Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
Şefaat Kavramının Yozlaştırılması
Şefaat Kavramının Yozlaştırılması 
 
 
Şefaat Kavramının 
Yozlaştırılması: 
 
Tevhid akîdesinin 
anlaşılmasında en önemli kavramlardan birisi de şefaat kavramıdır. Tevhid ve 
şirk kavramları yeterince anlaşılmadan şefaat de anlaşılamaz. İşte bu sebeple 
şefaat kavramı, kimi istismarcılar tarafından ustalıkla çarpıtılmakta ve 
müslümanların temiz duyguları bazı çevreler yararına sömürülmektedir. 
Kur'an'ın genel hatlarıyla 
anlattığı ?tevhid?den habersiz olanların, sadece şefaat kavramını değil; diğer 
akîdevî kavramları da anlayabilmesi ve toplumsal yaşam içerisindeki istenilen 
yere oturtabilmesi mümkün değildir. Müslümanların, Allah'ın koymuş olduğu 
sınırları ve insanların o sınırlar içerisindeki yerini bilmesi gerekir. İnsanın 
yapısı, özellikleri ve gücü çok iyi bilindiği takdirde toplum içerisinde bazı 
insanların tuğyan edip haddi aşmaları, müstekbirle-şerek Allah'ın sıfatlarına 
müdahale etmeleri de anlaşılabilecektir. 
Kur'an, her dönemde ve her 
coğrafyada söz konusu olan şirkin temel özelliklerini açıklamış, şirk 
tehlikesine karşı bilgili, uyanık ve tedbirli olmamızı istemiştir. Hüküm/kanun 
koyucu, rızık verici ve bağışlayıcı olarak iman ettiğimiz Allah (c.c.), yaratma 
ve rızık vermede tek ilâh olduğu gibi, hâkimiyet ve benzeri meselelerde ve her 
konuda da tek ilâhtır. Şefaat meselesinde de durum böyledir. Kur'an'ın ilk 
indiği dönemdeki câhiliyye toplumunda şefaat hususundaki sapık düşünceler ne 
yazık ki günümüzde de mevcuttur. Kur'an'da şefaat kavramı anlaşılmadan, 
câhiliyye toplumunun bu husustaki sapmaları da anlaşılamaz. 
Şefaat kelimesinin anlamı, o 
günkü câhiliyye toplumunda çok iyi biliniyor ve kullanılıyordu. Müşrikler kendi 
putlarını Allah'a yaklaştırıcı olarak kabullendikleri (39/Zümer, 3) gibi, âhiret 
gününde şefaat edeceklerine ve kendilerini azaptan kurtaracaklarına da 
inanıyorlardı. 
?Onlar Allah'ı bırakıp 
kendilerine hiçbir zarar ve fayda veremeyecek şeylere tapıyorlar ve ?bunlar, 
Allah katında bizim şefaatçilerimizdir' diyorlar. De ki: ?Siz Allah'a göklerde 
ve yerde bilemeyeceği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? Hâşâ! O, onların 
şirk/ortak koştukları her şeyden uzak ve yücedir.? (10/Yûnus, 18). 
Allah katında (Allah'a rağmen, 
O'nun izin vermediği) şefaatçiler olduğunu söylemek, Allah'ı gereği gibi 
tanıyamamaktan kaynaklanır. Bu davranış, Allah'a iftira etmektir ki, bu da büyük 
bir sapıklıktır. 
Böyle bir iddia, dünkü 
câhiliyye toplumunda olduğu gibi, bu günkü toplumda Kur'an'dan habersiz, gelenek 
ve hurâfeleri kendisine din edinmiş kesimlerde de vardır. Kur'an dışı bir 
geleneği din olarak kabul edip bunu yaşamaya çalışan bazı insanlar, 
kurtuluşlarının Allah'a gerçek iman ve salih amellerde değil; salih veya veli 
zannedilen zatlara bağlanmakta olduğunu, o insanların Allah'ın yanında özel bir 
konumlarının bulunduğunu, bu sebeple onların isteklerini Allah'ın geri 
çevirmeyeceğini iddia ediyorlar. 
Kur'an, putlara ve 
putlaştırılan insanlara güvenmenin şirk olduğunu değerlendirerek ?Allah, 
onların şirk/ortak koştukları her şeyden uzak ve yücedir.? buyuruyor. 
İnsanlara güvenmekten ziyade, sâlih amel işlemeye dâvet ediyor. 
?İleride gelecek bir günden 
korkun ki, o günde hiçbir kimse başkası için herhangi bir ödemede bulunamaz. Hiç 
kimseden şefaat kabul olunmaz ve fidye (bedel) de alınmaz. Onlara asla yardım 
yapılmaz.? (2/Bakara, 48) 
?Ve öyle bir günden sakının 
ki, o günde kimse kimseden yana bir şey ödeyemez, kimseden fidye kabul edilmez, 
hiç kimseye şefaat fayda vermez, onlara hiçbir yardım da edilmez.? 
(2/Bakara, 123). 
 
O gün, öyle dehşetli bir gün 
ki, herkes kendisini kurtarabilmek için çırpınıyor, özürler sayılıp dökülüyor, 
güvenilen kişilerin veya şeylerin de kendileri gibi âciz olduğu anlaşılıyor. 
Sapanlar ve saptıranlar birbirlerini suçluyor, bu yapılan ve söylenilenlerin 
fayda vermediği anlaşılıyor. Herkes kazandıklarıyla rehin tutularak hesaba 
çekiliyor, zerre miktarı hayır ve şer karşılık görüyor, kimseye orada 
iltimas geçilmiyor, haksızlık edilmiyor. İşte bu sebeple Allah Teâlâ bizi o 
günün dehşetiyle uyarıp korkutuyor. Dünyada iken o gün için bir şeyler 
yapmamızı, şefaatçiler edinmeye çalışmanın faydasız olduğunu, ancak kendi 
amellerimizle korunabileceğimizi bildiriyor. 
?Sizin O'ndan (Allah'tan) 
başka ne bir şefaatçiniz, ne de bir velîniz vardır. Hâlâ düşünüp öğüt almıyor 
musunuz?? (32/Secde, 4). 
Allah o gün hâkimiyetin 
tümüyle, tek hâkim olan Allah'a ait olduğunu bildirerek, bu hâkimiyette hiçbir 
ortak ve aracının olmadığını, o gün insanların birbirlerinden farklılığının 
bulunmadığını, özel statüye sahip hiçbir kimsenin olmadı-ğını belirtiyor. 
?O'nun izni olmadan kimse 
konuşamaz.? (11/Hûd, 105) 
?Onlar Allah'tan önce söz 
söyleyemezler.? (21/Enbiyâ, 27) 
?O gün öyle dehşetli bir 
gündür ki, kimse konuşmaya cesaret edemez; Ancak o gün ruh ve melekler, sıra 
sıra dizilirler. Rahman'ın izin verdiğinden başkası konuşamaz. (Rahman'ın izin 
verdiği) konuşan da doğruyu söyler.? (78/Nebe', 38) 
?Konuşmak? kelimesi ile şefaat 
kast edilmektedir. Şefaat için ise iki şart vardır. Birincisi, Allah kime izin 
verirse o konuşacaktır; ikincisi ise, konuşan kimse doğru ve gerçek olanı 
söyleyecektir. Diğer bir husus ise şöyle belirtilmiştir: 
?Allah'ın huzurunda, izin 
verdiği kimselerden başkasının şefaati fayda vermez. Öyle ki, onların 
kalplerinden korkuları giderilince denilir ki, ?Rabbiniz ne buyurdu?' Onlar da: 
?Hakkı buyurdu, O çok yücedir, çok büyüktür' derler.? (34/Sebe', 23) 
Fayda verecek şefaat Allah'ın 
izin verdiğidir. Kur'an'dan, tevhidden habersiz insanlar, kendilerine şefaatçi 
edindiklerinin de Allah'ın azabından korktuklarını anlayamıyor veya anlamak 
istemiyorlar. Yukarıda metni verilen uzun hadis-i şerifte peygamberlerin bile 
?nefsî, nefsî? diyecekleri, kendi kurtuluşlarını düşünüp korkacakları bir günde 
kolay sığınak arıyorlar. Halbuki şefaat ancak Allah'tan gelecek izinle 
olacaktır. Ondan önce de insanların kendi sınavlarını vermeleri ve korkularının 
giderilmesi gerekir. Eğer sınavını başarıyla vermiş, korkuları giderilmemişse, o 
da kendisi için yardım bekleyecektir. Zira kazandıklarıyla helâke sürüklenenler 
için şefaatçi yoktur. Onlar için çılgın alevli bir azap vardır (6/En'am, 70). 
Çünkü onlar iman etmemişlerdi, iman edenleri ise hayatlarını isyan içerisinde 
geçirmişlerdir. Onlar kazandıklarıyla helâke uğramışlardır. 
Peygamberimiz, kızına şöyle 
söyler: "Ya Fatıma! Nefsini ateşten kurtar. Çünkü ben, senin için Allah'tan 
bir şeyi savamam." (Buhâri, Müslim, Tirmizi) Görüldüğü gibi, Allah'a yakın 
olmak için, Peygamberimiz'in kızı dahi olmak yetmiyor. Mutlaka Allah'ın razı 
olacağı ameller içinde olmak gerekiyor. 
Âyetlerde geçen Allah'ın şefaat 
için izin verdiği kimselerin kimler olduğu, bunların bu izne ulaşmalarının 
sebebi, verilecek iznin hangi boyutta olduğu gibi hususlar Kur'an ışığında 
açıklığa kavuşturulması gereken hususlardır. Bu meseleler aydınlanmadığı sürece, 
nice insan ?Medet ya Abdülkadir Geylânî!, Yetiş ya Hızır, yardım et! Ey şeyhim 
bana şefaat et!? demeye devam edecektir. 
Birinci mesele, Allah 
tarafından kime şefaat etme izni verileceğidir. Öncelikle şunu 
unutmamalıyız ki; ?şefaatin tamamı Allah'ındır.? (39/Zümer, 44). Yani hiç 
kimsenin böyle bir yetkisi yoktur ve böyle bir cesarette de bulunamaz. Kime 
şefaat için izin verip vermeyeceği ise tamamen Allah'a aittir. Şefaat izni 
verileceklerden birisi meleklerdir. ?Göklerde nice melek var ki, onların 
şefaatleri, dilediği ve hoşnut olduğu kimse için Allah'ın izin vermesi dışında 
bir işe yaramaz.? (53/Necm, 26). 
Diğer bir âyette ise, ?Onlar 
şefaat etmeğe mâlik değillerdir. Ancak bilerek Hakka şehâdet edenler 
müstesnâdır.? (43/Zuhruf, 86) denilmektedir. Âyette belirtildiği gibi, 
şefaat edebilme yetkisi verilecek insanın, bilinçli bir şekilde hakka şehadet 
etmesi, kelime-i tevhidin anlamını bilerek iman etmesi ve ihtiva ettiği anlamı 
bilinçli bir şekilde yaşantısına aktarması gerekir. Şâhit olanın tâğuta, tâğutî 
sisteme karşı tevhidin mücadelesini yükseltmesi, kâfir düzenleri reddederek 
Allah'ın dinini yeryüzünde hâkim kılma çabasını Kur'anî bir üslûpla 
sergilemesi gerekiyor. ?O 
gün, Rahman olan Allah'ın 
kendisine izin verdiği ve sözünden hoşlandığı kimseden başkasının şefaati 
fayda vermez.? (20/Tâhâ, 109). Fayda verecek şefaat, kendisine izin verilen, 
sözünden hoşnut olduğu, dilindeki şehâdetle tavırları bütünleşen, âlemlerin 
rabbine iman ederek tâğutu reddeden, kopması mümkün olmayan sapasağlam bir 
kulpa/tevhide yapışarak Allah'ın dininin mücadelesini verenin şefaatidir. 
İkinci mesele; kimlere 
ve niçin şefaat edileceğidir. Kimlerdir bu aziz insanlar? Allah'ın merhamet ve 
ihsanına ulaşacak olan bu insanlar, hangi amelleri ile bu rahmete 
ulaşabilmişlerdir? ?Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları 
Kur'an'la inzâr et/uyar. Onlar için Allah'tan başka ne bir velî (dost), ne de 
şefaatçi vardır. Umulur ki, Allah'tan korkup sakınırlar.? (6/En'am, 51). 
Allah ilk şefaat edilecek topluluğu ve onların şefaatçilerini açıklıyor. Onlar 
ki; âhirete iman etmiş, o gün Rablerinin huzurunda toplanacaklarının bilincinde 
ve o günün hesabı-nın dehşetinden korkan insanlardır. Bunlar Kur'an'la 
uyarılıyorlar. Kur'an onların dünya hayatındaki yaşantılarını düzenliyor. Bunlar 
Kur'an'la şekilleniyor ve bulundukları ortamı da Kur'an'la şekillendirmeye 
çalışıyorlar. İşte bunlar, hesabı nasıl verebilecekleri hususunda korka-rak, 
korktukları şeye uğratılmamak için korunmaya çalışanlar ve korunarak muttakî 
(takva sahibi) olanlardır. İşte onların velîsi ve şefaatçisi Allah'tır. Çünkü 
şefaat izni veren Allah'tır ve şefaat edilecek insanlar da Allah'ın râzı 
olduklarıdır. 
?(Onlar) Allah'tan önce söz 
söyleyemezler; ancak O'nun emri üzerine iş yaparlar. Alah onların yaptıklarını 
ve yapmakta olduklarını bilir. Onlar Allah'ın hoşnut olduğundan başkasına şefaat 
edemezler. Onun korkusundan titrerler.? (21/Enbiyâ, 27-28). 
O gün Allah'tan önce 
konu-şabilecek hiçbir kimse yoktur, onlar Allah korkusundan tir tir titrerler. 
Acaba bugün kurtulabilecek miyiz derler. Değil birilerine şefaat 
edebileceklerini düşünmek, bu düşünce akıllarının ucun-dan bile geçmez. 
Öncelilkle kendi hesaplarını vermeye çalışırlar, ne zaman ki onların korkuları 
giderilir; ancak o zaman biraz olsun rahatlarlar; işte o zaman huzura 
kavuşturulurlar. Ama onlar o durumdayken bile Allah'ın önüne geçemez, ondan 
önce söz söyleyemezler. Ne zaman ki Allah bu durumlarından sonra onlara izin ve 
emir verir, ancak o zaman iş yaparlar, alîm olan Allah onların yaptıkları ve 
yapacakları işi çok iyi bilir. Onlara orada, kimseye iltimas geçmek için izin 
verilmez, sadece Allah onlara ikramda bulunur. Onlar cennete girecek insanlar 
için aracılık etmeye memur edilmişlerdir, cennete girecek insanları tesbit etmek 
için onlara yetki verilmemiştir. Bu durum ise, Allah'ın bir lütfu ve ikramıdır; 
onu dilediğine verir. 
Ancak bu insanları biz dünyada 
iken isimleriyle, falan insandır şeklinde tanıyamayız. Zira bu yetki Allah'a 
aittir, tesbit edecek olan da Allah'tır. Filan velî, falan sâlih insan şefaat 
edecektir iddiasında bulunmak, Allah adına konuşmaktır ve Allah'a yalan 
isnadında bulunmaktır. Allah kıyamet günü bu görevi vereceği insanı kendisi 
belirleyecek ve o insan da bu görevi yerine getirirken Allah'tan bağımsız 
hareket etmeyecektir; davranışlarını Allah'ın hoşnut olmasına göre 
ayarlayacaktır. Şefaat edilecek insanlar da, Allah'ın kendilerinden râzı olduğu 
kimselerdir. Onlar, bir Allah'a iman etmiş, dünyada iken kendi nefsî istek ve 
arzularına göre değil; Allah'ın Kur'an'da bildirdiği şekilde yaşamışlardır. 
Zayıf düşürülmüş olmalarına rağmen imanın verdiği güçle Allah'ın dinini 
yeryüzüne hâkim kılabilmek için mücadele etmişlerdir. Bu mücadele esnasında 
karşılarına çıkan zorlukları aşmasını bilmiş, yapılan dünyevî teklifleri 
kabullenmeyip sadece Rablerinin rızâsını dilemişlerdir. Böylece Allah da 
onlardan râzı olmuştur. İşte şefaat olunacak insanlar, işte kurtuluşa erecek 
insanlar bunlardır. Şefaat etme yetkisi verilecek olanlar, bu vasıflara sahip 
olanlara şefaat edecektir. 
Üçüncü mesele; şefaate 
ulaşamayacak insanların kimler olduğudur. Bu insanları Kur'an bize şöyle 
tanıtıyor: 
?Dünya hayatını ve onun 
güzelliklerini isteyenlere, orada işlediklerinin karşılı-ğını tam olarak veririz 
ve onlar orada hiçbir eksikliğe de uğratılmazlar. İşte onlar, âhirette kendileri 
için ateşten başka hiçbir şeyleri olmayan kimselerdir. (Dünyada) yaptıkları da 
boşa gitmiştir. Hâlen yapmakta oldukları şeyler zaten bâtıldır.? (11/Hûd, 
15-16) 
Dünyayı ve güzelliklerini 
arzulayıp onun için çalışıp çırpınanlar, dünyada yaptıklarının karşılığını 
eksiksiz olarak alacaklardır. Kazandıklarıyla Allah'a şükretmeleri, O'nun 
yolunda infakda/harcamalarda bulunmaları gerekirken; ölümü, âhireti unutarak 
dünyanın geçici zevklerine aldananları ölüm yakaladığı zaman onlar için ateşten 
başka bir şey yoktur. Onlar kazandıklarıyla nefislerine zulmetmiş, kendilerini 
helâke sürüklemişlerdir. 
?Ey Muhammed! Onları 
yüreklerin ağıza geleceği, tasadan yutkunacakları, yaklaşan kıyamet günü ile 
inzâr et/uyar. Zâlimlerin ne bir dostu, ne de sözü dinlenecek bir şefaatçisi 
olur.? (40/Mü'min, 18) 
?Ey iman edenler, 
alışverişin, dostluğun ve şefaatin olmayacağı gün gelmeden evvel, sizi 
rızıklandırdıklarımızdan infak edin. Kâfirler, onlar kendilerine yazık 
edenlerdir.? (2/Bakara, 254). 
?Onlar Kitabın haber verdiği 
sonuçtan başka bir şey mi bekliyorlar? Sonuç gelip çattığı gün, önceleri onu 
unutmuş olanlar, 'Rabbimizin peygamberleri şüphesiz bize gerçeği bildirmişti, 
şimdi bize şefaat edecek var mı ki, şefaat etsin; yahut geriye döndürülsek de 
yaptıklarımızın başka türlüsünü yapsak' derler. Doğrusu uydurdukları şeyler 
onları bırakıp kaçmışlardır.? (7/A'râf, 53). 
?Koştukları ortakları, artık 
şefaatçileri değildir. Ortaklarını inkâr ederler.? (30/Rûm, 13). 
?Orada putlarıyla çekişerek, 
'vallahi biz apaçık sapıklık içerisinde idik, çünkü biz sizi âlemlerin rabbine 
eşit tutmuştuk, bizi saptıranlar ancak suçlulardır. Şimdi bizim için ne bir 
şefaatçi var, ne de yakın bir dost. Keşke geriye dönüşümüz olsaydı da, iman 
edenlerden olsaydık' derler.? (26/Şuarâ, 97-102). 
Allah'a, birtakım putları ve 
put edinilen şeyleri ortak koşan müşrikler için şefaat edilmeyecektir, onlar 
orada birbirlerini suçlayacaklar, şefaatçi edinenler ise dünyaya döndürülmeyi 
arzulayacaklar, yaptıkları yanlışları bir daha yapmamak için ve yapmaları 
gerekirken yapmadıkları şeyleri yapabilmek için. Ancak onlar için bir daha dönüş 
olmayacaktır. Âyetlerden anlaşıldığı gibi kâfirler, zâlimler, müşrikler ve 
müşrik müstaz'aflar için şefaatçi yoktur.[1] 
?Artık onlara şefaatçilerin 
şefaati fayda vermez.? (74/Müddessir, 48) 
?O'nu bırakıp da ilâhlar 
edinir miyim? Eğer Rahman olan Allah bana bir zarar vermek istese, onların 
şefaati bana fayda vermez, beni kurtaramazlar.? (36/Yâsin, 23) 
?Gökleri ve yeri altı günde 
yaratan, sonra arşa hükmeden Allah'tır. O'ndan başka bir velî ve şefaatçiniz 
yoktur. Düşünüp öğüt almaz mısınız?? (32/Secde, 4). 
 
 
 
 
 
 
 [1] 
 Cafer Tayyar Soykök, Haksöz 67, s. 35-38.



