Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Her Din ve İdeolojinin Dostluk ve Düşmanlık Anlayışı Kendine Hastır

Her Din ve İdeolojinin Dostluk ve Düşmanlık Anlayışı Kendine Hastır


Her Din ve
İdeolojinin Dostluk ve Düşmanlık Anlayışı Kendine Hastır:


Komünizmin, enternasyonalizmin,
hümanizmin dost-düşman anlayışı kendi bâtıl dinleri, yani ideolojileriyle
ilgilidir. Kendi yoldaşları onlar için sınır tanımaz dost; kendi ulusu, farklı
ideolojiye mensupsa düşmandır. Nâzım Hikmet'in deyişiyle ?Vatanım rûy-ı zemîn,
milletim nev-i beşer? anlayışı. (Müslümanın vatanı, İslâm'ın hâkim olduğu yer,
yani dâru'l-İslâm; milleti, bütün Muhammed ümmeti, yani tüm müslümanlar olmalı.)
Batı dünyasının ve özellikle ABD'nin dostluğu düşmanlığı yok, çıkarları, ülke
menfaatleri vardır. Ama, bununla beraber, onları bizden ve hatta onlardan iyi
tanıyan Rabbimiz'in hükmü:
?Onların milletine/dinine
uymadıkça yahûdiler de hıristiyanlar da senden asla râzı olmayacaklardır.?
(2/Bakara, 120).
Batıyı örnek almaya çalıştığı
halde ne batılı olabilen ne doğulu kalabilen ülkelerdeki dostluk-düşmanlık
anlayışı da kaypak mı kaypaktır. Tarih kitaplarına bile bu renksiz ve kimliksiz
bakış yansır. ?Düşmanlar, ülkeyi işgal etti, düşmanlar şunları yaptı...? Ama,
düşmanların kim olduğu net değildir. Kurtarıcılar, ülkeyi düşmanlardan
kurtardılarsa, düşmanların işgal ettiğinde uygulayacakları kanun, ahlâk, eğitim
vb. icraat niye onlardan daha katı ve baskıcı şekilde uygulanır ve İslâm birinci
tehlike ve büyük düşman ilân edilir? Bu kimliksiz yaklaşım, hangi ülkelerle
dost, hangileriyle düşman olunduğu belli olmayacak zikzaklar çizen tavırları
getirir... Irkçı milliyetçilere göre dostluğun ölçüsünü kan belirleyecektir.
Düşman da başka ırklardır: ?Türk'e Türk'ten başka dost yoktur!?, ?her şey Türk
için, Türk'e göre, Türk tarafından!?, ?Tanrı Türkü korusun!?
Mü'min için ölçü nettir: Allah
için sevgi, Allah için buğz; Allah için dostluk ve Allah için düşmanlık. Dost,
gerçek Velî'ye, ölümsüz Dost'a bizi yaklaştıran; düşman da, bizi O'ndan
uzaklaştırandır. Allah'ı gerçek anlamda ?tek dost? kabul eden, hiç O'nun
düşmanlarını, O'na dost olamayanları sevebilir mi?!
?Ey iman edenler! Sizden kim
dininden dönerse (bilsin ki) Allah, sevdiği ve kendisini seven, mü'minlere karşı
alçak gönüllü (şefkatli), kâfirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum
getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın
kınamasından korkmazlar (hiç kimsenin kınamasına aldırmazlar). Bu, Allah'ın
dilediğine verdiği lütfudur. Allah'ın lütfu ve ilmi geniştir.? (5/Mâide,
54).
?Muhammed Allah'ın rasûlü/elçisidir.
Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin (şiddetli), kendi aralarında ise
merhametlidirler...? (48/Fetih, 29)
Günümüz müslümanlarının önemli
bir kesimi, dostluk ve düşmanlıktaki ölçüyü unutup farklı görüşteki müslümanlara
düşman gibi davranıp onları itiyor; kendilerine şimdilik dokunmayan ılımlı kabul
ettikleri kâfirlere sempati besleyerek dost gibi yaklaşabiliyor. İctihadî
yorumlar ve göreceli doğrular, grup taassubundan dolayı mutlak doğru kabul
edilip farklı müslümanlara düşmanca tavırlar, şiddetli eleştiriler, hatta haksız
tekfirler ve onlarla dostluğa tenezzül etmemeye varan bağnazlıklar
sergilenebiliyor. Bütün müslümanlarla samimi olmayabiliriz; ama samimi
olduklarımız, mutlaka samimi müslümanlardan olmalı. Bütün kâfirlerle ilişkimizi
koparmayabiliriz, ama onlarla gönül dostu olmamız onlardan olmak, onların dinine
girmek kabul edilmeli. Dost, imandaştır, gönüldaştır, fikirdaştır çünkü.
?Kişi, dostunun dini üzeredir.? (Tirmizî, Zühd 45; Ahmed bin Hanbel,
16/178). Ve dostluk, sevgi kuru bir iddia olamaz. Allah'a dost olmak, Allah'ı
sevmek, davranışla isbatlanmadıkça, kuru bir iddiadan, insanı kurtarmayan bir
avuntudan ibârettir. Allah'la ve müslümanlarla dost olduğumuzu, dillendirmekten
öte davranışımızla göstermeliyiz.
?Rasûlüm!) De ki: ?Eğer
Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı
bağışlasın.? (3/Âl-i İmrân, 31).
Düşmanlık da dostluk da; bedeli
olan, ispatlanması gereken bir bağlılık ya da red; ilişki; veya bağları
koparmaktır.
?Allah size imanı sevdirmiş
ve onu gönüllerinize süslemiş, sindirmiştir. Küfrü, fıskı ve isyanı da size
çirkin göstermiştir. İşte doğru yolda olanlar bunlardır.? (49/Hucurât, 7).

?Hep birlikte Allah)'ın
ipine (Kur'an'a, İslâm'a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah'ın size olan
nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O,
gönüllerinizi birleştirmişti ve O'nun nimeti sâyesinde kardeş olmuştunuz. Yine
siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı.?
(3/Âli- İmrân, 103)
Sevgi ve dostluğun gerekleri
vardır. Bunları şöyle sayabiliriz: Allah için yardım, ikram, saygı, gerek kalple
ve gerek dış görünüş ve tavırlarla kişinin sevdiğiyle beraber olması. Hayatın
zorluklarına ve kâfirlerin baskılarına karşı ona destek olup moral vermek, onu
küfre ve kâfirlere karşı güçlü ve hâkim kılmak, üzüntüsüne ve sevincine ortak
olmak. Allah'ı sevmek ve Allah'la dost olmak demek; Allah'ın dostlarını sevmek,
onlara yardımcı olmak, onların yanında yer almak, Allah'ın dinine yardım etmek
demektir.
Allah için düşmanlığın da
gerekleri vardır: Kalben buğz edip Allah için tavır alarak düşmanlığı açık ve
net bir şekilde ortaya koymak; meselâ Allah düşmanlarına karşı cephe almak,
onlarla cihad etmek, onlarla (hayatî ve zarûri olan durumların dışında) tüm
ilişkilerini kesip uzak durmak, kalben muhabbet göstermediğini davranışlarına
yansıtmak. Onları emîn/güvenilir görmemek (3/Âl-i İmrân, 75), onlara benzememek,
takiyye hali hâriç onlara güler yüz göstermemek, samimiyet kurmamak, onlara
ikramda bulunmamak, onların zulümlerine destekçi olmamak, onlara saygı
göstermemek, onları güzel sıfat ve lâkaplarla isimlendirmemek, onlarla birlikte
oturmamak. Kâfirlere şirin gözükmek için onlara müdâhane/yağcılık yapmamak,
kendisine gerici gibi yaftalar vurmasınlar diye onlara şirin gözükmeye
çalışmamak, onları sırdaş edinmemek şarttır. Aksine davranışlar, insanı
tevhidden uzaklaştırır.
?Ey iman edenler! Kendi
dışınızdaki sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten asla geri
durmazlar, hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Gerçekten, kin ve düşmanlıkları
ağızlarından (dökülen sözlerinden) belli olmaktadır. Kalplerinde sakladıkları
(düşmanlıkları) ise daha büyüktür. Eğer düşünüp anlıyorsanız âyetlerimizi size
açıklamış bulunuyoruz.? (3/Âl-i İmrân, 118).
Ve iki hadis-i şerif:

?Siz mutlaka sizden
öncekilerin yollarını karış karış, arşın arşın izleyeceksiniz. Öyle ki onlar bir
kelerin deliğine girseler, siz de onlara uyacaksınız.?
Ashâb dedi ki:
?Ey Allah'ın rasûlü! Bu
(izleyeceklerimiz yahûdi ve hıristiyanlar mı?? Peygamberimiz şöyle buyurdu:
?Ya kimler olacak?? (Buhârî,
İ'tisâm 14, Enbiyâ 50; Müslim, ilm 6; İbn Mâce, Fiten 17).
?Kişi, dostunun dini
üzeredir. İnsan kiminle dostluk kurduğuna dikkat etsin!? (Tirmizî, Zühd
hadis no: 2379; Ahmed bin Hanbel, 16/178)
?Ben kalben buğzediyorum? diye
bunu sadece kalple yaptığını söylemek, isbata muhtaç kuru bir iddiadan
ibarettir. Buğzun ve düşmanlığın gerekleri ne ise, bir mü'minin onları da yerine
getirmesi gerekmektedir.
?İbrâhim'de ve onunla
beraber olanlarda (o mü'minlerin söz ve davranışlarında) sizin için gerçekten
güzel bir örnek vardır. Hani onlar kavimlerinden kâfir olanlara: ?Muhakkak biz
sizden ve Allah'tan başka ibâdet ettiğiniz şeylerden (putlardan) uzağız. Sizi
inkâr ettik. Yalnızca Allah'a iman (edip şirki terk) edinceye kadar, bizimle
sizin aranızda düşmanlık ve kin sürekli baş göstermiştir' demişlerdi.?
(60/Mümtehine, 4)
Kur'an, dostlukları ve dostları
ikiye ayırır: Allah'ın dostları ve şeytanın dostları. Her insan, bu iki sınıftan
birine mensuptur. Allah'ın velîsi/dostu, yani ?evliyâullah? ol(a)mayan, mutlaka
şeytanın velîsi/dostu, yani ?evliyâu'ş-şeytan? dır; üçüncü bir grup yoktur.
?Allah iman edenlerin velîsi
(dostu ve yardımcısı)dır. Onları küfrün karanlıklarından (kurtarıp iman)
nûr(un)a çıkarır. Küfredenlerin dostları ise tâğuttur. O da onları (insanî
fıtratları olan İslâm'ın) nûrundan (ayırıp) karanlıklara çıkarır. İşte onlar
ateş ashâbıdır (cehennemliktir). Onlar orada (bir daha çıkmamak üzere) ebedî
kalıcıdırlar.? (2/Bakara, 257)
?İman edenler Allah yolunda
savaşırlar. Kâfir olanlar da tâğut yolunda savaşırlar. (Ey mü'minler!) siz
şeytanın evliyâsı (velîleri, dost ve yandaşları, ordusu olan kâfirlerle)
savaşın. Şüphesiz şeytanın hilesi zayıftır.? (4/Nisâ, 76)
Ashâb-ı kirâmdan Cerîr bin
Abdullah Peygamberimiz'e bey'at ederken, kendisinden şu şartla bey'at yapması
istenmiştir: ?Her bir müslümana öğütte bulunmak ve her bir kâfirden uzak
durmak.? (Ahmed bin Hanbel, Müsned, 6/357-358)
?Eğer onlar Allah'a,
Peygamber'e ve ona indirilene iman etmiş olsalardı, onları (müşrik, kâfir,
hıristiyan, yahûdi ve münâfıkları) dost edinmezlerdi. Fakat onların çoğu
fâsıktır, yoldan çıkmışlardır.? (5/Mâide, 81) ?...İçinizden onları dost
tutanlar, onlardandır!? (5/Mâide, 51) Kâfirleri dost kabul etmek,
iman ile çelişmektedir. Hem iman, hem de onları dost edinme olayı, ikisi beraber
bir kalpte toplanamazlar. İman, onları dost edinmemeyi gerektirmektedir.
Düşmanlık ve dostluğun imanla ilgisi değerlendirilmediğinden, bugün
müslümanların çoğunluğu açısından dost-düşman karışmış, düşmanlarının oyununa
gelen müslüman yığınlar, bunca zararlarına rağmen hâlâ Allah'ın düşmanlarının ve
kendisinin düşman olması gerekenlerin yardımcısı, destekleyicisi, emrindeki
memuru, hizmetçisi, kulu-kölesi, askeri... olabilmektedir. ?Müslümanım!? diyen
nice insan, kâfirlerin koyduğu küfür kanunlarına, onların ortaya attığı felsefî
düşünce ve dünya görüşlerine, ideolojilerine sevgi besleyebilmekte, onlara gönül
rızâsıyla uyup teslim olabilmekteler. Hanımlarını, kâfirlerin hanımlarına
benzetebilmekte, onlar gibi giyinmelerini (soyunmalarını) ilericilik ve
çağdaşlık kabul edebilmekteler. Allah ve Rasûlü'yle savaş demek olan fâiz
(2/Bakara, 279) olmaksızın ticarî hayatı düşünememekteler...
Ve her halleriyle kâfirlere
benzeyip onların yanında yer almalarına rağmen; hâlâ kendilerini müslüman
saymaları düşündürücüdür. Bırakın, kâfir olanlara tavır alıp ?ey kâfir!? demeyi
ve Kur'an'ın emrine uyup ?De ki: ?Ey kâfirler! İbâdet edip tapmam sizin
taptıklarınıza!? (109/Kâfirûn, 1-2) diye haykırmayı, Allah'ın düşmanlarından
korkmak, onlara sevgi ve saygı duymak, onları ve makamlarını büyük görmek gibi
imanını mahveden ?şirk? adlı hastalık alabildiğince yaygınlaşmaktadır. Bazı
kâfirlere, dost olmanın ötesinde, hatta hayranlık duyanlar, destekleyip
alkışlayanlar, onları velî kabul ederek seçip işbaşına getiren, yetki verenler,
onların izini takip eden, itaat eden, onları örnek alanlara ne demeli!? Keler
deliğine girseler bile onlara imrenip taklit etmeye çalışan, onları model kabul
edip modalarına uyanlara nasıl bir sıfat bulmalı!?
?(İnançta ve amelde) Bizden
başkasına benzeyen Bizden değildir.? (Tirmizî, hadis no: 2696;
Mişkâtu'l-Mesâbih, hadis no: 5347) diyen Rasûlün onları reddettiğini, daha
doğrusu onların bu davranışlarıyla Rasûlün yolunu reddetmiş olduklarını görmek
zorundayız. Bu tesbit, câhil müslümanları dışlayıp tekfir etmek, onları kendi
hallerine terketmek için değil; muhâtaplarımızı tanımak, hastalığı teşhis edip
tedavi için bize çok şeyler düştüğünü, görevimizin ve sorumluluğumuzun çok büyük
olduğunu kabullenmek için olmalı. Bu değerlendirme, konum tesbiti açısından
önemli; çevremizde bize ve yakınlarımıza da sirâyet etme ihtimali olan bulaşıcı
şirk mikroplarının tanınması ve tedbir alınması için...
Gerçek mü'min, İslâm
şahsiyetini ve müslüman kimliğini yüce ve aziz tanımak, bütün kâfirleri ve
münâfıkları zelîl/aşağılık bilmek; bu sebeple onlara karşı onurlu ve zorlu olmak
mecbûriyetindedir.
?İzzet (yücelik, kuvvet ve
hâkimiyet) yalnız Allah'ın, O'nun Peygamberinin ve gerçek mü'minlerindir. Ne
var ki, münâfıklar bu gerçeği bilmez, anlayamazlar.? (63/Münâfıkûn, 8)
Mü'min, İslâm şahsiyetinin
yüceliğine inanmak zorunda olduğu gibi, bütün kâfirlerin aşağılık olduklarına,
hayvanlardan daha sapık ve pislik olduklarına inanmakla da yükümlüdür.
?(Ey Peygamber!) Sen onların
çoğunluğunu (Hakkı) dinler, akıllarını kullanır mı sanırsın? Onlar ancak
hayvanlar gibidirler; hatta yolca daha da sapıktırlar.? (25/Furkan, 44)
?Ey iman edenler! Müşrikler
ancak bir pisliktir...? (9/Tevbe, 28)
?Allah'a ve âhiret gününe
iman eden bir toplumun -babaları, oğulları, kardeşleri, yahut akrabaları da
olsa- Allah'a ve Rasûlüne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin. İşte
onların kalbine Allah, imanı yazmış ve katından bir ruh ile onları
desteklemiştir. Onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada ebedî
kalacaklardır. Allah onlardan râzı olmuş, onlar da Allah'tan hoşnut olmuşlardır.
İşte onlar, hizbullahtır, Allah'ın tarafında olanlardır. İyi bilin ki, kurtuluşa
erecekler de sadece Allah'ın tarafında olanlardır.? (58/Mücâdele, 22)
Bu âyet-i kerime, Allah
taraftarlarıyla şeytan yandaşları arasında tam ve kesin bir ayrılığın olması
gerektiğini ortaya koymuş oluyor. Mü'minin her türlü câzibeden ve her çeşit
tarafgirlikten sıyrılarak müslümanların safında yer alması, bir tek kulpa
sarılması ve bir tek ipe bağlanması gerekir. İslâm'ın olduğu yerde ırkçılık,
nesebcilik, akraba savunuculuğu, aile asabiyeti ve yakınlık dâvâsı yok; vatan,
cins, asabiyet ve kavmiyetçilik, bölgecilik vb. bir şey yok. Allah'ın istediği
şeylerin dışında hiçbir şeyi tabulaştırmak yok. Sadece ve sadece akîde ve onun
bayrağı altında durmak vardır.
Kâfirlerle dostluk kurmanın
tehlikesi bütün müslümanlaradır. Böyle bütün müslümanlara zarar getiren bir
olay, bir kimsenin sadece kendisinin kâfir olmasından da büyük bir tehlike
ortaya koyar. Birinin zararı, topyekün müslümanlara iken, diğerinin sadece
kendisinedir. Kâfirlere karşı olan dostluğun özellikleri şunlardır: Kâfirlerin
küfrüne rızâ göstermek, onları tekfir etmemek, onların bâtıl dünya görüşlerini
tasdik etmek, onları velî, yani dost ve yönetici olarak kabul etmek, onları
işbaşına geçirmek, onları sevmek, onlara uyup itaat etmek. İşte bütün bunlar,
kişinin kâfirleri dost kabul ettiğini, yetkisini onlara verdiğini
göstermektedir. Kişi, dostluk, sevgi ve rızâyı kâfirlere gösterirse, bu küfrü
gerektirir. Şayet sevgi ve rızâ, mü'minlere karşı ise, bu da imanın
gereğidir.
İnsan, dostunu ve düşmanını
tanımak zorundadır. Hz. Âdem ve Havvâ'ya, yaratıldıkları ilk zamanlarda Allah
düşmanlarını tanıttı, onları uyardı.
?Muhakkak bu (İblis) sana ve
zevcene düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın; sonra zahmet çekersin. Çünkü
senin acıkmaman ve çıplak kalmaman ancak burada mümkündür ve sen burada
susamazsın ve sıcaktan bunalmazsın.? (20/Tâhâ, 117-119)
İnsanın ilk yanlışı, düşmanını
dost zannetmesiyle oldu; İnsanın cenneti kaybetmesinin sebebi, düşmanına karşı
tedbir almayışı, onun hile ve tuzaklarına kanmasıdır. Bırakın insanı, hayvanlar
bile düşmanlarını bilir; kendisini ve neslini düşmanından korumaya çalışır. Bir
tavuk, özellikle yavrusunu düşmanından sakınmak için, nasıl fedâkârlık ve
kahramanlık yapar, gözleyenler bilir.
Düşmanları teke indirmek,
önemli bir metoddur. Rasûlullah'ın sünnetidir. Medine'ye hicretinden sonra
müslüman olmayan tüm insanlarla düşmanca münâsebetlere girmeyip, yahûdilerle
antlaşma yapması, onları dost yapmaya gayret etmesi ve Mekke'li müşrik
düşmanlarla mücâdelesi, belirli bir aşamaya geldikten sonra, yine tek düşman
olarak yahûdilerle hesaplaşması bunun tipik örneğidir. Yirminci asırda, yerli ve
yabancı düşmanlarına karşı büyük zafer kazanmış bir devrim hareketinde de bu
tavrı görüyoruz. Biz de değişik birçok cephede savaşmaktansa, bataklığın kaynağı
durumundaki zâlim tâğutlara tavır almalı, gücümüzü gerçek ve öncelikli düşmana
karşı birleştirmeliyiz. Düşmanları gereksiz yere çoğaltmak, onların hıncını
artıracak sövme, zulüm, işkence, haddi aşma gibi müslümana yakışmayan tavırlar
içinde bulunmak, büyük yanlışlardandır. Düşmana karşı da olsa bu hak ihlâlleri,
düşmanlığı Allah için olmaktan çıkarır; nefis için düşmanlığa dönüştürür. Hz.
Ali'nin öldürmek üzere olduğu bir kâfir, yüzüne tükürdüğünde, hiddetlenip
öldürmekten vazgeçtiği, ancak hiddeti geçtikten sonra öldürmek istediğine dair
rivâyet, güzel bir numûnedir.
Dostluk-düşmanlık konusunda
hatırımızdan çıkarmamamız gereken özelliklerden biri de, ?gâvurun atına binen,
onun kılıcını kuşanır? atasözünün ve ?bugün yardım alan, yarın emir alır?
vecîzesinin gerekleridir. Hırsızı yakaladığımızı zannederken, hırsız tarafından
yakalanan konumuna düşmemeli, ava giderken kendimiz avlanmamak için tedbirler
almalıyız.

KITÂL/SAVAŞ. Kıtâl/Savaş; Anlam ve Mâhiyeti
Barış ve Savaş. Barış; İslâm'ın Temel Hedefi ve İnsanlararası İlişkilerin Temeli
1- Haksızlığa Uğramak
2- Fitneyi Önlemek, Tevhîdi/Allah'ın Birliğini Ortaya Koymak
Hangi Kâfirlerle Savaşmadan İyi Geçinilebilir?.
Kur'ân-ı Kerim'de Savaş Kavramı
Tefsirlerden İktibaslar
Hadis-i Şeriflerde Savaş.
İslâm'da Savaşın Sebebi ve Amacı İslâm'da Kıtâlin Sebebi; Kurtarıcı Merhamet
Yeryüzündeki Savaşların Sebebi
Bir Savaşçı, Bir Komutan Olarak Rasûlullah.
Düşmanlık ve Dostluk; Tevhidin Gereğidir, İmanın Dışa Yansımasıdır
Her Din ve İdeolojinin Dostluk ve Düşmanlık Anlayışı Kendine Hastır
Düşmanın Silâhıyla Silâhlanmak
Cihad ve Mücâhede.
Cihad Saldırı mıdır?.
Cihadın Amacı ve Kapsamı
Cihadın Fazileti
Neye Karşı Cihad?
Mücâhede
Mücâhid
Mücâhidlerin Özellikleri
Gazve ve Seriyye.
Seriyye
Kıyâm..
Nefr (Seferberlik)
Ribat ve Murâbıt Ribat
Murâbıt
Râbıta
Hadis-i Şeriflerde Murâbıtların Fazileti
Mü'min Toplumlar Arası Savaş.
Savaş ve Barış Dünyası (Dâru'l-Harb ve Dâru'l-İslâm)
İslâm'ın Savaş Prensipleri
a- Savaştan Önce
b- Savaş Alanında
Esirler
Savaş Esirleri Konusunda Kur'an'ın Direktifi
Düşman Uyruğu Altında Bulunanlar ve Bunların Malları
Savaşın Sona Erişi
Güvenlik (Savaşta Eman Verme)
Allah'a Karşı Savaşan Rejimler
Terör ile Cihad Arasındaki Fark.
Terör Silâh Olarak Kullanılan Kaypak Bir Kavram
Terör ile Cihadın Birbirine Karıştırılması
İfsâd Huzuru Bozma ve Terör
Fesadın Tek Etkeni İnsanlardır
İfsada Karşı Islahat
Fesad Karşısında Mü'minlerin Görevleri
Gerçek Islahatçılar Aynı Zamanda İnkılapçıdırlar
İnsan Hakları İhlâlleri Şeklindeki Fesat
Fesâdın Görüntüleri Tuğyân
Kendisi Bozgunculuk Çıkardığı Halde Sâlihlere Bozgunculuk İsnad Etmek
İnsanları Bölme
Bilim Yoluyla Fesad
Ahlâk Yoluyla Fesad
Ekonomi Yoluyla Fesad
Politika Yoluyla Fesad
Fikir Yoluyla Fesad
Teknoloji Yoluyla Fesad
Medya Yoluyla Fesad
Ve En Büyük Fesad Yolu; Düzen
Fesatçılara Verilen Ceza
Konuyla İlgili Lügatçe. Anarşi
Cenk
Cengâver
Cihad
Cihad Emîri
Dârulharb
Dârulİslâm
Dârussulh
Fanatik
Fesat
Fetih
Fitne
Fundamentalizm
Harb
Harb Emîri
Harbî
Harb-i Umûmî
Katliâm
Kıtâl
Köktencilik Veya Köktendincilik
Muhârebe
Muhârip
Mutaassıp
Mücâhid
Müdâfaa
Radikalizm
Savaş
Savaş Hali
Savaş İlânı
Savaş Suçları
Savaş Tazminatı
Savaş Tipleri
Sınırlı Savaşlar (Limited War)
Topyekün Savaşlar (Total War)
İç Savaş (İnternal Warfare)
Gerilla Savaşı (Guerilla Warfare)
Psikolojik Savaş (Psychological Warfare)
Soğuk Savaş (Cold War)