Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Ashâb-ı Kehf Tarsus'ta mı?.

Ashâb

Ashâb-ı Kehf
Tarsus'ta mı?

Ashâb-ı Kehf'in yaşadığı yer olarak gösterilen
ikinci yer Tarsus'tur. Gerçekten de Tarsus'un kuzeybatısında Encilüs veya
Bencilüs adıyla bilinen dağda Kuran'daki tariflere uygun bir mağara vardır.

Tarsus fikri birçok İslâm aliminin de ortak
görüşüdür. Kur'an tefsircilerinin en ünlülerinden biri olan Taberi, Tarihu'l-Ümem
isimli kitabında, Ashâb-ı Kehf'in mağarasının bulunduğu dağın Adını "Bencilüs"olarak
belirtmiş, bu dağın da Tarsus'ta olduğunu söylemiştir (Taberî, Tarihu'l-Ümem).

Yine tanınmış tefsircilerden olan Muhammed Emin,
dağın isminin "Pencilüs" olduğunu ve Tarsus'ta bulunduğunu belirtmiştir. "Pencilüs"
olarak telaffuz edilen isim bazen "Encilüs" olarak da söylenmektedir. Ona göre,
buradaki isim farklılığı, "B" harfinin farklı söylenmesi veya "tarih
aşındırması" denen kelimenin harf kaybından ibarettir (Muhammed Emin).

Bir diğer tanınmış Kuran alimi olan Fahreddin
Râzî de eserinde, "bu yere Efsus denilse de, buradan kasıt Tarsus'tur, zira
Efsus, Tarsus'un başka bir Adıdır" diyor (Fahreddin Râzi).

Bunlardan başka, Kadı Beyzavi'nin ve Nesefi'nin
tefsirlerinde, Celaleyn ve Tıbyan tefsirlerinde, Elmalılı'nın, Ö. Nasuhi
Bilmen'in ve diğer birçok alimin tefsirlerinde bu yerin ismi olarak "Tarsus"
verilmiştir. Ayrıca tüm bu müfessirler 17. âyetteki "güneş doğduğunda onların
mağaralarına sağ yandan yönelir, battığında onları sol yandan keser geçerdi"
cümlesini, bu dağdaki mağaranın ağzının kuzeye bakıyor olmasıyla açıklarlar
(Kadı Beyzavi'nin, Nesefi'nin, Celaleyn ve Tıbyan tefsirlerinde, Elmalılı'nın,
Ö. Nasuhi Bilmen'in tefsirlerinde).

Ashâb-ı Kehf'in yaşadığı yer, Osmanlı
İmparatorluğu zamanında da merak edilmiş ve bununla ilgili bazı araştırmalar
yapılmıştır. Başbakanlık Osmanlı arşivlerinde konuyla ilgili bir dizi yazışma ve
bilgi mevcuttur. Örneğin Tarsus mahalli idaresinin Osmanlı Devleti Hazine
Amirine gönderdiği bir mektupta, Tarsus'ta bulunan Bencilus Dağı'ndaki Ashâb-ı
Kehf mağarasının koruma ve temizliği ile ilgilenenlere maaş bağlanması
konusundaki talebini bildiren bir dilekçe ve mektup yer alır. Bu mektuba cevap
olarak, istenen maaşların devlet hazinesince ödenebilmesi için, burasının
hakikaten Ashâb-ı Kehf'in yaşadığı yer olup olmadığı konusunun araştırılması
gerektiği bildirilmiştir. Bunun için yapılan araştırmalar da Ashâb-ı Kehf'in
mağarasının yerinin tesbitinde yararlı olmuştur.

Meclis tarafından yaptırılan bir araştırmadan
hazırlanan raporda şöyle denmiştir: "Adana eyâletine bağlı bulunan Tarsus'un
kuzeyinde ve Tarsus'a iki saat uzaklıktaki dağda bir mağara bulunmaktadır ve bu
mağaranın ağzı Kuran'da bildirildiği gibi kuzeye bakar." (Ahmet Akgündüz, Tarsus
Tarihi ve Ashâb-ı Kehf).

Ashâb-ı Kehf'in kimler olduğu, ne zaman
yaşadıkları ve nerede yaşadıkları gibi konular her zaman ilgili insanları
araştırmaya yöneltmiş bu konu ile ilgili birçok yorum yapılmıştır. Ancak bu
yorumların hiçbirisi bir kesinlik içermemektedir, dolayısıyla Mağaraya sığınan
bu inançlı gençlerin hangi tarihlerde yaşadıkları, âyetlerde zikredilen
mağaranın nerede olduğu sorularına kesin cevaplar verilememektedir.

Kavimlerin helâki ile ilgili son olarak şunları
söyleyebiliriz: "Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı? Böylece kendilerinden
öncekilerin nasıl bir sona uğradıklarını görsünler. Onlar, güç bakımından
kendilerinden daha üstün idiler, toprağı alt-üst etmişler (ekmişler, mâdenler,
sular arayıp çıkarmışlar) ve onu, kendilerinin imar ettiğinden daha çok imar
etmişlerdi. Elçileri de, onlara açık delillerle gelmişti. Demek ki Allah onlara
zulmetmiyordu, ancak onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı." (30/Rûm, 9)

Buraya kadar incelediğimiz tüm kavimlerin
Allah'a başkaldırmak, O'na ortak koşmak, yeryüzünde haksız yere büyüklenmek,
insanların mallarını haksızlıkla yemek, cinsel sapmalara ve azgınlığa yönelmek
gibi ortak bazı özellikleri vardı. Bir başka ortak özellikleri ise, yanlarındaki
müslümanlara karşı baskı ve zulüm uygulamalarıydı. Müslümanları sindirmek için
her türlü yolu deniyorlardı.

Kur'an'ın bütün bunları hatırlatmaktaki amacı,
elbette tarih bilgisi vermek değildir. Kuran'da, peygamber kıssalarının "ibret"
alınması için anlatıldığı bildirilir. Önceden helâk olanlar, sonrakileri doğruya
yöneltmelidir: "Kendilerinden önceki kuşaklardan nicelerini yıkıma
uğratmamız, onları doğruya yöneltmedi mi? (Oysa bugün kendileri) onların
kaldıkları yerlerde (tarihî kalıntıları üzerinde) gezinip durmaktadırlar.
Şüphesiz bunda sağduyu sahipleri için âyetler vardır." (20/Tâhâ, 128)

Eğer tüm bunlara "ibret" gözüyle bakarsak, bugün
içinde bulunduğumuz toplumun bazı kesimlerinin de helâk olmuş kavimlerden hiç de
az sayılmayacak bir bozulma ve taşkınlık içinde olduğunu görebiliriz.

Özellikle -sosyete olarak da bilinen- "kavmin
önde gelenlerinin" önemli bir bölümü, kıssalarda anlatılan helâk olmuş
kavimlerden pek farklı değildir. Bu kesim, büyük çoğunluğu İslâm'ın hükümlerini
bildiği halde, her türlü taşkınlığı ve sapkınlığı uygulamaktan çekinmemektedir.
Müslümanlara karşı olan düşmanlıkları da herkesçe bilinmektedir.

İşin daha da ilginç yanı, içinde bulunduğumuz
toplumda sayısı oldukça kabarık bir "Lût Kavmi"nin bulunmasıdır. "Kavmin önde
gelenleri"yle birlikte toplu seks partilerine katılan homoseksüeller, Sodom ve
Gomora'lı benzerlerini geride bırakacak sapkınlıklar sergiliyorlar. Özellikle
İstanbul'da yaşayan belli bir kesim, Pompei'yi bile "aşmış" durumda...

İncelediğimiz bütün kavimler, mutlaka doğal
sebeplerle gelen âfetler neticesinde cezâlandırılmışlardır (deprem, sel,
fırtına, vs. gibi). Günümüzde aşırı giden ve eski kavimlerin işlediği suçları
işleyen toplumlar da, benzer yöntemlerle cezâlandırılabilirler. Ülkemizde de
durum pek farklı değildir. Özellikle İstanbul, halkı müslüman olan ülkeler
arasında, eşcinsellik, cinsel sapıklık, dini inkâr etme ve alaya alma, sosyal
adâletsizlik konularında önde giden bir şehir olmuştur.

Unutulmamalıdır ki Allah, dilediği anda dilediği
insanı ya da toplumu helâk edebilir. Ya da dilediğini dünya hayatı boyunca
normal bir şekilde yaşatır ve âhirette azaplandırır. Kuran'da, bu konuda şöyle
bildirilir: "İşte Biz, onların her birini kendi günahı ile yakalayıverdik.
Böylece onlardan kiminin üstüne taş fırtınası gönderdik, kimini şiddetli bir
çığlık sarıverdi, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de suda boğduk. Allah
onlara zulmedici değildi, ancak onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı."
(29/Ankebût, 40)

Kuran'da, Hz. Mûsâ döneminde Firavun ailesinden
olup da imanını gizlemekte olan bir mü'minin kavmine olan seslenişi de şöyle
aktarılır: "Dedi ki: ?Ey Kavmim, ben o fırkaların gününe benzer (bir günün
felâketine uğrarsınız) diye korkuyorum. Nûh kavmi, Âd, Semûd ve onlardan sonra
gelenlerin durumuna benzer. Allah, kullar için zulüm istemez ve ey kavmim,
doğrusu ben sizin için o feryat gününden korkuyorum. Arkanızı dönüp kaçacağınız
gün; sizi Allah'tan koruyacak yoktur. Allah, kimi saptırırsa artık onu doğruya
yöneltecek bulunmaz." (40/Mü'min, 30-33)

Gönderilen tüm peygamberler imanını saklayan bu
mü'min kişi gibi kavmini uyarmış, Kıyâmet gününü haber vermiş ve onları Allah'ın
azâbı ile korkutmuşlardır. Her peygamber ve uyarıcının hayatı bu gerçekleri
anlatmakla geçmiştir. Ancak her defasında gönderildikleri toplumlar onları
yalancılıkla, maddî çıkar elde etmeye çalışmakla ya da üstünlük peşinde koşmakla
suçlamış ve onların anlattıklarını düşünmeden, kendi yaptıklarını yargılamadan
uygulamakta oldukları sistemlerini devam ettirmişlerdir. Bir kısmı daha da ileri
giderek mü'minleri öldürmeye veya toplumdan sürmeye çalışmıştır. Peygambere iman
edip itaat eden mü'minlerin sayısı ise her defasında çok sınırlı olmuş ve Allah
yalnızca peygamberi ve ona inananları kurtarmıştır.

Aradan binlerce sene geçmesine ve mekânların,
şekillerin, teknoloji ve medeniyetlerin değişmesine rağmen bahsedilen toplum
yapısında ve inkâr sisteminde değişen pek bir şey yoktur; az önce vurguladığımız
gibi, yaşadığımız toplumun bir kesimi, Kuran'da anlatılan kavimlerin tüm
özelliklerini üzerinde barındırıyor. Tartıda adâletsizlik yapan Semûd Kavmi gibi
bugün de sahtekâr ve dolandırıcılar azımsanmayacak sayılarda. Veya cinsel
sapmaların doruğa ulaştığı Lût Kavmi'nden hiç de aşağı kalmayan ve her fırsatta
da bazı çevreler tarafından savunulan bir "eşcinseller topluluğu" var. Ya da en
az Sebe' halkı kadar Allah'ın nimetlerine nankör ve isyankâr, İrem halkı kadar
verilen zenginliğe şükretmeyen, Nûh Kavmi gibi itaatsiz ve mü'minlere karşı
alaycı, Âd Kavmi kadar sosyal adâlete önem vermeyen bir kitle, toplumun büyük
bir kesimini oluşturuyor.

Bunlar çok önemli işaretlerdir...
Unutulmamalıdır ki, toplumlarda ne türlü değişiklik olursa olsun, teknolojik
yönden ulaşılan seviye veya edinilen imkânlar, hiçbir önem taşımamaktadır.
Bunlar, kimseyi Allah'ın azâbından kurtarıcı değildir. Kuran'da bu gerçek şöyle
hatırlatılır: "Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı? Böylece kendilerinden
öncekilerin nasıl bir sona uğradıklarını görsünler. Onlar güç bakımından
kendilerinden daha üstün idiler, toprağı alt üst etmişler (ekmişler, mâdenler,
sular arayıp çıkarmışlar) ve onu, kendilerinin imar ettiğinden daha çok imar
etmişlerdi. Peygamberleri de onlara açık delillerle gelmişti. Demek ki Allah
onlara zulmetmiyordu, ancak onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı."
(30/Rûm, 9)

[1]

Tarihin
helâk olayları tekrarlanmasın, eski kavimlerin başına gelen bu âfetler, içinde
yaşadığımız toplumlara ulaşmasın istiyorsak, helâk sebeplerini tümüyle terk
etmek mecbûriyetimiz vardır. İbret alınmadığı müddetçe tarihin tekerrür
edeceğini unutmamalıyız. Kur'an sırf ibret alalım, bizden öncekilerin başına
neler gelmiş görelim ve aynı tehlikeli yolu tutmayalım diye yeryüzünde gezip
eski kavimlerin durumunu öğrenmemizi ister. Bu gerekçelerle helâk olan kavimleri
anlatır.

Türkçe'de
tehlike olarak bilip kullandığımız kelimenin aslı, helâk kavramıyla ilgilidir.
Helâk kelimesiyle tehlike kelimesi aynı kökü paylaşırlar. Tehlike (aslı,
tehlüke): Helâke Sebep olan, helâke yani yok olmaya, büyük zarara sebep
olabilecek durum demektir. İnsanlar tehlikeden, tehlikeli olan şeylerden
kaçınmak ister. Bu, doğaldır; insanın kendini koruma fıtratıyla ilgilidir. Yok
olmak, helâk olmak istemez insan. Ama insanların çoğu, tehlikenin ne olup
olmadığı ve esas tehlikeye karşı nasıl bir tedbir aldıkları konusunda çoğunlukla
aldanmaktadırlar.

Tehlike
konusu, aynı zamanda şeytanın istismârına, insanın kendi hevâsına ve çevre
putlarına uymasına da sebep olabilmektedir. Şeytan insana sanal tehlikeler
gösterir. Esas tehlikeyi unutturur, hatta insanı esas tehlikeden kurtaracak
şeyleri tehlike diye sunmaya çalışır.
İnsanları özelllikle mal ve dünyalıklar
konusunda korkuya düşürür. Onların dünyalıklara hırslarının artması için
fakirliği silâh olarak kullanır, cimriliği ve aç gözlülüğü teşvik eder. Allah
yolunda fedâkârlık yapmayı, infak etmeyi tehlike olarak gösterir. Maldan ve
dünyalıklardan başka bir kutsal tanımayan insanlar, elbette şeytanın istediği
noktaya gelen kimselerdir. Şeytan, bu gibi kimseleri çok rahat güdebilir. Onlara
çok rahat kötülükleri yapmalarını emreder. ?Şeytan sizi fakirlikle korkutur
ve size cimriliği emreder/telkin eder?? (2/Bakara, 268)

İblis, kendine bağladığı, Hakk'tan yüz çeviren
kimselerin yaptıklarının doğru, üzerinde bulundukları yolun sağlam olduğunu,
inançlarında, sözlerinde ve işlerinde bir yanlışlık bulunmadığını onlara telkin
eder. Onların yanlış ve sapık işlerini allayıp pullar. Böylece onların bu
kötülüklere devam etmelerini sağlar (27/Neml, 24; 16/Nahl, 63).

Şeytan günahı, haramları, sağlığa zararlı, birey
ve toplum için tehlikeli olan şeyleri tehlikeli olarak göstermeyip, içinde
câzibe gösterir. ?Şeytan, onların amlellerini ziynetleyip süsler.?
(16/Nahl, 63; 27/Neml, 24; 29/Ankebût, 28?). Tehlikeli olanları unutturmakla
yetinmez; insanları Allah'ın rahmetinin ve affının geniş olması ile aldatır ve
onları âhiretleri ve hatta dünyaları için tehlikeli şeylere teşvik eder,
günahları süsler. Onlara sanki 'yiyin, için, zevkinize bakın, ibâdeti sonra
yaparsınız, Allah nasıl olsa affedicidir, sizi de affeder' der. İman açısından,
âhiret ve dünya saâdeti açısından tehlikeli olan şeyleri unutturarak, te'vil
ettirerek, hiç değilse önemsiz göstererek insanları helâke sürükler. "...Sizi
ğarûr/aldatıcı (olan şeytan), sakın Allah'a güvendirerek aldatmasın."
(31/Lokman, 33; 35/Fâtır, 5)

Şeytan, insanları kendi yoluna dâvet etmek
için birtakım araçlardan yararlanır. Bu araçların başında putlara tapmak, şirk,
içki, kumar gibi şeyler gelir (5/Mâide, 90-91). Bu gibi şeyler, esasen şeytanın
pis işlerindendir. Bunlardan sakınmak, şeytanın aldatmasından kurtulmak anlamına
gelir. İçki ve kumar gibi alışkanlıklara dalanların akıl ve şuurları yerinde
olmadığı için şeytanın oltasına kolay takılırlar. Bütün kötülüklerin anası olan
içki, şeytanın işini kolaylaştırır. Şüphesiz ki İblis'in en önemli tuzaklarından
biri de içki ve uyuşturucudur. İçki, insanın hem âhireti ve hem dünyası için
ciddi bir tehlikedir. Günümüzde içkinin ve uyuşturucunun çokça tüketildiği
toplumlarda şeytanın saltanatı ve düzeni hâkimdir. O toplumlarda yaşayan
insanların çoğu, şeytanın iki ayaklı askerleri haline gelmişlerdir.

İçki gibi bütün günahlar, başta şirk ve küfür
olmak üzere insanın âhiretini ve dünyasını mahveden tehlikelerdir. Kur'an,
sırât-ı müstakîm yolcusuna bu tehlikeli hususları kırmızı ışık gibi ?haram?
işaretleriyle uyarmakta, tehlikeyi ve helâki bildirmektedir. Başta şirk olmak
üzere her çeşit haram, tehlike ve uyarı işaretleriyle, Cennet yolcusu mü'min,
yoldan sapmaması, kazâya uğramaması için İlâhî rahmet ikazlarıyla
uyarılmaktadır. Peygamberler ve onların izinden giden âlim ve sâlih insanlar, bu
yoldaki trafik görevlileri gibidir. Onların temel görevlerinden biri inzâr
(uyarı, ikaz ve korkutma)dır.

Esas
tehlike nedir?

?(Mallarınızı) Allah yolunda infak edip harcayın, kendi ellerinizle kendinizi

tehlikeye atmayın, ihsân/iyilik edin, doğrusu Allah muhsinleri, iyilik edenleri
sever.?

(2/Bakara,
195).
Bu
âyette müslümanlara, Allah yolunda mallarını infak edip harcamaları,
cimrilik edip kendi elleriyle kendilerini
tehlikeye atmamaları, iyilik etmeleri, Allah'ın, iyilik edenleri sevdiği
buyurulmaktadır.
Buhârî'nin Huzeyfe'den naklettiğine göre âyet infak/sadaka hakkında inmiştir.
Müslümanların İstanbul'u kuşattığı sırada bir müslüman, düşman saflarına hücum
edip düşmanın arasına dalmış, sonra çıkıp gelmiş, herkes ona: "Subhânellâh!
Kendisini tehlikeye attı!" diye bağırmış, Ebû Eyyûb (el-Ensârî) onlara: "Siz,
âyeti yanlış yorumluyorsunuz. Bu âyet biz Ensâr hakkında inmiştir. Allah, dinini
güçlendirip, dinin yardımcıları çoğalınca biz kendi aramızda: ?Keşke artık biz
mallarımızın başına dönsek de onlara baksak!' demiştik de Allah bu âyeti
indirdi." demiştir (Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur'an, II/361-362; İbn Kesir,
Tefsir, I/229).

Esas tehlike, Allah yolunda infak etmemek,
fedâkârlık yapmamak, cihadın tüm şûbelerini hayata geçirmede yeterli gayret
sarfetmemektir. Kısaca, Allah'ın tüm emirlerine tam bir teslimiyetle itaate
yönelmemek, tüm yasaklarından kaçmaya çalışmamaktır. Helâk budur, tehlike budur.
Esas tehlike, esas helâk; dünyada başa gelenler değil; âhiretteteki ebedî
felâketlerdir.

?Allah ile birlikte başka bir ilâha/tanrıya
tapıp yalvarma! O'ndan başka tanrı yoktur. O'nun zâtından başka her şey helâk
(yok) olacaktır. Hüküm O'nundur ve siz ancak O'na döndürüleceksiniz.?
(28/Kasas, 88).
Var eden de, helâk edip yok eden ve edecek olan
da Allah'tır. O'nun izni dışında helâk yoktur. O yüzden O istemedikçe dünyadaki
bütün insanlar ve imkânları bir araya gelse bir insana en küçük bir zarar
veremezler. O yüzden tehlike insanlardan gelecek olan şeyde değil; kendi
elimizle yapacağımız suçların cezâsı olarak Allah'ın cezâlandırmasındadır.

İnsanoğlu, suçlu olduğunu, elleriyle
yaptıklarından dolayı helâki hak ettiğini vicân mahkemesinin kararıyla
anladığından dolayı, yakın gelecekteki helâk endişelerinin cezâsını şimdiden
çekmeye başladı. Medyada sık sık yakın gelecekteki kıtlıktan, kuraklıktan, iklim
değişikliklerinden bahsediliyor.
?İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde (şehirde ve
kırda) fesat yayıldı, düzen bozuldu, ki Allah yaptıklarının bir kısmını onlara
tattırsın; belki de (tuttukları kötü yoldan) dönerler.?
(30/Rûm, 41). Toplumsal fesâda ve yeryüzünün
düzenini bozacak çevre felâketlerine yol açacak zararlı davranış ve kötü
fiillere, ibret olsun diye dünyadayken verilen karşılıklar için
?bir kısmı?
denmekte ve asıl cezânın âhirette olduğuna işaret edilmektedir.

Kur'an'a teslim olup onun hükmünü tatbik etmeyen
insanlar, kendini ve nesillerini de mahvedip helâk edilmesine sebep olacak
fesattan kurtulamıyorlar. Ozon tabakasının delinmesi, uzayın birsürü uydularla
kaplanması, ?yıldızlar savaşı? diye ad verilen, içinde toplu katliamlara yol
açacak silâhların uzayda bile cirit atması, ormanların mahvedilmesi, zararlı
zannedilerek sayısız haşeratın topraklardan, arâzilerden yok edilmesi,
denizlerin petrol ve benzeri atıklarla kirletilmesi, insanın helâkini hazırlayan
ve kısmen şimdiden cezâsını çektiği fesat cinsinden hemen sayılabileceklerdir.
Bu fesat ve fitnenin cezâsı, sadece onu yapmaktan çekinmeyen uluslara ve
devletlere has değildir. Dünyayı kirletip fesâda boğanlar, bunun cezâsını mâsum
insanlara da çektiriyorlar. Kur'an, bizi uyarmaktadır:
?Öyle bir fitneden sakının ki, o, içinizden
sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz (tüm insanlara sirâyet eder, hepsini
perişan eder). Bilin ki, Allah'ın azâbı şiddetlidir.?
(8/Enfâl, 25)
?...İçimizden birtakım beyinsizlerin işlediği
(günah ve fesat) yüzünden hepimizi helâk edecek misin? ...Bizi bağışla ve bize
merhamet et. Sen bağışlayanların en iyisisin.?
(7/A'râf, 155)

Filmlerde çeşitli tehlike sahneleri, artık
yerini helâk sahnelerine bırakıyor. Toplumsal helâk senaryoları romanların ve
filmlerin temel konusu gibi oldu. Armagedon, Altıncı Element, Yarından Sonra
gibi filmler, bir taraftan yaklaşan helâkin sinyallerini verirken, diğer yandan
bu yaşayışın çıkmaz sokağını, yolun sonunun nasıl bir helâk olduğunun cezâsını
da düşündürüyor, hatta sanal âlemde de olsa, psikolojik olarak kısmen yaşatıyor.
Küresel ısınma, çölleşme, buzullaşma gibi insanın iklim değişikliklerine sebep
olabilecek küresel fitne ve fesatlarının sonuçlarını, Allah bilir ama, bu çağın
insanı tadacağa benziyor. Batının gidişi, teknolojinin aldığı boyut, uygarlık
diye takdim edilen İslâm dışı dünya görüşünün durumu, toplu helâkleri paratoner
gibi çekiyor. Kıyâmet senaryoları yetmiyor, Tanrıyı kıyâmete zorlama(!)
faâliyetleri için Ortadoğudaki Müslümanlar, uygar Batının insanat bahçelerini
dolduranlar tarafından, sözüm ona insan eliyle helâk edilmeye çalışılıyor.
Aslında kıyâmeti, çevre felâketlerinin yol açacağı bir tabiat olayı olarak
düşünmek, Kur'an'daki kıyâmet olayını çarpıtmak demektir. Bütün bunlarla
birlikte, Kıyâmeti unutan, Kıyâmet sonrasına hazırlanmayan, hatta Kur'an'daki
Kıyâmet olayını inkâr eden insan, bunun dehşetini istemese de daha şimdiden
yaşıyor. Ne dersiniz, bu tehlikeli gidiş tümüyle helâke doğru değil mi?
Toplumlar şimdiden helâki yaşamaya başlamadılar mı? Helâk gelip çatmadı mı?!

?Başınıza gelen herhangi bir musîbet, kendi
ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber) Allah çoğunu affeder.?
(42/Şûrâ, 30)

?Sana gelen iyilik Allah'tandır. Başına gelen
kötülük ise nefsindendir.? (4/Nisâ,
79)

?Mü'minin konuşması zikir, susması fikir, bakışı
ibrettir.? (Hadis-i Şerif rivâyeti)

?Dört şeyde tehlike vardır: Sultana/yöneticilere
yakınlık, kötülerle dostluk, dünya sevgisi, kadın düşkünlüğü.?

?Kötü insanlar vardır ki, hiç iyi tarafları
olmasa, daha az tehlikeli olurlardı.?

?Helâk ve felâket gibi hoca az bulunur.?

?Bir musîbet, bin nasihatten evlâdır.?

?Helâk ve felâket gelip çatmadan önce, açık veya
kapalı bir şekilde geleceğini mutlaka haber verir.?

?Helâk ve felâket, çoğu zaman güle oynaya
gelir.?

?Büyük tehlike, asla küçük tehlikeyi göze
almadan yenilemez!?

?Hiçbir tehlikenin baş göstermeyeceğine inanmak,
çok tehlikelidir.?

?Dünyevî tehlikeler, âhiretteki büyük tehlikeden
korkan insanları yıldıramaz!?

?Korkacaksan, asıl âhiretinin mâruz kaldığı
tehlikelerden kork. Korumak istiyorsan, önce mânevî varlığını koru!?

?Onları bırak; yesinler, eğlensinler ve boş emel
onları oyalayadursun. (Kötü sonucu) yakında bilecekler!?
(15/Hicr, 3). Yakında, çok yakında!



[1] Hârun
Yahya, Kavimlerin Helâki, Vural Y.

HELÂK..
Helâk; Anlam ve Mâhiyeti
Tehlike (tehlüke)
Toplumsal Helâkler
Kur'an'da Sünnetullah ve Toplumlarla İlgili Sünnetullah Özellikleri
I.  Toplumların Yapılarıyla İlgili Sünnetullah Özellikleri
II.  Mü'min Toplumlarla İlgili Sünnetullah Özellikleri
III. Kâfir toplumlarla ilgili Sünnetullah Özellikleri
Helâk Konusunda Sünnetullah.
Helâklerin Sebepleri
Toplumların helâklerinin temel sebeplerini, âyetlerden yola çıkarak şöyle izah etmek mümkündür a- Uyarıcıları Yalanlama
b- Başlarına Gelen Belâ ve Musîbetlerden Ders Almama
c- İstikbâr (Büyüklük Taslama)
d- Zulüm
Zulmün Cezâsı
Zâlimin Dünyada Cezâlandırılması
Allah, Bazen Bir Zâlimi Diğer Bir Zâlimin Üzerine Musallat Ederek Cezâlandırır
Zâlimler Kurtulmazlar
Nice Kavim Kendi Zulümleriyle Helâk Olmuştur
Zâlim Toplumların Helâki İçin Belli Bir Ecel (Süre) Vardır
Bir Devlet, Küfür İle Ayakta Durabilir Ama Zulümle Duramaz
Zulmün Cezâsından Ümmeti Korumanın Yolları
Zulme Râzı Olmamak
Toplumsal ve Siyasal Zulme Karşı Yardımlaşmak
Zulmedenlere Az da Olsa Meyletmek
Zâlime Yardımcı Olmak
Zâlime Duâ Etmek
Müslüman Cemaatin Zâlimlere Meyletmeye Benzer Davranışlardan Sakınması
Helâk Çeşitleri a- Suda Boğulmak
b- Rüzgâr ve Sarsıntı
c- Taş Yağmuru
d- Maymunlaşma ve Domuzlaşma
Hangi Toplumlar Helâk Edildi?.
Helâkten So a
Kâfir Toplumların İmtihanı
Helâk Sırasında Kâfirlerin ?İman Ediyorum!? Demesi Fayda Vermez.
Kur'ân-ı Kerim'de Helâk Kavramı
Hadis-i Şeriflerde Helâk Kavramı
Gazâb; Helâk Kavramına Yakın Anlamı Olan Bir Cezâ. Allah'ın Sıfatı Olarak Gazap, Helâk ve Azâb
Allah'ın Gazâbına Uğrayanlar
Gazap Edilenleri Dost Edinmek
Azâb; Helâk Kavramına Yakın Anlamı Olan Diğer Bir Cezâ.
Kavimlerin Helâki
Önceki Nesiller
Nûh Tûfânı
Kuran'da Hz. Nûh ve Tûfân.
Hz. Nûh'un, Kavmini Dine Davet Edişi
Hz. Nûh'un, Kavmini Allah'ın Azâbına Karşı Uyarması
Kavmin Hz. Nûh'u Yalanlaması
Hz. Nûh'a Uyanların Küçük Görülmeleri
Allah'ın Hz. Nûh'a Üzülmemesini Hatırlatması
Hz. Nûh'un Duâları
Geminin Yapılışı
Hz. Nûh'un Kavminin Suda Boğularak Helâk Olması
Hz. Nûh'un 'Oğlunun' da Helâk Olması
Tûfân'dan Mü'minlerin Kurtulmaları
'Tûfân'ın Fiziksel Özellikleri
Geminin Yüksekçe Bir Yere Oturması
Tûfân Olayı'nın İbret Verici Olması
Allah'ın Hz. Nûh'u Övmesi
Tûfân Yerel Bir Âfet miydi?.
Gemiye Bütün Hayvanlar Alındı mı?.
Sular Ne Kadar Yükseldi?.
Nûh Tûfânı'nın Yeri
Tûfân'ın Arkeolojik Delilleri
Tûfân'dan Söz Eden Din ve Kültürler
Tevrat'ta Nûh Tûfânı
İncil'de Nûh Tûfânı
Tûfân'la İlgili Diğer Kültürlerdeki Bilgiler
Hz. İbrâhim ve Kavmi
Eski Ahit'te Hz. İbrâhim'in Doğum Yeri
Eski Ahit Neden Değiştirildi?.
Lût Kavmi ve Altı üstüne Getirilen Şehir
Lût Gölü'ndeki "Apaçık Âyetler".
Pompei de Aynı Sona Uğramıştı
Âd Kavmi ve Kumların Atlantis'i Ubar Kenti
İrem Şehri Hakkındaki Arkeolojik Bulgular
Âd Kavmi'nin İnsanları
Âd'ın Torunları Hadramîler
Âd Kavminin Pınarları ve Bahçeleri
Âd Kavmi Nasıl Helâk Edildi?.
Semûd Kavmi
Hz. Sâlih'in Tebliği
Semûd Kavmi Hakkındaki Arkeolojik Bulgular
Sulara Gömülen Firavun.
Firavunların Otoritesi
Dinî İnançlar
Tek Ta ıya İnanan Firavun; IV. Amenofis
Hz. Mûsâ'nın Gelişi
Firavun'un Sarayı
Firavun'a ve Yakın Çevresine Gelen Felâketler
Mısır'dan Çıkış
Firavun ve Adamlarının Suda Boğulmaları
Sebe' Halkı ve Arîm Seli
Sebe' Devleti'ne Gönderilen Arim Seli
Hz. Süleyman ve Sebe' Melîkesi
Hz. Süleyman'ın Sarayı
Ashâb-ı Kehf
Ashâb-ı Kehf Efes'te mi?
Ashâb-ı Kehf Tarsus'ta mı?.