Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

4- Yol Azığı

4



4- Yol Azığı:



Bundan kasıt; müslüman dava adamının
yetişmesinde rol oynayan faktörlerdir.

Müslüman dava adamının, müslüman toplumun üyesi
olabilmesi için üzerinde bulunması gerekli fikri ve kişisel özellikler nelerdir?

Ve bu zor fakat yüce olan İslam davası yolunda
yürürken ona gerekli olacak şeyler nelerdir?

Meseleyi daha iyi anlayabilmemiz için "Yol
azığı" yerine "terbiye metodu" da diyebiliriz.

Bu metoda geçmeden önce bazı kimselerin düştüğü
bir hatayı belirtmek istiyorum. Bazı kimseler Allah'tan gelen hareket metodunun
İslami eğitim ile özdeş sanıyorlar. Sonra da İslami eğitim metodunun Fi-Zilal'den
ve Yoldaki İşaretler'den alınan bir takım pasaj ve konumlardan ibaret olduğunu
iddia ediyorlar.

Seyyid Kutub'a göre Allah'tan gelen hareket
metodu ile İslami eğitim metodu pekçok kimse tarafından yanlış anlaşılmıştır.
Onlara göre bu iki metod çağdaş İslami harekette güvenilir yeterli bir metod
değildir.

Eğer durum cahillerin iddiası gibi olsaydı bu
iki yöntem yetersiz olurdu.

Bu araştırmayı, tümüyle okuyan bir kimsenen
Hareket metodu, İslam'ı omuzlayan diğer kimselerin düşündüğünden daha da üstün
bir seviyededir ve eğitim metodu hareket metodunun bir parçasıdır. Fakat eğitim
metodu tek başına hareket metodunun yerini tutamaz. Seyyid Kutub, kendisini çok
iyi tanıdığını sananların düşündüklerinden daima büyük bir serveti bu zenginliğe
katmıştır. Bunları tekrar anlatmaya gerek yoktur.

Eğitim metodunun amacı; organik İslami bir
cemaat içinde müslüman davetçiyi oluşturmaktır. Hem ferdi hem de toplumsal
açıdan İslami toplumun zirvesini hiç şüphesiz Sahabe'i Kiram oluşturmuştur.
(Allah tümünden razı olsun). Bizler eğitim metodunu öğrenmek için bu eşsiz ve
benzersiz neslin eğitiminde Rasulullah'ın takibettiği metodu mutlak
öğrenmeliyiz.

Ferd ve toplum terbiyesinde örnek almamız
gereken metod, şüphesiz Rasulullah (s.a.s)'in ashab'ı kiram'ı terbiye etmede
kullanmış olduğu metoddur.

Aslab'ı kiram'ın yeryüzü tarihinde eşine bir
daha rastlanmayan seçkin bir topluluk halinde ortaya çıkmasındaki tek etken
acaba bizzat Rasulullah (s.a.s)'in şahsımıdır?

Acaba Rasulullah'ın dışında başka bir şahıs,
Rasulullah'ın ashab'ı kiram'ı terbiye ettiği gibi fertleri terbiye edebilir mi?

Hiç şüphesiz kim olursa olsun Rasulullah
(s.a.s)'in terbiye ettiği gibi insanları terbiye edemez. Fakat müslümanın salih
bir kişi olabilmesi için sahabe olması şart değildir. İslam dini Allah'ın
insanlar için seçtiği son dinidir. Rasulullah (s.a.s) şüphesiz rasullerin
sonuncusudur. Ve bu din insanlardan düzgün İslami terbiye istemektedir. Eğer
insanların terbiye edilmesinde Rasululllah'ın varlığı vazgeçcilmez bir şart
olsaydı, Allah'u Teale insanlardan böyle birşey istemekle onlara
taşıyamayacakları bir yük yüklemiş olurdu.

"Şayet Rasulullah'ın şahsiyeti bu davanın hakim
olması ve meyvesini toplamak için mutlaka gerekli bir şart olsaydı hiç şüphesiz
ki Allah-u Teala bu davayı bütünüyle insanlığın davası kılmazdı. Bu risaleti de
risaletlerin sonuncusu yapmazdı. Ve zamanın en son saniyesine kadar yeryüzünde
insanların bütün işlerini bu risalet müessesesine bırakmazdı...

Rasulullah (s.a.s)'in varlığı İslami bir
toplumumn ortaya çıkması için şart değildir. Bununla birlikte hiçbir kimsenin
eğitimi Rasulullah (s.a.s)'in eğitim seviyesine ulaşamaz. Müslüman devetçinin de
her konuda sahabe gibi olması şart değildir. Fakat onlar gibi olmaya
çalışmalıdır.

Üstelik Allah-u Teala kendi dinini muhafaza
edeceğini garantilimekte ve bu davanın Rasulullah'tan sonra da var olup
meyvesini vereceğini açıkca belirtmektedir."

Rasulullah (s.a.s) Ömer b. Hattab'ı (r.a)
Tevrat'tan bazı sayfalar okurken gördüğü zaman kızdı ve şöyle dedi:
"Ehli kitaba bir şey hakkında soru sormayın. Kendileri
sapıklıkta oldukları için size doğru yolu gösteremezler. Böyle yaparsanız ya
batılı tasdik etmiş veya hakkı yalanlamış olursunuz. Allah'a yemin ederim ki
eğer Musa hayatta olup aramızda bulunsaydı bana uymaktan başka birşey yapmazdı."

(Hafız Ebu Ya'la rivayet etti)

Allah-u Teala şöyle buyuruyor:

"Ey Muhammed! de ki: "Hidayet Allah'ın
hidayetidir. Siz verilenin benzerini başka birine verilmesinden veya Rabbinizin
katında aleyhinize delil getirmelerinden korktuğunuz için mi tasdik
etmiyorsunuz" De ki: "Şüphesiz lütuf Allah'ın elindedir. Onu dilediğine verir.
Allah geniş lütuf sahibidir. Herşeyi çok iyi bilendir."
(Al-i İmran: 73)

"İşte benim yolum budur. Dosdoğrudur. Ona uyun,
başka yollara uymayın ki sizi Allah (c.c)'ın yolundan ayırmasın. Allah (c.c)
bunları size sakınasınız diye emretti."
(En'am: 153)
Kur'an'ı Kerim ve onun meyvesi olan sünneti seniyye üstün
sahabi neslinin başvurdukları tek kaynak olmuştur. Akidelerini, ibadetlerini,
kanunlarını, düşünce tarzlarını, bilgilerini, ahlaklarını, adetlerini, diğer
insanlarla olan ilişkilerini ve tebliğ metodlarını hep bu iki kaynağa göre
düzenlemişlerdir.

"İlk neslin (sahabe neslinin) beslendiği ana
kaynak doğrudan doğruya Kur'an'dı. Evet yalnız başına Kur'an. Kur'an'a göre
şekilleniyorlardı onlar. Ve kur'an potasında eriyerek ortaya çıkıyorlardı.

Rasulullah (s.a.s) o ideal neslin ilk oluş
devresinde başka kaynaklardan beslenmemesini istemişti. Maksat yalnız Allah
(c.c)'ın kitabından başka bir kaynaktan beslenmeyerek kendilerini yalnız bu
kaynağa adamalarıydı. Ancak böylece doğrudan doğruya ve yalnız Allah (c.c)'in
nizamına dönmeleri mümkün olurdu. İşte bundan dolayıdır ki Ömer b. Hattab (r.a)'ın
bir başka kaynaktan beslenmesine kızmıştı. Aslında Allah (c.c)'ın Rasulu kalbi,
aklı tertemiz, düşüncesi ve karakteri tertemiz yeni bir nesil meydana getirmek
istiyordu. Ve bu neslin Kur'an'ın ihtiva ettiği ilahi nizamın dışında başka
hiçbir tesire kapılmamasını arzu ediyordu."

(Yoldaki İşaretler s: 13)

Bu konuda başvurulacak kaynak bizzat Kur'an'ı
Kerim'in kendisi ve Nebevi sünnet'tir. Herhangi bir konuda hüküm verebilmek için
nasların hepsi ele alınır. Ve bu naslar detaylı bir eğitim metodunun temelini
oluşturur. Bu metod bizzat bu nasların kapsadığı bütün dalları kapsar. Gizleme
ve başkalarının zararına olmaksızın.

Ancak bugün İslam'a davet edenlerin bir kısmı
nefsi eğitimi, fikri ve ilmi eğitimden daha üstün tutmakta, diğer bir kısmı ise
fikri eğitimi nefsi eğidimden daha üstün tutmaktadır. Bir diğer kısmı da nefsi
veya ilmi eğitime önem vermeyip yalnızca tebliğe yönelmektedir.

Burada, şöyle söylenebilir: Yalnızca Kur'an'ı
Kerim'i kaynak olarak almak, o günkü insanların uygarlıktan ve bilgilerden uzak
olmasının bir sonucu idi. Bugün ise buna gerek yoktur. Başka kitaplarda kaynak
olarak alınabilir.

Seyyid Kutub böyle bir düşünceyi reddederek
şöyle cevap veriyor:

"Bu neslin beslendiği tek kaynak Kur'an'dı.
Kur'an 'a göre şekilleniyordu onlar. Ve Kur'an potasında eriyerek ortaya
çıkıyorlardı. Bunun böyle oluşunun asıl sebebi o gün beşeriyetin bir medeniyet
şekline, bir kültür ve bilgi hazinesine, bir kitap ve ilim yığınına sahip
olmaması değildi. Asla!. O gün Roma medeniyeti kültürü ile, kitapları ve
kanunları ile dipdiri yaşıyordu. Avrupa medeniyetinin bir uzantısı olan Roma
kültürü bütünüyleye hayatiyetini devam ettiriyordu. Bunun yanı sıra yer yer grek
medeniyetinin artıklarına da rastlanıyordu. Günümüzde bile batı düşüncesinin
kaynağı olan ve olmaya devam eden grek mantığı, felsefesi ve sanatı o dönemde
mevcut idi. Meydanda bir de İran medeniyeti, sanatı, şiiri, mitolojisi, inançlar
manzumesi ve idari sistemi vardı. Uzak yakın daha başka bir sürü medeniyetler de
mevcuttu. Hid medeniyeti ve çin medeniyeti vardı. Ve diğer medeniyetler. Gerek
kuzeyden gerekse güneyden Arap yarımadasını İran ve Roma medeniyetleri
sarmışlardı. Yahudi ve hristiyanlar ise yarımadanın kalbinde yaşıyorlardı.
Demekki o ideal neslin meydana geliş devresinde Allah(c.c)'ın kitabından başka
hiçbir kaynağa sarılmayışı dünya medeniyet ve kültürünün yeryüzende
bulunmamasından kaynaklanmıyordu. Bu daha önceden planlanmış bir projenen ve
belirli bir metodun gereğiydi."

(Yoldaki İşaretler s: 12-13)

"Hayat ile ilgili tüm değerler hakkında akide,
İbadet, düzen, ahlak, ölçü, nefis, tarih ve tüm diğer konularda başvurulacak tek
kaynak Kur'an'ı Kerim'dir. Çünkü bu kitap kendisine itaat edilmek ve tabii
olunmak için indirilmiştir. Müslümanlar da gelen emirlere hemen tüm kalp,
hareket ve sözleriyle tabi olup itaat edecek şekilde yetiştirilmişlerdi. Bu
sebeple Sahebe'i Kiram inen Kur'an'ı Kerim ayetlerinin hepsini bir defada
ezberlemiyor, onları yudumluyor, kalb ve hareketlerine yavaş yavaş indiriyordu."


(Yoldaki İşaretler s: 14-15)

O ilk nesil Kur'an'a yaklaşırken kültür,
inceleme, zevk alma, eğlenme arzusuyla yaklaşmıyor ve onu kültürlerini arttırmak
veya ilmi ve fıkhi iddialarına yeni bir senet eklemek ve maddi çıkarlar elde
etmek için okumuyorlardı.

Onlar Allah'ın emirlerini öğrenmek için
okuyorlardı Kur'an'ı. Allah'ın; kendileri, içinde yaşadıkları toplumları ve
hayatları ile ilgili neler bildirdiğini öğrenmek ve bellemek için okuyorlardı.
Bu kitabın emirlerini alırken hemen yaşamak için alıyorlardı. Tıpkı harp
meydanındaki askerlerin üstlerinden gelen günlük emir ve direktifleri alır almaz
faaliyete geçtikleri gibi...

Kur'an'ı işte bunun için okuyorlardı ve bir
oturuşta uzun uzun hepsini öğrenmeye çalışmıyorlardı. Çünkü biliyorlardı ki, ne
kadar fazla ayet bilirlerse omuzlarındaki yük ve sorumluluk da o derece
artacaktı. Onlar beş-on ayetle yetiniyor, bunları ezberleyip hemen amel etmeye
başlıyorlardı.

İbn Mes'ud (r.a)'nun şöyle dediği rivayet
edilmiştir:

"Bizden herhangi bir kimse on ayet öğrendiğinde
onların manalarını anlamadıkça ve onlarla amel etmedikçe başka ayetleri
öğrenmezdi."

Ebu Abdurrahman Es-Süleymi şöyle dedi: Bize
Kur'an öğretenler anlattı: Onlar Rasulullah (s.a.s)'den Kur'an öğretmesini
isterler ve on ayet öğrenice gereği gibi amel etmedikce başka ayetler
öğrenmezlerdi. Böylelikle bizler Kur'an'ı ve ameli birlikte öğrendik."

İşte bu şuur..

Bu nesili örnek bir nesil olarak kortaya çıkaran
da işte onların bu, Kur'an'ı uygulumaya geçirmek için öğrenme özellik ve
şuurlarıydı...

Onlarda Kur'an'a bilgi, etüd ve araştırma
kastıyla yaklaşmış olsaydılar, evet hareketleri daha kolaylaşır, sorumlulukları
daha da azalırdı, ama gözlerinin önünde ufuklar açılmazdı.

Fakat kur'an onların tüm benliklerine karışmış,
onları hem kendi içlerinde hem de günlük hayatlarında pratik bir nizamın
tatbikçisi haline getirmişti.

Artık onlar için Kur'an zihinlerin içinde
sıkışıp kalan sayfaların arasında boğulup duran bir kaynak olmaktan çıkmış,
hareket eden bir kültür potansiyeli haline gelmişti. Böyece hem hayatın akışın
hem de hadiselerin yönünü değiştiren tesisler kurmuştu.

İşte Kur'an kendisine ancak bu ruhla sarılanlara
hazinelerini açar. Hareketi doğuran bilgi ruhuyla...

Kur'an zihni eğlence ve oyalanmayı temin eden
bir kitap olarak gelmemiştir. Bir edebiyat, bir sanat, bir hikaye ve bir tarih
eseri de değildir. Her ne kadar Kur'an'ın içinde bunlara yer verilmiş olsa
da...

Kur'an bir hayat sistemi kitabı olarak
gelmiştir. Tertemiz ve ilahi bir kitap olarak.

(Yoldaki İşaretler s: 12-15)

Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, İslami eğitim,
müslümanı pratik hayatta uygulamak ve tatbikata koymak için öğrenme şuuruna
eriştirmedikçe, doğru ve meyvesini veren isabetli bir eğitim sayılmaz.

İşte bu, "tatbik etmek için öğrenme" şuuru
fertlerin İslam cemaati içinde ilerleme ve gerilemesinin ölçüsü olmalıdır.

İslami eğitimde üzerinde önemle durulması
gereken bir mesele daha vardır: İslami eğitimin meyvesini güzel ve olgun bir
şekilde verebilmesi için, müslüman dava adamının müslüman olmadan önceki devri
ile müslüman olduktan sonraki devri arasında kesin bir ayırım yapması şarttır.

"O nesilden (Sahabelerden) bir kimse İslama
girerken daha en başta cahiliyyet devrindeki geçmişiyle alakalı her şeyi
üzerinden sıyırıp atıyordu. İslama girdiği an yeniden doğduğunu ve cahiliyyedeki
hayatından tamamen farklı bir devrenin yeniden başladığını hissediyordu. Bu
sebepe cahilyyetteki alışkanlıkların İslama uymayan pislikler olarak görüyor,
hepsini dikkatle, şüpheyle inceliyor ve bunlara karşı çekingen davranıyordu."

"O neslin (sahabelerin) şuurunda geçmişteki
cahiliyyet devriyle, şimdi yaşadığı İslam hayatı arasında zihnen tam bir ayrılık
vardı. İşte onların cahiliyet toplumuyla olan ilişkilerini bu fikri ayrılık
yönlerdiriyordu.

O neslin müslümanı içinde yaşadığı cahiyyet
toplumundan herşeyiyle ayrılıyor ve İslam toplumuna her şeyiyle bağlanıyordu.
Ticari ve günlük diğer ilişkileride de bu ayrılık kendini kesin bir şekilde
hissettiriyordu. Halbuki zihni ayrılık ayrı, günlük ilişkiler ayrı şeylerdir..."

Bütün bunlardan geriye kalan tek şey müslümanın
yüzyüze geldiği etken ve baskılardı. Fakat bu eziyet ve baskılar müslümanın
göğsünde son buluyor, eriyor ve cahiliyyet düşünce toplumunun adetleri için
geçebilecek bir yol kalmıyordu."

(Yoldaki İşaretler s: 17)

Bu iki toplum arasında kesin bir ayrılık ortaya
çıkıp da cahili toplumdan fikri tam bir uzaklaşma olunca ve İslam toplumuna
sağlam bir bağlılık gerçekleşince, meydana gelen bu duruma "yeni bir doğuş"
adını vermek yerinde olur.

Bu meseleyi bitirmeden önce bununla ilgili bazı
meseleleri açıklayalım:

1-
Cahiliyyet ile İslam arasında kesin bir ayrılığın bulunması demek: İslama giren
bir kimsenin hata ve günaha düşmeyeceği anlamına gelmez.

"Müslüman kimse bir kere olsun nefsine
yenilirse, geçmişteki alışkanlıkları bir kere daha onu çekerse, bir defa dahi
İslam'ın emirleri karşısında zayıf düşerse... İşte o anda günaha daldığını,
yanıldığını anlıyordu... Ve ruhunun en derin noktalarında içine düştüğü halden
temizlenmesi gerektiğini idrak ediyordu. Ve başlıyordu çırpınmaya, kur'an'ın
hidayetine uygun bir hayata kavuşmak için..."

(Yoldaki İşaretler s: 16)

2-
Zihni ayrılık tamamen ayrılmak anlamına gelmez. Kendileriyle zihnen ayrılık
içinde bulunulan kişilerle günlük münasebetlerde bulunmak veya İslamı tebliğ
etmek için bir ilişki kurmak yasaklanmamıştır. Ayrıca Allah-u Teala
müslümanlara, zihnen ayrılık içinde olsalar bile bazı kimselere iyilik
yapmalarını vacip kılmıştır (Anne, baba gibi).

Günlük ilişkiler, iyilik yapılması gerekenlere
iyilik yapmak ve tebliğ dışında kalan meselelere gelince; müslüman ile müslüman
olmayanlar arasında bu konularda hiçbir ilişki ve sevgi söz konusu olamaz.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
?Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir milletin,
babaları, oğulları, kardeşleri, veya akrabaları olsa bile Allah'a ve Rasulune
karşı gelenler sevgi beslediklerini asla göremezsin. Alah işte bunların
kalblerine imanı yerleştirmiş ve onları katından bir nur ile desteklemiştir...?
(Mücadele: 22)

3-
Günlük muamelelerde İslamı tebliğ amacıyla ilişki kurmak veya Allah'ın iyilik
yapmayı vacib kıldığı kimselere iyilik yapmak dışında cahilyyet toplumuyla
ilişki kurmak Allah'ın azabına sebep olur.
Rasulullah (s.a.s) şöyle buyuruyor:
"İsrail oğulları
günaha daldıklarında alimleri onları nehyettiler. Fakat İsrail oğulları günah
işlemekten vazgeçmediler. Sonra onlara beraber oturdular ve onlarla bereber
yiyip içtiler. Bundan dolayı Allah (c.c) onların kaplerini birbirine benzetti.
Davud ve Meryem oğlu İsa diliyle onlara lanet etti. Bu, onların günah işlemeleri
ve zulmetmeleri yüzünden olmuştur."

Rasulullah (s.a.s) dayanmakta olduğu yerden
doğrulup oturdu ve:

"Nefsim elinde olan zata yemin ederim ki, onları
hakka boyun eğdirmedikçe, İsrail oğulları'nın başına gelenler sizin de başınıza
gelecektir" buyurdu.
(Tirmizi rivayet etti ve hasen dedi.)

İSLAMIN HAREKET METODU.. Önsöz.
Seyyid Kutub'un Kısaca Hayatı
1) İslam'a Yönelişten Önceki Aşama.
2) İslam'a Genel Olarak Yöneliş Aşaması
3) Sınırları Belli İslam'i Yöneliş Aşaması
Giriş.
İslami Hareket Metodu.
İslami Hakim Kilmak İçin Allah'in Bildirdiği Metodla Hareket Etmek Mutlaka Gereklidir
Allah'tan Gelen Hareket Metodunun Özellikleri
Birincisi İslami Hareket Metodu Pratik Bir Metoddur.
İkincisi İslami Hareket Ciddi Ve Pratiktir.
Üçüncüsü İslami Hareket Metodu Yapıcı Ve Hareketlidir.
Dördüncüsü İslami Hareket Metodu Merhalelidir.
Beşincisi Allah'tan Gelen Hareket Metodu, Davayı Dava Adamından Daha Üstün Tutar.
Altıncısı Allah'tan Gelen Hareket Metodunun Yeryüzünde Belli Bir Hedefi Vardır
Yedincisi Allah'tan Gelen Hareket Metodu Kolaylaştırılmış Bir Metoddur.
Sekizincisi Allah'tan Gelen Hareket Metodu Kadere Ve Tevekküle Inanan Bir Hareket Metodudur.
Allah'tan Gelen Hareket Metodunun Bölümleri
1- İslami Cemaatin Doğuşunun Gerekliliği
2- Doğuşun  Kaçınılmazlığı
3- Yeni Doğan Cemaatin Özellikleri
4) Sağlam Bir Karakter Ve Güzel Bir Ahlaka Sahip Olmak
5) Teşkilatın Sağlam Yapılı Olması
6) Teşkilatın Başında Liderin İlim Ve Basiret Sahibi Güvenilir Bir Müslüman Olması.
7) Bu Cemaatin Fertlerini Sadece Allah Rasulünün Ve Müslüman Liderin Velayetinde Olmaları, Cahili Toplum Ve Bu Toplumun Liderleriyle Herhangi Bir Dostluk Ve Ilişki Içine Girmemeleri...
4- Yol Azığı
5- Yıkma Ve İnşa Etme İçin Gerekli Aletler
A- İslam'ı Açıklamak
B- Hareket
6- Birinci Adım İslami Akideye Davet.
Akide Üzerinde Bu Kadar uzun Süre Durulmasının Ve Bu Süre İçinde Başka Meselelerin ele Alınmasının Sebebleri
7- Bu Yolda İlerlerken Karşılaşılacak Şeyler
a) Sebat
b) Allah'a Ve Rasulüne Itaat Etmek. Zikir Ve Dua Vasıtısıyla Allah'a Yaklaşmak.
c) Münakaşa ve İhtilaftan Uzak Kalmak.
d) Sabretmek
e) Maddi Hazırlık.
f) Sağlam Bir Temel Oluşturmadan, Davayı Geniş Bir Şekilde Yaymaktan Sakınmak Gerekir.
g) Davanın Menfaati Daima Dava Adamının Menfaatinden Önce Gelir.
Müslümanlar'i Tekfir Meselesi
1- Seyyid Kutub Kimleri Tekfir Ediyor?.
2- Seyyid Kutub'un Tekfir Ettiği Ve Lailahe Illallah'a Gereği Gibi Şehadet Etmeyen Kimselerin Özellikleri Nelerdir? 
3- Seyyid Kutub'un Delilleri
Cahil Taplum Ve Dar'ul Harb.