Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
Tefsirlerden İktibaslar
Tefsirlerden İktibaslar 
 
Tefsirlerden İktibaslar 
 
 
 
Elmalılı Hamdi Yazır, Nisâ, 141. âyetin 
tefsirinde şöyle diyor: 
 
?Onlar sizi gözetleyip dururlar. Eğer Allah 
tarafından size bir zafer nasip olursa: "Biz sizinle beraber değil miydik?" 
derler. Şâyet kâfirlerin zaferden bir payı olursa: (Bu defa da onlara): ?Size 
üstünlük sağlayarak sizi mü'minlerden korumadık mı' derler. Allah, kıyamet 
gününde aranızda hükmünü verecektir. Allah, mü'minlerin aleyhine kâfirlere 
hiçbir yol vermeyecektir.? (4/Nisâ, 
141) 
 
?O münafıklar ki sizi gözetir beklerler? derken 
Allah tarafından size birtakım fetihler oluverirse "Biz, sizinle beraber değil 
miydik?" derler, hemen ğanîmete konmak isterler. Ve şâyet nasib kâfirlerin olur, 
zafer kâfirlere nasib oluverirse o zaman da onlara "biz size üstün gelmedik mi? 
Ve sizi mü'minlerden muhafaza etmedik mi?" derler. Onlara minnet edip bir hisse 
kapmak isterler. Bu söz başlıca iki mânâya müsaittir. Birisi: "Fırsat elimizde 
değil miydi? Biz de mü'minlerle beraber olup sizinle harbetseydik, sizi mağlub 
ve perişan etmez miydik? Halbuki siz dışardan uğraşırken biz kaleyi içinden 
fethettik, mü'minlere yardım etmedik. Sizin hesabınıza onlara propaganda yaptık, 
aldattık, kalblerine korku düşürdük ve sonunda bu sayede siz muzaffer oldunuz. 
Şu halde bu bizim mevkiimiz sizden yüksektir" demek olur ki, tefsircilerin 
çoğunluğu bunu tercih etmişlerdir. Diğeri de: "Siz müslümanları kuvvetli 
zannedip müslüman olacakken biz size yasaklamadık mı? Muhammed'in işi 
zayıflayacak siz kuvvetleneceksiniz diye sizi imandan vazgeçirmedik mi? Bakınız 
işte dediğimiz oldu, bizim kanaatimiz size galip geldi, şu halde üstünlük asıl 
bizimdir. Bu zaferin ğanîmetine sizden çok biz layıkız" demektir ki, bazı 
tefsirciler de bu mânâyı seçmişlerdir. 
 
Şu halde bu böyle kalmayacak, kıyamet gününde 
Allah aranızda hükmedecek, o zaman mü'min ile münafık tamamen seçilecektir. 
Dünyada zahir ile hükmolunur, zahirde kelime-i şehadet söyleyip müslüman 
görünene müslüman muamelesi yapılır. Fakat ahiret için ise böyle değildir. Şunu 
bilmelidir ki, Allah kâfirler için mü'minler üzerine kesin olarak yol vermez. 
Dünyada bazan kâfirler zafer kazansalar, mü'minlere hakim görünseler bile, bu 
bir yol, bir kanun, bir şeriat değil, geçici ve devamsız bir imtihan ve istidrac 
(şerre bağlı başarı)dır. Kalblere işleyecek delil ve burhandan mahrum, gelip 
geçici şeylerdir. "Adaleti yerine getirici ve Allah için şahitler" olan hak ve 
adalet ehli muhakkak onlara üstünlük sağlarlar. Dünyada olmazsa, ahirette üstün 
gelir. Allah'ın şeriatinde, hak kanunda mü'min kâfirden daima şereflidir. Onun 
altında kalmaz, onun ayağının altına düşmez. Şerefiyle ölür, hakkın şerefini 
çiğnetmez. Ve işte bu hikmetten dolayıdır ki, bir mü'min kadının kâfirle 
evlendirilmesi câiz olmaz, küfür olur. Çünkü onu onunla evlendirmek, mü'min 
üzerine kâfire yol vermek, o mü'min kadını kâfirin istilasına terketmektir. 
 
Elmalılı, Fetih sûresinin tefsirinde de şöyle 
der: Ahmed bin Hanbel, Buhâri, Tirmizî, Nesai, İbnü Mâce ve İbnu Merdûye de Ömer 
b. Hattâb (r.a.)'da şöyle rivâyet etmişlerdir: Demiştir ki; Rasûlullah (s.a.v.) 
ile seferde idik, ona bir şeyden üç kere sual ettim, cevab vermedi ben de devemi 
sürdüm, sonra topluluğun önüne geçtim ve hakkımda Kur'an indirilmesinden 
korkmuştum, çok durmamıştım bir bağıran işittim, bana bağırıyordu korktu, 
zannediyordum ki hakkımda bir şey indirildi, vardım Hz. Peygamber (s.a.v.) 
buyurdu ki: "Bu gece üzerime bir sûre indirildi, bana dünya ve onun 
içindekilerden daha sevgili: "Doğrusu biz sana apaçık bir fetih ihsan ettik. 
Böylece Allah, senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlar." (Fetih, 48/1-2). Yine 
Ahmed, Ebû Dâvud ve başkalarının Müc'mi b. Câriyete'l-Ensârî'den rivâyet 
ettikleri bir sahih hadiste Peygamber (s.a.v.)'in Hudeybiye'den hareketinden 
sonra indirilmesini ve bunun "Küraülğamim" yanında olduğunu Peygamber 
(s.a.v.)'in onu bineği üzerinde insanlara okuduğunu ifade eder. İbnü Sa'd'ın 
ondan rivâyetinde de bunun Decnân'da olduğuna delâlet vardır. Ve bu Bikai'den 
rivâyet olunmuştur. Dacnan, Kamus'ta bildirildiği üzere Mekke yakınında bir 
dağdır. Bunlar gösteriyor ki indirilmesi Mekke ile Medine arasında olmuştur. 
Böyle olanlara da Medenî denildiği bilinmektedir. Zirâ Medenî hicretten sonra 
indirilendir ki gerek Medine'de olsun gerek Mekke'de, gerek seferde; Mekkî de 
hicretten önce indirilendir. 
 
Âyetleri: Yirmi dokuzdur. Kelimeleri: Beş yüz 
altmıştır. Harfleri: İki bin dört yüz otuzdur. Fâsılası: Hep elif harfidir. 
 
Bu sûreden bir önceki 47/Muhamed sûresi ile 
arasındaki ilgi baştan sona apaçıktır: Biri önce sunulan, diğeri sonra gelendir. 
Zira yardım ve zafer mânâsına fetih, gönlü iyileştirme ile savaşa gereken 
hazırlıktır. Orada tevbe ve istiğfar ile emredilmiş, burada mağfiretin olacağı 
haber verilmiş, ona değiştirme ihtarıyla son verilmiş, buna zaferler müjdesiyle 
başlanılmıştır. 
 
İbnu Sâ'd'ın rivâyet ettiği Mücmi' b. Câriye 
hadisinde geçmiştir ki, Cebrail Aleyhisselâm, bu sûre ile indiği zaman, "Tebrik 
ederiz seni ey Allah'ın Rasûlü!" demiş; Cibril tebrik edince müslümanlar da 
tebrik etmişlerdir. Bu sûrede İslâm'ın bütün dinlere galip geleceği de vaad 
edilmiştir. 
 
Meâl-i Şerifi 
 
1- Doğrusu biz sana apaçık bir fetih ihsân 
ettik. 
 
2- Böylece Allah senin geçmiş ve gelecek 
günahını bağışlar. Sana olan nimetini tamamlar ve seni doğru yola iletir. 
 
3- Ve sana Allah, şanlı bir zaferle yardım eder. 
 
4- İmanlarına iman katsınlar diye mü'minlerin 
kalplerine güven indiren O'dur. Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır. Allah 
bilendir, herşeyi hikmetle yapandır. 
 
5- Mü'min erkeklerle mü'min kadınları, içinde 
ebedi kalacakları, altlarından ırmaklar akan cennetlere koyması, onların 
günahlarını örtmesi içindir. İşte bu, Allah katında büyük bir kurtuluştur. 
 
6- Ve o Allah hakkında kötü zanda bulunan 
münâfık erkeklere ve münâfık kadınlara, Allah'a ortak koşan erkeklere ve ortak 
koşan kadınlara azap etmesi içindir. Kötülük onların başlarına gelmiştir. Allah 
onlara gazap etmiş, lânetlemiş ve cehennemi kendilerine hazırlamıştır. Orası ne 
kötü bir yerdir! 
 
7- Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır. Allah 
çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. 
 
8- Şüphesiz biz seni, şâhit, müjdeleyici ve 
uyarıcı olarak gönderdik. 
 
9- Ki, Allah'a ve Rasûlüne iman edesiniz, ve 
bunu takviye edip, O'na saygı gösteresiniz ve sabah akşam O'nu tesbih edesiniz. 
 
10- Herhalde sana bey'at edenler ancak Allah'a 
bey'at etmektedirler. Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdi 
bozarsa ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah'a verdiği ahde vefa 
gösterirse Allah ona büyük bir mükâfat verecektir. 
 
Doğrusu biz sana apaçık bir fetih ihsan ettik. 
Geleceği açan; ileride meydana gelecek bir çok fetihlerin başlangıcı olan bir 
fetih. Bazı müfessirler bunu, Mekke'nin fethini vaad diye almışlarsa da çoğu 
müfessirler bunun Hudeybiye antlaşmasını haber verdiğini söylemişler. İbnü 
Abbas, Enes, Şa'bi ve Zühri'den de böyle haber vermişlerdir. İbnü Atıyye buna 
"Bu doğrudur." demiştir. Bilinmektedir ki, fetih aslında açmak yani kapalılığı 
gidermektir. Bir memleketi fetih de, Keşşâf'ın açıkladığı üzere harpli veya 
harpsiz, zorla veya barışla zafer kazanmaktır ki zafere erişmedikçe kapalıdır. 
"Sakın gevşemeyin, üstün olduğunuz halde barışa davet etmeyin." 
(47/Muhammed, 35) âyetine ters gibi görünen Hudeybiye antlaşmasının bir fetih 
olması sahâbeden bazılarına bile gizli kalmıştı. Cenâb-ı Allah, bunun açık bir 
fetih olduğunu açıklamıştır. Önce bir fetih olması gerçi peygamber bunda bir 
savaş için değil, bir umre niyetiyle hareket etmiş ve kurbanlıklar göndermişti 
fakat müşrikler çarpışmayı kurmuşlardı, şiddetli bir savaş olmamış, fakat iki 
taraftan ok ve mancınık atışılmış "O sizi, onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra 
Mekke'nin göbeğinde, onların ellerini sizden, sizin ellerinizi onlardan 
çekendir." (Fetih, 48/24) buyurulduğu üzere müslümanlar müşrikleri mağlûb edip 
diyarlarına sokulmuşlardı ve barış yapmaya müşrikler istekli olmuşlardı. İkinci 
olarak bunun apaçık bir fetih olmasına gelince bu barış ile ilk önce 
müslümanlığın dünyada bir devlet olarak varlığı düşmanları tarafından dahi 
tasdik edilerek bir anlaşmaya bağlanmış bulunuyordu. Böylece bu, daha sonra 
meydana çıkacak devam edecek fetihler zincirinin başı ve açıcısı olmuş ve bundan 
sonraki İslâm fetihlerinden herbiri bunun altında bir şubesi sayılacak bir 
şekilde vaad edilmiş oluyordu ki sûrenin başı bunu ilâhî bir dil ile 
açıklamaktadır. Aslında yine sûrenin içinde Feth-i karîb, (yakın fetih) diye 
işaret edildiğinden bunu pek yakından Hayber fethi takip etmiş, sonra da Mekke 
fetholunmuş, sonra da İslâm'ın bütün dinlere galip gelmesi vaad buyurulmuştur. 
Zührî demiştir ki: Hudeybiye fethinden büyük bir fetih olmamıştır. Bu sayede 
müşrikler müslümanlarla bira araya gelmeye ve sözlerini işitmeye başlamış ve bu 
onların kalplerinde yer etmiş ve bunun üzerine üç sene içerisinde bir çok kimse 
müslüman olarak İslâm'ın çoğalmasına sebep olmuştur... Bütün bunlar Muhammed 
Sûresi'nin başında geçen âyetlerin hükmünün feyzidir. 
 
2- Mübîn, açık, parlak, yahut ilerisini 
açan gösteren demektir. Cenâb-ı Allah bu fethin "mübin" olmasının hikmetini şu 
dört yönü birleştirerek açıklıyor: 1) Mağfiret, 2) Nimetin tamamlanması, 3) Bir 
doğru yola ulaştırma, 4) Benzersiz bir yardım, yani bunların herbirini ayrıca 
değil hepsini birden bir hikmet olmak üzere bir "lâm-ı akıbet" ile şöyle 
buyuruyor: ki Allah senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlar. Kâdı Beydâvî der 
ki: "Fetih kâfirlere karşı cihad ile şirkin def edilmesine ve dinin 
yükseltilmesine ve noksan şahısların yavaş yavaş kendi arzu ve istekleriyle 
olgunlaşabilmeleri için şiddetle yönlendirilmesine ve zavallı kimseleri 
zâlimlerin elinden kurtarmaya çalışmanın bir neticesi olduğu için mağfiret fethe 
sebep kılınmıştır ki maksat illet-i gâiyye, yani hikmettir. Demek olur ki 
buradaki fetih ve mağfiret Muhammed Sûresi'ndeki "Hem kendinin, hem mü'min 
erkeklerin ve mü'min kadınların günahının bağışlanmasını dile!" 
(47/Muhammed, 19) emrine uymanın cevabı ve neticesi olmuştur. Âlûsî der ki: 
"Fetih "Doğrusu biz fetih ihsan ettik." diye azamet nûnu ile isnâd olunduktan 
sonra mağfiretin "Allah senin (günahlarını) bağışlar." diye ism-i celâl ile 
isnad olunması şu inceliğe işaret olabilir ki, fethi yüce Allah birçok vasıtalar 
ile mümkün kılarsa da "mağfireti" yüce zâtı doğrudan doğruya kendisi yapar. 
Bazıları şunu izah etmişlerdir ki, büyüklerin kendilerinden biz diye mütekellim 
maalgayr sigası ile ifade âdetleri, kendilerinden meydana gelen fiillerin 
çoğunlukla hizmetkâr çalıştırmak şeklinde olmasındandır. Buna yardımın "Allah 
sana yardım eder." diye ism-i celâle isnad olunmasıyla itiraz da edilmez. 
"Zâten günahları Allah'tan başka kim bağışlayabilir." (3/Âl-i İmrân, 135) ve 
"Yardım/zafer ancak Allah katındadır." (8/Enfâl, 10) gerçeklerine işaret 
olunmuş demek daha açık olacaktır. Günahın, geçmişi ve geleceği hepsini 
kapsamasından kinâyedir. Bu şekilde peygambere bütün günahlardan mağfiretle 
temizlenme ve aklanma tebliğ edilmiştir. Ancak geçmiş tabiri farz olduğunu 
hatırlatır. Bunun için burada peygamberden işlenmiş olması mümkün olan günahın 
ne olabileceği hakkında görüş bildirilmiştir. Muhyiddîn-i Arabî gibi bazıları, 
maksadın ümmetin günahları olduğunu kabul etmişlerdir. Nitekim "Sen bir 
şüphedeysen" (10/Yunus, 94), "Eğer Allah'a ortak koşarsan, amelin boşa 
gider." (39/Zümer, 65) âyetlerinde kastedilen, Peygamber'e değil, 
dolayısıyla ümmete hitap olunduğunda görüş birliği vardır. Ancak bu tevil, "Hem 
kendinin hem mü'min erkeklerin ve mü'min kadınların günahının bağışlanmasını 
dile." âyetine yaraşmaz. Bazıları da demişlerdir ki, günahın işlenmesi 
kastedilmeyerek terkibin bütünü muahaze olunmamaktan kinâyedir Çoğu 
müfessirlerin görüşüne göre ise vahiy inmeyen konulardaki ictihadında makamına 
göre daha uygun olanın tersi şeklinde olan seçmeleridir ki "Allah seni 
affetsin, onlara niçin izin verdin?" (9/Tevbe, 43) gibi ilâhî hitap ile 
ihtar edilmiştir. Buna günah denilmesi peygamberlik makamına göredir. Çünkü 
"İyilerin iyiliği, Allah'a yakın olanların kötülüğü (gibi)dir." Buradan, bundan 
böyle peygamberlik vazifesinin yerine getirilmesinde önceki meşakkat ve 
zorlukların ağırlığının kalmayacağına da delil getirilebilir. Nitekim İnşirah 
Sûresi'nde "Ağırlığından dolayı belini büken yükünü senden alıp atmadık mı?" 
(94/İnşirâh, 2-3) buyurulmuştur. Sonuçları ve meyveleri toplanmaya başlayan 
görevlerin zorlukları başarı neşeleriyle örtülmüş olur. Ve üzerindeki nimeti 
tamamlar. Peygamberlikteki başarısına bir de mülk eklenilmek gibi dinî ve 
dünyevî nimetler ihsan eder. Ve seni bir doğru yola eriştirir Gerek 
peygamberliğin yerine getirilmesinde ve gerek devlet başkanlığının resmî 
işlerini yerine getirmede doğrudan doğruya Allah'ın rızasına ulaştıran bir doğru 
yola çıkarır ki bu yol "İşte böylece sizin insanlar üzerinde şahit olmanız, 
Rasûlün de sizin üzerinizde şahit olması için sizi orta (dengeli) bir millet 
kıldık." (2/Bakara, 143) âyetine göre bütün insanlığın örnek nümunesi olmak 
üzere İslâmî işlerin düşman etkilerinden uzak olarak yalnız hakkın uygulaması ve 
kanunu içerisinde hür irâdeyle idaresi yoludur. Gerçi istikâmet yani doğruluğun 
aslı fetihten önce de var ve gidilen yol o yol ise de, fetihten sonra 
egemenliğin resmen dışarda ve içerde tanınmasıyla hidâyet ve ilâhî muvaffakiyet 
başkaca bir açıklık ve renklilik kazanmıştır ve bundan böyle "Biz onlara 
âyetlerimizi ufuklarda ve nefislerinde göstereceğiz." (41/Fussılet, 53) 
âyetine göre büyüyüp gelişmek dönemine girmiştir. 
 
3- Onun için de buyuruluyor ki: Ve Allah seni 
şanlı bir zaferle yani benzeri bulunmaz bir yardım ve zafer ile muzaffer ve 
güçlü kılar. Bu da "Bütün dinlerden üstün kılmak için" (9/Tevbe, 33; 
48/Fetih, 28) ifâdesiyle açıklanacaktır. İşte bu fetih böyle apaçık bir 
fetihtir. 
 
Mevdûdi, Nisâ 141. âyetin tefsirinde şöyle der: 
?Onlar sizi gözetleyip-durmaktalar. Size Allah'tan bir fetih (zafer ve 
ğanîmet) gelirse: "Sizinle birlikte değil miydik?" derler. Ama kâfirlere bir pay 
düşerse: "Size üstünlük sağlamadık mı, mü'minlerden size (gelecek tehlikeleri) 
önlemedik mi?" derler. Allah, kıyamet günü aranızda hükmedecektir. Allah, 
kâfirlere mü'minlerin aleyhinde kesinlikle yol vermez.? 
 
Münâfıklar her dönemde dilleriyle müslüman 
olduklarını söyleyerek ve sözde İslâm topluluğuna katılarak İslâm'ın sağladığı 
kolaylıklardan yararlanmışlardır. Aynı zamanda kâfirlerin arasına karışıp; "Biz 
onlarla birlikte görünsek de gerçekte müslüman olmadık. Kültürde, düşüncede, 
hayat tarzında, size daha yakınız. Menfaatlerimiz ve bağlılığımız sizinkilerin 
aynısı. Bu nedenle İslâm ile küfür arasındaki çatışmada sizin yanınızda yer 
aldığımızdan emin olun" diyerek onlardan da menfaat bakımından faydalanırlar. 
 
Mevdûdi, Fetih Sûresinin tefsirinde de şöyle 
der: Sûrenin adı, ilk âyeti olan "Ey Peygamber biz sana apaçık bir fetih 
kapısı açtık," âyetinden alınmıştır. Fetih, sadece bu sûrenin adı değil, 
içeriği yönünden bir bakıma ünvanıdır da. Çünkü, Allah Teala'nın Hz. Peygamber'e 
ve müslümanlara lütfettiği Hudeybiye Antlaşması şeklinde tezahür eden o büyük 
fetihten (zafer) bahsetmektedir.




 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.
 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.