Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
4) Zekâttan Kölelerin Özgürlüğü İçin Pay Ayrılması
4 
 
4) Zekâttan Kölelerin Özgürlüğü İçin Pay 
Ayrılması: 
 
Kur'ân-ı Kerim'in zekât 
verilecek kişilerden olarak köleleri zikretmesi (9/Tevbe, 60) bizzat devlet 
eliyle köleliğin kaldırılmaya çalışılmasına çarpıcı bir örnektir. Çünkü zekâtı 
toplayan, organize eden, dağıtan İslâm devletidir. Ayrıca, İslâm hukukunda 
mecburi veya kanuni olarak köle âzâdının gerektiği yerlerden bahsedilmektedir. 
Meselâ savaş esnâsında müslümanlara sığınan İslâm'ı kabul etmiş bir köle 
hürriyetine kavuşur. Bir'den fazla sahibi bulunan köle, âzâd edilmeyen payın 
bedelini efendisine ödemekle mükelleftir. Yine bir kimse kölesini kendisinin 
ölümünden sonra hürriyetine kavuşturmak üzere âzâd edebilir.[1] 
 
Kur'an'ı en iyi anlayan ve 
hayata geçirilmesinde müslümanlar için örnek olan Allah Rasûlü'nün vefat 
ettiğinde bir tek kölesi bile bulunmayışı[2] 
bizler için çok önemli bir ipucudur. Köleliğin kaldırılmasına yönelik hükümler 
gerek Kur'an'da, gerekse rasûl'ün sünnetinde açıktır. Konunun esas can alıcı 
noktası, bizzat İslâm'ın var olanın dışında, hür olan insanları köleleştirip 
köleleştirmediği hususudur. 
Genelllikle bu konuyla ilgili 
yapılan araştırmalarda İslâm'ın savaş esirleri dışında köleliğe giden yolları 
tamamen kapattığı belirtilip, akabinde de niçin savaşta esir alındığı konusunda 
da açıklamalarda bulunulur.[3] 
Burada üzerinde önemle durulması gereken bir nokta vardır ki, o da, ?köle? ve 
?esir? kavramlarının aynı anlama gelmediğidir.[4] 
Kısaca tarihini vermeye çalıştığımız anlamda köle, alınıp satılan bir mal 
hükmündedir. Esir ise ?savaş tutsağı?dır. O halde soru; ?İslâm, esirlerin 
köleleştirilmesine izin veriyor mu? Hz. Peygamber esirleri köle haline getirmiş 
midir?? şeklinde sorulmalıdır. 
Öncelikle, esirlerle ilgili iki 
âyet ve bu çerçevede Rasûl'ün uygulamalarına bakalım: 
?Yeryüzünde ağır basıncaya 
(küfrün belini kırıncaya) kadar, hiçbir peygambere, esirleri bulunması yaraşmaz. 
Siz geçici dünya malını istiyorsunuz, halbuki Allah (sizin için ebedî olan) 
âhireti istiyor. Çünkü Allah azizdir (dostlarını düşmanlarına gâlip kılar), 
hakîmdir (dünyanın mı âhiretin mi daha hayırlı olduğunu pek iyi bilir). (Yanılma 
ile verilen hükümlerden ötürü azap etmeme hususunda) Allah tarafından önceden 
belirlenmiş bir hüküm olmasaydı, aldığınız fidyeden dolayı size mutlaka bir azap 
dokunurdu. Artık elde ettiğiniz ganimetten helâl ve temiz olara yiyin ve 
Allah'tan korkun. Şüphesiz ki Almlah bağışlayan ve merhamet edendir.? (8/Enfâl, 
67-69). 
Bu âyet Hz. Peygamber'in Bedir 
Gazvesinden sonra ashâbıyla görüşüp esirlerin fidye karşılığında salıverilmesini 
kararlaştırması üzerine nâzil olmuştur. İbn Abbas'a göre bu savaşta esir almanın 
hoş karşılaşmaması, müslümanların o sırada zayıf durumda bulunmaları 
sebebiyledir.[5] 
Bazı âlimler bu âyetin (8/Enfâl, 67) aşağıda mealini vereceğimiz Muhammed 
sûresi 6. âyetini neshettiği görüşündeyken, bazı açıklamalarda da yukarıdaki 
âyetin savaş esirlerinin kaderiyle ilgili genel geçer bir kural olmayıp Allah'ın 
gerçek irâdesinin şu âyetteki esirlerle ilgili hükümler olduğu söylenmektedir.[6] 
 
"(Savaşta) İnkâr edenlerle 
karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun. Nihâyet onları iyice vurup sindirince 
bağı sıkıca bağlayın (onları esir alın). Ondan sonra artık ya lütfen bırakır 
veya karşılığında fidye alırsınız. Harp, ağırlıklarını bırakıncaya (savaş sona 
erinceye) kadar (böyle yaparsınız.). Allah dileseydi (kendisi) onlardan öç 
alırdı, fakat sizi birbirinizle denemek için (size savaşı emrediyor). Allah, 
kendi yolunda öldürülenlerin yaptıkları işleri zâyi etmeyecektir." 
(47/Muhammed, 4) 
Birinci âyette fidye 
alınmasının eleştirilmesi müslümanların henüz zayıf durumda olduğu bir dönemde 
düşmanın tamamen yerle bir edilmesinin, düşman açısından da psikolojik olarak 
daha etkileyici olmasındandır. İkinci âyetin müslümanların mutlak zaferinin 
düşünülebildiği bir dönemde geldiği görülürse, esirlere muâmele konusundaki 
âyetlerin hukukî olmaktan çok siyasi olduklarını görürüz.[7] 
 Ancak, âyetlerde esirlerin köle edilebilirliği konusunda bir hükme 
rastlamamaktayız. Nitekim Hz. Peygamber, Bedir savaşında 70 esir almış, bu 
esirlerin bir kısmından fidye alınmış, okuma-yazma bilenlerden ise on kişiye 
okuma-yazma öğretmeleri şart koşulmuştu ve mâlî imkânları yeterli olmayan yedi 
esir ise karşılıksız serbest bırakılmıştı. Beni Mustalik gazvesinde esir edilen 
600 kişinin içinden Hz. Peygamber, bir kabile reisinin kızıyla evlendi ve 
müslüman askerler de esirlerin bırakılmasına râzı oldular. Ayrıca Mekke fethinde 
Hz. Peygamber, herkesin serbest bırakılmasını istemesi üzerine, karşılıksız 
bırakmayan sahâbeye Beytülmâlden fidye ödeyerek esirleri serbest bırakmıştır.[8] 
Rasûlullah'ın uygulamalarından çıkarılacak sonuç, onun esirlerden herhangi 
birini köle yaptığının sâbit olmayışıdır.[9] 
 
Muhammed Sûresi 4. âyete dikkat 
çeken Reşid Rıza, esirleri ya fidye karşılığında ya da karşılıksız serbest 
bırakma arasında muhayyer olduğumuzu, dolayısıyla bu âyetin İslâm'da, köleliğe 
yeniden başlangıç yapmanın ortadan kaldırıldığı şer'î bir temel sayıldığını 
vurguluyor.[10] 
Bunun yanında imamın nâdir durumlarda da olsa köleleştirme yetkisinin olduğunu 
ekliyor. Esirler için serbest bırakma ya da fidye karşılığı salıverme 
seçenekleri âyetle (47/Muhammed, 4) belirtildikten sonra yine de imamın 
köleleştirme yetkisinin bulunduğunun belirtilmesi, diğer fıkıh kitaplarında da 
yer almaktadır.[11] 
Kanaatimizce esirlerin, şartlara bağlı olarak gelişen herhangi bir siyasi durum 
gereğince, İslâm topraklarında alıkonulması ve doğal olarak özgürlüklerinin 
kısıtlanması -ki savaşa çıkan herkes bunları baştan kabullenmektedir- köle 
statüsünde olduklarına hükmetmek için yeterli sebep değildir. Bu nedenle 
esirlere uygulanacak herhangi bir kısıtlamanın köleleştirme anlamında 
anlaşılmasının, köle ve esir kavramlarının farklılığı gözönünde bulundurularak 
doğru olmadığı kanaatindeyiz. 
Rasûlullah'ın uygulamalarında 
her ne kadar az da olsa, rivâyetlerde geçen esirlerin müslüman âilelere 
dağıtılması, onların mülkiyetlerine verilmesi değil; onların Batı'da görüldüğü 
gibi kamplarda olumsuz şartlarda barındırılmaktansa, merhamet ve insan haklarına 
riâyet ölçüsünde müslüman toplumun içinde bulundurulmalarının bir göstergesidir. 
Rabbimiz Kur'an'da bir yerde cennet ehlinden bahsederken, onların 
davranışlarından biri olarak; sevdikleri yemeği yoksula, yetime ve esire 
yedirmeleri olduğunu belirtmiştir (76/İnsan, 8). Örneğin, Hicretin 8. senesinde 
Arap Hevâzin kabilesinin esirleri askerler arasında taksim edilmişti. Ancak, 
kabilenin İslâm'ı kabul ettikten sonra vâki olan ricâlarına cevap olarak hepsi 
serbest bırakılmışlardır. İçlerinden esirleri bırakmak istemeyenlere devlet 
tarafından tazminat verilmiştir.[12] 
Bu ve benzeri örnekler esirlere uygulanan muâmelenin tarihte anlaşılan şekliyle 
köleleştirme sayılamayacağını göstermektedir. 
Rasûlullah'tan sonra Hulefâ-i 
Râşidîn dönemi fetih hareketlerine bakıldığında da bunların çoğunun barış 
yoluyla gerçekleştiği görülür. Bu dönemde antlaşma yapıp müslümanlarla barış 
içinde yaşamak isteyen milletlerle savaş yapılmamış, anlaşma şartlarına bağlı 
kaldıkları sürece esir ve köle muâmelesine tâbi tutulmayacakları hükme 
bağlanmıştır. Buna karşılık barışa yanaşmayanlara karşı savaşılmış, esir alınan 
savaşçı erkeklerin bazen öldürüldüğü de olmuştur. Öte yandan başta Irak olmak 
üzere birçok yerde fetihten sonra hiç kimseye dokunulmayarak halk zimmî 
statüsüne geçirilmiş ve toprakları vergi (cizye) karşılığında kendilerine 
bırakılmıştır. Hatta Hz. Ömer'in uygulamalarında görüldüğü gibi birçok defa 
gâziler arasında dağıtılan veya Medine'ye gönderilen esirler bile serbest 
bırakılmış ve toprakları kendilerine iâde edilmiştir.[13] 
Ebû Ubeyde (r.a.), Irak ve Suriye toprakları işgal edildiği zaman Hz. Ömer'e bir 
mektupla gayr-i müslimlerin hezîmetini, Allah'ın müslümanlara ihsân ettiği 
ganimetleri, fetholunan memleketlerin ahâlisinin teklif ettikleri sulh 
şartlarını ve müslümanların kendi aralarında savaş ganimeti olarak şehirlerin ve 
ahâlisinin, ağaçlarıyla beraber topraklarını tevzîini/dağıtılmasını 
istediklerini bildirerek, kendisinin bunları reddettiğini ilâve etti ve 
mütâlaasını sordu. Yapılabilecek yanlış uygulamaların bilincinde olarak Hz. 
Ömer'in verdiği cevap şöyledir: ?Onlara cizye tarh et ve onları köle yapma. 
Müslümanların onlara zulüm yapmalarına, zarar vermelerine, meşrû yol müstesnâ, 
onların mallarını almalarına meydana verme! Onlara verdiğiniz barış şartlarını 
tam olarak yerine getirin.?[14] 
 
 
 
 
 
 
 
 
 [1] 
 M. Akif Aydın, T.D.V. İslâm Ansiklopedisi, Köle md. Örnek Fasikül, İst. 1986 
 
 
 
 
 [2] 
 Hayreddin Karaman, İslâm'ın Işığında Günün Meseleleri, Nesil Y. , İst. 1992, 
 c. 3, s. 185 
 
 
 
 
 [3] 
 Örneğin, adı geçen makaleler ve Tahir bin Aşur'un İslâm Hukuk Felsefesi, 
 İklim Y. İst. 1988, s. 116-117 
 
 
 
 
 [4] 
 Yılmaz Öztuna, Osmanlı Devleti Tarihi, Faisal Finans Kurumu Y. İst, 1986, c. 
 2, s. 219 
 
 
 
 
 [5] 
 Ahmet Özel, T.D.V. İslâm Ansiklopedisi, Esir Maddesi, c. 11, s. 382-389 
 
 
 
 
 [6] 
 Ahmed Ebû Süleyman, İslâm'ın Uluslar arası İlişkiler Kuramı, İnsan Y. İst. 
 1985, s. 107; Ahmet Özel, a.g.m. (İsl. Ans.) 
 
 
 
 
 [7] 
 Ahmed Ebû Süleyman, a.g.e. s. 108 
 
 
 
 
 [8] 
 M. Ali Kapar-Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saâdet, Beyan Y. İst. 1994, 
 c. 2, s. 359-360 
 
 
 
 
 [9] 
 Seyyid Sâbık, Fıkhu's-Sünne, Pınar Y. İst. 1987, c. 3, s. 381 
 
 
 
 
 [10] 
 M. Reşit Rıza, Muhammedî Vahiy, Fecr Y. Ank, 1991, s. 346 
 
 
 
 
 [11] 
 Muhammed Hamidullah, İslâm'da Devlet İdaresi, A. Said Matbaası, İst. 1963, 
 s. 177 
 
 
 
 
 [12] 
 M. Hamidullah, a.g.e. s. 176 
 
 
 
 
 [13] 
 Ahmet Özel, a.g.m. (İslâm Ans.) 
 
 
 
 
 [14] 
 Muhammed Hamidullah, a.g.e. s. 199.




 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.
 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.