Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Nesh Anlayışının Ortaya Çıkışı

Nesh Anlayışının Ortaya Çıkışı

Nesh
Anlayışının Ortaya Çıkışı


Nâsih-mensûh ilişkisi içerisinde
değerlendirilen âyetlerde ikinci âyet, birinci âyetin ya müşkilini beyan
etmekte, ya mutlaklığını kayıtlamakta veya genel hükmü tahsis ya da ondan
istisnâ etmektedir. Yahut her iki âyet de farklı durumların hükümlerini
bildirmektedir. İddialar birleştirildiğinde 564 rakamını bulan mensûh âyetler
üzerinde geçmiş âlimler, tahkikte bulunarak bu rakamı 5'e kadar indirmişler ve
diğer âyetlerde tahsîs, takyîd vs. olduğunu ortaya koymuşlardır. Ancak, yine de
Kur'an içinde neshin vukuuna çoğunlukla muhâlefet etmemişler, azaltma yoluna
gitmişlerdir. Nesh teorisinin farklı anlaşılmış olması, birçok karışıklığa yol
açmıştır. Ashâbın bir kısmının ve ilk devir ulemânın neshi; istisnâ, tahsîs veya
âyetin kendinden önceki bir âyeti açıklaması şeklinde anladıkları biliniyor.
Böylece, bir âyetin başka birini neshettiğini söyledikleri zaman onlar, onu
açıklamayı ve belli bir âyeti onunla ilgili başka bir âyetle karşılaştırmaktan
doğabilecek bir yanlış anlamayı gidermeyi amaçlamakta idiler. Yoksa birinci
âyetin ikinci âyet tarafından tamamıyla neshedilip hükmünün kaldırılmasını
kasdetmiyorlardı. Ne var ki, kelimenin bu farklı anlamları, daha sonraki
yüzyıllarda karıştırıldı ve nesh kavramıyla kullanılan ifadeler aralarında
hiçbir fark görülmedi. Kur'an'ın bazı ifadelerinin âmm (genel) olduğu ve
diğerlerinin bunları açıkladığı âşikârdır. Kur'an'ın, Kur'an'ı tefsir etmesi de
zaten budur. Rivâyetler doğru ise, ilk devirlerde, bu açıklayıcı (müfesser)
âyetlere nâsih adı veriliyordu. Şâtıbî bu konuya Muvâfakat'ta başlıbaşına bir
bölüm ayırmış ve bu görüşü açıklamak için çok sayıda örnek vermiştir. Bu
örnekler, bazı ashâbın ve tâbiînin neshi, kelimenin daha sonraki anlamından çok
farklı bir anlamda kullandıklarını ortaya koymaktadır. Bu karışıklık, nesh
teorisinin ortaya çıkmasına sebep oldu. Şah Veliyyullah'a göre nesh teriminin
ilk nesillerce genel anlamında kullanılması mensûh âyetlerin sayısını fazlasıyla
artırıp beşyüze kadar çıkmasına sebep oldu. Buna dayanarak o, daha sonraki
yüzyıllarda, mensûh âyetlerin sayısının daha öncekilere göre daha az olduğunu
düşünmektedir.

Ashâbın hangi âyetlerin nesh
edildiğinde kendi aralarında ittifak etmedikleri rivâyet edilmiştir ki, bu
sahâbenin nesh konusuna verdikleri anlam açısından da farklılıklar olması
yönüyle doğrulanan bir özelliktir. Ashâbın konuyla ilgili ihtilafları, onların
Peygamber'den bu konuda bir bilgi almadıklarını göstermektedir. (2)

Aslında neshin bu derece yaygınlık
kazanmasında etkili sebep, bir kısım sahâbinin ve onları tâkip eden ulemânın
tutumu olmuştur. Onlar neshi bir Kurânî ıstılah olarak değil; günlük dilin bir
kelimesi olarak kullanmışlar ve Kur'ân-ı Kerim'in, geçmiş şeriatlerin bazı
hükümlerini neshini genişleterek, Kur'an âyetlerine de teşmil etmişler ve
tenâkuz/çelişki gördükleri hususları bu yolla izah etmişlerdir. Tabii ki Hz.
Peygamber'in, zamana ve zemine uygun olarak hükmettiği bazı konular da, böyle
düşünmelerinde etkili olmuştur. Meselâ, kabir ziyaretinin ve şarap saklanan
kapların kullanımının önce yasaklanıp sonra câiz görülmesi, hükmü belli olmayan
konularda ?Biz önceleri şöyle şöyle yapardık, sonra Hz. Peygamber şöyle emretti
veya bunu yasakladı? şeklindeki rivâyetlerden anlaşılan Hz. Peygamber'in aldığı
tavır değişiklikleri, mümkün ve câiz iki tür uygulamada bulunması.

Sahâbeden bazıları, eski hükümlerin
geçerli olduğu ortamı bir daha yaşamadıkları için, yeni hükümlerin asıl, bâki ve
tek geçerli hüküm olduğu gibi bir düşünceye kapılmış olmalıdırlar. Şurası
unutulmamalıdır ki, zaten nesh konusunda gelen haberler, yalnızca belli sayıdaki
sahâbilerden gelmekte ve biz, diğer sahâbilerin bu hususa nasıl yaklaştıklarını
bilmemekteyiz. Gelen rivâyetlerden anlaşıldığına göre sahâbe, o dönemde usûl
ıstılahları/terimleri oluşmadığı için; tahsis, beyan, istisnâ, takyîd gibi
âyetler arası münâsebetleri, hep ?nesh? kelimesiyle karşılamışlardır. Asr
sûresinin 3. âyetinin, 1. ve 2. âyetini neshettiğinin söylenmesi, bu konuda
ilginç bir örnektir. Hicrî 3. ve 4. yüzyıllarda da müfessirlerin ve fakihlerin
eserlerinden anlaşıldığına göre, bu nesh telâkkisi egemen olmuştur. (3) Kur'an'ı
Kur'an'la tefsir etmeyi ihmal eden ve Kur'an hükümlerinin tedrîc özelliğine
sahip olduğunu unutan bazı bilginler, birbirini tutmadığını zannettikleri iki
âyet karşısında, bunlardan birinin diğerini neshettiğini sanmışlardır. Halbuki
Kur'an, nasıl tefsir edilmesi gerektiğini anlatan kuralları beyan ederken bütün
Kitap'ta birbirine uymayan, birbirini tutmayan iki âyet bulunmadığını
belirtmiştir (4/Nisâ, 82). Mâdem ki Kur'an içinde hiçbir ayrılık, âhenksizlik,
tutarsızlık ve çelişki yoktur, nâsih ve mensûhun da bulunmaması icap eder.
Allah'ın kitabının bir kısım âyetlerinin diğer bir kısmını hükümsüz ve geçersiz
ilan ettiğini ileri sürmek, Kur'an'da çelişmenin varlığını peşinen kabullenmek
olur. Allah'ın kitabı böyle şeylerden uzaktır.