Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
3-Kefâf (orta yol) Üstündür
3 
 
3-Kefâf (orta yol) Üstündür: 
 
 
 
İbn Hacer el-Askalânî'ye göre fakirlik ve 
zenginlik her ikisinin de hem lehinde hem aleyhinde delillerin eşitliği 
karşısında Ahmed İbnu Nasr ed- Dâvudî, bu bâbta en güzel te'vili yapmıştır. Der 
ki: "Fakirlik ve zenginlik, Allah'ın iki imtihan vâsıtasıdır, bunlarla kullarını 
şükür ve sabır hususlarında imtihan etmektedir. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de Cenâb-ı 
Hakk şöyle buyurmuştur: 
 
"İnsanların hangisinin daha iyi iş işlediğini 
ortaya koyalım diye, yeryüzünde olan şeyleri, yeryüzünün süsü yaptık." 
(18/Kehf, 7). 
 
Kezâ: "...Bir imtihan olarak size iyilik ve 
kötülük veririz..." (21/Enbiyâ, 35). 
 
Ayrıca Rasûlullah (s.a.s.), fakirliğin şerrinden 
de, zenginliğin şerrinden de Allah'a sığınmıştır. 
 
Meseleyi uzunca tahlîl eden ed-Dâvudî, bahsi 
şöyle noktalar: "Fakir ve zengin, her ikisi de fakirlik ve zenginlikleri 
sebebiyle hem medhi hem de zemmi gerektiren eşit ölçüde iyilik ve fenâlıklara 
mâruzdurlar. Öyle ise, en uygunu kefâf (yetecek) miktarıdır. Nitekim şu âyet de 
buna delil olmaktadır: 
 
"Elini boynuna bağlayıp cimri kesilme, büsbütün 
de açıp tutumsuz olma, yoksa pişman olur, açıkta kalırsın" 
(17/İsrâ, 29). 
 
Rasûlullah (s.a.s.) da şöyle duâ etmişlerdir: 
 
?Allahumme'c'al rızka âl-i Muhammed kûten = 
Rabbim, Muhammed âilesinin rızkını yetecek kadar ver (fazla da olmasın, eksik 
de).? 
 
"Kefâf'ı diğerlerine üstün görenlerden Kurtubî, 
el-Müfhim'de şöyle der: "Allah Teâlâ Hazretleri, Rasûlünde (s.a.s.) fakr, gınâ 
ve kifâf her üç hâli de bir araya getirmiştir. Şöyle ki: Fakirlik ilk hâli idi. 
Nefsiyle cihâd ederek bunun gereğini yerine getirdi. Sonra Cenâb-ı Hakk 
fetihleri müyesser kıldı ve zenginler seviyesine çıkardı. Bu hâlin gereğini de, 
serveti müstehak olanlara dağıtmak, onunla ihtiyaç sahiplerinin yardımına 
koşmak, ailesine zarûrî ihtiyaçlarını giderecek kadar mal ayırıp gerisini 
fukaraya ulaştırmak sûretiyle yerine getirdi. Öldüğü sırada yaşadığı hâl de 
kefâf idi." 
 
Kurtubî, sözlerine devamla der ki: "Bu kefâf 
hâli, hem azdırıcı zenginlik, hem de sıkıntıya atıcı fakirlik hâlinden iyidir. 
Ayrıca kefâf sahibi, fakirlerden addedilir. Çünkü o, dünyanın hoş şeyleri ile 
tereffüh etmez. Bilâkis, kefâf miktardan fazla olandan sakınmak için sabır 
husûsunda nefsiyle cihâd eder. Memduh olan fakr'ın ondan uzak tutacağı tek şey, 
ihtiyacın getireceği kahr ile dilenciliğin getireceği zillettir." 
 
Kefâfın üstünlüğünü te'yîd eden rivâyetler 
vardır. Bunlardan biri Müslim'de de gelmiş bulunan şu hadistir: "İslâm 
hidâyetine erdirilip yeterli rızkı da verilmiş olan kimse, verilene kanaat 
ederse kurtulmuştur." 
 
Nevevî, Kefâfı: "İhtiyaçları eksiksiz karşılayıp 
fazlalık da bırakmayan mal" diye tarif eder. Kurtubî de: "İhtiyaçları gideren, 
zarûriyâtı karşılayan ve tereffüh ehline kalmayan mal" diye târif eder. 
Rasûlullah'ın: "Allah'ım Muhammed ailesinin rızkını kefâf yap" duâsı da 
bu mânadadır. Yani: "Allah'ım başkasından isteme zilletine düşürmeyecek, 
ihtiyaçlara yetecek kadar ver. Bunda, dünyada saçılma ve tereffühe sevkedecek 
fazlalık olmasın" demektir. Bu hadiste kefâf miktarı efdal görenlerin 
haklılığına delil vardır. Çünkü, Rasûlullah (s.a.s.) kendisi ve âilesi için her 
zaman en iyiyi dilemiştir. Ayrıca: ?Hayru umûri evsatuhâ = İşlerin en 
hayırlı olanı vasatı/ortasıdır? buyurmuştur. 
 
 
 
İbnu'l-Mübârek'in Kitâbu'z-Zühd'de kaydettiğine 
göre, İbn Abbâs'a az amel az günah sahibi mi efdal, çok amel çok günah sahibi mi 
efdal? diye sorulunca, şu cevabı vermiştir: "Selâmete hiçbir şeyi eşit tutmam. 
Kimin yetecek miktarda geliri olur, kanaat de ederse, zenginliğin ve fakirliğin 
âfetlerinden emniyette kalır." İbn Mâce'de gelen bir rivâyet de bu husûsu te'yîd 
eder: Hz. Enes'in rivâyetine göre Rasûlullah: "Kıyamet günü, kendisine 
dünyada iken sadece yetecek miktar (kût) verilmiş olmasını temennî etmeyecek ne 
bir tek zengin vardır, ne de bir tek fakir" buyurmuştur. 
 
İbn Hacer bu nakillerden sonra der ki: "Bütün bu 
söylenenler doğrudur. Ancak, fakirlik mi efdaldir, zenginlik mi? sorumuza kesin 
bir cevap değildir. Çünkü ihtilâf, bu iki sıfattan biriyle muttasıf olan 
hakkındadır. Bunlardan hangisi kişi hakkında daha iyidir? Bu sebepledir ki, ed-Dâvudî, 
mezkûr sözünün sonunda şunu söyler: "Önce belirtelim ki: "Bunlardan hangisi 
efdaldir? suali doğru değildir, zîra bunlardan birinde, diğerinde bulunmayan bir 
amel-i sâlih bulunması muhtemeldir. Böylece o, bu sâlih amel sebebiyle efdal 
olur. Öyleyse onlar hakkında uygun sual şöyle olmalıdır: "Bu iki halden 
herbirinin, diğerinin iyi ameliyle boy ölçüşecek bir iyi ameli bulunması 
haysiyetiyle eşitlenecek olurlarsa hangisi daha iyidir?" Der ki: "Bu durumda, 
bunlardan hangisinin efdal olduğunu Allah bilir." Takiyyuddin Ahmed de aynı şeyi 
söylemiştir. Ancak o şunu da ilâve eder: "Her ikisi de takvâda eşit olurlarsa 
bunlar fazilette eşittirler." İbnu Dakîku'l-Îd, bir vesile ile yaptığı 
açıklamada, zenginliğin fakirliğe üstün olduğunu söyler, "çünkü der, zenginlik, 
sayesinde yapılan harcamaların sevabıyla kazanılan yakınlık sebebiyle, o ziyâde 
bir sevabı tazammum eder (içine alır). Ancak, efdal kelimesi nefsin sıfatlarına 
nisbetle eşref mânâsında olursa, bu takdirde durum değişir. Fakirlik sebebiyle, 
nefsin kötü tabiat ve kötü ahlâka karşı riyâzatla elde ettiği temizlik daha 
şereflidir. Böylece fakr, zenginliğe üstünlük elde eder. Bu mânâdan hareket eden 
sûfîlerin cumhuru, sabırlı fakirin üstün olacağına hükmetmiştir. Çünkü, 
tarikatın esâsı, nefsin terbiye ve riyâzetine dayanır. Bu ise, fakirlikte, 
zenginlikten daha çoktur." 
 
Muhammed İbn Ebî Bekr der ki: "Ortadaki ihtilâf 
harîs olmayan fakir ile, cimri olmayan zengin hakkındadır. Çünkü, mâlumdur ki, 
kanaatkâr fakir cimri zenginden efdaldir, keza cömert zengin harîs fakirden 
efdaldir... Her neyi kendi zâtı için değil de başka bir yönü için 
değerlendiriyorsak, onu kastedilen bu yönüne izâfe etmek gerekir, tâ ki gerçek 
fazîleti böylece ortaya çıksın. Öyleyse, mal aslında li-aynihî yasaklanmış 
değildir. Allah'tan uzaklaştırıcı olması sebebiyle mahzurludur. Fakirlik de 
böyle. Zenginliği, kendisini Allah'tan uzaklaştıramayan nice zengin vardır. Nice 
fakir de var ki yoksulluk onu Allah'tan uzaklaştırıp şöyle dedirtmiştir: "Daha 
çok malım olsaydı ne olurdu?" Hülâsa, fakir hatardan (riskden) daha uzaktır, 
çünkü zenginliğin fitnesi fakirliğin fitnesinden daha şediddir..." 
 
İbn Hacer konu ile ilgili olarak şunları da 
keydeder: "Şâfiîlerden pek çoğu şükreden zenginin efdal olduğunu 
belirtmişlerdir. Ebû Alî ed-Dehhâk da şunu söyler: "Zengin, fakirden efdâldir. 
Çünkü zenginlik Hâlık'ın, fakirlik mahlûkun sıfatıdır. Hakk'ın sıfatı halk'ın 
sıfatından efdâldir." Bu sözü bir çok büyükler güzel bulmuştur. Zengini fakirden 
üstün addeden Taberî gibi bazıları, meseleyi bir başka açıdan îzah ederler: 
"Şurası muhakkak ki, sabredenin çektiği sıkıntı, şükredenin çektiği sıkıntıdan 
çok daha ağırdır. Ne var ki, ben yine de Mutarrıf İbnu Abdillah gibi 
söyleyeceğim: "Sıhhatli olup şükretmeyi, belâ çekip sabretmeye tercîh ediyorum." 
 
Bu sözde, insanın cibillî ve fıtrî olan 
sabırsızlığının değerlendirildiği görülmektedir. Yaratılışı îcâbı insanoğlu 
musîbete fazla sabır ve tahammül gösteremez. Bu yüzden fazlı, sevâbı ne kadar 
çok olursa olsun, belânın tâlibi çıkmaz. Bunu, esâsen dînimiz de tavsiye etmez. 
Şurası da muhakkak ki, istitâ (tahammül gücü) hasebiyle sabrın hakkını 
verenlerin sayısı, istitâ hasebiyle şükrün hakkını verenlerden daha azdır. 
 
Ebû Abdillah İbnu Merzûk, ulemânın, fakirlik mi 
zenginlik mi, yoksa kefâf mı daha efdal olduğu husûsundaki ihtilâfına dikkat 
çektikten sonra der ki: "Meselenin aslı şudur: "Kul için, Allah indinde, 
fakirlik mi yoksa zenginlik mi daha iyidir, ta ki bu hâli iktisab edip onunla 
ahlâklansın? Bir başka ifâdeyle, acaba malda azlıkla, kalbini meşguliyetlerden 
boşaltıp, münâcâtın lezzetine nâil olmak ve uzun hesapların sıkıntılarından 
istirâhat bulmak için kazanç gayretine düşmemek mi daha iyi, yoksa zenginlikte 
başkalarına faydalı olmak imkânı bulunması hasebiyle tasadduk, yardım, 
iyilikler, sıla-i rahimlerle Allah'a yakınlığı artırmak gayesiyle mal kazanmak 
için meşguliyet mi daha iyidir?" 
 
İbn Merzûk bu soruyu şöyle cevaplar: "Durum 
böyle olunca, bizce efdâl olan, Rasûlullah (s.a.s.)'ın ve Ashâbı'nın cumhuru 
tarafından tercih edilen dünyalıktan azlık, çiçeklerinden uzaklıktır. Kazanma 
gayretine düşmeden, miras ve ganimet taksiminden payına düşenle dünyalığa 
kavuşanların durumuna gelince: Bunlar için, bu parayı iyilik yollarından biriyle 
çarçabuk tamamen elden çıkarmak mı daha hayırlıdır, yoksa başkalarına daha çok 
maddî yardımlarda bulunarak sevabını iyice artırmak düşüncesiyle, bu serveti 
nemâlandırmak için gayret göstermesi mi daha hayırlıdır?" 
 
Cevap: Bu hususta da önceki açıklamamız 
mûteberdir." İbn Merzûk'tan bu iktibası yapan İbn Hacer, onun bir iddiasına 
katılmaz: Rasûlullah'ın Ashabı'nın cumhuru tarafından fakirliğin benimsenmiş 
olması. "Onların ahvâlinden meşhur olan husus, bu iddiayı reddeder. Zîra, onlar, 
Allah fetihleri nasîb ettikten sonra iki kısma ayrıldı. Bir kısmı, şahsen nefsî 
(gönülle ilgili) zenginlikle muttasıf olma haliyle birlikte servetlerini 
muhâfaza edip yardımlar, sadakalar ve iyiliklerde bulunarak Allah'a yaklaşmayı 
devam ettirmeyi tercîh etti; bir kısmı da, fetihlerden önceki hâli üzere, yani 
yokluk ve darlık içinde hayatını sürdürmeyi tercîh etti, ancak bunlar, önceki 
gruba nisbeten cidden çok az kimselerdi. Selef'in hayatında ihtisâs yapanlar, 
söylediğimiz bu husûsun doğruluğunu bilirler. Onların bu durumlarını aksettiren 
haberler çoktur, sayıya gelmez." 
 
Zenginlik ve fakirliğin leh ve aleyhindeki delil 
ve değerlendirmeleri bîtaraf olarak karşılıklı münâkaşalarla vermeye devam eden 
İbnu Hacer, zaman zaman şahsî tercihinin zenginlik tarafında olduğunu ihsas 
ettirecek ip uçları verir. Onlardan biri şu cümlesidir: Mevzû üzerinde 
tereddüdlü noktalar da vardır. Bunlardan biri hiçbir şeyi olmayan insanın 
durumudur. Bunun için evlâ olanı, isteme zilletinden kendini koruması için 
kazanmasıdır veya çalışmayı bırakıp istemeksizin açılacak rızık kapısını 
beklemesidir. Nitekim Ahmed İbn Hanbel gibi zühd ve verâsıyla meşhur olmuş bir 
zâtın, kendisine bu hususta soran kimseye şöyle söylediği sahîh bir sûrette 
bilinmektedir: ?Pazara müdavim ol, (ticaret yap).? Bir diğerinde ?Halktan 
istiğnâ et. İnsanlardan istiğna kadar büyük fazilet bilmiyorum.? 
 
Ebû Bekr el-Mervezî'nin nakline göre Ahmed İbnu 
Hanbel şunu da söylemiştir: "Herkes için en uygun şey Allah'a tevekkül etmek ve 
nefislerini kazanmaya alıştırmaktır. Kim kazancı terketmenin efdâl olduğunu 
söylerse, dünyayı muattal hâle getirmek isteyen bir ahmaktır." Ebû Bekr el-Mervezî 
de şunu söyler "Ta'lim ve taallümden alınan ücret, bana, insanların elindekini 
yiyip bekleyerek oturmaktan daha iyidir... Meslek icrâ etmeden boş oturan 
kimseyi, nefsi, insanların elinde olanı istemeye dâvet etmiştir." 
 
Hz. Ömer (r.a.) de şunu söylemiştir: "(Nâfile 
ibâdet ve tefekküre mâni) bazı durumların bulunduğu bir kazanç insanlara ihtiyaç 
arzetmekten daha hayırlıdır." Servet sahibi olan Saîd İbnu'l-Müseyyeb' den 
rivâyete göre, ölürken şöyle demiştir: "Rabbim, biliyorsun ki bu malı dînimi 
siyânet/korumak için topladım." Buna benzer ifâdeler seleften Süfyân Sevrî, Ebû 
Süleymân ed-Dârânî ve benzeri büyüklerden nakledilmiştir. Kezâ Sahâbe ve 
Tâbiîn'e mensup büyüklerin hiçbirinden, kendilerini kaderin açacağı bir geçim 
kapısını beklemeye terkederek, rızık kazanma gayretini bıraktığına dâir rivâyet 
gelmemiştir. Zenginliği üstün görenler şu âyeti de delil göstermişlerdir. 
 
"Ey îmân edenler! Onlara karşı gücünüzün yettiği 
kadar, Allah'ın düşmanı ve sizin düşmanlarınızı ve bunların dışında Allah'ın 
bilip sizin bilmediklerinizi yıldırmak üzere kuvvet ve savaş atları hazırlayı." 
(8/Enfâl, 60). 
 
Derler ki: "Burada emredilen kuvvet ve "savaş 
atları" gibi şeylerin hazırlanması ancak mal ile mümkündür." 
 
Sonuç olarak şunu söyleyeceğiz: Zenginlik veya 
fakirliği değerlendirirken, İslâm ulemâsı meseleyi tek zâviyeden görmemiş, çok 
buudlu olarak tahlîl etmiştir. Her görüş sâhibinin dayandığı nassî deliller 
olduğu gibi haklılık kazandıran nokta-i nazar da vardır. Hiç birini kesin bir 
dille reddetmek veya mutlak doğru olarak değerlendirmek mümkün değildir. 
Meselenin günümüz şartlarında değerlendirilmesi açısından şu söz önemlidir: 
"Îlâyı Kelimetullah'ın bu zamanda bir büyük sebebi maddeten terakkî etmektir!"[1] 
 
 
 
 
 
 
 
 [1] 
 İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 7/433-439




 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.
 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.