Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

İnfak; Anlam ve Mâhiyeti

İnfak

İnfak; Anlam ve Mâhiyeti

İnfak kelimesi; ne-fe-ka kökünden
türemiştir. Lügat olarak, tükenmek, azalmak anlamlarına gelir. ?Nafaka?;
harcanan para veya ihtiyaçların tamamı için gerekli kazanç anlamında kullanılır.
İnfak ise; malı veya benzeri
ihtiyaç maddelerini hayır yolunda harcamak, tüketmek anlamındadır. Allah yolunda
harcamaya infak denir. Terim olarak infak: Gerek akrabalardan ve gerekse diğer
insanlardan yoksul ve muhtaç olanlara para veya maişet yardımı yaparak, onların
geçimini sağlamak demektir.

"İnfak"; Malın elden çıkarılması,
harcanması ve sarfedilmesi demektir. İnfak'ın farz, vacip, mendup kısımları
vardır. Zekat ve diğer sadakaları, bağışları, yardımları ve vakıf gibi fakirlere
ve diğer çeşitli hayırları, aileye yardım gibi bütün mal ile yapılan ibadetleri
içine alır. "Sana
infak'ı (Allah yolunda ne harcayacaklarını) soruyorlar. De ki: 'Verdiğiniz
hayır, ana-baba, yakınlar, öksüzler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir.
Yaptığınız hayrı, muhakkak, Allah bilir."
(2/Bakara, 215)

İnfak, mecaz yoluyla maldan başkasına
da genelleştirilir. İlim öğretme ve benzeri gibi manevî şeyleri de içerir.
Bununla beraber bunların hepsinin başında, İslam'ın binasından biri olan zekât
vardır. "Zekât, İslâm'ın köprüsüdür." (Kütüb-i Sitte, cilt 7, s. 322)
Zekât, İslam'ın bir geçididir. Dinin iman ile temeli atılıp, namaz ile direği
dikildikten sonra, geçilecek mühim bir geçidi vardır ki, zekat işte o geçidi
geçirecek bir köprü olmak üzere kurulacaktır. Çünkü dünya ve ahirette korunmak
için yapılacak olan görkemli İslam binasının, dünyadaki "dâru'l-İslâm" (İslâm
yurdu), âhiretteki "dâru's-selâm" (esenlik yurdu)ın yapımı için birtakım malî
masrafları vardır ki, bunlar malî ibadetler ile yapılacaktır ve bunun en
zarurisini de zekat teşkil eder. Zira "Ancak
sana ibadet ederiz ve ancak senden
yardım dileriz" (1/Fâtiha,
5) diye bir tevhid üslubu içinde sadece Allah'a kulluk etmek ve kardeş topluluk
ile namaz kılabilmek için safları doğrultmak ve o saflarda bir eşitlik duygusu
ile devamlı bir şekilde bulunmak gereklidir. Bu ise, o toplum içinde günlük
azıkla yetinme durumunda olan kimselerin kalmaması ile mümkün olur.

Bir aç ile tokun bir safta kurşunla
kenetlenmiş binalar gibi, bir sevgi ve kardeşlik duygusuyla biri diğerine kalben
perçinlenmesi kabil değildir. Şu halde cemaatin hakiki bir ibadet birliği içinde
olması, gerçekten fakir ve kimsesiz olanların gözetilmesi ve çalışabileceklerin
çalıştırılması için ilk önce zekat ve fıtır sadakaları ile, zenginlerle fakirler
arasındaki uçurumu kapatarak bir sevgi bağının kurulması, hem de hepsinin
mevlası (efendisi) Allah Teâlâ olduğunu bildiren bir duygu ve iman ile kurulması
büyük bir görevdir.

Bu görevin, bu niyetle yapılmasında
müslüman artık yalnızlığında beşerî bayağılıktan silkinecek, Allah Teala'nın bir
halifesi olma rütbesini kazanacak ve elindeki malın, Allah'ın malı olduğunu ve
kendisinin onu muhtaç olan Allah'ın kullarına ulaştırmaya görevli bulunduğunu
anlayarak: "Al kardeşim, bu benim değil; senin hakkındır, bende bir emanettir,
ben sana Allah Teala'nın gönderdiği şu çıkını, postalanmış koliyi teslim etmeye
görevlendirmiş bir dağıtıcıyım" diyerek, aynı şekilde alçak gönüllülüğü ile
fakirin, sabırlı fakirin hakkını vererek kalbini okşayacak ve bununla o
topluluğun mümkün olduğu kadar açıklarını kapatacaktır.

İşte Kitap ve Sünnetin araştırılmasına
göre, Fıkıh Usulü ve Fıkıh'a ait kitaplarımızın zekât görüşü özet olarak budur.
Bu şekilde zekat; müslümanı, beşerî düşüklüklerden ilahî vekilliğe geçiren bir
köprüdür. Namaz, hayat kademelerinden ilahî huzura çıkaran bir mi'raç olduğu
gibi, zekat da o mi'raçta alınan bir ilahî görevin köprüsüdür. Ve her
müslüman, bu köprüyü yapıp geçmeye, yani zekat vermek için helal mal kazanıp
zekat verecek dereceye çıkmaya çalışacak ve henüz verecek halde değilse, en az
onun yüksekliğine iman ile dolu olacaktır. Yani müslümanın gözü, zekat almaya
değil; zekat vermeye dönük bulunacak ve ancak çaresiz kaldığı zaman zekât ve
sadaka alabilecek ve tersi durumda aldığının haram olduğunu unutmayacaktır. Bu
şekilde kurulan İslam toplumunun namazında ne büyük bir birlik kuvveti
bulunacağı ve bunların o görkemli İslam binasını tamamlamak ve bitirmek için
nasıl bir aşk ve şevkle çalışmaya atılacakları düşünülürse, İslam dininin
esasındaki yükseklik ve bu ayetlerle o muttakilere verilen övme değerinin önemi
derhal anlaşılır.

Görülüyor ki Bakara suresi, 3. âyette
İslam binasından, imandan sonra iki amel zikredilmiştir ve dinde bunlar,
diğerlerinden önce farz kılınmıştır: Namaz ve zekat. Çünkü bunlar, bütün
ibadetlerin aslıdırlar ve burada bilhassa anılmaları, özelliklerinden dolayı
değil; diğerlerinin çeşitliliğine işareti de içine alıcı olduklarından
dolayıdır. Zira bütün ibadetler iki çeşide ayrılmıştır. Biri bedene ait
ibadetler, diğeri de mala ait ibadetlerdir.

Hac gibi hem bedenî ve hem de malî
olan üçüncü bir kısım da, bu iki değerin birleşmesidir. Şu halde namaz, bütün
bedenî ibadetlerin asıl temsilcisi; zekat da bütün malî ibadetlerin asıl
temsilcisidir. Ve bunlar, imanın ilk müeyyidesi (yaptırımı) ve amel ile ilk
gelişmesidirler. Buna göre bu ayet-i kerimede bütün iman prensipleri gaybde;
bütün amellerin esasları da namaz ve infakda özetlenerek, İslam dininin ilmî,
amelî esasları ve dalları kısaca anlatılmıştır.[1]




[1] 2
Elmalılı, 1/ 180-181.