Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Hırsızlık; Anlam ve Mâhiyeti

Hırsızlık

Hırsızlık; Anlam
ve Mâhiyeti

Hırsızlık eski
Türkçe'de uğrulama, Arapça'da sirkat ve serika kelimeleriyle ifâde edilmiş,
hırsız için de eski Türkçe'de uğru, Arapça'da sârik ve lıss kelimeleri
kullanılmıştır. Sirkat sözlükte ve örfte "başkasının malını gizlice çalma"
mânâsında olup Kur'an'da, bu anlam çerçevesinde mecâzî bir kullanım olarak
"başkasının konuştuğunu gizlice dinleme" mânâsında "istirâku's-sem'a" tâbiri
geçer (15/Hıcr, 18). Hadislerde namazın rükûn ve şartlarını eksik bırakmaya
"namazdan hırsızlık" (Dârimî, Salât 78; Şevkânî, Neylu'l-Evtâr, II/299)
denilmiştir. Arap dilinde "kaçamak bakış" anlamında "bakış hırsızlığı" (müsârakatu'n-nazar)
denilmesi, Arap edebiyatında bir şâirin başkasının şiirini kendisininmiş gibi
ifâde etmesine "sirkat" tâbir edilmesi de böyledir. Hukuk dilinde hırsızlığın
terim anlamı, ayrıntı teşkil eden farlılıklar gözardı edilirse hemen hemen bütün
hukuk sistemlerinde aynı olup kelimenin sözlük ve örfteki anlamından farklı
değildir. Toplumlar ve medeniyetler arası farklılıklar, hırsızlığın suç teşkil
ettiği ve çeşitli müeyyide ve tedbirlerle önlenmesi gerektiği noktasında değil,
suçu önleyecek tedbirlerin seçimi, suçun oluşma şartları ve suça uygulanacak
müeyyide/yaptırım husûsunda yoğunlaşır.

İnsanlık tarihi
kadar uzun bir geçmişi olan hırsızlık suçu, bireysel boyutta ve şahsî öç alma
aracı bir eylem olarak kalmamış, kamu düzenini ihlâl eden bir suç sayılarak ilk
toplumlardan itibaren cezâlandırılması cihetine gidilmiştir. Hırsızlığın bütün
toplumlarda suç olarak görüldüğü, fakat hangi tür eylemin hırsızlık sayılacağı
ve ne tür bir yaptırım ile cezâlandırılacağı husûsunun toplumlara ve dönemlere
göre değişiklik gösterdiği bir vâkıadır.

İslâm hukukunda
hırsızlığın, mezheplerin kendi yaklaşımlarını ve eylemin had cezâsını gerektiren
bir suç teşkil etmesi konusundaki özel şartlarını yansıtır tarzda birbirinden
kısmen farklı birçok tanımı yapılmışsa da, hukukî bir terim olarak hırsızlık
eylemi "başkasına âit bir malın mülk edinme kastıyla muhâfaza edildiği yerden
gizlice alınması" şeklinde tanımlanabilir ve suçun tanımında ana unsuru (rükûn)
malın gizlice alınması teşkil eder. Klasik fıkıh literatüründe tanımla ilgili
olarak yer verilen "cezâî ehliyeti hâiz kimsenin nisab miktarı mütekavvim bir
malı mülkiyet şüphesi bulunmaksızın kendi isteğiyle alması" gibi ilâve kayıtlar,
suçun oluşması için aranan şartları tanıma dâhil etme çabasının ürünüdür.

Cezâî
müeyyidesinin Kur'an ve Sünnet'te belirlenmiş olması sebebiyle hırsızlık İslâm
cezâ hukukunun had, kısas-diyet ve ta'zîr şeklindeki üçlü ayrımının had grubunda
yer alır. Özellikle Hanefî literatüründe bazen hırsızlığın ikiye ayrılıp
eşkıyâlık, silâhlı gasp ve soygun suçuna "büyük hırsızlık" (es-serikatü'l-kübrâ),
basit hırsızlığa da "küçük hırsızlık" (es-serikatü's-suğrâ) denildiği olur.
Ancak "sirkat" ve "serika" kelimeleri yalın kullanıldığında kural olarak basit
hırsızlık kastedilir. Hırsızlık suçunun tanımında yer alan unsurlar, onu benzeri
suç ve eylemlerden ayırmaya yarayan birer kriter görevi de görür. Nitekim
eşkıyâlık ve gasp suçları, cebir, şiddet ve tehdit kullanılarak işlenmeleri
yönüyle; yankesicilik, dolandırıcılık, zimmet ve emniyeti sûistimal suçları da
ele geçirilen malın nisap miktarı olması, muhâfaza altında bulunması veya
gizlice alınması şartlarının eksik olabilmesi yönlerinden hırsızlıktan ayrılır.

Eski Çin ve
Hint'ten Asurlular ve Hititler'e kadar kadim toplumlarda ve dinlerde (meselâ
Brahmanizm, Konfüçyanizm) hırsızlığın büyük suç ve günahlardan sayıldığı ve
değişik müeyyidelerle cezâlandırıldığı, meselâ eski İran'da, Sumerler'de ve
Hammurabi kanunlarında hırsızlığa karşı, çalınan malın birkaç katının
ödenmesinden hırsızın öldürülmesine kadar çeşitli ağır cezâların öngörüldüğü
bilinmektedir. Eski Yunan'da gasp ve yağmacılığın hırsızlık kapsamında
görülmeyip kahramanlık ve beceri örneği sayıldığına dair bilgileri, o
toplumun genel telâkkîsi şeklinde değil; topluluklar arası düşmanca ilişkilerle
sınırlı bir yargı olarak algılamak gerekir. Ahd-i Atîk'te (Tevrat'ta) yer
alan "on emir"den biri "çalmayacaksın"dır (Çıkış, 20/15). Hırsızlara verilen
genel cezâ, çalınan malın misliyle ödetilmesidir (Çıkış, 22/1-5). Eğer çalan
kişinin malı yoksa köle olarak satılır (Çıkış, 22/3). İsrâiloğulları'na ve eti
yenen hayvanlara karşı işlenen hırsızlık üzerinde özellikle durulur. Tevrat'taki
bu ilk ögeler Talmud hukukunda başka suçlarla irtibatlandırılarak daha
genişletilmiş, eğer kişi hırsızlığı şabatta (Cumartesi) yapmışsa o zaman ölüm
cezâsına kadar giden bir anlayış hâkim olmuştur (Ketubbot 31a; Yadayim Genevah
3/1-2). Roma hukukunda geniş bir anlam içeren "furtum" hırsızlığın yanı
sıra dolandırıcılık, emniyeti sûistimal, zimmet, ihtilâs gibi mal aleyhine
işlenen diğer suçları da kapsar. İlk dönemlerden itibaren, mâbedlere ve devlete
âit malın çalınması ile kişire âit malın çalınması arasında ayrım yapılmış,
ikinci nevi hırsızlık şahsî bir suç sayılarak suç mağdûruna, uğradığı zararı
tazmin ettirmekten fâili köle edinmeye veya öldürmeye kadar varan bir dizi hak
tanınmıştı. XII. Levha Kanunu'ndan sonra, suçüstü yakalanmasına ve köle olmasına
da bağlı olarak hırsız ölümle cezâlandırılabilir, değilse köle statüsüne
geçirilebilir veya çaldığının iki katı ödetilebilirdi.

Kaynaklarda
hakkında pek az bilgi bulunan eski Türk hukukunda meselâ Hunlar'da
hırsızın, sayısı yedi ile 700 arasında değişen sopa cezâsıyla veya çaldığının
dokuz katını ödemekle cezâlandırıldığı, at vb. şeyleri çalanların veya ikinci
defa hırsızlık yapanların öldürüldüğü bilinmektedir.

Hıristiyanlıkta
da hırsızlığın yasak olduğu bildirilmekle beraber Ahd-i Atîk'teki gibi açık bir
cezâ öngörülmemiş, Pavlus'un, "Hırsızlık yapan artık hırsızlık yapmasın"
şeklindeki dinî-ahlâkî çerçevedeki öğüdü (Efesoslular'a Mektup, 4/28) esas
olmuştur. Kilise hukukunda başlangıçta hıristiyan ahlâkiyâtının da etkisiyle,
gizli hırsızlıkla tabiî ihtiyaçları karşılamaya mâtuf basit ve alenî hırsızlığı
birbirinden ayırıp ikinci tür hırsızlara şefkatle yaklaşma ve daha hafif cezâ
uygulama düşüncesi hâkim olmuşsa da orta ve ileri dönemlerde Roma cezâ hukukuna,
kanonik hukuka ve mahallî örf ve âdet hukukuna dayanan ve yaklaşık 18. yüzyılın
ortalarına kadar süren müşterek Avrupa cezâ hukukunda hırsızlık ağır bir
şekilde cezâlandırılmış, hırsızın bazı organlarının kesilmesi ve damgalanması
gibi cezâlar getirilmiştir. Bu tarihten sonra Batı'da fikir akımlarının ve
hürriyet mücâdelesinin açık etkisiyle, biraz da bu ağır cezâ uygulamasına tepki
olarak hırsızlık suçunu daha hafif şekilde cezâlandırma düşüncesi hâkim olmuş ve
kanunlarda diğer birçok suç gibi bunun da prensip itibarıyla hapisle
cezâlandırılması cihetine gidilmiştir.

İslâmiyet'ten önce Hicaz-Arap toplumunda
hırsızlık, kural olarak ayıp ve suç sayılmakla birlikte, merkezî bir siyasî
otorite bulunmadığından suçun düzenli bir tâkibâta ve cezâlandırmaya mâruz
kaldığı söylenemez. Meselâ göçebe Araplar kabile fertlerine, dost kabilelere,
mâbedlere ve kamuya âit malın çalınmasını suç sayarken, diğer kabilelerden
çalınan malı -ki bunlar genelde deve ve giyeceklerdir- ganimet sayar, bu tür
eylemleri de ces3aret ve beceriyi simgeleyen davranışlar olarak görürlerdi. Öte
yandan hırsızın sosyal konumu ve kabilesinin gücü de cezâlandırılmasında önemli
farklılıklar doğuruyordu. Kaynaklar, câhiliyye Arapları arasında hırsızlığın bir
hayli yaygın olduğundan söz eder. Öyle ki hırsızlık, Araplar'da sosyal hayatın
aynası durumunda bulunan Arap edebiyatının da ana temalarından birini teşkil
etmiş, Araplar arasındaki meşhur hırsızlar ve hırsızlık vak'aları etrafında
oluşan çeşitli şiir, darb-ı mesel ve menkıbeyi konu alan bir literatür türü
ortaya çıkmıştır (Bu konuda geniş bilgi ve örnekler için bk. Abdülmuîn el-Mellûhî,
Eş'âru'l-Üsûs ve Ahbâruhum, Dımaşk 1987, s. 11-14, 15 vd.; Yûsuf Halîf, eş-Şuarâü's-Saâlik
fî Asri'l-Câhilî, Kahire 1986, s. 7-17). Câhiliyye toplumunda da hırsızlığın
hapis, el kesme, kabile himâyesinden çıkarma, dayak gibi çeşitli yaptırımlarla
önlenmeye çalışıldığı ve bu dönemde bazı münferit olaylarda hırsızın elinin
kesildiği bilinmekle birlikte, bu uygulamanın uzunca bir geçmişinin bulunmadığı,
hatta hırsızlık için el kesme cezâsını ilk koyanın Abdülmuttalib veya Velîd bin
Muğîre olduğu rivâyetleri vardır.[1]



[1]
Ali Bardakoğlu, TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 17, s. 384-385

HIRSIZLIK..
Hırsızlık; Anlam ve Mâhiyeti
Hırsızlığın Cezâsı
Hırsızla İlgili Şartlar Şunlardır
Çalınan Malla İlgili Şartlar
Malı Çalınanda Bulunması Gereken Şartlar
Hırsızlığın İsbâtı
İkrarın Şartları
Hırsızlık cezâsını Düşüren Haller
Cezânın Uygulanması
Hadler; Hırsızlık ve Yol Kesme Cezâları
Hırsızlık cezâsı (hadd-i sirkat)
Yol kesme cezâsı
Kur'ân-ı Kerim'de Hırsızlık Kavramı
Hadis-i Şeriflerde Hırsızlık Kavramı
Malı Koruma.
Lukata; Yitik Malı Bulma.
a. İşhâd
b. İlân
Lukatanın kısımları
İlân müddeti dolduktan so a sahibi gelmeyen lukatalarda yapılacak muâmeleler
Lukatanın vergisi
Hırsızlığa Giden Yolun Kapanması ve Müslümanın Mala/Paraya Bakışı
Sosyal Adâlet
Cezâ Tedbiri
Emeği sömürmek
Haram Kazanç Yolları
Çalınan ve Gasbedilen Şeyi Satın Almak
Rızıktaki Farklılığın Hikmetleri
Rızık Darlığı İmtihanı Karşısında Müslümanın Tutumu.
Haramdan, Hırsızlıkla Oluşmuş Hakdan Temizlenmek.
a- Tevbe
b- Haramı Mülkünden Çıkarmak
c- Haram Malın Verileceği Yer
Farklı Hırsızlıklara Örnekler (Dolandırıcılık, Üçkâğıtçılık, Kleptomani, İntihâl, Yol Kesme, Soygun, Zimmet, Rüşvet, Kumar...)Dolandırıcılık.
Üçkâğıtçılık.
Yankesicilik.
İhtilâs.
Kapkaççılık.
Vurgunculak.
Sûiistimal; Görevi Kötüye Kullanma.
Yolsuzluk.
Zimmete Geçirme.
İrtikâp.
Haraç
Gasb.
Yağma.
Sahtekârlık.
Taklitçilik.
Hıyânet, Hâinlik.
Hile.
Borcu Ödememek.
Ğulûl
Kleptomani
Kleptomani
İntihâl
Nebbâşlık.
Soygunculuk.
Rüşvet
Kumar
Hırsızlık ve Günümüz.
Fâiz Soygunu
Robin Hood'luk İslâm'da yoktur.
Dâru'l-Harb ve Dâru'l-Harbde kâfirlerin Malı
Hırsızlığın Günümüzdeki Bin Bir Çeşidi...
Çocukları Çalınan Ana-Babalar
Dili Koparılan Anne
Hırsızlık Konusuyla İlgili Âyet-i Kerimeler
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar