Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
Osmanlılarda Köle
Osmanlılarda Köle 
 
Osmanlılarda Köle: 
 
Osmanlılarda, kuruluştan 20. 
yüzyılın başlarına kadar kölelik ve köle ticareti yasaldı. Devletin özellikle 
Avrupa'da genişlediği dönemlerde köle ihtiyacı büyük ölçüde savaş esirlerinden 
ve devşirme yöntemiyle karşılanıyordu. Duraklama ve gerileme dönemlerinde 
Afrika, Güney Rusya ve Kafkasya gibi bölgelerden köle ticareti giderek önem 
kazandı. Özellikle 15. yüzyılda Kafkas köle ticaretini ele geçirmeye başlayan 
Osmanlılar bu ticaretten gelir elde etmek için 15. yüzyılın sonunda Karadeniz 
bölgesinden getirilen köleler için pençik resmi (gümrük vergisi) almaya başlamış 
ve bu iş için mültezimler atamıştır. 19. yüzyıla gelindiğinde Osmanlı köle 
nüfusunun üç ana kaynaktan geldiği görülmektedir: 
1- Siyahî köleler: 
Merkezî Afrika'dan ve Sudan'dan, 
2- Etyopyalı köleler 
(Habeşler), 
3- Çerkez ve Gürcü köleler; 
Kafkasya'dan. Diğer köleler arasında farklı konumu olan hadımlar (iğdişler) 
Mısır ve Sudan'dan getiriliyordu. 
Osmanlı köle tüccarları 
arasında işbölümü gelişmişti. İlk iş bölümü, köle toplayıcıları ve yerel 
(kentli) köle tüccarları arasındaydı. Her kentsel meslekte olduğu gibi köle 
tüccarları da aktif köle pazarı olan kentlerde loncalar halinde örgütlenmişti. 
Beyaz ve siyah köle tüccarlarının loncaları farklıydı ve ?esirci esnafı? ismiyle 
bilinen beyaz köle tüccarları saygın meslekler arasında sayılıyordu. 
İstanbul'daki ?Köle Tüccarları Loncası? 1857'de yasal olarak kapatıldı. Fakat 
kölelerin yanı sıra başka malların da ticaretini yapan köle tüccarlarının 
loncaları yasadışı olarak faâliyetlerine devam etti. 
Köleler genellikle esir 
pazarlarında satılırdı. Osmanlılar'ın ilk başkenti Bursa ve Edirne'de esir 
pazarları vardı. İstanbul'un ele geçirilmesinden sonra bugün Haseki semtinde 
kurulan esir pazarı, Üçüncü Murad döneminde eski ve yeni bedestenlerde 
merkezîleştirilmişti. 1609'da I. Ahmed'in emriyle yeni bedestenin yakınlarında 
altlı üstlü 300 odalı büyük bir han yaptırıldı ve esir pazarı buraya taşındı. 
Zenginlere satılan beyaz köleler kapalı odalarda müşterilere gösteriliyordu. 
Sayılamayacak ve 
açıklanamayacak istismarlara müsâit olan esir ticareti ve câriye alım satımı 
konusunda, fuhuş ve zinânın, kitabına uydurulmuş ve fetvâsı alınmış şekilde 
uygulandığı da olmuyor değildi: Esir pazarına câriye satın almaya gelmiş gibi 
görünen bazı erkekler, esirciye bir miktar kaparo verip beğendikleri câriyeyi 
evlerine veya müsait bir yere götürürler; Birkaç gece beraber olur, sonra 
?kusurlu çıktı? bahanesiyle iâde ederlerdi. Fetvâlar gereği, kusurlu kabul 
edilen câriyenin üç gün içinde iâde edilmesi gerektiğinden, bu süre içinde geri 
verilmeleri gerekmekteydi. Bir malın satın alınmasında denenebileceğine, kusuru 
varsa iâde edileceğine ve câriye de erkeğin malı olduğuna göre ortada fıkhî 
hükümler açısından bir mahzur yok gibi görünmekteydi. Zaten bir erkeğin sahip 
olduğu câriyeden istifadesinde sakınca olmadığından, sık sık câriye değiştiren 
veya câriye koleksiyonu yapan, ya da pahalı olmasına rağmen aralıklarla, hepsi 
bâkire yüzlerce câriye satın alan keyif ehli zenginler de oluyordu. Nikâh, dört 
kadınla sınırlı olduğu halde, nasıl olsa fıkhî hükümlerde câriyeler için üst 
sınır yoktu. Meselâ, Osmanlı tarihinin ünlü kahramanlarından biri olan Kapdân-ı 
Derya Kılıç Ali Paşa, câriyelere aşırı düşkünlüğüyle tanınan ve doksan yaşına 
gelinceye kadar, her akşam bâkire bir câriyeyle beraber olma alışkanlığından 
hiçbir fedâkârlıkta bulunmamış bir kişidir. III. Murad'ın tam 130 çocuğu 
olmuştu. Câriyelerinin yanında, tam 40 has odalığı vardı. 
Bu konuda katkısı olsun diye 
Osmanlı Devletinde Kölelik adlı kitaptan küçük bir iktibasa yer verelim: ?1534 
yılında idam edilen Defterdar İskender Çelebi'nin 6-7 bin kölesi mevcuttu. 
1546'da vefat eden Barbaros Hayrettin Paşa'nın mirası içinde iki bin köle 
bulunmaktaydı. Sadrazam Rüstem Paşa 1561 yılında vefat ettiğinde 1700 kölesi 
vardı. Kendisinden önce sadrazam olan Hadım Süleyman Paşa, ziynet eşyalarıyla 
süslenmiş bin köleye mâlikti. 1589 yılında mahallî bir ayaklanmayı bastırırken 
bir kaza kurşunu ile ölen Cezayir Beylerbeyi Ramazan Paşa'nın hanımı, bu olaydan 
sonra İstanbul'a gitmek üzere bindiği gemiye yüklediği servetinin yanı sıra 400 
köle ve 40 tane de câriyesi mevcuttu. Evliya Çelebi, 1670 yılında Mekke'ye 
giderken uğradığı Sakız Adası'nda 4. Murad'ın veziri Recep Paşa'nın hemşîre-zâde 
ve mühürdarı olan zâtın muhteşem bağına hizmet eden iki bin adet köle olduğunu 
yazmakta ve o civardaki halktan bir adamın 3 câriyesi olduğundan bahsetmektedir. 
Cezâyir'de bazı zamanlarda o kadar çok sayıda esir mevcut olmuştur ki, bir 
hıristiyan esirinin bir baş soğana satın alınabileceği darbımesel olmuştu. 
1360-1920 yılları arasında her sene Osmanlı Devletine ortalama yedi bin köle 
gelmiştir. Bu da yaklaşık 4 milyon insan demektir. Fidye, mübâdele (esir 
değişimi) veya mükâtebe ile kölelikten kurtulanların hâricinde olduğunu 
zannettiğimiz 4 milyon esirin % 80'inin genç kadın ve çocuklardan ibaret 
olduğunu düşünürsek, kölelik sisteminin Osmanlıların nüfus artışı için ne derece 
önemli katkıda bulunduğu tahmin edilebilir.? (Nihat Engin, Osmanlı Devletinde 
Kölelik, s. 106-110) 
Bazı tarihçiler, esirler 
arasında muhabbet tellâllığı (pezevenklik) yapanların -her türlü tedbir ve 
şiddete rağmen- her zaman bulunduğunu yazıyorlar. 
Tanzimat döneminde 1847 Fermanı 
ile esir pazarı kapatıldıysa da zenciler Fatih, Tophane gibi yerlerde evlerde 
satılmaya devam etti. 
Beyaz köle ticaretinin 
yasaklanmasına direnen Osmanlı hükümeti, siyah köle ticareti ile ilgili farklı 
bir tutumdaydı. Beyaz köle ticareti siyah köle ticaretinin yasaklanmasından çok 
sonra, ancak 1909'da yasaklanmıştır. Osmanlı'da 20. yüzyılın başlarında 
çıkarılan bir yasa, oldukça çarpıcıdır: ?Çerkes vesâir köle ve câriyelerin de 
üserâ-yı zenciye gibi men'i bey' ü şîrâsı (Çerkez ve diğer köle ve 
câriyelerin de zenci esirler gibi alım satımının yasaklanması)[1] 
 
Osmanlı Köle Ticareti adlı 
kitabın yazarı Toledano'nun bazı yazışmalar üzerinde yaptığı incelemeler 
okunduğunda niçin beyaz köle ticaretinin yasaklanmasına direnildiğinin 
ipuçlarını yakalayabiliriz. 1891-1892 yıllarında Abdülhamit'in baş kâtibi 
Süreyya Paşa'nın, Konya valisi Hasan Paşa ile yaptığı şifreli telgraf 
yazışmaları, bu dönemde saraya nasıl câriyelerin alındığını göstermektedir. 
Süreyya Paşa, Türk âdetlerini bilmeyen 14 yaşından büyük, tercîhen sarı saçlı 
mavi gözlü kızlar bulmasını istemiştir. Hilmi Paşa kendi bölgesi dışında Sivas, 
Ankara ve Bursa vilâyetlerinde de araştırmalar yapmış ve sonuçta birkaç kız 
alınarak saraya yerleştirilmiştir.[2] 
 
Osmanlıda haremle ilgili olarak 
Yılmaz Öztuna'nın verdiği bilgiler de oldukça dikkat çekicidir: Haremdeki 
câriyeleri, başhazinedar usta denen en büyük câriye yönetir. Derecesi vezire 
eşittir ve vezir maaşı alır ve padişahın üç mühründen biri bu câriyededir. 18. 
asır sonlarında maaşı yılda 15 bin altın idi.[3] 
 
Haremdeki câriye sayısı 
dönemlere göre değişiyordu. İlk câriye miktarını gösteren liste I. Mahmud 
dönemine âittir. Buna göre haremdeki câriye sayısı 456 idi. Bu sayı Abdülmecid 
döneminde 688, Abdülaziz devrinde 809'a yükselmişti.[4] 
 
Tarih kitapları, saray 
câriyelerinin birbirleriyle çekişmeleri, Vâlide Sultan ile câriyeler arasındaki 
ilişkiler konusunda ilginç vâkıalarla doludur. Örneğin yüzden fazla çocuğu 
olduğu söylenen III. Murad'ın annesi Nur Banu Sultan, oğlunun Venedikli bir 
câriye olan Safiye'ye bağlılığını, egemenliğinin silinmesinden dolayı 
çekemiyordu. Bunun için Sokullu Mehmet Paşa ve babası ile anlaşarak Safiye ile 
boy ölçüşecek güzellikte hareme kızlar soktu. Padişahın gittikçe kendisinden 
uzaklaştığını gören Safiye, kocasını kıskandırmaktan vazgeçerek devlet işlerine 
el attı.[5] 
Ayrıca Kösem Sultan ve Hürrem Sultan da bu anlamda tarihte önemli rol 
oynamışlardır. 
Kolaylıkla anlaşılacağı gibi 
saltanat döneminde köle ve câriye ile ilgili uygulamalar, Kur'an'daki köle 
konusunu doğru anlamamıza en büyük engel teşkil etmektedir. Bütün imtiyazlara 
son verme iddiasında bulunan İslâm, Allah dışındaki bütün bağımlılıklara karşı 
mücâdelenin adıdır. Zaten İslâm savaşlarının hedefi de dünya halklarını Allah'ın 
kendilerine sunmuş olduğu özgürlüklerine kavuşturmak, kulların kulları kul 
edinmesini yasaklayıp tüm insanları sadece Allah'a kulluğa çağırmak değil midir? 
Ve nasıl olur da böyle bir din, köleliği kabul edebilir? 
Allah'a rağmen ve her türlü 
köleci zihniyete karşı hayatını mücâdeleyle geçiren Rasûlü'ne rağmen, meşru 
imişçesine kölelikle ilgili hüküm geliştirenler, vahyi düşüncelerinin temeline 
almamaktadırlar. Vahiyle aramıza konan bu engel, doğru-yanlış demeden, savunma 
psikolojisiyle tarihte yapılanları kutsamak yerine; meselelere Kur'an 
bütünlüğünde bakmakla aşılacaktır. Aksi takdirde zihnimizi bir yığın hurâfe ile 
doldurduktan sonra oluşturduğumuz bakış açıları ile Kur'an'ı anlamamız mümkün 
değildir.[6] 
 
İslâm, insanları her çeşit 
tutsaklıktan kurtarıp her bakımdan hürriyete kavuşturmak için gelmiş, Allah'a 
kulluğun dışındaki tüm kullukları reddetmiştir. Hz. Ömer (r.a.)'in dediği gibi, 
anaların hür doğurduklarını köle edinmeye kimsenin hakkı yoktur. İslâm, köleliği 
onaylasa idi, onu âzâd etmeyi hayırlı bir iş olarak görmez, kaynaklarını da 
kurutmazdı. 
 
 
 
 
 
 
 
 [1] 
 Hasan Kanbolat-Erol Taymaz, a.g.m. 
 
 
 
 [2] 
 E. R. Toledona, Osmanlı Köle Ticareti (1840-1890), Tarih Vakfı Yurt Y. s. 
 154 
 
 
 
 [3] 
 Yılmaz Öztuna, a.g.e. c. II, s. 26 
 
 
 
 [4] 
 Meral Altındal, Osmanlıda Harem, Altın Kitaplar Y. İst, 1993, s. 68 
 
 
 
 [5] 
 Alphonse de Lamantine, Osmanlı Tarihi, Sabah Y. c.I, s. İst, 1991, c. 1, s. 
 518 
 
 
 
 [6] 
 H. Koç, Câriyeliğin Mantığı ve Kölelik, Haksöz, sayı 51 (Haziran 95)




 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.
 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.