Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
2- Akıl
2 
 
2- Akıl: 
 
 
 
Akıl, Allah Teâlâ'nın insana en büyük nimetidir; 
Onu, bütün gelişmiş canlılardan ayıran sade bir fark değil, bilakis insanı, 
düşünmek ve muhakeme yapmak gibi pek nadir ve parlak ayrıcalıklarla bütün 
yaratıklardan üstün kılan, yücelten ve onurlandıran olağanüstü bir 
özelliktir. 
 
Aklın sorumluluğu ve onun neyi kavrayıp neyi 
kavrayamayacağı konusu ilim tarihinde enine boyuna tartışılmıştır. Aklı 
neredeyse inkâr edenlerin yanında onun, asla şaşmaz ve her konuda yegâne ölçü 
olduğunu savunanlar da bulunmuştur. 
 
Örneğin, David Hume'ın şüpheciliği ile İmmanuel 
Kant'ın fenomenizmi, aklın, nesnel (cevherî) gerçekliği mutlak anlamda 
kavrayamayacağını savunmaktadır. Bu filozoflar, bilgi kavramına spekülatif 
birtakım açıklamalar getirmekle istikrarsız ve şaşırtıcı bir görüş ortaya 
koymuş, buna bağlı olarak da aklın rolünü küçümsemişlerdir. Buna karşın aklı 
tanrılaştıran, hatta işi akla tapmaya kadar vardıranlar bile olmuştur. 
 
İslam Tarihi'nin ilk dönemlerinde Mu'tezilîler 
olarak varlık gösteren kelâmcı bir kampın mensupları da aklı, gereğinden daha 
fazla ön plana çıkarmış, bu konudaki rijit görüşleriyle İslam'dan 
uzaklaşmışlardır. Bu cümleden olarak ?İnsan, akıl ve irâdesiyle kendi fiilini, 
bizzat kendisi yaratır.? iddiasında bulunmuşlardır. Hatta aklı o kadar 
yüceltmişlerdir ki bir şeyin hayırlı ya da şerli, iyi ya da kötü olduğunun 
ancak akılla belirlenebileceğini, bu konuda kitap ve sünnetten ayrıca bir kanıt 
aramanın gerekli olmadığını bile ileri sürmüşlerdir. 
 
Gerçekte ise akıl, ne öyledir, ne de böyle. Aynı 
zamanda akıl ne insandan bağımsız bir cevherdir, ne de bilginin kendisidir. 
Nitekim bilgi, yani ilim, Allah Teâlâ'nın sıfatlarından biridir. Bununla beraber 
O'nu akıllı olarak nitelemek doğru değildir. Yani, ?Allah (cc) Alîm'dir?, ilim 
sahibidir, denir; Ama ?Allah Akıllı'dır? denemez. 
 
Akıl, insanda doğal bir düşünme, ayırt etme ve 
yargılama gücüdür. Bu güç, esasen insanın, doğarken fıtratında karmaşık bir tür 
enerji olarak vardır. Fakat diğer melekeleri ve natürel mevhibeleri gibi akıl 
da ilk başta ham bir potansiyeldir. İnsanın zaman içinde, ruhundaki diğer ham 
yeteneklere paralel olarak gelişir ve olgunlaşır. Aklın, insandan insana 
değişen limitleri varsa da bu karmaşık farklar, nedensel zekâ dereceleri 
olarak açıklanabilir. Ama her normal insanda bulunan aklın minimum derecesi, 
evrensel gerçekleri tanımaya ve tanımlamaya elverişlidir. Aksi halde ilahî 
vahiylerin belli bir zümreye hitap etmesi gerekirdi. Bu nedenle akıl, en alt 
tabanıyla genelde herkeste bulunur ve hayvandaki içgüdüsel tercih olgusundan 
çok farklıdır. 
 
Aklın, beyinle ilişkisi olduğu kesindir. Ancak 
düşünme, ayırt etme ve yargılama olaylarının nasıl cereyan ettiği hakkında net 
ve anlaşılır bilgiler yoktur. 
 
Akıl, yalnızca iyiyi kötüden, güzeli çirkinden, 
doğruyu yanlıştan, yararlıyı zararlıdan ayırt edici olmakla kalmaz, aynı 
zamanda kavranabilir bütün gerçekleri karşılaştırmada, yorumlamada ve 
yargılamada rol alır. Bu rolü yerine getirirken de duyuların yanılmasına, ya da 
duyuları yanıltan etkenlere bağlı olarak yanılabilir. Nitekim küfür, şirk ve 
günahların birçoğu aklın söz konusu nedenlerle yanılması sonucu işlenmektedir. 
Ancak akıl aynı zamanda özgür ve denetleyici bir yetenekle yaratıldığı için 
faaliyetlerinden sorumludur. Bunun en açık kanıtı da insanın zaman zaman bizzat 
kendini suçlaması ve çok kere de kendini haklı görmesidir. 
 
Aklın iman konusu ile olan ilişkisi, onun inanma 
olayında üstlendiği yargılayıcı rolden kaynaklanmaktadır. Peygamber denen yüce 
şahsiyetin ulaştırdığı vahiy, insanın önce duyularına, sonra da duyuları 
aracılığıyla aklına hitap eder. Akıl kendi imkan ve sınırları içinde bir 
muhakeme yaparak karar verir. Onun için ikna olmada akıl, duyulara dayanan 
sınırlı bir araçtır. Nitekim sınırlarını aşmaya kalkıştığı zaman büyük 
açmazlarla karşılaşır. Örneğin, Allah Teâlâ'nın, emrettiği abdesti mantıksal 
kritiğe konu yapan bir kimse eğer: ?El, yüz ve ayakların yıkanmasına aklım 
eriyor, ama kolların yıkanmasında acaba ne hikmet olabilir ?? derse bunun 
cevabını bulamaz. Binaenaleyh akıl her zaman ölçü değildir. Aklın eksiklerini 
tamamlayan vahiydir. (Kitap ve Sünnettir.) Nitekim bu nedenledir ki henüz baliğ 
olmamış çocuk ile hiç bir ilahî mesaj almamış kimseler akıllı oldukları halde 
mükellef sayılmazlar; İbadetlerden, emir ve yasakları bilmemekten sorumlu 
değildirler. Ancak akıllı insan mesaj almamış olsa bile Allah Teâlâ'yı tanımak 
durumundadır. 
 
Şimdi de evrensel gerçekler hakkındaki 
bilgilerin insanlara ulaşmasını sağlayan araçlardan üçüncüsüne bakalım.[1] 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 [1] 
 Ferit Aydın, İslam'da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 201-203.




 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.
 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.