Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

el-ADL

Yeni Sayfa 1


﴿ اَلْعَدْلُ ﴾
el-ADL


?el-Adl?:
Kulları hakkında adaletle tasarrufta bulunmasıdır. Yüce Allah; sözünde,
fiilinde, kazasında, kaderinde, emrinde, yasaklamasında, mükafatlandırmasında ve
cezalandırmasında dosdoğru bir yol üzeredir. O'nun bildirmiş olduğu haberlerin
tamamı doğrudur. Kazasının hepsi adalettir. Tüm emirleri maslahattır.
Yasakladığı her şey bozulmaya götüren sebeplerdir. Mükafatlandırması, O'nun
fazlı keremiyle mükafata müstahak olan kimse içindir. Rahmeti ve cezalandırması
ise adaleti ve hikmetiyle cezaya müstahak olan kimse içindir.


(Rasûlullah s.a.v.), hüküm ile kazayı birbirinden ayırtmıştır. Geçen şeyi hükme,
adaleti ise kazaya has kılmıştır.[1]


Çünkü Yüce Allah'ın hükmü, şer'î olan dinî hükmü de kaderî olan kevnî hükmü de
kapsamaktadır. Bu iki kısım, kul hakkında geçen durumlarda geçerlidir. Ve kul bu
iki hükmün altındadır. İstese de istemese de kul hakkında bu iki hüküm geçti ve
uygulandı. Ancak kulun kevnî olan hükme muhalefet etmesi mümkün değildir. Şer'î
olan dinî hükmü gelince bazen ona muhalefet edebilir.


Kaza, tamamlamak ve kemale erdirmektir. Bu ise ancak hükmün geçmesinden ve nüfuz
etmesinden sonra olur. (Rasûlullah s.a.v.) dedi ki:

?Benim hakkımdaki kazan adalettir?
yani; kemale erdirdiğin, tamamladığın ve kulunun üzerine nüfuz eden hüküm onun
hakkında senden (gelen) adalettir. Diğer taraftan hüküm, Yüce Allah'ın
hükmettiği şeydir. Bazen bu hükmün icra edilmesini diler, bazen de bunu
uygulamaz. Hüküm; eğer dinî olan bir hüküm olursa bu kul hakkında hüküm olarak
geçmiştir. Eğer kevnî olursa; şayet yüce Allah bunu infaz etmişse, (hükmedilen
şey) hakkında hüküm geçmiştir. Şayet infaz etmemişse ondan uzaklaştırılmıştır.
Yüce Allah hükmettiği şeyi yerine getirendir. Yüce Allah'tan başkası ise bir
şeye hükmeder ve bir işi taktir eder ama uygulamaya güç yetiremez. Yüce Allah
hükmeder ve yerine getirir. Kaza ve yerine getirme Yüce Allah'a mahsustur.


Rasûlullah (s.a.v.)'ın ?Benim
hakkımdaki kazan adalettir?
sözü; kul hakkında sıhhat, hastalık, zenginlik, fakirlik, lezzet, elem, hayat,
ölüm, cezalandırma, bağışlama ve bunun dışındakiler gibi her şeyi tüm yönleriyle
bütün kazaları kapsamaktadır.


Yüce Allah şöyle buyurmuştur:


?Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz
yüzündendir. (Bununla beraber) Allah çoğunu affeder?

(Şûrâ,


42/30.)


?Ama elleriyle yaptıkları yüzünden başlarına bir kötülük gelirse, işte o zaman
insan pek nankördür!?
(Şûrâ,


42/48.)


Yüce Allah'ın kul aleyhine hükmettiği her şey onun hakkında adalettir.


Denilse ki: Size göre günah, yüce Allah'ın kazası ve kaderi iledir. Günahın
kazasındaki adalet yönü nedir? Çünkü adaletin günahın cezalandırılmasında olduğu
açıktır.


Denildi ki: Bu önemli bir sorudur. Bundan dolayı bir taife; Çünkü zulüm,
başkasının mülkünde tasarruf etmektir. Allah ise her şeyin sahibidir. Böyle
oluca da onun hakkındaki tasarruf ancak adalet olur deyerek adaletin taktir
olunan şey olduğunu zulmün ise Yüce Allah'ın zatı için imkansız olduğunu iddia
ettiler.


Diğer bir taifede dedi ki: Aksine adalet, kazası ve kaderi ile
cezalandırmamasıdır. Günahtan dolayı cezalandırması uygun olunca kazası ve
kaderiyle olmadığı anlaşılır. Böyle olunca da adalet, bu dünyada yada ahirette
günahtan dolayı cezalandırarak ve yererek karşılığını vermektir.


Bu taifelere adalet ile kaderi bir arya getirmek zor geldi. Bunlar şöyle bir
iddiada bulundular: Her kim kaderi isbat ederse, bunun adaletle olduğunu
söylemesi imkansızdır. Ve her kimde adalet iledir derse bunun kader ile olduğunu
söylemesi imkansızdır. Nitekim bunlara Tevhîd ile sıfatların isbatını bir araya
getirmekte zor gelmişti. Bunlar, tevhîdin isbatının ancak sıfatların inkarıyla
mümkün olacağını iddia etmişlerdi.


Böyle yapınca da onların tevhîdi ta'tîl[2]
adaletleri de kaderi yalanlamak oldu.


Ehli sünnete gelince; onlar her ikisinin de doğruluğunu isbat ettiler. Onların
yanında zulüm, itaat eden ve hiç günah işlemeyen kimseye azap etmek gibi hakkın
(=eşyanın) yerinden başka bir yere konmasıdır. Bu ise yüce Allah'ın zulümden
Kur'ân'da da kendi nefsini tenzih ettiği bir olaydır. Eğer yüce Allah dilediği
bir kimseyi saptırmış ve günaha hükmetmişse, bir başkasına da isyanı hükmetmişse
bu onun hakkında adaletin katıksızıdır. Çünkü yüce Allah, saptırmayı ve terk
etmeyi (nefsi ile baş başa bırakmayı) layık olduğu yere koymuştur. Bu taifelerin
iddiaları nasıl doğru olur ki? Bütün fiilleri ve hükümleri uygun, doğru ve hak
olan adalet yüce Allah'ın Esmâu'l-Hüsnâ'sındandır. Yüce Allah yolları açıklamış,
resuller göndermiş, kitaplar indirmiş, sebepleri izah etmiş ve kulaklarla,
gözlerle ve akıllarla hidâyetin ve itaatin sebeplerini sağlam bir şekilde yerli
yerine oturtmuştur. İşte bu O'nun adaletidir Yardımını arttırarak dilediği
kimseyi muvaffak kılmış. Nefsinden ona yardım etmeyi dilemiş ve onu muvaffak
kılmıştır. Bu O'nun fazlı keremindendir. Yardımına ve fazlı keremine ehil
olmayanı da nefsiyle baş başa bırakarak terk etmiştir. Ondan fazlı keremini
keserek kendi nefsinden onu muvaffak kılmayı dilememiş ve adaletini de ona haram
kılmamıştır.


Bunlar iki kısımdır:


Birincisi:
İtaatte ve hem fikir olmada Allah'ın düşmanını tercih etmesi, Allah'tan yüz
çevirmesi, O'nun zikrini ve şükrünü unutması sebebiyle kulun yüce Allah
tarafından cezalandırılmasıdır. Bu kimse terk edilmeye ve nefsi ile baş başa
bırakılmaya layıktır.


İkincisi:
Hidâyetin kıymetini bilmeyeceğini, o hidayete karşılık Yüce Allah'a
şükretmeyeceğini, O'na sena etmeyeceğini ve O'nu sevmeyeceğini bildiği için
başlangıçta bunu onun için dilememesidir. O kulun hidayete uygun bir mahal
olmamasından dolayı Yüce Allah onun için hidâyeti dilemez.


Yüce Allah şöyle buyurmuştur:


?Aramızdan Allah'ın kendilerine lütuf ve ihsanda bulunduğu kimseler de bunlar
mı! demeleri için onların bir kısmını diğerleri ile işte böyle imtihan ettik.
Allah şükredenleri daha iyi bilmez mi??
(Enâm,


6/53.)


?Allah onlarda bir hayır görseydi elbette onlara işittirirdi. Fakat işittirseydi
bile yine onlar yüz çevirerek dönerlerdi?
(Enfâl,


8/23.)


Yüce Allah, bu nefislerin aleyhine sapıklığı ve günahı hükmettiği zaman bu
katıksız bir adalet olmuştur. Nitekim yılanın, akrebin ve azgın köpeklerin
öldürülmesine hükmettiği zaman -her ne kadar da bu sıfat üzere yaratılmış
olsalar da- bu onlar hakkında adalet olmuştur.


Burada maksat Rasûlullah (s.a.v.)'ın şu sözünün bu iki taifeye reddiye
olduğudur: ?Senin hükmün benim hakkımda geçen şeydir. Benim hakkımdaki kazan
adalettir?


Bu taifenin

biri;
kul hakkında yüce Allah'ın hükümlerinin umumunu inkar eden, kulların fiillerinin
yüce Allah'ın kazası ve kaderiyle olmadığını iddia eden ve hükmün sadece emir ve
nehiyde olduğunu söyleyen kaderiye mezhebidir.


İkincisi:
Asılsız şeyler uyduran Cebriyye'dir. Bunlar dediler ki: Takdir olunan her şey
adalettir. ?Benim hakkımdaki kazan adalettir? sözünde bir fayda yoktur. çünkü
onların yanında adalet, Yüce Allah'ın mümkün olan tüm fiilleridir. Zulüm ise
O'nun zatı için imkansızdır. (Onlara göre,) Rasûlullah (s.a.v.) sanki şöyle
dedi: Benim hakkımdaki kazan geçen ve nüfuz eden şeydir. Bu da, birincinin
aynısıdır.[3]


Ondan gelen her nimet fazlı keremdir. Ondan gelen her ceza adalettir. O
kullarına karşı, annenin çocuğuna karşı olan merhametinden daha merhametlidir. O
kulunun tevbe etmesine, tehlikeli bir yerde yiyeceği ve içeceği üzerinde olduğu
halde devesini kaybettikten ve ondan ümidini kestikten sonra bulan kimseden daha
çok sevinir.


Yüce Allah, ancak onların gücünün yeteceği ve takatlerinin altında olan şeylerle
onları mükellef kılar. Bazen güçlerinin aksine kendilerine zor geldiği halde bir
şeyi yapabilirler. Buda, Yüce Allah'ın onlar için kolaylaştırdığı ve o iş için
kudretlerini arttırdığı halde güç yetire bildikleri şeydir. Yüce Allah yapmadığı
bir fiilden dolayı hiç kimseyi cezalandırmadığı gibi başkasının fiilinden dolayı
da onu cezalandırmaz. Yine, gücünün yetmediği bir şeyi terk ettiğinden dolayı
hiç kimseyi cezalandırmadığı gibi terk etmeye gücünün yetmediği bir fiilinden
dolayı da onu cezalandırmaz.[4]


(ikrah gibi.)


Yüce Allah, insanlar, yerin ve göklerin kendisiyle kaim olduğu adaletle
hükmetsinler diye resuller göndermiş ve kitaplar indirmiştir. Her nerede
adaletin emareleri zuhur ederse ve hangi yolla olursa olsun adaletin güzelliği
görülürse Allah'ın şeriatı ve dini oradadır. Yüce Allah, en iyi bilen ve en iyi
hükmedendir. Adalet yollarını, emarelerini ve alametlerini bir şeye has kılmada
ve sonrada ondan daha zahir olanını, delalet olarak daha kuvvetli olanını ve
emare olarak daha açık olanını olumsuz kılmada en adildir. Olumsuz kıldığını
onlardan kılmaz. Ve onların varlığı esnasında ve gereğiyle kaim olduklarında
hükmetmez. Aksine yollardan hükmettiği yolu açıklar. O da maksadının, kullar
arsında adaletin ikame edilmesi ve insanların adaletle hükmetmesi olduğudur.
Adaletin ve hakkı gözetmenin ortaya koyduğu her yol dindendir ve oda dine
muhalif olmaz.[5]


Adalet, eşyayı layık oldukları yerlerine koymak ve menzillerine indirmektir.
Nitekim zulümde, eşyanın yerinden başka bir yere konmasıdır.


Yüce Allah hükmü adalet diye isimlendirdi. Kaderiyye ise hüküm isminin
hakikatini inkar etti, onu dinî ve şer'î olan hükme döndürdü ve bunun da
adaletin hakikatini isbat olduğunu iddia ettiler. Onların yanında adalet kaderin
inkarıdır. Bununla birlikte onu zulmün sonucuna nisbet ederler. Çünkü onlar
derler ki: Yüce Allah, ömrünü O (c.c.)'a itaatle tüketmiş, sonra bir büyük günah
işlemiş ve bunun üzerine ölmüş olan kimseyi ebedi olarak elem verici bir azaba
çarptırır.


Eğer denilse ki: Ceza ile hükmetmek adalettir. Çünkü o günaha karşı
cezalandırmaktır. O zaman ehli sünnetin usulüne göre günah ile hükmetmekte
adalet olur. Bu soru ne Kaderiyye'ye, ne de Cebriyye'ye vazife değildir.
Kaderiyeye gelince, onların yanında adalet günaha hükmedilmemesidir. Cebriyeye
gelince, onların yanında da taktir olunan her şey adalettir. Aslında bu soruyu
onlara sormak gerekir.


Bunlara şöyle cevap verilir: Evet, yüce Allah'ın her kazası kulu hakkında
adalettir. Çünkü O, kulu için eşyayı ondan başka bir yerde güzel olmayacak bir
şekilde koydu. O, cezayı koydu. Kazayı sebebiyle ve onu gerektiren şey ile yerli
yerine koydu. Çünkü yüce Allah ceza ile karşılık verdiği gibi bizatihi günahın
kazası ile de cezalandırır. Böylece, günah ile hükmü, önce geçen günah üzere
cezalandırması olur. Çünkü günahlar, bazısı bazısını kazanan şeylerdir. Bu önce
geçen günah ise Rabb'inden gafil olması ve yüz çevirmesi üzere cezalandırmaktır.
Bu gaflet ve yüz çevirme, fıtratın ve yaratılışın aslındadır. Yüce Allah kimi
kemale erdirmeyi dilerse onu kendine çevirir, onu kendine çeker, ona doğru
yolunu ilham eder ve ona hayır sebeplerini verir. Kiminde kemale ermesini
dilemezse onu terk eder, kalbini mühürler ve onu nefsi ile baş başa bırakır.
Çünkü o kemale erdirilmeye uygun değil, onun mahalli buna layık değil ve
hayırdan ona verilecek bir şeyi kabul edecek değildir. İşte burada kader
hakkında kulun ilmi bitmiştir.


Yüce Allah'ın bu kimseyi uygun kılması ve ona uygun olanı vermesi, diğerini de
uygun kılmaması ve ona uygun olmayan şeyden onu men etmesine gelince bu
Rubûbiyyetinin, Ulûhiyyetinin, ilminin ve hikmetinin gereğidir. Çünkü yüce Allah
eşyanın ve zıtlarının yaratıcısıdır. Bu O'nun kemalini ve isimlerinin ve
sıfatlarının tecelli edişinin gereğidir.


Burada kastedilen, sebebiyle ve sonucuyla kazasında adil kimselerin en adili
olduğudur. Kulu hakkında bir kazaya ancak ondan başkasında layık olmayan bir
mahalde meydana gelecek olanı hükmeder. Çünkü O; Hâkim, Adl, Ganiyy ve
Hamîd'dir.[6]





* * *







[1]
Nitekim hadiste şöyle geçmiştir:
?Kendisine hüzün
ve keder isabet eden hiçbir kimse yoktur ki: ?Ey Allahım! Ben senin
cariyenin oğlu olan kulunun oğlu olan kulunum. Perçemim senin elindedir.
Senin hükmün benim hakkımda geçen şeydir. Benim hakkımdaki kazan adalettir.
Nefsini isimlendirdiğin veya mahlukatından bir kimseye öğrettiğin veya
kitabında indirdiğin yada katındaki gayb ilminde kendine ayırdığın bütün
isimlerinle Senden Kur'ân'ı kalbimin baharı ve göğsümün nuru, hüznümü
kaldırıcı ve kederimi giderici kılmanı istiyorum' dediği zaman Allah onun
kederini ve hüznünü giderir ve ona bir çıkış yolu gösterir?
Ahmed b. Hanbel,

1/391.





[2]
Ta'tîl:
Dilde ta'tîl, boşaltmak (bir şeyin veya kavramın içini boşaltmak ) ve terk
etmek demektir. Terim olarak ise, Allahu Teâlâ'nın isim ve sıfatlarının
tamamını veya bir kısmını inkar etmektir. (ç.)





[3]
Fevâid, s.

23.






[4]
Tarîku'l-Hicreteyn, s.

167.






[5]
Turuku'l-Hukmiyye, s.

14.






[6]
Şifâu'l-Alîl, s.

276.

ESMAULLAHİ'L-HUSNA
ÇEVİRENİN ÖNSÖZÜ
KİTABI DERLEYENLERİN ÖNSÖZÜ
ALLAH'IN İSİMLERİNİN MANALARI HAKKINDA YAZILMIŞ ESERLER
İBN KAYYİM'İN ESMÂU'L-HÜSNÂ İLE İLGİLİ ÇALIŞMALARI
İBN KAYYİM'İN BU KİTAPTAKİ METODU
KİTABIN İÇERİĞİ
BU KİTABIN ASLI
BU KİTAPTA YAPTIĞIMIZ UYGULAMA
YÜCE ALLAH'IN İSİMLERİNİ VE SIFATLARINI TANIMAK
Sıfatların Delillerinin, Kur'ân'dan ve Sünnet'ten Olması  
Allah'ın İsimlerini ve Sıfatlarını Bilmenin, İlimlerin En Yücesi Olması  
Yüce Sıfatlara İmanın, İslâm'ın Esaslarından Olması  
YÜCE ALLAH'IN EN GÜZEL İSİMLERİNİN ASILLARI
Bütün Peygamberlerin, Akidenin Esasları Üzerinde İttifak Etmesi
İsimlere ve Sıfatlara Bakış Açısı  
ESMÂU'L-HÜSNÂ'NIN GEREKTİRDİKLERİ
Güzel Teklifde, Emirde ve Nehiydeki İki Yol
Yüce Allah'ın İsimlerinin, İfade Ettiği Manayı ve Bağlantı Kurduğu Şeyleri Gerektirmesi
Esmâu'l-Hüsnâ ile Yüce Allah'ı Övmenin Üslubu
ESMÂU'L-HÜSNÂ İLE TEVESSÜL
5. ESMÂU'L-HÜSNÂ'YI KORUMADA EDEB  
ESMÂU'L-HÜSNÂ'YI KÖTÜLÜKTEN TENZİH ETMEK  
Rasulullah (s.a.v.)'in ?Kötülük Sana ulaşamaz? Sözünün Manası
YÜCE ALLAH'IN, EN GÜZEL İSİMLERİYLE VE YÜCE SIFATLARIYLA TECELLÎ ETMESİ
ESMÂU'L-HÜSNÂ'NIN, YÜCE ALLAH'IN ZATINA VE BİRLİĞİNE DELALET ETMESİ
Esmâu'l-Hüsnâ'nın, Yüce Allah'ın Hikmetine ve Kudretine Delalet Etmesi         
AHKÂM ÂYETLERİ VE YÜCE ALLAH'IN SIFATLARIYLA İLGİLİ ÂYETLER
YÜCE ALLAH'IN SIFATLARI HAKKINDAKİ ÂYETLERDE TE'VİLİN OLMAMASI
YÜCE ALLAH'IN ZATI, SIFATLARI VE İSİMLERİ HAKKINDA BAHİS
ESMÂU'L-HÜSNÂ VE  ESMÂU'L-HÜSNÂ'DAN SELBİN NEFYEDİLMESİ
ALLAH
er-RAHMÂN - er-RAHÎM
el-MELİK - el-HAKK
el-KUDDÛS
es-SELÂM
el-CEBBÂR - el-MÜTEKEBBİR
el-BASÎR
el-AZÎZ
el-HÂKİM - el-ALÎM - el-ALLÂM
es-SEMÎ'  -  el-BASÎR 
el-ADL
el-LATÎF
el-HALÎM - el-AFUVV
eş-ŞÂKİR - eş-ŞEKÛR
el-ALİYY
el-KEBÎR - el-MÜTEKEBBİR
el-HAFÎZ
er-RAKÎB - eş-ŞEHÎD
el-HAMÎD - el-MECÎD
el-VEDÛD - eş-ŞEKÛR
el-HAYY  -  el-KAYYÛM
el-VÂHİD ?  el-AHAD
es-SAMED
el-GANİYY - el-KERÎM
es-SABÛR
el-CEMÎL
er-REFÎK
el-MUĞÎS
İSİM VE MÜSEMMÂ (=İSMİN İFADE ETTİĞİ MANA) İsimlerin, İfade Ettiği Manalar (=Müsemmâ) İçin Çeşitli Kalıplar İçermesi
İsmin, İfade Ettiği Manayı (=Müsemmayı) Gerektirmesi  
Yüce Allah'ın Sıfatlarının, İsminin (İhtiva Ettiği) Mananın İçinde Olması
Yüce Allah'ın Kelamının, İsminin (İhtiva Ettiği) Mananın İçinde Olması
Allah'ın Güzel İsimleri Hakkındaki Eşanlamlılık ve Farklılıklar
En Üstün Sıfatları Tanıma
SIFATLARI VE NA'TLARI TANIMA Sıfat ve Na't Arasında Üç Yönden Fark Olması
?Allah? İsminin Kökeni
?Allah? İsminin Etimolojisi
?Subhâneke Allahümme? Kelimesinin Anlamı
Duanın Kısımları
?Tebâreke? (=Yüceler Yücesi) Kelimesinin Anlamı
Allah'ın, Kemâl Sıfatları ile Celal Na'tlarının Çok Olması
Yüce Allah'ın, ?Şüphesiz ki, Rabb'im dosdoğru bir yol üzerindedir? (Hûd 11/56) Sözünün Anlamı
Bazı Âyetlerde Geçen (=yakın) Kelimesinin Anlamının Açıklanması
Yüce Allah'ın ?O, her an yaratma halindedir? Sözünün Anlamı
Yüce Allah'ın  ?De ki Göklerde ve yerde Allah'tan başka kimse gaybı bilmez. Onlar, ne zaman yeniden diriltileceklerini bilmezler? Sözünün Anlamı
İBN KAYYİM'İN, KİTABI HAZIRLAYANLARIN VE TERCÜME EDENLERİN BAŞVURDUĞU KAYNAKLAR