baskı, işkence ve gaddarlıktır. Zulüm, bu anlamları kapsamakla
beraber, Kur'an'da ve Islâm literatüründe daha geniş anlamlara gelmektedir.

Aslında zulüm
sözlükte, bir şeyi âit olduğu yerin dışında bir yere koymaktır. Yukarıda geçen
anlamların hepsinde de bu tanımın işaretlerini görmek mümkündür.






[1]
Ahmet Kalkan, İslam Akaidi: 295-297.