Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
Bir Yürek Fâtihi Olarak Hz. Muhammed... İslâm Fetihlerinin Mantığı
Bir Yürek Fâtihi Olarak Hz 
 
Bir Yürek Fâtihi Olarak Hz. Muhammed... 
 
... 
 
İslâm Fetihlerinin Mantığı: 
 
 
 
?Gönülden seveceğiniz bir başka şey daha: 
Allah'ın yardımı ve yakında gerçekleşecek bir fetih.? 
(61/Saff, 13). İslâm, en kapsamlı tanımıyla bir 
hayat sistemidir. Hayat hakkında sözü olan her sistem gibi İslâm da kendi 
ilkeleri doğrultusunda hayatı değiştirmeyi ve dönüştürmeyi hedefler. 
 
Hayatı değiştirmeyi hedefleyen sistemler özleri 
itibarıyla ikiye ayrılırlar: 1) Bir iç müdâhaleyle, gönüllülük esası üzere 
hayatı değiştiren sistemler, 2) Bir dış müdâhaleyle, metazori yöntemiyle hayatı 
değiştirmeyi yöntem edinen sistemler. 
 
İç müdâhaleyi hayatı değiştirme yöntemi olarak 
benimseyen bir hayat sistemi, mutlaka inanç ve ahlâk üzerine bina edilmiş bir 
sistem olmalıdır; ki bu da genel adıyla dindir. Din, önce insandan yüreğini 
ister. İnanç esastır. İmansız bir itaati din makbul saymaz. İnanç, kalbî bir 
kabul ve red olayıdır. Zorla değil; iknâ ile gerçekleşir. İman, yürekte yanan 
bir meş'aledir, bu meş'aleyi yakmadan dışarıdan yapılacak her müdâhale zorakî 
olacaktır. Hiçbir insan zorla mü'min yapılamaz; olsa olsa münâfık yapılır; 
inanmaz, lâkin inanmış gibi yapar. 
 
Hayatı dönüştürmek için dış müdâhaleyi üslûp 
olarak benimseyen sistemler genelde ideolojilerdir. Her ideoloji sekülerdir. 
Sekülarizm, temelde kartezyen felsefeden neş'et eder. Kartezyen felsefe 
hakikatin kaynağını bölen, dünyayı âhiretten, zâhiri bâtından, formu özden, 
düşünceyi duygudan, aklı kalpten, devleti dinden ayıran indirgemeci şirk 
felsefesidir. Hayatı zorla dönüştürmek isteyen ideolojiler dinlerin aksine 
beşerî karakter taşırlar ve genel kanaatin aksine deterministtirler. Örneğin 
dinler mûcizeyi kabul ederken ideolojiler reddeder. Mûcize, aslında eşyanın 
aşkın boyutudur. Mûcizeyi kabul, katı bir determinizmin reddidir. 
 
Marksizmin Sovyetler Birliği'nde, Çin'de 
Kamboçya'da, Arnavutluk'ta ve daha birçok yerde sayısız kan dökerek yapmaya 
çalıştığı buydu. Kapitalizmin kalesi olan ABD'nin Vietnam'da, Panama'da, Kuzey 
Irak'ta silâh zoruyla, Çin'de Ortadoğu'da, Afrika'nın birçok ülkesinde para 
zoruyla, Türkiye'nin de içerisinde yer aldığı Akdeniz kuşağında, Balkanlar'da, 
Kafkaslar'da siyaset zoruyla yaptığı da aynı şeydir. Özelde Batılılaşma 
projesini Türkiye'de yaşayan halka zorla dayatanların da yaptığı budur. 
 
Bütün bu beşerî ideolojilerin amacı hayatı, 
kendi koydukları beşerî ilkeler istikametinde tepeden dönüştürmekti. Sekülarist, 
dolayısıyla pozitivist olana beşerî ideolojilerin ?iman? gibi bir sorunu yoktu. 
Aksine, onlar imana karşı başkaldırmanın ürünüydüler. Onun için de, insanların 
gönüllerini fethetmek gibi insânî bir üslûbu benimseyemezlerdi. Benimseseler de 
bu lehlerine olmazdı. Bu nedenler modernleşme projesinin Türkiye ayağının 
kendisine ihâle edildiği ünlü bir yönetici şöyle diyordu: ?Kan'la yapılan 
devrimler muhkem olur.? Vâkıa bu pek asılsız da değildi. 20. yüzyılda zorla 
dayatılan tüm sistemler bir bir çökerken Türkiye'deki resmî ideolojinin hâlâ 
yaşıyor olmasının sırrı bu sözde yatıyordu. Hangi beşerî ideolojinin daha çok 
kan döktüğühü saptamak isteyen, hangisinin daha fazla ayakta kaldığına 
bakmalıydı bu söze göre. 
 
Oysa İlâhî dinler, daima yüreğe hitap etmiş, bir 
insanı diriltmeyi bir dünyayı diriltmek gibi görmüştü. Kur'an'da bir insanı 
öldürmenin, bütün bir insanlığı öldürmek gibi olduğunu ifâde eden âyet, bu 
gerçeğin Tevrat'ta aynen böyle yer aldığını da haber veriyordu. Gerçekten de 
eldeki tahrif edilmiş Tevrat ve İncil bu anlamda ifâdeler içeriyordu. 
 
İlâhî dinlerin insana nasıl şefkat ve merhametle 
yaklaştığını Hz. Peygmaber'in şahsında görmek mümkün. Daha önce de değindiğimiz 
gibi Saâdet Çağı'nın nebevî devrimi, dünya tarihindeki hiçbir ideolojik devrimle 
karşılaştırılamayacak kadar kansız gerçekleşmiştir. 10 yıllık Medine dönemi 
boyunca, Rasûlullah'ın bizzat katıldığı 27 gazve ve katılmadığı 60 seriyye olmak 
üzere toplam 87 askerî sefer düzenlenmiştir. Siyer otoritesi Prof. Dr. Muhammed 
Hamidullah'a göre bütün bunlarda öldürülen insan sayısı 150 kadardır. Hamidullah 
bu sayıya Kureyzaoğullarından idam edilenlerin sayısını eklememiştir. Bilindiği 
gibi Kureyzaoğulları Medine'de yerleşik yahûdi kabilelerinden olup Hz. 
Peygamber'le aralarında ittifak anlaşması yapmışlardı. Ancak, Hz. Peygamber'e 
sûikast düzenlediler. Başarısız sûikast girişimi ortaya çıkınca kendilerinin 
seçeceği bir hakemin hükmüne râzı olmayı kabul ettiler. Müttefik Arap 
kabilesinin lideri Sa'd bin Ubâde'yi hakem seçtiler. Onun verdiği hükümle 
kabilenin erkekleri idam edildi. Bu idamların sayısı İbn Hişam'a göre 600-700 , 
İbn Sa'd'a göre ise 900 kişidir. En yüksek rakamı kabul edip bu sayıyla 150 
rakamını toplasak dahi her sefere 17 kişi düşmektedir. 
 
İşte rakam, topraklarının yüzölçümü 1,5 milyon 
kilometrekareye varan Batı Avrupa büyüklüğünde bir Peygamber devletinin kuruluş 
bilançosudur. Saâdet Asrı'ndaki Nebevî inkılâbının bu bilançosuyla, 1789 Fransız 
devrimi, 1917 Bolşevik devrimi ve 1923 ve sonrasının Kemalist devrimlerinin 
bilançoları karşılaştırılırsa insana verilen değer ve hürmet açıkça ortaya 
çıkacaktır. 
 
İslâm tarihinde insana verilen değeri tarihe 
geçen birçok olayda açıkça görmek mümkün. Rasûlullah'ın insan hayatına verdiği 
önemin örnekleri de saymakla bitmez. Üsâme bin Zeyd'in başına gelen, onlarca 
muhteşem örnekten biridir. Bir savaş sırasında mübârezeye tutuştuğu hasmını tam 
öldürecekken hasmı şehâdet kelimesini söylemiş, Üsâme onun canını kurtarmak için 
şehâdet kelimesini söylemiş, Üsâme onun canını kurtarmak için şehâdet 
getirdiğine hükmederek hasmını öldürmüştü. Olay Rasûlullah'a duyurulduğunda o 
denli kızmıştı ki, ondan sonra Üsâme'yi her görüşünde ?Üsâme, demek sen ?Rabb'im 
Allah' diyen birini öldürdün ha?!? diyerek kınamış, Üsâme Rasûlullah'ın bu 
ısrarlı kınayışları karşısında ne denli sıkıldığını şu sözlerle dile 
getirmiştir: ?Rasûlullah bu sözü o kadar çok tekrarladı ki, kendi kendime 
?keşke, bu olaydan sonra müslüman olsaydım!' dedim.? 
 
İslâm'ın insana verdiği bu değer yüzünden 
kitleler İslâm'a gelmekte tereddüt etmemiştir. Hatta İslâm'a girmeyenler dahi 
müslümanların insancıl davranışlarından etkilenerek müslüman olmadıkları halde 
müslümanlarla birlikte kendi dindaşlarına karşı savaşmışlardır. Bunun en tipik 
örneği Suriye'de gerçekleşmiştir. Hicrî 144 yılında Bizans imparatoru 
Juntinyanus'un, müslüman akınlarını durdurmak için Suriye'ye yerleştirdiği 
hıristiyan Slavlar müslümanların saflarına iltihak ederler. Müslümanlar da 
onları aynı yerde Bizans'a karşı konuşlandırır. Bu hıristiyan Slavlar daha 
sonraları Bizans'a karşı müslümanların saflarında savaşacaklardır (Lebeau, 
Historie du Bas-Empire, neşr. M. St. Martin, Paris 1830, c. 12, s. 27-31). B. 
Levis der ki: ?Filistin'de hıristiyan Samaritenler müslümanlara o denli yardımda 
bulundular ki, müslümanlar onların bu yardımına karşılık onları cizyeden muaf 
tutma gereği hissettiler.? (Tarihte Araplar, s. 67) 
 
Müslümanların engin hoşgörüsüne ilk kuruluşu 
müslümanlar eliyle gerçekleştirilen Kahire, Bağdat, Basra, Kûfe vb. gibi birçok 
İslâm şehrinde yer alan kilise ve havralar şâhittir. Bu gibi müslümanlar eliyle 
kurulan kentlerde bugün dahi ayakta kalan diğer dinlere âit mâbedler geçmiş 
zamanlardan intikal eden yapılar değil, sonradan yapılan yapılar olduğu 
muhakkaktır. 
 
Haçlı seferleri sırasında müslüman doktorlar 
kendi yaralılarını tedâvi ettikten sonra, muhârebe bitince hıristiyan kamplarına 
giderek düşman yaralılarını da tedâvi ediyorlardı (Garaudy, İslâm'ın 
Vadettikleri, s. 86). 
 
İslâm'ın ruhunu kavrayan her insan, diğer 
insanların ya dinde kardeşi, ya da insanlıkta eşi olduğu gerçeğinden yola 
çıkarak davranır. Bu Hz. Ali'nin tavrı ve tesbitidir. Bu ruhu kavramış 
olanlardan biri de asil insan Emir Abdulkadir'di. Cezayir'i işgal eden Fransız 
sömürgecilerine karşı 30 yıl amansız bir mücâdele verip sonunda Fransızlara esir 
düşen efsânevî komutan Emir Abdulkadir işgal rejimi tarafından Şam'a sürgün 
edilir. 1860 yılında Şam'da yerli halk tarafından yabancılara karşı başgösteren 
ayaklanma sırasında 14 bin Şam'lı hıristiyanı himâyesine alarak mutlak bir 
ölümden kurtarır (Kasım Sadullah, Hayatu'l-Emir Abdulkadir, Şirketu'l-Vatanî, 
Tunus, 1974). Bunun üzerine Papa, Emir Abdulkadir'e Pie IX nişanını verir. Verir 
vermesine de, çok değil yaklaşık bu tarihten 80 yıl sonra 1940'da Fransa, 
özgürlük mücâdelesi veren sömürgesi Cezayir'de korkunç bir katliama girişir. 
Sonuç bir milyon şehid. 
 
Hiç kuşkusuz, inanç özgürlüğü konusunda diğer 
dinlerin mensupları müslümanların gösterdiği performansı sergileyememişlerdi. 
1572 yılında Fransa'da gerçekleşen Saint Barthélemy katliamında Katolikler 
yalnızca Paris'te birkaç gün içerisinde üç binden fazla insan katletmişlerdi. 
Cieaux piskoposu Arnald Amaralicus, sapıklığından kuşkulanılan Béziers kenti 
sâkinleri için ne yapılması gerektiğini soranlara kısa bir cevap vermişti: 
?Tümünü öldürün! Tanrı, kendinden yana olanları tanır.? Bu fetvâ üzerine yaşına 
ve cinsiyetine bakılmaksızın yirmi bin'e yakın insan kılıçtan geçirildi ve kent 
yağmalandıly. 
 
Hıristiyan fanatizminin en büyük kurbanı hiç 
kuşkusuz Endülüs müslümanlarıdır. Yaklaşık yedi asır İslâm medeniyetinin 
beşikliğini yapmış olan Endülüs'ün bugününe bakanlar hıristiyanlıkla İslâm'ın 
farkını kolayca anlayabilirler. Leon ve Kostil Ferdinand'ının müslümanları 
soykırıma tâbî tutarak Kurtuba'yı ele geçirip son kale Gırnata'yı da haraca 
bağladıklarında İspanya'nın yerli halkından sonucunun ölüm olduğunu bile bile 
yine de kitleler halinde İslâm'ı seçenler oluyordu. Bu gerçeği göre ünlü İngiliz 
tarihçi Carlyle İslâm'ın kılıç zoruyla yayıldığı oryantalist tezini şöyle 
çürütüyordu: ?Haydi, siz de kılıcınıza sarılın, bakalım kılıçla oluyor mu??




 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.
 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.