Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
Hz. Peygamber ve Ashâbının Yaşayışlarındaki Fakirlik .
Hz 
 
Hz. Peygamber ve Ashâbının 
Yaşayışlarındaki Fakirlik 
 
 
 
Hz. Âişe (r. anhâ) anlatıyor: "Bazı aylar 
olurdu, hiç ateş yakmazdık, yiyip içtiğimiz sadece hurma ve su olurdu. Ancak, 
bize bir parçacık et getirilirse o hâriç." (Buhârî, Et'ıme 23, Rikak 17; 
Müslim, Zühd 20-27, hadis no: 2970-2973; Tirmizî, Zühd 38, h. no: 2357-2358, 35 
h. no: 2473). Diğer bir rivâyette: "Rasûlullah ölünceye kadar Muhammed âilesi 
buğday ekmeğini üst üste üç gün doyuncaya kadar yememiştir" denmiştir. Bir diğer 
rivâyette: "Muhammed (s.a.s.) bir günde iki sefer yedi ise, biri mutlaka hurma 
idi" denmiştir. 
 
İbn Abbâs (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) 
ve ailesi üst üste pek çok geceleri aç geçirirler ve akşam yemeği bulamazlardı. 
Ekmekleri çoğunlukla arpa ekmeği idi." (Tirmizî, Zühd 38, hadis no: 2361) 
 
Hz. Ömer (r.a.) insanların nâil oldukları 
dünyalıktan söz etti ve dedi ki: "Gerçekten ben Rasûlullah (s.a.s.)'ın bütün gün 
açlıktan kıvrandığı halde, karnını doyurmaya adi hurma bile bulamadığını 
gördüm." (Müslim, Zühd 36, hadis no: 2978) 
 
"Şurası muhakkak ki, Allah hakkında benim 
korkutulduğum kadar kimse korkutulmamıştır. Allah yolunda bana çektirilen eziyet 
kadar kimseye eziyet çektirilmemiştir. Zaman olmuştur, otuz gün ve otuz gecelik 
bir ay boyu, Bilâl ile benim yiyeceğim, Bilâl'in koltuğunun altına sıkışacak 
miktarı geçmemiştir." (Tirmizî, 
Kıyâmet 35, hadis no: 2474) 
 
Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah 
(s.a.s.)'a arpa ekmeği ile kokusu değişmiş erimiş yağ getirmiştim. (Bir 
seferinde) şöyle söylediğini işittim: "Muhammed ailesinde, dokuz kadın 
bulunduğu bir zamanda, bir sa' hurma, veya bir sa' hubûbat bile gecelememiştir." 
(Buhârî, Rehn 1, Büyû 14; Tirmizî, Büyû 7, (1215); Nesâî, Büyû 50, (7, 288).] 
 
Hz. Ali (r.a.) anlatıyor: "Evimden soğuk bir 
günde çıktım. Çok açtım, (yiyecek) bir şey arıyordum. Bir yahudîye rastladım, 
bahçesinde çıkrıkla sulama yapıyordu. Duvardaki bir açıklıktan adama baktım. "Ne 
istiyorsun ey bedevi, kovasını bir hurmaya bana su çeker misin?" dedi. Ben de: 
"Evet! ama kapıyı aç da gireyim!" dedim. Adam kapıyı açtı, ben girdim, bir kova 
verdi. Su çekmeye başladım. Her kovada bir hurma verdi. İki avucum hurma ile 
dolunca kovayı bıraktım ve bu bana yeter deyip hurmaları yedim, sudan içip sonra 
mescide geldim." (Tirmizî, Kıyâmet 35, hadis no: 2475) 
 
Ebû Talhâ (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah 
(s.a.s.)'a açlıktan şikâyet ettik ve karınlarımızı açıp gösterdik. Herkeste bir 
taş vardı. Resûlullah (s.a.s.) da karnını açtı, O'nda iki taş vardı." (Tirmizî, 
Zühd 39, hadis no: 2372) 
 
Utbe İbnu Gazvân (r.a.) anlatıyor: "Gerçekten 
ben kendimi, Rasûlullah (s.a.s.) ile birlikte olan yedi kişiden yedincisi olarak 
görmüşümdür. Huble (asma) yaprağından başka yiyeceğimiz yoktu. Öyle ki 
avurtlarımız yara oldu." (Müslim, Zühd 15, hadis no: 2967) 
 
Fudâle İbnu Ubeyd (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah 
(s.a.s.) cemaate namaz kıldırırken, bazı kimseler açlık sebebiyle kıyam 
sırasında yere yıkılırlardı. Bunlar Ashâb-ı Suffe idi. (Medîne'de misâfir olarak 
bulunan) bedevîler, bunlara delirmiş derlerdi. Efendimiz namazdan çıkınca 
yanlarına uğrar ve: "Eğer (bu çektiğiniz sıkıntı sebebiyle) Allah indinde 
elde ettiğiniz mükâfaatı bilseydiniz, fakirlik ve ihtiyaç yönüyle daha da 
artmayı dilerdiniz" derdi." (Tirmizî, Zühd 39, hadis no: 2369) 
 
Bu hadisler, (son on hadis) Rasûlullah (s.a.s.) 
ve ashâb-ı kirâmın zâhidâne hayatı hakkında bilgi vermektedir. Hattâ son 
rivâyette görüldüğü özere, ashâb-ı suffe, zühdün ötesinde "yokluk" ve "darlık" 
şartlarını yaşamıştır. Zühd, belli bir ölçüde irâdî bir hayat tarzı, varlığa 
rağmen bir tercihdir. Halbuki açlıktan karna taş bağlamak, namazda kıyam 
sırasında yere yığılıp kalmak irâdî bir zühd değil, yokluğun getirdiği bir 
mahkûmiyettir. İslâm inkılâbı, bu maddî imkânsızlıklar içerisinde başlamıştır. 
Rasûlullah (s.a.s.) şahsen mahkûm olduğu maddî darlıktan hiç şikâyetçi olmadan, 
zerre kadar fütura düşmeden sıkıntılara katlanmış, Allah indindeki sevabı 
hatırlatarak ashâbını da metânet ve sabra dâvet etmiştir. 
 
Rivâyetler, Efendimiz'in fetihlerden sonra, 
gelirlerin artmasıyla maddî bolluğa kavuşulmuş olmasına rağmen yaşayış tarzını 
değiştirmeyip üst üste üç gün buğday ekmeğini doyuncaya kadar yemeyecek, 
mutfağında günlerce ateş yakmayacak kadar mütevâzi/sade yaşayışını devam 
ettirdiğini bildirmektedir. Yani O, ömrü boyunca, irâdî ve kasdî bir zühd 
hayatı yaşamış, ümmetine vecîbe kılmadan, ideal hayat örneğini fiilen vermiştir. 
(İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 7/463) 
 
"Sizden kim nefsinden emin, bedeni 
sıhhatli ve günlük yiyeceği de mevcut ise sanki dünyalar onun olmuştur." 
(Tirmizî, Zühd 34, h. no: 2347; İbn Mâce, Zühd 9, h. no: 4141). 
 
"Âdemoğlunun şu üç şey dışında 
(temel) hakkı yoktur. İkamet edeceği bir ev, avretini örteceği bir elbise, 
katıksız bir ekmek ve su." 
(Tirmizî, Zühd 30, hadis no: 2342) 
 
"İslâm hidâyeti nasip edilen ve 
yeterli miktarda maişeti olup, buna kanaat edene ne mutlu!" 
(Tirmizî, Zühd 35, hadis no: 2350) 
 
Ebû Saîdi'l-Hudrî (r.a.) 
anlatıyor: "Ensâr (r.a.)'dan bazı kimseler, Rasûlullah (s.a.s.)'dan bir şeyler 
talep ettiler. Peygamberimiz de istediklerini verdi. Sonra tekrar istediler, o 
yine istediklerini verdi. Sonra yine istediler, o isteklerini yine verdi. 
Yanında mevcut olan şey bitmişti; şöyle buyurdular: "Yanımda bir mal olsa, 
bunu sizden ayrı olarak (kendim için) biriktirecek değilim. Kim iffetli davranır 
(istemezse), Allah onu iffetli kılar. Kim istiğna gösterirse Allah da onu gani 
kılar. Kim sabırlı davranırsa Allah ona sabır verir. Hiç kimseye sabırdan daha 
hayırlı ve daha geniş bir ihsanda bulunulmamıştır." (Buhârî, Zekât 50, Rikak 
20; Müslim, Zekât 124, hadis no: 1053; Muvattâ, Sadaka 7 -2, 997-; Ebû Dâvud, 
Zekât 28, h. no: 1644; Tirmizî, Birr 77, h. no: 2025; Nesâî, Zekât 85, -5, 95-) 
Rezin rahimehullah şu ziyâdede bulunmuştur: "İslâm'a girip, yeterli miktarla 
rızıklandırılan ve verdiği bu miktara Allah'ın kanaat etmeyi nasip ettiği kimse 
kurtuluşa ermiştir." 
 
"Ey ademoğlu! Eğer fazla malını 
Allah yolunda harcarsan bu senin için daha hayırlıdır. Kendine saklarsan senin 
için zararlıdır. Kefâf (yeterli miktar) sebebiyle levm edilmez, kınanmazsın. 
(Harcamaya), bakımları üzerinde olanlardan başla. Üstteki el (yani veren), 
alttaki elden (yani alandan) daha hayırlıdır." 
(Müslim, Zekât 97, hadis no: 1036; Tirmizî, Zühd 32, h. no: 2344). 
 
"Siz Allah'a hakkıyla tevekkül 
edebilseydiniz, sizleri de, kuşları rızıklandırdığı gibi rızıklandırırdı: 
Sabahleyin aç çıkar, akşama tok dönerdiniz." 
(Tirmizî, Zühd 33, hadis no: 2345) 
 
"Zenginlik mal çokluğuyla 
değildir. Bilâkis zenginlik göz tokluğudur, gönül zenginliğidir." 
(Buhârî, Rikak 15; Müslim, Zekât 120, hadis no: 1051; Tirmizî, Zühd 40, h. no: 
2374) 
 
"(Hakiki) miskîn (yoksul), kapı 
kapı dolaşırken verilen bir iki lokmanın veya bir iki hurmanın geri çevirdiği 
kimse değildir. Fakat gerçek miskîn, ihtiyacını giderecek bir şey bulamayan ve 
halini anlayıp kendisine tasaddukta bulunacak biri çıkmayan, (buna rağmen) 
kalkıp halktan birşey istemeyen kimsedir." 
(Buhârî, Zekât, 53, Tefsir, Bakara 48; Müslim, Zekât 102, hadis no: 1039; 
Muvattâ, Sıfatu'n-Nebiyy 7, -2, 923-; Ebû Dâvud, Zekât 23, h. no: 1631, 1632; 
Nesaî, Zekât 76 -5, 85-) 
 
"Sizden biri, mal ve yaratılışça 
kendisinden üstün olana bakınca, nazarını bir de kendisinden aşağıda olana 
çevirsin. Böyle yapmak, Allah'ın üzerinizdeki nimetini küçük görmemeniz için 
gereklidir." (Buhârî, 
Rikak 30; Müslim, Zühd 8, hadis no: 2963; Tirmizî, Kıyâmet 59, h. no: 2515). 
Rezin bir rivâyette şu ziyâdede bulundu: "Avn İbnu Abdillah İbnu Utbe 
rahimehullah dedi ki: "Ben zenginlerle düşüp kalkıyordum. O zaman benden daha 
heveslisi yoktu. Bir binek görsem benimkinden daha iyi görürdüm; bir elbiseye 
baksam, benimkinden daha iyi olduğuna hükmederdim. Ne zaman ki bu hadisi 
işittim, fakirlerle düşüp kalktım ve rahata erdim." 
 
"Sizden biri dilenmeye devam 
ettiği takdirde yüzünde bir parça et kalmamış halde Allah'a kavuşur." 
(Buhârî, Zekât 52; Müslim, Zekât 103, hadis no: 1040; Nesâî, Zekât 83 -5, 94-) 
 
"İstemeler bir nevi 
cırmalamalardır. Kişi onlarla yüzünü tırmalamış olur. Öyle ise, dileyen 
(hayâsını koruyup) yüz suyunu devam ettirsin, dileyen de bunu terketsin. Şu var 
ki, kişi, zarûrî olan (şeyleri) iktidar sahibinden istemelidir." 
(Ebû Dâvud, Zekât 26, hadis no: 
1639; Tirmizî, Zekât 38, h. no: 681; Nesâî, Zekât 92 -5, 100-) 
 
"Bir adam Rasûlullah (s.a.s.)'dan 
bir şeyler istedi. Peygamberimiz de verdi. Adam dönmek üzere ayağını kapının 
eşiğine basar basmaz, Rasûlullah: "Dilenmede olan (kötülükleri) bilseydiniz 
kimse kimseye birşey istemek için asla gitmezdi!" buyurdu." (Nesâî, Zekât 83 
-5, 94, 95-) 
 
"Kişinin iplerini alıp dağa 
gitmesi, oradan sırtında bir deste odun getirip satması, onun için, insanlara 
gidip dilenmesinden daha hayırlıdır. İnsanlar istediğini verseler de vermeseler 
de." (Buhârî, Zekât 50, 
Büyû' 15) 
 
Sevban (radıyallahu anh) 
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) (bir gün):"Cenneti garanti 
etmem mukabilinde, insanlardan hiçbir şey istememeyi kim garanti edecek?" 
buyurdular. Sevban (r.a.) atılıp: "Ben, (Ey Allah'ın Resulü!)" dedi. Sevban 
(bundan böyle) hiç kimseden birşey istemezdi." (Ebû Dâvud, Zekât 27, hadis no: 
1643; Nesâî, Zekât 86, -5, 96-) 
 
"İstemede ısrar etmeyin. Vallahi, 
kim benden bir şey ister, ben ona vermek arzu etmediğim halde, ısrarı 
(sebebiyle) bir şey kopartırsa, verdiğim o şeyin bereketini görmez." 
(Müslim, Zekât 99, hadis no: 1038; Nesâî, Zekât 88 -5, 97, 98-) 
 
İbnu'l-Firâsî'nin anlattığına 
göre, babası: "Ey Allah'ın Rasûlü! (ihtiyacımı başkasından) isteyeyim mi?" diye 
sormuş, Rasûlullah (s.a.s.) da: "Hayır, isteme! Ancak istemek zorunda 
kalmışsan, bâri sâlihlerden iste!" buyurmuşlardır. (Ebû Dâvud, Zekât 28, 
hadis no: 1646; Nesâî, Zekât 84, -5, 95-) 
 
"Kim, kendisini müstağni kılacak 
miktarda malı olduğu halde isterse (dilenirse), kıyâmet günü, istediği şey 
suratında bir tırmalama veya soyulma ya da ısırma yarası olarak gelir!" 
Yanında bulunanlar: "Kişiyi 
müstağni kılan (miktar) nedir?" diye sordular. "Kırk dirhem altın veya o 
kıymette bir başka şey!" buyurdu." (Ebû Dâvud, Zekât 23, hadis no: 1626; 
Tirmizî, Zekât 22, h. no: 650; Nesâî, Zekât 87, -5, 97-; İbn Mâce, Zekât 26, 
hadis no: 1840) 
 
"Kim (malını artırmak için) 
insanlardan dilenirse, o mutlak surette ateş talep etmiş olur. Öyleyse ister 
azla yetinsin isterse çoğaltmayı istesin, (artık kendisi bilir)!" 
(Müslim, Zekât 105, hadis no: 1041) 
 
Kabisa İbnu Muharik (radıyallahu 
anh) anlatıyor: "Sulh için diyet (hamâle) ödemeyi kabullenmiştim. Bu hususta 
yardım istemek için Rasûlullah (s.a.s.)'ı aradım ve karşılaştık. (Meseleyi 
açınca): "Bekle, bize sadaka malı gelecek. O zaman ondan sana da verilmesini 
emrederim" buyurdular. Sonra da: "Ey Kabisa! İstemek, üç kişi dışında hiç 
kimseye helâl olmaz: Sulh diyeti (hamâle) kabullenen kimse. Buna, gereken 
miktarı buluncaya kadar, istemesi helaldir. Ama o miktara ulaşınca, artık 
istemez. Âfete uğrayıp malını kaybeden kimse. Buna da maişetini temin edecek 
miktarı elde edinceye kadar istemesi helaldir. Fakirliğe uğrayan adam. Eğer 
kavminden üç kişi, "Falancaya fakirlik isâbet etti" diye ittifak ederlerse, 
geçimine yetecek miktarı elde edinceye kadar istemesi helâldir. Bunlar dışında 
istemek, ey Kabisa haramdır." (Müslim, Zekât 109, hadis no: 1044; Ebû Dâvud, 
Zekât 26, hadis no: 1640; Nesâî, Zekât 86, -5, 96, 97-) 
 
Enes (r.a.) anlatıyor: "Ensârî bir 
zat gelip Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'dan birşeyler istemişti. 
"Evinde hiçbir şey yok mu?" buyurdular. Adam:"Evet, dedi. Bir çulumuz var. 
Bir kısmıyla örtünüp, birkısmını da yaygı olarak yere seriyoruz! Bir de su 
içtiğimiz kabımız var." "Onları bana getir!" diye emrettiler. Adam gidip 
getirdi. Peygamberimiz eşyaları eline alıp: "Şunları satın alacak yok mu?" 
buyurdular. Bir adam: "Ben bir dirheme satın alıyorum" dedi. Rasulullah: 
"Bir dirhemden fazla veren yok mu?" dedi ve iki üç sefer tekrarlayarak 
(açık artırmaya çıkardı). Orada bulunan bir adam: "Ben onlara iki dirhem 
veriyorum" dedi. Rasûlullah eşyaları ona sattı. İki dirhemi alıp Ensârîye verdi 
ve: "Bunun biriyle ailen için yiyecek al, ailene ver. Diğeriyle de bir balta 
al bana getir!" buyurdular. Adam gidip bir balta alıp getirdi. Rasûlullah, 
ona eliyle bir sap geçirdi. Sonra: "Git, odun topla, sat ve on beş gün bana 
gözükme!" buyurdu. Adam aynen böyle yaptı, sonra yanına geldi. Bu esnâda on 
dirhem kazanmış, bunun bir kısmıyla giyecek, bir kısmıyla da yiyecek satın 
almıştı. Rasûlullah: "Bak, bu senin için, kıyâmet günü alnında dilenme 
lekesiyle gelmenden daha hayırlıdır!" buyurdu ve sözlerine şöyle devam etti: 
"Dilenmek, sersefil, fakirliğe düşmüş veya rüsvay edici borca batmış ya da 
elem verici kana bulaşmış insanlar dışında, kimseye câiz değildir." (Ebû 
Dâvud, Zekât 26, hadis no: 1641; Tirmizî, Büyû' 10, hadis no: 1218; İbn Mâce, 
Ticârât 25, hadis no: 2198) 
 
Habeşî İbn Cünâde es-Selûlî (r.a.) 
anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) Arafat'ta vakfede iken bir bedevî gelerek 
ridâsının bir ucundan tutup, ondan bunu istedi. Peygamberimiz de ridâsını ona 
verdi. Adam ridâyı beraberinde alıp gitti. Tam o sırada dilenmek haram kılındı. 
Bunun üzerine Rasûlullah: "Sadaka zengine helal değildir; sağlığı yerinde 
güç kuvvet sahibine de helal değildir. O, sersefil edici, fakre düşen, 
haysiyeti kırıcı borca giren, eleme boğan kana bulaşan kimseler dışında hiç 
kimseye helal değildir. Öyleyse, kim malını artırmak için insanlara el açarsa, 
bu, kıyamet günü suratında cırmalama yaralarına ve cehennemde yiyeceği kızgın 
taşlara dönüşür. Öyleyse (buyursun) dileyen azla yetinsin, dileyen de çoğaltmaya 
çalışsın." (Tirmizî, Zekât 23, hadis no: 653). Rezin merhum şu ziyâdede 
bulunmuştur: "Ben, bir adama ihsanda bulunurum. Adam da onu koltuğunun altına 
koyarak alıp gider veya yiyip midesine indirir. Halbuki bu, (eğer lâyık değilse) 
o adam için ateşten başka bir şey değildir." Rasûlullah'ın bu sözü üzerine 
Hz. Ömer (r.a.): "Ey Allah'ın Resulü! Öyleyse ateş olan bir şeyi niye 
veriyorsunuz?" diye sordu. Rasûlullah: "Allah benim cimri olmamı kabul 
etmedi, insanlar da benden istememeyi kabul etmedi!" cevabını verdi. Orada 
bulunanlar:"Dilenmeyi haram kılan zenginlik nedir?" diye sordular. 
Peygamberimiz: "Sabah veya akşam yetecek kadar yiyecektir!" buyurdular." 
(Kütüb-i Sitte, c. 14, s. 66) 
 
"Kim kendisine gelen bir 
fakirliği hemen halka intikal ettirirse (yani onlara açarak dilenmeye kalkarsa), 
onun fakirliğinin önüne geçilmez. Kime de fakirlik gelir, o da bunu (sadece) 
Allah'a açarsa, Allah ona er veya geç rızkıyla imdat eder." 
(Tirmizî, Zühd 18, hadis no: 2327; Ebû Dâvud, Zekât 28, hadis no: 1645) 
 
Hz. Ömer (r.a.) şöyle hitap 
etmiştir: "Ey insanlar! Bilin ki tamahkârlık fakirliktir, yeis (tamahkâr 
olmamak) zenginliktir. Kişi bir şeye tamah göstermezse ondan müstağnî olur." 
(Kütüb-i Sitte Terc. ve Şerhi, c. 14, s. 68) 
 
İbn Ömer (r.a.) anlatıyor: 
"(Babası) Ömer İbnu'l-Hattab (r.a.) dedi ki: "Rasûlullah (s.a.s.), (zaman zaman) 
bana ihsanda bulunuyordu. (Her seferinde ben): "(Ey Allah'ın Rasûlü!) bunu, buna 
benden daha muhtaç olan birine verseniz!" diyordum. Rasûlullah da: "Al bunu! 
Bu maldan, sen istemediğin ve gelmesini bekler durumda olmadığın halde gelen 
birşey olursa onu al ve temellük et (yani kendi malın kıl, malın olduktan sonra) 
dilersen ye, dilersen sadaka olarak bağışla. (Bu vasıfta) olmayan mala nefsini 
bağlama!" buyurdular. (Hadisi İbn Ömer'den rivâyet eden) Sâlim der ki: "Bu 
(hadis) sebebiyle Abdullah, kimseden bir şey istemezdi, (kendiliğinden) gelen 
bir şey olursa onu da reddetmezdi." (Buhârî, Ahkâm 17, Zekât 51; Müslim, Zekât 
110, hadis no: 1045; Nesâî, Zekât 94, -5, 105-) 
 
Amr İbnu Tağlib anlatıyor: 
"Rasûlullah (s.a.s.)'a bir mal -veya bir şey- getirilmişti. Hemen onu taksim 
edip dağıttı. (Ancak, bunu yaparken) bir kısmına verdi, bir kısmına vermedi. 
Kendilerine verilmemiş olan kimselerin, sonradan hakkında dedikodu yaptıkları 
kulağına geldi. Bunun üzerine, (uygun bir fırsatta, halka hitap etmek üzere 
doğruldu). Allah'a hamd ve senâ ettikten sonra: "Sadede gelince; vallahi ben, 
birine verip diğerine vermediğim olur (bu doğrudur, ancak) vermediğim, 
nazarımda, verdiğimden daha çok sevgiye mazhardır. Ben bir kısım insanlara, 
kalplerinde gördüğüm sabırsızlık ve hırs sebebiyle veririm; bir kısmını da, 
Allah Teâlâ'nın kalplerine koymuş bulunduğu zenginlik ve hayra havâle eder (ve 
onlara bir şey vermem). İşte bunlardan biri Amr İbnu Tağlib'dir!" 
buyurdular. Amr devamla der ki: "Vallahi, Rasûlullah (s.a.s.)'ın (hakkımda 
telaffuz buyurduğu) bu kelâmına bedel kırmızı develerim olsaydı bu kadar 
sevinmezdim." (Buhârî, Cum'a 29, Humus 19, Tevhid 49) 
 
 




 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.
 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.