Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

5) Uydurma Yoluyla

5


5) Uydurma Yoluyla:


Uydurdukları yalanları, ya da
tefsirleri bir müddet sonra Kitab'ın metnine ilâve ediyorlar, sonraki kuşaklar
onu da Kitab'ın metninden zannediyorlardı. Her tahrif, "tahlit"i (karıştırma)
beraberinde getiriyordu. Kur'an buna dikkat çeker:
"Ey ehl-i kitab, niçin hakka
bâtılı karıştırıyor ve bile bile gerçeği gizliyorsunuz?" (Al-i İmran: 3/71).
Aynı tip tahrifi müslümanlar da
kendi şeriatlarında yaptılar. Hadis uydurmacılığı bunun en tipik örneğiydi.
Allah'ın koyduğu haramlarla yetinmeyip uydurma hadislerle yeni haramlar ihdas
ettiler. Allah tarafından korunmuş kitaplarının tahrif olduğu sonucunu doğuracak
yalan rivayetleri en güvenilir kitaplarına (tefsirlerine, hadis kitaplarına)
aldılar. Selman Rüşti ve Turan Dursun gibi kendi inancına düşman edilmiş
zavallıların elinde İslâm'a karşı kullanacakları birer koza dönüşecek "Garanik"
türü rivayetlerle doldurdular kitaplarını.
Nâsih-mensûh ile ilgili tuhaf
ve Kur'an'dan şüphe uyandıracak rivayetlerle, tefsir ve te'vil adı altında nice
tahrifat içinde Kur'an'a yaklaşımlar söz konusudur.
Müslüman İsrâiloğullarının
yahudileşme alâmetleri, ümmet-i Muhammed içerisinde de tezahür etmiştir.
Bunların başında din âlimlerinin Kitab'ı birtakım gerekçelerle keyfî yoruma tâbi
tutmaları gelmektedir. Bu eğilimin günümüzdeki temsilcileri, Allah'ın hükmüyle
hükmetmemek, faiz, zina, içki, piyango, heykel ve tesettür gibi konularda tam
bir yahudileşme temayülü sergilemektedirler. Özellikle Bel'am kılıklı âlim
müsveddeleri âyetleri işine geldiği gibi yorumlayarak tahrif etmeye
çalışmaktadırlar.
"Yoksa, siz Kitab'ın bir
kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?" (Bakara: 2/85)
Ümmet-i Muhammed, özellikle
nesh konusunda İsrâiloğullarının düştüğü yanlışa düştü. Kur'an'ın iki kapağı
arasında yazılı olup da hükmü geçersiz olan hiçbir âyet yoktur. Şeriatların
maksatlarından biri olan "tedrîcilik" sünnetini göz önüne almayan bir kısım
ulemâ, bazı âyetler arasında çelişki olduğunu zannedip bir kısmını bir kısmıyla
mensuh addetmişlerdir. Lâkin, Hz. Peygamber'den Kur'an'da metni bulunan hiçbir
âyet için "bu âyet mensuhtur" biçiminde sahih bir rivayet gelmemiştir. Ayrıca,
mensuh olduğu üzerinde tüm ümmet âlimlerinin ittifak ettikleri bir tek âyet
yoktur.
Sünnetin tahrifi ve İsrâiliyât
(hem yahudi ve hıristiyan kaynaklarından ve hem de modern hurâfeler/çağdaş
İsrâiliyat) tahrif ve tahripleri insanımızın zihinlerini ve gönüllerini allak
bullak etmeye yetmiştir. Çağdaş tahrif akımlarından Bahâilik, Kadıyanilik,
Hurufîlik, Ebcedcilik, Cifircilik, Ondokuzculuk, İskender-i Ekber taraftarları,
devlet âlimi (kapıkulu ulemâsı) olan Bel'amlar, modernist muharrifler
(reformcular) ve daha niceleri sayılabilir.[1]

Yahudileşme temâyülü,
yahudilerden daha tehlikelidir. Çünkü bu ümmet, yahudileşmekten korunabilirse,
yahudilerle baş edebilir. Birkaç milyon nüfusla 250 milyonluk Amerika'yı,
dolayısıyla dünyayı yöneten yahudilerden daha korkunç olanı, bu ümmetin
yahudileşmesidir. Bu ümmet, öncelikle yahudilerle değil; yahudileşmeyle mücadele
etmelidir. Bugün, kendi nefislerimizde olan "yahudileşme temâyülü" sonucunda
ümmet olarak geldiğimiz vahim nokta ortada. Ümmetin kıyameti, yahudileşme
sonucunda koptu. Ümmet coğrafyasının çeşitli bölgelerinden gelen feryatlar,
bunun acı habercisi. Her kıyamete bir yeniden diriliş gerek. Eğer nefislerimizde
olan "yahudileşme temâyülü"nü frenler, onu "müslümanlaşma temâyülü"ne
dönüştürebilirsek, o zaman çölde âvâre kasnakçasına dönüp duran İsrâiloğulları
gibi sıkıştığımız şu zaman çölünden "çıkış"a kadir olup, "arz-ı mev'ûd"a değil
ama Kur'an'da va'dedilen "nasr-ı mev'ûd"a ulaşabiliriz.[2]

Yahudilerden mü'min olanlara,
artık nasıl yahudi denmezse, müslümanlardan yahudileşenlere de artık müslüman
denilmesi yanlış olur, o artık "yahudi(leşmiş)" bir kimsedir. Kendisinde nifak (itikadî
anlamda) alâmeti bulunanlar, hadis-i şerifteki ifadeyle nasıl hâlis/tam bir
münâfık oluyorsa, kendisinde yahudilik alâmetleri bulunanlar da tam bir yahudi
olurlar. Yoksa, yaratılış ve ırk olarak yahudi olmak, ne başlı başına bir
üstünlük, ne de alçaklıktır. İnsanın, kendi elinde olmayan bir sebepten dolayı,
şu veya bu ırka mensup olmasından ötürü gazab edilmesi ve lânetlenmesi Kur'an'ın
bütünlüğüne uygun bir anlayış değildir. İnsan, irâdesini iyiye veya kötüye
kullanmasından, kendi yaptıklarından dolayı ödül veya cezayı hak eder. Önemli
olan Kur'an'da ifadesini bulan yahudi karakterine sahip olup olmamaktır. Aynen,
müslüman bir anne-babadan doğmak, yani ırk olarak müslüman çocuğu olmak,
müslüman sayılmak için kâfi olmadığı gibi.
Batılı kâfirlere, hıristiyan ve
özellikle de yahudilere ait Kur'an'da beyan edilen nice olumsuz özellik, bugün "müslümanım"
diyenlerde hiç eksiksiz bulunmaktadır. Dolayısıyla hıristiyan ve yahudilere
verilecek dünyevî ve uhrevî cezalar, mü'minlerden onları örnek alan taklitçilere
de verilecektir. Bu, ilâhî adaletin gereğidir. Lânete, gazaba uğrama ve
dalâlet/sapıklık hükümleri/damgaları da. Bu değerlendirmeler, fertler için
olduğu kadar; toplum için de geçerlidir. Toplumların, devlet ve rejimlerin
lânetli ve sapık yolu izledikleri zaman, helâkleri ve cezaları tarihtekinden
farklı olmayacaktır. Sünnetullah'ta (Allah'ın toplumsal kanunlarında) bir
değişiklik olmaz. Saâdeti asra taşımak ve sahâbeleşmek mümkün olduğu gibi,
İsrâil'leşmek de mümkündür. Bu tercih, mutluluk veya felâketi, cennet veya
kıyameti seçmektir. Dışımızdaki yahudiden daha tehlikeli olan, içimizdeki
yahudidir. Kalp ve kafamızdaki, el ve dilimizdeki küfürdür dünyamızı perişan,
âhiretimizi zindan edecek olan.
"Ey iman edenler! Siz (önce)
kendinize bakın. Siz hidâyet üzere/doğru yolda olunca dalâlette olan kimseler
size zarar veremez." (Nisâ: 5/105).
Gönüllerdeki yahudiliğe savaş
ilân edip içimizdeki işgali kaldırmadan, dıştakine tavır almak mümkün değildir.[3]









[1]
Mustafa İslâmoğlu, Yahûdileşme Temâyülü, s. 181 vd.



[2]
M. İslâmoğlu, Yahudileşme Temâyülü, s. 13-14.



[3]
Ahmet Kalkan, Kur'an Kavram Tefsiri.