Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Hadis-i Şeriflerde Emânet

Hadis


Hadis-i Şeriflerde Emânet



Hadislerde; yapılan vaadlerin, özel meclislerde
konuşulan sözlerin, verilen sırların, evlenilen kadınların ve âile
mahremiyetinin birer emânet olduğu belirtilir. Emânete hıyânet eden kişiye
hıyânetle karşılık vermek yasaklanmıştır (Ebû Dâvud, Büyû' 79; Tirmizî, Büyû'
38).

?Size bir şey bırakıyorum ki, ona sarıldığınız
müddetçe sapıklığa düşmezsiniz. O, Allah'ın Kitabı'dır.?
(Müslim, Hacc 147, hadis no: 1218; İbn Mâce,
Menâsik 84, hadis no: 3074; Buhârî, (Tecrid, 1654); S. İbn Hişam, 4/251). Bir
başka rivâyette ise ümmetine Allah'ın ipi Kur'an ile Ehl-i Beytini (Ev halkını)
emânet olarak bıraktığını bildiriyor (Müslim, Fezâilu's-Sahâbe 36, Hadis no:
2408; Ahmed bin Hanbel, 5/181).

"Emânet kaybedildiği zaman yani -işler ehli
olmayanlara verildiği zaman- kıyâmeti bekle"
(Buhârı, İlim 2)

"Emânet sahibi olmayan kişinin gerçek imânı
yoktur" (Ahmed bin Hanbel, Müsned,
III, 135).

Peygamberimiz, vergi memurluğu görevi isteyen
Ebû Zerr el-Gıfârî'ye şöyle demiştir: ?Sen güçsüzsün; bu iş emânettir;
emânet, üstesinden gelemeyen kimse için kıyâmet gününde zillet ve perişanlık
doğurur.? (Müslim, İmâre 16)

"Münâfığın alâmeti üçtür. Söz söylerken yalan
söyler. Vaad ettiği, söz verdiği zaman sözünde durmaz. Kendisine bir şey emânet
edildiği zaman hiyânet eder." (Buhârî,
İman 24, Şehâdât 28; Müslim, İman 107, 108, Hadis no: 59; Ebû Dâvud, Sünne,
hadis no: 4688; Tirmizî, İman 14; Tecrid-i Sarih, 1, no: 31)

"Dört şey kimde bulunursa hâlis münâfık olur.
Kimde bunlardan bir kısmı bulunursa, onu bırakıncaya kadar kendisinde
münâfıklıktan bir haslet kalmış olur. Bunlar: Kendisine bir şey emânet edildiği
zaman hiyânet etmek, söz söylerken yalan söylemek, ahdettiğinde, söz verdiğinde
sözünü tutmamak, husumet zamanında da haktan ayrılmaktır."
(S. Buhârî, Tecrid-i Sarih, 1, no: 32)

"Aziz ve celil olan Allah, bir insan helak etmek
istedi mi, ondan önce hayayı çeker alır. Hayası bir kere gitti mi sen ona artık
herkesin nefretini kazanmış bir kimse olarak rastlarsın. Herkesin nefretini
kazanmış olarak rastladığın kimseden emânet çekilip alınır (artık o,
güvenilmeyen, kuşkulu kişidir). Kişiden emânet (güven) çekilip alınınca ona
artık hep hain ve herkesçe hain bilinen biri olarak rastlarsın. Ona hep hain ve
hıyanetle bilinen biri olarak rastladın mı, sıra ondan merhametin çekip
çıkarılmasına gelmiştir. Ondan rahmetin çıkarıldığı vakit artık ona (Allah'ın
rahmetinden) kovulmuş, lânetlenmiş olarak rastlarsın. Ona sen kovulmuş,
lânetlenmiş olarak rastlayınca ondan İslâmiyet bağı çözülüp atılır."
(İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi,
Akçağ Yayınları, 17/550).

?Allah'ım, açlıktan Sana sığınırım. Çünkü o, en
kötü yatak arkadaşıdır. Hıyânetten de Sana sığınırım. Çünkü o, çok kötü iç
duygusudur.? (İbrahim Canan, Kütüb-i
Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 7/110-111)

Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah
(s.a.s.) şöyle duâ ederdi: "Allah'ım, şikak ve nifaktan ve kötü ahlâktan sana
sığınırım." (Ebû Dâvud, Salât 367, hadis no: 1546; Nesâî, İstiâze 21, h. no:
8, 264). Bir rivâyette şöyle denmiştir: "Allah'ım! Açlıktan sana sığınırım,
çünkü o pek fena yatak arkadaşıdır. Hıyânetten de sana sığınırım, çünkü o ne
kötü huydur." (İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ
Yayınları, 7/110)

Açıklama: Şikak bölünmek, ayrılmak demektir,
ancak hadiste hakka muhalefet etmek sûretiyle haktan ayrılmaktır. Âyet-i
kerimede, "İnkâr eden kâfirler kendini beğenme ve ayrılık (şikak)
içindedirler" (38/Sâd, 2) buyurulmuştur. Şikak kelimesi farklı yorumlara
mazhar olmuştur.

Nifak, içi başka dışı başka olmaktır. Dinî
mânâsıyla zahiren Müslüman göründüğü halde bâtınen küfür içinde olmaktır. Tîbî,
"Arkadaşına, içinde gizlediğin şeyin hilâfını izhar etmendir" diye daha umumî
bir tarif sunmuştur. Bazı âlimler: "Amelde nifak, çok yalan söylemek, emânete
hıyânet etmek, sözünden dönmek, biriyle dâvaya düşünce, karşı tarafın hukukunu
çiğnemeye çalışmaktır" diye tarif etmişlerdir. Kötü ahlâk dinin reddettiği her
çeşit menfî hallerdir. Tîbî bu hadiste zikredilmiş olan şikak ve nifakın
ahlâkların en kötüsü olarak takdim edilmiş olduğunu belirttir. "Çünkü, der, bu
iki fena hasletin zararı başkalarına da sirâyet eder."

Açlık: Midenin yiyecekten boşalmasıyla hâsıl
olan histir. İnsanların hastalanmalarına ve hatta ölümlerine bile sebeple
olabilir. Hz. Peygamber (s.a.s.)'in Allah'a istiâze etmesini gerektirecek kadar
insan için ciddî neticeler hâsıl edebilecek bir duygudur. Tîbî: "Açlık insandaki
kuvvetleri zayıflatır, dimağı teşviş eder, kötü fikirler ve fâsid hayaller
ortaya çıkarır. İbadet ve murâkabe vazifelerini ihlâl eder. Bu sebeptendir ki
kişiyi geceleyin de bırakmayan yatak arkadaşına benzetti ve savm-ı visali
yasakladı" der. Daci' yatak arkadaşı demektir. Açlık, insanı geceleyin yatakta
bile bırakmayan bir duygu olduğu için daci' denmiştir. Sindî hadisi şöyle anlar:
"Secde ve rükû gibi ibâdet vazifelerine mâni olan açlık ne kötü arkadaştır."

Âlimler, belli bir disiplinle yapılmayan açlığın
ibâdet olmayacağına bu hadîsten delil getirmişlerdir. Sünnete uygun olan açlık,
ibadet sayılan oruçtur. Aksi takdirde savm-ı visâl tâbir edilen üst üste birkaç
gün aç kalmak dinen tecviz edilmemiştir.

Hıyânet, emânetin zıddıdır. Tîbî, bunu hakka
muhâlefet etmek, ahdi bozmak olarak açıklar. Bu muhâlefet bütün şer'î teklifleri
içine alır. Çünkü bir âyette: "Biz emâneti ... arzettik..." (33/Ahzâb,
72) dendiği gibi, bir başka âyette: ?Ey iman edenler Allah'a ve o Peygamber'e
ihânet etmeyin! Siz kendiniz bilip dururken kendi emânetlerinize hainlik eder
misiniz?? (8/Enfâl, 27) buyurulmuştur. Âyetlerde emânet bütün teklifleri
içine aldığı gibi, ikinci âyetteki ihânet kelimesi de hepsi hususunda ahde
vefasızlığı ve hakka muhâlefeti ifâde eder.

Hadiste geçen bitâne kelimesini huy olarak
çevirdik. Çünkü dâhilî haslet demektir. Bitâne kelimesini, Mutarrızî, el-Muğrib'de
birinin yakın ve samimî arkadaşı diye açıklar. Bu mâna da hıyânetin kötü bir
arkadaş olduğunu noktalar. İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ
Yayınları:7/110-111)

Huzeyfe (r.a.) şöyle demiştir: Bize Rasûlullah
(s.a.s.) (emânet konusunda) iki hadis söyledi. Ben bunların birini gördüm;
ötekini bekliyorum. Rasûlullah (s.a.s.) bize, (evvelâ) emânet insanların
kalplerinin derinliğine indiğini, sonra Kur'an inerek ondan ve sünnetten bir
şeyler öğrendiklerini anlattı. Sonra da bu emânetin kaldırılmasından bahsetti.
Buyurdu ki: "İnsan uykusunu uyur. (Bu esnâda) emânet kalbinden alınıverir de
ufacık bir siyah leke halinde eseri kalır. Sonra (yine) uykuya dalar. (Bu sefer)
kalbinden emânet(in kalan kısmı da) alınır. Bunun eseri de kabarcık gibi kalır.
Ayağının üzerine bir kor yuvarlanıp da nasıl kabarcık hâsıl olur ve içinde bir
şey olmadığı halde onu kabarmış görürsün! Onun gibi bir şey." Sonra ufak
taşlar alarak onları ayağının üzerinde yuvarladı (ve şöyle devam etti):
"İnsanlar (o hâle gelecek ki) alış-veriş yapacaklar; birinin doğru dürüst
hareket ettiği görülür görülmez: 'Filân oğullarında emîn bir adam var!' denecek.
Hatta bir kişinin kalbinde hardal tanesi kadar iman olmadığı halde onun
hakkında: 'O ne metin! O ne zarif! O ne akıllı adamdır!' denecek." (Huzeyfe
sözüne devamla:) 'Vallahi, öyle günler gördüm ki, sizin hanginizden alış-veriş
yapacağım diye hiç gam yemezdim. (Çünkü alış-verişte bulunduğum kimse)
müslümansa bana hıyânetten onu dini men ederdi. Hıristiyan veya yahûdi ise ona
da âmiri aman vermezdi. Bu gün ise, sizlerden falan ve filândan başka kimseden
alış-veriş yapamaz oldum." (Müslim, İman 143, hadis no: 230; Buhârî Rikak, Fiten;
Tirmizî, Fiten; İbn Mâce, Fiten)

Hadiste konu edilen emânetten murad: Zâhire göre
Allah'ın teklifi ve kullarından aldığı ahd u peymandır. Vâhidî; "Biz emâneti
göklere, yere ve dağlara arzettik..." (33/Ahzâb, 72) âyetinin tefsirinde İbn
Abbas'ın: Emânetten murâd; Allah'ın kullarına farz kıldığı ibâdetlerdir"
dediğini nakleder. Ve müfessirlerin çoğunun kavlinin bu olduğunu söyler.


Hasan-ı Basrî: "Emânetten murâd,; dindir, zira
dinin her şeyi emânettir" demiştir. Ebu'l-Âliye, "emânet, kulların emir ve nehî
olunduğu şeylerdir" diyor. Et-Tahrîr sahibi Ebû Abdullah Muhammed et-Teymî de
şunları söylemiştir: "Hadisteki emânet, âyetteki emânetin aynıdır. Âyetteki
emânet ise aynen imandır. Eğer emânet kulun kalbinde yer tutarsa o zaman kul
Allah'ın teklif ettiği şeyleri edâ etmeye çalışır ve bu teklifleri bir ganimet
bilerek îfâsına canla başla gayret eder."

Kurtubî, emâneti; "muhâfazası başkasına tevdî
edilen her şeydir" diye târif ediyor. Bu takdirde kulların muhâfaza için
birbirlerine verdikleri vedîa, âriyet vs. gibi şeyler de buradaki emânete dâhil
olur. Şerefüddin Tıybî, emâneti; "gâliba ulemânın buradaki emâneti imanla
tefsirlerine sebep, hadisin sonundaki "Kalbinde hardal tânesi kadar iman
olmadığı halde..." cümlesidir. Halbuki emâneti hakiki mânâsına
hamletmelilerdi. Çünkü hadiste: "İnsanlar (o hâle gelecekler ki) alış-veriş
edecekler; fakat hemen hiçbiri emâneti edâ etmeyecek..." buyuruluyor. Böyle
olursa hadisin sonundaki iman emânet mânâsında kullanılmış olur ki, emânetin
şânının pek büyük olduğunu gösterir ve onu edâya teşvik olur. Nitekim Rasûlullah
(s.a.s.): "Emâneti olmayanın dini de yoktur." buyurmuştur, diyor.

Emânetin evvelâ insanların kalplerine inmesi;
sonradan onu Kur'an ve Sünnetten öğrenmeleri şöyle izah olunur: Emânet
insanların fıtratında vardır. Kur'ân-ı Kerim inince ondan ve Rasûlullah
(s.a.s.)'ın sünnetinden kesb ve istifâde sûretiyle bu emâneti arttırdılar.
Hadisin mânâsı şudur: Kalplerden emânetin kalkması âhir zamana mahsustur. Emânet
yavaş yavaş kalkacak; ilk parçası kalktımı, onun nûru da kalplerden uçacak,
yerine siyah bir nokta gibi zulmet çökecek; daha sonra ikinci parçası kalkacak
ve yerine yine zulmet çökecek. Bu sûretle kalplerdeki siyah noktalar da
büyüyerek âdetâ siyah bir leke haline gelecekler. Kalplerdeki emânetin nûrunun
giderek yerine zulmetin çökmesi, insanın ayağı üzerine kor yuvarlanmasına
benzetiliyor. Kor geçtiği yeri yakarak nasıl tesir bırakır; yerine kabarcık
kalırsa emânetin nûru da öyledir. Nur gider, yerinde eseri kalır.

O zaman insanlar hâinleşecekler. Alış-verişte
hıyânet etmeyen parmakla gösterilecek ve: "filân kimse doğru adammış"
diye dillere destan olacak. Halbuki onun da kalbinde zerre kadar emânet
bulunmayacak. Hadisin bu cümlesinde emânet yerine iman tâbiri kullanılarak:
"Bir kişinin kalbinde hardal tanesi kadar iman olmadığı halde..."
buyurulmuştur. Buradaki imandan murâd, emânettir. Emânet imanın lâzımı olduğu
cihetle mecâzen ona iman denilmiştir. Yoksa, 'o adam hakikaten kâfir oldu' demek
değildir. Müslim şârihi Übbî diyor ki: Bu hadisten maksat, emâneti koruyacak;
ona hıyânette bulunmayacak fıtratta yaratılan kalplerden onun kaldırılması
halinin tefsir ve izahını haber vermektir.

Huzeyfe (r.a.)'nin: "Öyle günler gördüm ki,
sizin hanginizden alış-veriş yapacağım diye hiç gam yemezdim..." cümlesiyle
bahsettiği alış-verişi, bazıları hilâfet için bey'at, din bâbında ittifak ve
sözleşme gibi mânâlara almışsa da Kaadı Iyâz ve başkaları bu sözün hatâ olduğunu
söylemişlerdir. Hatta nefs-i hadiste bu sözü nakzeden yerler bulunduğunu Nevevî
beyan etmiş ve hadiste hıristiyanla yahûdi zikredildiğini, halbuki bunların
birbirleriyle din bâbında hiçbir zaman ittifak etmediklerini bildirmiştir.
Özetle, buradaki alış-verişten murâd, hakiki alış-veriştir.

Bu hadis-i şerif, âhir zamanda insanların dînen
bozulacaklarını, emânetin ortadan kalkacağını haber vermektedir. Zamanımız
insanlarının bu husustaki halleri ise her türlü izah ve beyandan müstağnîdir.
Demek isterim ki, vuku bulacağı on dört asır önce haber verilen muazzam bir
hâdise, bugün kimsede en ufak bir şüphe bırakmayacak derecede meydandadır. Şu
halde hadis-i şerif Rasûlullah (s.a.s.)'ın hak peygamber olduğuna delâlet eden
bir mûcizedir. (Ahmed Dâvudoğlu, S. Müslim Tercüme ve Şerhi, Sönmez Y. c. 2, s.
13-15)