Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
Zikirden Uzaklaşmak
Zikirden Uzaklaşmak 
 
 
Zikirden 
Uzaklaşmak: 
 
 
 
Zikirden uzaklaşmak, kişinin özünden 
uzaklaşması demektir. Çünkü zikir; aklın, düşünce ve duyguların tertemiz bir 
şekilde faâliyette olması demektir. İnsanın doğru yolda yürüdüğünün işaretidir. 
Zikirden uzaklaşmak ise bâtıla geçişin ve çöküşün bir başlangıcıdır. Allah'ın 
kitabının zikir olduğunu hatırlarsak, Kur'an'dan uzaklaşmak demek; 
dalâlete/sapıklığa düşmek, İlâhî kitabın ışığından mahrum olmak, karanlıkta 
kalmak demektir. Rabbimiz, kitabına karşı ilgisiz kalan kimselerin kalplerinin 
katılaşmış olduğunu bildiriyor ve onlara "yazıklar olsun!" diyor: 
 
Allah'ın, göğsünü İslâm'a açtığı 
kimse, Rabbinden gelen bir nur üzerinde değil midir? Kalpleri Allah'ın zikrine 
karşı katılaşmış olanlara yazıklar olsun! Bunlar apaçık bir sapıklık içindedir." 
(39/Zümer, 22) 
 
Allah'ın zikrinden uzaklaşanlar, 
şeytanın kardeşi olurlar. Şeytan da onları doğru yoldan uzaklaştırır. Bâtıllarla 
oyalar. Fakat, insanın bundan hiç haberi olmaz da kendini hidâyette zanneder: 
 
"Allah'ın zikrini kim umursamazsa, ona 
bir şeytanı musallat ederiz de, artık o, ondan hiç ayrılmayan bir arkadar olur. 
O şeytanlar onları doğru yoldan ayırırlar da onlar kendilerinin hâlâ doğru yolda 
olduklarını zannederler." 
(43/Zuhruf, 36-37) 
 
Kıyâmet günü Allah'ın zikrinden, yani 
kitabından uzaklaşmış olan kimse, feryad ederek şöyle der: 
 
"Ah ne olurdu peygamberle birlikte bir 
yol tutsaydım! Yazıklar olsun bana! Ne olurdu filanı (bâtıl yolcusunu) dost 
edinmeseydim! Çünkü zikir (Kur'an) bana gelmişken o, hakikaten beni ondan 
saptırdı. Şeytan insanı (uçuruma sürükleyip sonra) yüzüstü bırakıp rezil rüsvay 
eder. Peygamber der ki: 'Ey Rabbim! Kavmim bu Kur'an'ı terkettiler." 
(25/Furkan, 27-30) 
 
Sonuçta, Rabbin zikrinden uzaklaşmak, 
azâbı getirir: 
 
"Kim Rabbinin zikrinden yüz çevirirse, 
Allah onu çok ağır bir azâba sokar." 
(72/Cinn, 17) 
 
"Şeytan onları hükmü altına almış ve 
Allah'ın zikrini unutturmuştur. İşte bunlar, hizbuşşeytandır (şeytanın 
taraftarlarıdır). İyi bilin ki hüsrana uğrayacak, kaybedecek olanlar, şeytanın 
taraftarlarıdır." 
(58/Mücâdele, 19) 
 
Zikir kelimesinin; düşünme, hatırlama, 
anma, öğüt ve uyarı gibi anlamlar taşıdığını Kur'an'dan yola çıkarak biliyoruz. 
Dolayısıyla zikrin gerçekleşmesi için bu anlamların bir bütünlük arzetmesi 
gerekir. Kitabın zikir olması ile kişinin zikretmesi arasında bir bağlantı 
vardır. Zikir, sadece dil ile bir "anış"tan ibâret değildir. Bir ismi tekrar 
tekra söylemek, tek başına bir zikir sayılmaz. Söylemenin ötesinde olması 
gereken şartlar vardır. Bunlar: Düşünmek (3/Âl-i İmrân, 191), öğüt almak 
(37/Sâffât, 13; 7/A'Râf, 3), hatırlamak (5/Mâide, 110), Rabbin ismi 
(esmâü'l-hüsnâ'dan biri) olması, yani "Hû" kelimesi gibi aslında zamir olan 
birçok kişi için kullanılıp onların yerini tutan bir kelime olmamalıdır 
(76/İnsan, 25-26; 73/Müzzemmil, 8). 
 
Allah'ı çokça zikredilmesi istenen 
âyetlere (3/Âl-i İmrân, 41; 33/Ahzâb, 41-42; 62/Cum'a, 10) dikkat edildiğinde, 
bizden istenen zikrin sayısal değerinden bahsedilmediği görülecektir. Yani, "şu 
isimleri şu kadar tekrarlayın" şeklinde bir emir yok. Zikrin sabah akşam çokça 
yapılması, her yerde ve her zaman Allah'ı zikretmenin istenmesi gösteriyor ki, 
dil ile çok çok tekrarlama yerine (ondan daha önemli olarak); hatırlama, 
düşünme, idrâk etme, ifade etme ve öğüt alma, hep zikir halidir. Bilinçsiz bir 
şekilde yapılan tekrardan öte, gerçek zikrin, düşünerek, ibret alarak şuurlu bir 
şekilde yapılan hareketler olduğu bilinmelidir.[1] 
 
Muhammed el-Behiy, zikrin Kur'an'da 
öncelikli ve ağırlıklı olarak Kur'an anlamında kullanıldığını belirtir ve şöyle 
der: "Zikir, Kur'an'da çok yerde Allah'ın kitabı olan Kur'an anlamında 
kullanılmıştır. Zikir, daha sonra 'tesbih'e, tesbihin yapıldığı ve zâhidlerin 
devam ettiği yere isim olarak verilmişse de, bu isimlendiriş, tesbihte aslolanın 
Kur'an ve âyetleri olmasından ileri gelmektedir. Allah'ı zikir, O'nu sürekli 
biçimde hatırında tutmak, O'ndan gâfil olmamak, O'nu anmaktır. Allah'a anmak; 
mü'min insanı Allah'ın yüceliği, azameti ve korkusu karşısında şuurlandırarak 
açık bir anlayış kazandıran bilinçli bir işlemdir. Bu aklî davranışın insan 
hayatındaki eseri; doğruluk, Allah yoluna uyma, kendisine ve başkasına kötülük 
veren şeyden kaçınma şeklinde belirir. Mü'min kişi, her şeyden önce insandır. Bu 
yüzden kendisinde yanılma ve unutma olabilir. Allah yoluna uymasına engel olan 
hatalı durumları görülebilir. Yanılır, unutur veya hata ederse; Allah'ı anması, 
bütün bu durumlardan önceki güvenle yürüdüğü doğru çizgiye dönmesi gerekir. 
Kur'an, bu konuda mü'minlere şöyle sesleniyor: "O takvâ sahipleri, bir 
kötülük yaptıklarında, ya da kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı zikrederler. 
O'nu hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tevbe istiğfâr ederler..." 
Özetle, Allah'ı zikir, olumlu davranışa iten aklî ve ruhî bir işlemdir. Zikir 
(Kur'an), sözden önce anlamdır. Sembolik bir tablodan öte bir değer ve fonksiyon 
taşır."[2] 
 
 
Yusuf Kerimoğlu, zikir kavramını açıklarken, 
zikrin İslâmî hükümleri bilmek ve ahkâmı edâ etmek olarak ifade eder ve şöyle 
der: Bir mükellef, sahih bir itikada sahip olmadığı ve ihlâsı esas almadığı 
müddetçe, sâlih amel işleyemez. Müslümanlar, zikir ibâdetini edâ ederek 
gafletten kurtulabilirler. Bir hususa işaret etmekte fayda vardır: Yeryüzündeki 
hilâfet vazifesini hakkı ile edâ etmeye niyet etmeyen kimselerin, bazı lafızları 
"dudak servisi" ile tekrarlamalarına zikir denilemez. Kur'ân-ı Kerim'de zikir 
ehli, şeriatı bilen ve ahkâmını hakkı ile edâ eden kimseleri ifade için 
kullanılmıştır: "Bilmiyorsanız zikir ehlinden sorunuz." (16/Nahl, 43) 
âyet-i kerimesindeki incelik budur.[3] 
 
Zikir, insanı Allah'a yaklaştırır. O'nu çok 
zikreden O'na daha çok yaklaşacaktır. Allah'ın zikrini dilinden düşürmeyen, 
kalbinden eksiltmeyen, aklından çıkarmaya kişi ile Allah araksındaki uzaklık, 
soğukluk kalkar. Allah'a karşı insanda bir ünsiyet, samimiyet ve muhabbet 
oluşur. Allah'ı zikreden kişi, Allah ile beraberdir. O'nun yasakladığı, rızâ 
göstermediği bir durumla karşılaşınca zikirullah sâyesinde ona yaklaşmaz. 
Allah'ın herşeyi her an görüp işittiğini, bildiğini insanın devamlı aklından 
çıkarmaması, zikirdir, zikrin ta kendisidir. Bunun bir diğer adı takvâ ve 
ihsandır. Bu anlamıyla zikirden başka hiçbir şey, insanda Allah kontrolünü, 
murâkabeyi sağlayamaz. Mü'min, karşılaştığı sıkıntılar ve musîbetler ânında 
Allah'a yönelir, O'na sığınır, O'na tevekkül eder. Bu vasıflar, Allah'ı iyi 
tanıyan, O'nunla beraber olan, O'nu zikreden kişilerde yer alır. Son zamanlarda 
yapılan araştırmalarda Allah Teâlâ'yı zikretmek sûretiyle yeni yeni beyin 
hücrelerinin faâliyete geçtiği, beyinde yeni galerilerin açıldığı, böylece insan 
için yeni açılımlar meydana geldiği, zikrin bu yolda yeni sıçramalar yaptırdığı 
ortaya çıkmıştır. Zaten "zikir ehli" olan Kur'an vârisleri olan âlimlerin 
olaylara yaklaşımında bu husus açıkça görülmektedir. 
 
Müslümanların ayrılmaz vasıfları olan cihad ve 
zikir, görünüşte birbirlerine hiç benzemeyen vasıf ve amel gibidir. Fakat iyice 
araştırıldığında, birbirlerine çok yakın, birbirlerini tamamlayan, netice 
itibarıyla aynı noktada birleşen iki amel olduğu görülecektir. İnsanın kendi 
nefsi ve şeytanla olan cihadında zikir, bu cihadın ta kendisidir. İnsan, 
nefsinin ve şeytanın kötülüklerinden ancak Allah'ı zikretmek/hatırlamak 
sûretiyle kurtulabilmektedir. Ve insanın düşmanlarla yaptığı cihadında en büyük 
desteği zikir sağlamaktadır. Allah'ın zikriyle bütünleşmiş bir bünye, bâtılı 
düşman ilan etmiş, bâtılla cepheleşmiş ve onun asla uyuşmaz hale gelmiştir. 
 
Müslümanlar olarak, zikirle emrolunduğumuz gibi, 
cihadla da emrolunduk. Hak adına, Allah'ın askeri olarak bâtıla karşı savaşmak 
müslüman olmanın gereğidir. 
 
?İman edenler Allah yolunda savaşırlar; kâfirler 
de tâğut (bâtıl dâvâlar ve şeytan) yolunda savaşırlar.O halde şeytanın 
evliyâsına/dostlarına karşı savaşın; şüphe yok ki şeytanın düzeni ve tuzağı 
zayıftır.? (4/Nisâ, 76) 
 
Müslüman, bâtılın temsilcilerine karşı 
yürüteceği bu cihad ve savaşı, ?îlâ-yı kelimetullah? (Allah'ın adının yücelmesi) 
için yapmak zorundadır. Cihadı yerine getirdikçe Allah Teâlâ'nın ismi 
yücelmekte, Allah'ı zikretmiş olmakta, cihada yönelmektedir. Müslümanların sahip 
olmakla emrolundukları cihad ve zikir vasıflarını bu noktada birbirlerinden 
ayırmak mümkün değildir.[4] 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 [1] 
 Zikir, Kur'an Okulu, Heyet, Hanif Y. sayı 14 
 
 
 
 
 [2] 
 Muhammed el-Behiy, İnanç ve Amelde Kur'anî Kavramlar, s. 30, 189 
 
 
 
 
 [3] 
 Yusuf Kerimoğlu, Kelimeler Kavramlar, s. 345. 
 
 
 
 
 [4] 
 Mehmed Göktaş, Cihad-Zikir Ayrılmazlığı, s. 71-73




 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.
 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.