Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
Bugünkü Tevrat ve İncil'e Uymanın Hükmü.
Bugünkü Tevrat ve İncil 
 
 
Bugünkü 
Tevrat ve İncil'e Uymanın Hükmü 
 
 
 
Tevrat ve İncil tahrif edildiklerine 
göre Kur'ân-ı Kerim'in, yahûdilerin kendi aralarında Tevrat'la hükmetmelerini 
istemesini nasıl izah edebiliriz? Çünkü Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyruluyor: 
?İçinde Allah'ın hükmü bulunan Tevrat yanlarında dururken seni nasıl hakem 
yapıyorlar da sonra (senin verdiğin hüküm, işlerine gelmeyince) dönüyorlar?? 
(5/Mâide, 43). Hıristiyanlar hakkında da şöyle buyruluyor: ?İncil sahipleri 
Allah'ın onda indirdiğiyle hükmetsinler. Allah'ın indirdiğiyle hükmetmeyenler 
fâsıkların ta kendisidir (onlar yoldan çıkmışlardır).? (5/Mâide, 47). Bu 
ifâdeler, ne Tevrat ve İncil'in tahrif edilmediklerini ve ne de onlarla amel 
edenlerin ebedî kurtuluşa ereceklerini gösterir. 
 
Âyetleri siyâkı içerisinde 
değerlendirmemiz gerekir. Bu âyetlerden önceki âyetlerde yahûdilerden 
samimiyetsiz bazı kimselerin muhâkeme olmak üzere Peygamberimiz'e mürâcaat etme 
isteğinde olduklarından bahsedilir. Bunlara yine yahûdilerden birtakım 
telkinlerde bulunanlar vardır: ?Muhammed size şöyle derse hükmünü kabul edin, 
değilse hükmünü kabul etmeyin? diye. Yüce Allah onların samimi olmadıklarını 
vurguladıktan sonra Peygamberimizi, onları muhâkeme etme konusunda serbest 
bırakmaktadır: ?İstersen aralarında hükmeder, istersen hükmetmezsin. Ama 
hükmedecek olursan adâletle hükmet? demektedir. 
 
Yukarıya alıntıladığımız âyetlerden 
yahûdilerle ilgili olanında hüküm konusunda tereddütleri var; istedikleri 
şekilde hükmedersen kabul edecekler, değilse kabul etmeyecekler. Yahûdi 
olduklarına göre kendi kitaplarına uysunlar, onunla hükmetsinler. Ama, aslında 
onlar ona da samimi inanmıyorlar ya! 
 
Görüldüğü gibi âyet özel bir durumu 
anlatmaktadır. Muhâkeme olmak üzere geldikleri meseleyle ilgili Tevrat'taki 
hüküm, tahrif edilmemiş hükümlerdendir. Âyet bu özel durumu anlatmakla birlikte, 
her zaman geçerli olan hukukî bir kaideyi de sözkonusu etmektedir. Şöyle ki: 
İslâm'ın hâkim olduğu bölgelerde yaşayan yahûdi ve hıristiyanlar, kendi 
aralarında cereyan eden meselelerde, dilerlerse müslüman mahkemelere mürâcaat 
eder ve İslâmî hükümlerle muhâkeme olurlar; dilerlerse kendi kitaplarıyla, yani 
Tevrat ve İncil'le muhâkeme olurlar. Bu, onların tabiî bir hakkıdır. Yalnız bu 
konuda değil; diğer hususlarda da Kur'an, ?insan haklarını? gözetir. Değişik 
inanç sahiplerine baskı yapmaz. Kendi aralarında inançları uyarınca muhâkeme 
olmalarına müsâade eder. 
 
Hıristiyanların İncil ile 
hükmetmelerini bildiren âyet de, aynı şekilde hıristiyanların kendi aralarında 
İncil ile muhâkeme olmalarına müsâadenin bulunduğunu, bunun, onların tabiî bir 
hakkı olduğunu bildirmektedir. İslâm, inanç konusunda kimseyi zorlamaz. Zor 
kullanarak ?şu dini terkedip şuna uyacaksın!? demez. Tanıdığı bu inanç 
hürriyetinin bir gereği olarak da, her din mensubunu, kendi dininin emir ve 
yasaklarına uymakta serbest bırakır, hatta kendi dinine göre muhâkeme olmak 
isterse bu konuda ona yardımcı olur. Değilse, inanç hürriyetinin bir anlamı 
kalmaz. 
 
Eğer bu âyetler, mevcut Tevrat ya da 
İncil'e uymanın Allah'ın bir emri olduğunu ve onlara uymanın ebedî kurtuluşu 
sağlayacağını anlatmış olsaydı, Peygamberimiz (s.a.s.) onları İslâm'a dâvet 
etmezdi. Tevrat ve İncil tahrife uğramamış olsalardı, yine onlara uymak ebedî 
kurtuluşu sağlamazdı. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: 
 
?Andolsun, senden önce de rasuller/elçiler 
gönderdik ve onlara da eşler ve çocuklar verdik. Allah'ın izni olmadan hiçbir 
peygamber bir âyet (mûcize) getiremezdi. Her ecelin kitabı vardır. Allah 
dilediğini siler, dilediğini bırakır; Ummu'l-Kitab O'nun katındadır.? 
(13/Ra'd, 38-39) 
 
?Her ecelin kitabı vardır.? 
Yani her dönem için bir şeriat 
vardır. O dönemde o şeriatın hükümleri geçerlidir ve o dönemde o şeriate uyma 
zorunluluğu vardır. O dönem geçtikten sonra Allah o şeriatı yürürlükten kaldırır 
ve başkasını onun yerine yürürlüğe koyar. Peygamberimiz Muhammed (s.a.s.)'in 
gelişinden sonraki dönem, artık Kur'an'ın dönemidir. Diğer kitaplar ecellerini 
doldurmuş ve yürürlükten kaldırılmışlardır. Ayrıca, Hz. Muhammed (s.a.s.)'i 
peygamber olarak kabul 
edip onun getirdiklerine uymak, Tevrat'ın da İncil'in de emirlerinin bir 
gereğidir. Çünkü her iki kitap da Hz. Muhammed (s.a.s.)'in geleceğini haber 
vermişlerdir. 
 
Tevrat'ın Tesniye bölümünde şöyle 
denilmektedir: ?Onlar için kardeşleri arasında senin gibi peygamber çıkaracağım; 
ve sözlerimi onun ağzına koyacağım, ve onlara emredeceğim her şeyi onlara 
söyleyecek. Ve vâki olacak ki, benim ismimle söyleyeceği sözlerimi dinlemeyecek 
adamdan ben intikam alacağım. O peygamber benim ona emretmediğim hiçbir sözü 
kendiliğinden söylemeyecektir. Çünkü böyle bir davranışın ne kadar ağır olduğunu 
o peygamber kesin olarak bilir.? (Kitab-ı Mukaddes, Tesniye, 18/18-20). Yine 
aynı bölümde şöyle denilmektedir: ?Beni ilâh olmayan şeylerle kıskandırmak ve 
aslı astarı olmayan şeylere tapmakla öfkelendirmek istediler. Ben de 
kavimlerinden olmayan câhil bir kavimden çıkarıp göndereceğimle onları 
öfkelendireceğim.? (Kitab-ı Mukaddes, Teksniye, 32/21). Bu câhil kavim 
Araplardır. Çünkü o zaman Araplar en bilgisiz, en iptidâî bir kavimdi. Şeriat ve 
medeniyet hakkında bilgileri yoktu. Yahûdiler onlara ümmî, yani okuma yazma 
bilmez câhil kavim ismini vermişlerdi. 
 
Hz. İsa (a.s.) da, Tevrat'ta 
kendisinin zikredildiğinden bahsederek Tevrat'a inananların kendisine uymaları 
gerektiğini söylemiştir. Yuhanna İncil'inde şöyle denilmektedir: ?Sanmayın ki 
Pederin önünde sizi suçlayacak benim; sizi suçlayacak olan, kendisine umudunuzu 
bağlamış olduğunuz Mûsâ'dır. Eğer siz Mûsâ'ya iman etmiş olsaydınız, bana da 
iman ederdiniz; çünkü o benim hakkımda yazmıştır. Fakat onun yazdıklarına iman 
etmezseniz, benim sözlerime nasıl iman edeceksiniz?? (Kitab-ı Mukaddes, Yuhanna 
İncili, 5/45-47) 
 
Aynı şekilde Peygamberimiz Hz. 
Muhammed (s.a.s.) de Hz. İsa (a.s.) tarafından müjdelenmiştir. Yuhanna İncilinde 
Hz. İsa'nın şöyle dediği nakledilmektedir: ?Fakat şimdi beni gönderene gidiyorum 
ve aranızda hiç biriniz bana: Nereye gidiyorsun? diye sormuyor. Bunları size 
söylediğim için kalbinizi keder kapladı. Bununla beraber size gerçeği söylüyorum: 
Benim gitmem sizin için hayırlıdır. Çünkü gitmezsem size yardımcı gelmeyecektir, 
ama gidersem onu size göndereceğim. O gelince günah, doğruluk ve yargı konusunda 
dünyayı ikna edecektir.? (Kitab-ı Mukaddes, Yuhanna İncili, 14/415-16). Başka 
bir yerde de şöyle demektedir: ?Beni seviyorsanız emirlerimi yerine getirirsiniz. 
Ben de Pedere yalvaracağım; o size, ebediyete kadar sizinle kalacak bir yardımcı 
verecektir.? (Kitab-ı Mukaddes, Yuhanna İncili, 16/5-8) 
 
Görüldüğü gibi gerek Tevrat, 
gerekse İncil Peygamberimiz Muhammed (s.a.s.)'in geleceğini haber vermiştir. O 
halde Hz. Muhammed'i peygamber olarak bilmek ve tebliğ ettiklerine uymak, Tevrat 
ve İncil'in de âmir hükümleridir. Burada şöyle bir itiraz akla gelebilir: ?Siz 
hem Tevrat ve İncil'in tahrif edildiklerini söylüyorsunuz, hem de mevcut Tevrat 
ve İncillerden nakiller yaparak birtakım sonuçlara varmak istiyorsunuz. Bu bir 
çelişki değil midir?? Biz, bu kitapların tahrif edildiklerini söylerken baştan 
sona tahrif edildiklerini, tamamen uydurma mahsûlü olduklarını söylemiyoruz. 
Hele bu kitaplarda anlatılanları Kur'an da doğruluyorsa mesele tamamen değişir. 
Nitekim Kur'ân-ı Kerim de Hz. Muhammed'in geçmiş kitaplarda müjdelendiğini, 
Ehl-i Kitab'ın, gerçekte Hz. Muhammed'in bir peygamber olduğunu bildiklerini 
haber vermektedir: ?Kendilerine kitap verdiklerimiz onu öz oğullarını 
tanıdıkları gibi tanırlar. 
Buna rağmen onlardan bir grup bile 
bile gerçeği gizlerler.? 
(2/Bakara, 146) 
 
O halde Hz. Muhammed (s.a.s.)'in 
peygamberliğine inanmak, Tevrat ve İncil'in de bir emridir. Ancak Ehl-i Kitab'ın, 
?Muhammed'in bir peygamber olduğunu kabul ediyoruz? deyip Tevrat ve İncillere 
uymaya devam etmeleri onlar için ebedî kurtuluşu sağlamaz. Bazıları Bakara 
Sûresindeki: ?İman edenlerle yahûdiler, hıristiyanlar ve sabiîler (bunlardan) 
her kim, Allah'a ve âhiret gününe inanır, sâlih amel işlerse elbette onlara, 
Rableri katında mükâfat vardır; onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.? 
(2/Bakara, 62) âyetini delil göstererek yahûdiler Tevrat'la, hıristiyanlar 
da İncil'le amel ederlerse ebedî kurtuluşu yani cenneti hak edeceklerini 
söylerler. Derler ki: Âyette üç unsur zikredilmiştir: Allah'a iman, âhirete iman 
ve bir de sâlih amel. Kim zikredilen bu üç hususu kendinde bir araya getirirse 
ebedî kurtuluşu hak etmiştir. Her şeyden önce şunu belirtelim ki, Kur'an'dan bir 
âyet alıp Kur'an'ın o konuyla ilgili diğer âyetlerini hesaba katmadan sonuca 
varmak doğru değildir. Sağlıklı bir sonuca varabilmek için konuyla ilgili diğer 
âyetler de hesaba katılmalıdır. Olur ki bir âyette meselenin bazı unsurları 
zikredilmiş, diğer bir âyet veya âyetlerde ise meselenin diğer unsurları 
zikredilmiştir. Meselâ, ?Ey iman edenler; Allah'a, peygamberine, peygamberine 
indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman ediniz. Kim Allah'ı, 
meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve kıyâmet gününü inkâr ederse tam 
mânâsıyla sapıtmıştır.? (4/Nisâ, 136) âyeti, yukarıdaki âyette söz konusu 
edilen iman unsurlarına yenilerini ilâve etmektedir. 
 
O halde yukarıdaki âyet, konuyla 
ilgili unsurlardan sadece bazılarını ihtivâ etmektedirl. Eğer bu konuda bir 
sonuca varmak istiyorsak, konuyla ilgili bütün âyetleri, Kur'an'ın bütünlüğü ve 
sistematiği içerisinde ele almalıyız. Yüce Allah, Ehl-i Kitab'tan bahisle şöyle 
buyurmaktadır: 
 
?Eğer onlar da sizin iman ettiğiniz 
gibi iman ederlerse doğru yolu bulmuş olurlar. Şayet yüz çevirirlerse, mutlaka 
anlaşmazlık içine düşerler. Onlara karşı Allah sana yeter. O, işitendir, 
bilendir.? (2/Bakara, 137). 
 
Bu âyetten de anlaşıldığı gibi Ehl-i 
Kitab olsun, başkaları olsun, ebedî kurtuluşa ermeleri için, Kur'an'da 
anlatılanların tamamına iman etmeleri gerekir. Muhammed (s.a.s.), insanlığın 
tamamına gönderilmiş bir peygamberdir. İnanılacak şeyler konusunda 
getirdiklerine iman etmek zorunlu olduğu gibi, diğer hususlarda getirdiği 
tâlimâtlara da uymak gerekir. Yüce Allah, Ehl-i Kitab'a hitâben şöyle 
buyurmaktadır: 
 
?De ki: ?Ey insanlar! Gerçekten ben 
sizin hepinize, göklerin ve yerin sahibi Allah'ın rasûlüyüm/elçisiyim. Ondan 
başka ilâh yoktur. O, diriltir ve öldürür. Öyleyse Allah'a ve O'nun ümmî 
Rasûlüne, Allah'a ve O'nun kelimelerine gönülden iman eden Rasûlüne iman edin ve 
ona uyun ki, doğru yolu bulasınız.? 
(7/A'râf, 158) 
 
O halde yahûdi ve hıristiyanların 
nazarî olarak Hz. Muhammed'in peygamberliğine inanmaları onları kurtarmaz; doğru 
yolda olabilmeleri için ona tâbi olmaları gerekir. Başka bir âyette de şöyle 
buyrulmaktadır: 
 
?Ondan önce kendilerine kitap 
verdiklerimiz, ona da iman ederler. Onlara (Kur'an) okunduğu zaman, ?ona iman 
ettik. Çünkü o, Rabbimizden gelmiş hakikattir. Esasen biz daha önce de müslüman 
idik' derler. İşte onlara, sabretmelerinden ötürü mükâfatları iki defa 
verilecektir.? (28/Kasas, 
52-54). 
 
Mevcut Ehl-i Kitab'tan kurtuluşa 
erecek olanlar, işte bunlardır; Kur'an'a iman eden ve onun tebliğâtıyla amel 
edenlerdir. 
 
Görüşlerine delil olarak ileri 
sürdükleri âyet, yahûdi ve hıristiyanların kendi kitaplarıyla amel ettikleri 
takdirde kurtuluşa ereceklerini söylemiyor. Tevbe kapısının onlara için de açık 
olduğunu; Allah'a ve âhiret gününe samimi olarak iman etmeye, sâlih amel 
işlemeye dâvet ediyor. Böyle davrandıkları takdirde cennete gireceklerini 
söylüyor. Ancak Allah'a iman, O'nun indirdiği Kur'an'a, gönderdiği peygambere 
iman etmeyi ve getirdiği tâlimâta göre amel etmeyi de gerektirir. 
 
Muhammed (s.a.s.)'in gelişiyle önceki 
dinlerin hükmü artık kalkmıştır ve kurtuluş yolu, onun tebliğ ettiği İslâm 
dinidir: 
 
?Kim İslâm'dan başka bir din ararsa, 
bilsin ki kendisinden kabul edilmeyecek ve o, âhirette kaybedenlerden 
olacaktır.? (3/Âl-i İmrân, 
85). 
 
Âyet, Hz. Muhammed (s.a.s.)'in 
gelişinden sonra kabul edilecek dinin, sadece onun getirdiği tebliğattan oluşan 
din olduğunu anlatmaktadır. Çünkü âyet, Ehl-i Kitab'ın sapmalarını ve onları 
Muhammed (s.a.s.)'e inanmaya ve onun peşinden gitmeye dâveti konu alan Âl-i 
İmrân sûresinde geçmektedir. Sûrenin başından itibaren bu âyete gelinceye dek 
sûre tamamen Ehl-i Kitab'ı ilgilendirmektedir. Onların hak yoldan sapmaları 
anlatılmakta ve Muhammed (s.a.s.)'in getirdiği dinin hak olduğu; ona tâbi 
olmaları gerektiği anlatılmaktadır. Sûrede, bu âyette önce zikredilen ve konumuz 
açısından dikkat çeken iki âyet vardır. Bu âyetlerden birincisi: 
 
?De ki: ?Eğer Allah'ı seviyorsanız 
bana tâbi olun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.? 
(3/Âl-i İmrân, 31). 
 
Âyet, Ehl-i Kitab'a hitap etmekte ve 
Allah'ın sevgisini kazanabilmelerinin, ancak Muhammed (s.a.s.)'e tâbi 
olmalarıyla mümkün olacağını anlatmaktadır. Hz. Muhammed'e tâbi olmak, ona 
inanmanın yanı sıra tebliğatının tamamına uymayı da gerektirir. 
 
İkinci âyet ise: ?Allah, 
peygamberlerden söz almıştı: ?Bakın, size kitap ve hikmeti verdim, sonra 
yanınızda bulunan (kitaplar)ı doğrulayıcı bir peygamber geldiğinde, ona mutlaka 
inanacak ve ona mutlaka yardım edeceksiniz! Bunu kabul ettiniz mi? Ve bu hususta 
ağır ahdini üzerinize aldınız mı?' demişti. ?Kabul ettik' dediler. ?O halde 
şâhit olun, Ben de sizinle beraber şâhit olanlardanım' dedi.? (3/Âl-i İmrân, 
81). 
 
Âyet, peygamberlerin dili üzere Ehl-i 
Kitab'tan söz alındığını; Muhammed (s.a.s.) geldiğinde ona tâbi olacaklarına ve 
ona destek olacaklarına dair söz vermiş sayıldıklarını anlatmaktadır. İşte 
kendilerinden alınan bu söz gereğince onlar, Muhammed (s.a.s.), peygamber olarak 
gönderildiğinde ona tâbi olmak ve onu desteklemek mecbûriyetindeler. Allah'a 
teslim olmanın gereği budur. Bu nedenle yukarıdaki âyette sözkonusu edilen ve 
kabul edilmesi gereken dinin İslâm olduğu söylenirken bununla Muhammed 
(s.a.s.)'in tebliğatından oluşan ?İslâm dini?dir. 
 
Günümüzde mevcut dinler arasında İslâm 
dini olmakla isimlendirilebilecek tek din vardır ve o da Muhammed (s.a.s.)'in 
tebliğatının toplamıdır. ?Bugün size dininizi ikmâl ettim ve üzerinizdeki 
nimetimi tamamladım ve din olarak sizin için İslâm'ı seçip râzı oldum.? 
(5/Mâide, 3) âyeti bu hususu açıkça ifâde etmektedir. Demek ki Kur'an'ın 
tebliğatı, daha önceki kitapların tebliğatını tamamlamakta ve daha önceki 
tebliğatlar İslâm olarak isimlendiriliyorsa da, bundan böyle tamamlanmış şekline 
İslâm denilecektir. Başka bir ifâdeyle önceki kitaplara kendi dönemlerinde 
onlara teslim olmak İslâm ise, Kur'an'ın inişinden sonra Kur'an'a teslim olmak 
İslâm'dır. 
 
A'râf sûresinde de, kurtuluşa erecek 
Ehl-i Kitab'ın, Muhammed (s.a.s.)'e inanan, emrettiklerini emir, yasak 
ettiklerini de yasak bilen ve tüm hususlarda ona tâbi olanların olduğu açıkça 
anlatılmaktadır: 
 
?Onlar ki yanlarındaki Tevrat ve 
İncil'de yazılı buldukları o rasûle/elçiye, o ümmî peygambere (Muhammed'e) tâbi 
olurlar. O (peygamber) ki, kendilerine iyiliği emreder, kendilerini kötülükten 
men eder; onlara güzel şeyleri helâl, çirkin şeyleri haram kılar ve 
üzerlerindeki ağırlıkları, sırtlarındaki zincirleri kaldırıp atar. Ona inanan, 
destekleyerek ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla beraber indirilen 
nûra tâbi olanlar, işte kurtuluşa erenler onlardır.? 
(7/A'râf, 157) 
 
 
 
Hz. Muhamed (s.a.s.) sadece müşrikleri 
değil; Ehl-i Kitab'ı da kendisine iman etmeye ve tebliğ ettikleriyle amel etmeye 
çağırmıştır. Hatta İslâm'a girmez, Muhammed (s.a.s.)'in tebliğatına uymazlarsa 
kendileriyle yapılacak savaş sonucunda cizye vermek mecbûriyetinde kalırlar: 
 
?Kendilerine kitap verilenlerden 
Allah'a ve âhiret gününe inanmayan, Allah ve Rasûlünün haram kıldığını haram 
saymayan ve hak dinini kendine din edinmeyen kimselerle, küçülerek elleriyle 
cizye verinceye kadar savaşın.? 
(9/Tevbe, 29) 
 
Belli bir dönem için gönderilmiş olan 
kitaplar, dönemlerinin son bulmasıyla yürürlükten kalkarlar, yani nesholunurlar. 
Bu anlamda Kur'an, kendinden önceki kitapları neshetmiştir. Kur'an'ın, Tevrat ve 
İncil'i neshetmesi sözkonusu olmasaydı bile, bu kitaplar tahrife uğradıklarından 
onlarla amel etmek, mahzâ Allah'ın emirleriyle amel etmek anlamına gelmez. 
 
Nesh, Kur'an'ın gönderilmesiyle 
gündeme gelmiş bir mesele değildir. Önceki şeriatler arasında da nesh sözkonusu 
olmuştur. Nitekim bazı emirlerin neshi, bugün elimizde bulunan Tevrat ve 
İncillerde de anlatılmaktadır. Neshin bedâ ile ilgisi yoktur. Allah katında 
önceden bilinen bir planlamadır. 
 
Kur'an'ın kendinden önceki kitapları 
doğrulaması, onları neshetmediği anlamına gelmez. Bu kitapların asıllarının 
İlâhîliğini ve dönemlerinde geçerli olduklarını doğrulamak anlamına gelir. 
Günümüzde ebedî saâdete ermenin yolu, Hz. Muhammed (s.a.s.)'e peygamber olarak 
inanmak ve tebliğatıyla amel etmekten geçer. Ayrıca bu tebliğata uymak, Tevrat 
ve İncil'e inanmanın da bir gereğidir. Çünkü her peygamber, kendinden sonra 
gelecek peygamberi müjdelemiş ve etbâına kendinden sonra gelecek peygambere tâbi 
olmalarını emretmiştir. (6)




 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.
 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.