Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Allah'a Sığınma Tarzı Nasıl Olmalı?.

Allah



Allah'a
Sığınma Tarzı Nasıl Olmalı?



Allah'a nasıl ve hangi tarzda
sığınmamız gerektiğini Kur'an'dan öğreniyoruz:
?Ne zaman şeytandan bir kötü düşünce
seni dürterse hemen Allah'a sığın. Çünkü O Semî'dir, Alîm'dir.?
(A'raf: 7/200) İnsan, ne zaman
şeytanî bir tahrikle karşılaşırsa, hemen Allah'a sığınmalıdır. O kötülüğün
doğuracağı cezadan sakınarak Allah'ın dinine iltica etmelidir. Allah'ın
nimetinin büyüklüğünü, azabının şiddetini düşünerek hayatında kötülüğe yer
vermemelidir. Allah'a sığınış tarzı budur. Allah, gönülden kendine bağlananları
bilir. Kendisine sığınmak için söylenen her sözü işitir. İnsanın görüş ufkunun
genişlemesi, Allah'a teslimiyetle olur.

Allah'a gerçekten sığınan insanların
belirgin özellikleri, âyetlerde açık olarak belirtilmiştir. Allah'a sığınan
insan, O'nun dininden ve hükümlerinden habersiz, cahil olamaz. Kendisine vesvese
dokunduğu zaman Allah'ın emir ve yasaklarını hatırlar, hemen gerçeği görür.
Vesvese karşısında bilinçli olarak Allah'ın nizamına sığınır. Allah'a gerçekten
sığınan insanın özelliklerinden biri de, Allah'a tam bir teslimiyet içinde
bağlanarak, bildiği ilahî emri her durumda kesin olarak uygulamasıdır.


Allah'a sığınmayı kabullenmeyen
insanların en belirgin özelliği de kibirliliktir. Büyüklenme ve cehaletle
birlikte, diğer özellikler de hased, taassub, gazab ve kindir.

İslam'ı değiştirmek ve yok etmek
isteyenlerin her türlü fitne ve kötülüğünden, Allah'ın ilahî nizamına sığınmak
gerektiğini ?Muavvizeteyn/koruyucu sûreler? adı verilen ?Felak ve Nâs?
surelerinden öğreniyoruz.

?De ki: ?Yarattığı şeylerin şerrinden,
karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden, düğümlere üfürüp büyü yapan
üfürükçülerin şerrinden ve kıskandığı vakit kıskanç kişinin şerrinden sabahın
Rabbine sığınırım!? (Felak:
113/1-5)

?De ki: ?İnsanların kalplerine vesvese
sokan, pusuya çekilen cin ve insan şeytanının şerrinden insanların Rabbine,
insanların Melikine, insanların ilâhına sığınırım!?
(Nâs: 114/1-6)

Şeytandan Allah'a sığınmak, Allah'ın
adını anmak, O'ndan yardım dilemek demektir. Hayat, şeytanın vesvesesine karşı
uyanık durmakla İslamî bir anlam kazanır. Euzü besmele bir hayat görüşüdür.
Dünyayı ilahî vahye göre yorumlamaktır. Hayatı, eşyayı ve kendini, tarihin
derinliklerinden gelen Âdem?şeytan, vahy, risalet, hidayet, dalalet kavramları
ışığında cevaplamaktır.

?Kovulmuş şeytandan Allah'a
sığınırım.? Şeytan nereden
kovulmuştu? Cennetten. Nereye gelmişti? Yeryüzüne. Kiminle gelmişti? Atamız Adem
ve anamız Havva ile. Ne yapacaktı burada? Allah'ın doğru yolu üzerine oturacak
ve insanları ?iğvâ? ederek saptırmaya çalışacaktı. Ne zamana kadar sürecekti bu
mücadele? Kendisine verilen mühlet dolana, yani yeryüzü imtihanımız bitip
kıyamet kopana kadar...

Görüldüğü gibi, İslam'a göre, dinlerin kaynağı
ikidir. Allah'tan gelen ve
şeytandan gelen. Allah'tan gelen ?vahy?dir. Bununla ?hak din? oluşur. Şeytandan
gelen ise ?vesvese?dir, bununla da ?izm?ler oluşur. İnsan ya Allah'tan yana
olur, ya da şeytandan yana. İşte euzü besmele bu tercihin açıklanmasıdır.
Allah'ı kabul ederek, ona göre bir sistemin tercihi ile şeytanı kabul edip onun
kışkırtıcı, isyancı, büyüklük taslayıcı sistemi arasındaki tercih. Her ikisi de
din olacaktır. Bu iki din arasındaki mücadele, mühlet dolana kadar devam edip
gidecektir. Bu mücadelenin sonucunu Kur'an haber veriyor: Hizbullah (Allah
taraftarları, Allah'ın askerleri) galip gelecek; Hizbüşşeytan ise hüsrana
uğrayacaktır. Ne mutlu Allah'ın safındakilere! Yazıklar olsun şeytanın
askerlerine!..

?Kim Allah'ı, Rasul'ünü ve iman
edenleri veli edinirse, hiç şüphe yok, galip gelecek olanlar, Allah'ın
taraftarlarıdır.? (Maide:
5/56)

?Şeytan onları sarıp-kuşatmıştır;
böylelikle onlara Allah'ın zikrini unutturmuştur. İşte onlar şeytanın
fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz şeytanın fırkası, hüsrana uğrayanların ta
kendileridir.? (Mücadele:
58/19)

Rasulullah tüm dualarında euzü besmeledeki ruh
ve anlamı yaşatmıştır. Onun yaptığı dualar genellikle
şu iki cümleden biri ile başlamaktadır. ?Euzü bike? (sana
sığınırım) veya ?es'elüke? (senden isterim).
Rasulullah,
Allah'a şeytandan sığınmakta ve O'ndan birtakım hayırlar istemektedir. Bununla,
hayatın Allah, şeytan ve kişi arasında devam eden
ilişki olduğu açıklanmış oluyor. Efendimiz ?Allah'tan bağışlanma, nur, dünya
ve ahirette afiyet, ayıplarını gizlemesini, korkulardan emin kılmasını, şeytana
karşı korumasını, fazlını, keremini, nusretini, mustaz'aflara yardım
etmesini... istiyor. Şeytandan, küfürden, kötü ahlak ve kötü
heveslerden, cehennemden, kabir fitnesinden, her şeyin ve her canlının
şerrinden, nefsinin şerrinden, âcizlikten, tembellikten, korkaklıktan,
cimrilikten, yoksulluk ve borca batmaktan, kederden, çok yaşlılıktan, yangın ve
sel felaketinden... Allah'a sığınıyor ve bu şekilde dualar yapmamızı
öğütlüyor.[1]


Eûzü besmelede iki şey vurgulanır:


1)
Düşman şeytandan dost Allah'a sığınma,

2)
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adı ile başlama. Birini dışlama, öbürüne sığınma.
Çünkü hayatın manası bundan ibarettir. Ya Allah'tan gelen vahyi din edinir, ona
göre yaşar, düşünür, konuşursun. Ya da şeytandan gelen fücur ilhamını din edinir
ona göre konuşur, yaşarsın. Bunun dışında, Allah'ın dinini yaşarken şeytanın
vesvesesine karşı uyanık olursun.[2]

Şeytandan istiâze etmek, yalnızca tek bir
kötüden ve tek bir kötülükten uzak durmak anlamıyla sınırlı kalmaz; tüm
kötülüklerden uzaklaşma anlamını taşır.
Kur'an'ı böylesi bir sığınma içinde
okumak, onu bütün menfiliklerden Allah'a sığınarak okuma anlamını barındırır.
Onu şahsî bir menfaat (basit dünyevî çıkar) için okumama da bu anlama dahildir;
bir dünya ehlinin menfaati için okumama da. Onu okurken nefsin aldatmalarından
uzak durma da bunun içindedir; dünyevî bir ideolojinin gözlüğünü takmama da. Ona
şöhret için muhatap olmama da bunun içindedir; kendi aklına güvenip, aklını
doğrulama mercii, onu ise aklın kölesi kılmama da.

Zaten, istiâze'nin bir esprisi,
acziyetin kabulüdür. Acziyetini kabullenmeyip kendisine güvenen, başkasına
sığınmaz. Başkasına sığınma, ancak acziyetini görenlerin işidir. Allah'a sığınma
ise, O'ndan başka tüm şeylerin kendisine sığınılmaya lâyık olmadığını bilip
görmeyi gerektirir. Allah'a sığınan, başka herşeyin mahluk olduğunu biliyor ve
kendileri birer yaratık olarak korunmaya muhtaç bulunan şeylerin sığınılmaya
lâyık olmadığını görüyor demektir. Bu bakımdan şeytandan istiâze, imanın ve
ubûdiyetin ayrılmaz bir parçasıdır. Şeytandan ne kadar istiaze ediyorsak,
acziyetimizi o derece kabul
ediyor ve Rabbimizin koruma ve rahmetini o derece görüyoruz demektir.


Dolayısıyla, istiâzeye niyet eder etmez,
şeytanın bacağını Allah'ın izniyle kırmış oluruz. Kendisi bir üstünlük vehmiyle
Allah'a isyan eden, Kur'an'da belirtildiği üzere "kibirlenerek kâfir olan"
şeytanın ürettiği en büyük tuzak, bizde de böyle bir üstünlük vehmi ve bir kibir
hali uyandırmak; nefsimizi okşayarak enaniyetimizi kamçılamaktır. "Şeytanlar,
ene'nin gaga ve pençesiyle akılları havaya kaldırıp insanı dalâlet derekelerine
atıyorlar." İstiâze sayesinde,
bu tehlike, yolun daha başında bertaraf edilmektedir.[3]

Kur'an okumaya, Fâtiha'dan,
besmele'den de önce istiâze ile başlanır; Muavvizeteyn sureleri ile Kur'an sona
erer. Muavvizeteyn, korunma,
sığınma yollarını gösteren iki sure demektir, Felak ve Nas surelerine denir.
Yani Kur'an'a başlarken ne kadar istiaze bilincine ihtiyaç varsa, Kur'an'ı
kaparken de o kadar sığınmaya ihtiyaç vardır. Başlangıçta istiaze, kapanışta
istiaze. Başla son arasında uyum. Dikkat etmemiz gereken bir husus da; Kur'an'a
başlarken cinlerden olan şeytandan Allah'a sığınırken, Kur'an okumayı sona
erdirirken "mine'l-cinneti ve'n-nas" cin ve insan şeytanlarından Allah'a
sığınmamız gerektiğidir.

Rasulullah'ın istiaze duasını
okuduğuna dair pek çok hadis rivayet edilmiştir. Bu ifadelerden bazıları "Eûzü
billâhi's-Semîı'l-Alîmi mine'ş-şeytânirracîm", "Esteıyzu billâhi
mine'ş-şeytânirracîm" şeklindedir. Yine istiâze, "neûzü billâh", "meâzallah"
şeklinde de kullanılır. Tuvalet veya banyoya girerken, kapıya yaklaşınca, "eûzu
billâhi mine'l hubsi ve'l-habâis" denilir veya eûzu çekilir.[4]











[1]
Buhâri-Deavât: 35-46.





[2] İ.
Eliaçık, İslâm ve Sosyal Değişim, s. 20-23





[3] M.
Karabaşoğlu, Kur'an Okumaları, s.17-18





[4]
Ahmet Kalkan, İslam Akaidi:
326-327. Ahmet Kalkan, Kur'an
Kavramları.