Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Küfür ve Nifak Psikolojisi

Küfür ve Nifak Psikolojisi

Küfür ve Nifak Psikolojisi

İnsanların davranışlarını incelerken,
onların psikolojik yapılarını göz önünde bulundur-mak gerekir. Çünkü gerek
olumlu, gerek olumsuz bütün hareketler, bir psikolojik temele dayanır. İnsanlar,
basit içgüdülerle değil; belli birtakım fikir ve inanç ölçüleri doğrultusunda
hareket ederler. Doğal insiyak ve refleksler hariç, insanın hiçbir hareketi bu
çerçeve dışında değildir. İnsanların davranışlarının birbirinden farklı olması,
dayandıkları dünya görüşlerinden farklılığın-dan ileri gelmektedir.

Ahiretin varlığına inanmayarak hayat
yolculuğunu, ölümle biten ebedî bir son olarak kabul edenlerle; hayatı bir
imtihan sahası, ölümü ise bu sınavın neticelenip değerlendirileceği ebedî hayata
geçiş olarak görenlerin davranışları elbette aynı olmayacaktır.

Kâfir; bizzat kendi eliyle inşâ ettiği
karanlık inkâr zindanı içinde ve her türlü metafizik ürperti ile ilgisini kesmiş
durumda yaşayan zavallı bir mahkûmdur. Ruh ve aklın, sırlar ve gayb âlemine
açılan bütün pencerelerini tıkadığı için, sahip olduğu ve olabileceği her şey bu
dünyadan ve onun yanıp sönen fâni lezzetlerinden ibarettir. Bu fâni lezzetlere
ulaşabildiği oranda dünya onun cenneti, erişemediği veya kaybettiği nisbette de
cehennemidir. ?Dediler ki, hayat ancak bizim bu dünya hayatımızdır. Ölürüz ve
yaşarız. Bizi ancak zaman helâk eder.? (45/Câsiye, 24) Dünya hayatı onlar
için biricik gayedir. Bütün çabaları bu gayeye biraz daha fazla
ulaşabilmek-tir. Maddeden daha değerli bir şey tanımadıkları için en ufak
dünyevî bir menfaat uğruna sarf etmeyecekleri şey yoktur. Hak, hukuk, günah,
sevap, cennet, cehennem gibi kavramlardan habersiz veya onlara ilgisiz
yaşadıkları için fazilet ve fedakârlık gibi insanı yücelten yüce değerlerden
mahrumdurlar.

Hayvanlar gibi başı boş ve sorumsuz
yaşarlar. ?Kâfir olanlara gelince, onlar (dünyada sadece) zevk ve sefa
ederler. Hayvanların yediği gibi yerler. Onların yeri ateştir.?
(47/Muhammed, 12) ?Bırak onları; yesinler, eğlensinler, onları emel oyalıya
dursun. Sonra bilecekler onlar.? (15/Hicr, 3) Bütün işleri tuvalet ile yemek
ve yatak odası arasında mekik dokumaktır. Onlar için her şey boştur. Mide ve
şehvetin dışında, uğrunda mücadele edecekleri hiçbir davaları yoktur. Kemik
başında dalaşanlar gibi onlar da sadece çıkar ve rantlarının kavgasını yaparlar.
Kendilerini topyekün maddenin esaretine verdikleri için ruhî ve fikrî bir
özgürlüğe sahip değillerdir. Maddenin ve hevâlarının âzat kabul etmez
köleleridir. Ulvî değerler, yüce duygular onları hiç ilgilendirmez. Hele din,
iman gibi konuları hiç duymak istemezler. ?Onların kalpleri vardır;
bunlarla idrak etmezler. Gözleri vardır; bunlarla (hakikatı) görmezler.
Kulakları vardır; bunlarla (gerçeği) işitmezler. Onlar dört ayaklı hayvanlar
gibidir. Hatta daha da sapıktırlar. Onlar gafillerin ta kendileridir.?
(7/A'râf, 179) ?Kendilerine ayetlerimizi okuyanlara neredeyse saldırıverecek
olurlar.? (22/Hacc, 72)

Münafıklar, kâfirlerin aksine, belirli
bir yolun ve istikrarlı bir hayatın sahibi olamadıkları için, mevsimlere göre
değişik yerlerde konaklayan göçebeler misali oradan oraya göçer dururlar. Sadece
menfaatlerinin sevki ile hareket ettikleri için, samimi olarak bir tarafa
bağlanamazlar. ?Onlar (küfür ile iman arasında) bocalayan bir sürü
kararsızlardır. Ne mü'minlere, ne de kâfirlere bağlıdırlar.? (4/Nisâ, 143)
İnanç ve hareketlerinde zikzak çizdikleri için şahsiyet bütünlüğünden
mahrumdurlar. Hiç sevmediği bir rolün, mecburen aktörlüğünü yapan kimse
gibidirler. İslam'ı ve müslümanları sevmezler. Hele içinde yaşadıkları toplumda
İslam şeriatının hükümlerine tâbi olmayı hiç istemezler. Müslüman rolünü tam
beceremeseler de zorla becermeye çalışırlar. ?İstemeye istemeye zekât
verirler.? (9/Tevbe, 54) ?Tembel tembel namaza kalkarlar.? (4/Nisâ,
142) Fakat yerine göre sözün en yaldızlısını konuşurlar; böylece müslümanlara
karşı itimat telkin etmeye çalışırlar. Perde gerilerinde ise onlar aleyhinde
şeytanî planlar ve haince komplolar hazırlarlar. İhanetleri ve iç yüzleri
meydana çıkacak diye de daima şüphe ve korku içinde yaşarlar.

Mayın tarlasında yürüyen kimsenin
tereddüt ve telaşını hissederler. Her şeye kulak kabartırlar. ?Her gürültüyü
kendi aleyhlerine zannederler.? (63/Münafıkun, 4) Onların şüphe, korku ve
tereddütlerle dolu olan bu çalkantılı kaos hayatı Kur'an'da şöyle anlatılır:
?Onların hali (korkulu bir sahrada) ateş yakan kimsenin hali gibidir ki; o
(ateş), etrafındakileri aydınlattığı sırada Allah ışıklarını söndürüp,
kendilerini karanlıklar içinde bırakıvermiştir.? (2/Bakara, 17) Bakara
suresinin 17-20. ayetlerinde münafıkların hâlet-i ruhiyeleriyle ilgili tablodan
anlıyoruz ki; Münafıklar; kalpleri dirilten, insanî duyguları yücelten Kur'an
ayetleri, müslümanların nezih davranışları ve feyizli sohbetleriyle daima karşı
karşıya bulundukları halde, yine de iç âlemlerindeki inkâr, şüphe, vesvese ve
kirli duyguların karanlığı içindedirler.

İçyüzlerini açığa çıkaran, cehennemin
şiddetli azabıyla kendilerini tehdit eden Kur'an ayetlerini işittikleri zaman,
şiddetli gök gürültüsü karşısında dehşete düşen kimse gibi âdeta çarpılırlar,
suçluluk psikolojisi içinde erirler. Buna mukabil, inkâr karanlıklarından
sıyrılıp iman aydınlığına çıkışın yollarını gösteren ayetler, çeşitli deliller,
mü'minlerle ilgili ilahî müjdeler ve cennet vaadleri karşısında az da olsa
kalplerinde bir ürperti, bir ferahlık meydana gelir, fakat bir türlü
inanamazlar. Nedense inkâr karanlığını yırtamazlar. Küfür ve nifak pisliği
benliklerine o derece sinmiştir ki; alışa geldikleri bu hayatın dışına çıkmak,
onlar için bir nevi ölümdür. Şehvetlerin, kirli emellerin, âdi menfaatlerin
bataklığından kurtulmak onlar için sanki intihardır. İşte bu sefil hayatın
dışına çıkmamak için; kendilerini hakka, hidayete çağıran seslere karşı
kulaklarını tıkarlar. Rahmanî ışıklara karşı gözlerini kaparlar; ilahî davetin
nurundan gözleri kamaşır, âdeta kör olurlar.

Ama İslam'ın kendilerine sağlamış
olduğu izdivaç, miras, ganimet, veya bulundukları yerde makam, mevki, koltuk
kapmak gibi dünyevî menfaatler karşısında ise keyiflerine diyecek yoktur.
Onları elde edebilmek için koşarlar, çırpınırlar. Göstermelik imanlarının
zırhına bürünerek herkesten fazla pay elde etmeye bakarlar. Ne vakit de cihad,
zekât, namaz, oruç vs. gibi tekliflerle karşılaşırlarsa, işte o zaman dizlerinin
bağı çözülüverir, yerlerinde kalakalırlar. Bahane üstüne bahane uydururlar,
müslümanları kandırmanın bin bir yolunu ararlar. Yalanlar, yeminler,
kendilerini temize çıkarma gayretleri birbirini takip eder. İşte sahte imanları
sayesinde elde etmiş oldukları dünyevî menfaatlerin karşılığını, daha ölmeden
önce korku ve zillet içinde böylece ödemiş olurlar.

Karanlıkların, gök gürültülerinin,
şimşeklerin o ürpertici atmosferinde yaşamak ne kadar fecidir. Her an ölmek...
Her an dirilmek... Ne imanın engin ve ebedî saadeti, ne de mutlak küfrün ölü
veya felçli bir uzvun duygusuzluğu içindeki donmuş ve taşlaşmış hayatı... İkisi
arasında daima bocalayıp durmak... Kendine mahsus bir barınaktan mahrum olup,
onun bunun yanında sığıntı hayatı; iğreti, sahte, taklitten ibaret bir
yaşayış... Zillet ve meskenet içinde her an suçüstü yakalanmanın, maskesinin
düşüp foyasının meydana çıkacağı endişesinin, koğulmanın, her an açıkta kalmanın
ıstırabını duymak... İşte münafık hayatı!..[1]



[1] İslam
Davası ve Münafıklar, s. 9 ve devamı.