Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
Menfaat
Menfaat 
 
Menfaat: 
 
 
 
Menfaat duygusu Allah tarafından içimize 
yerleştirilmiştir. Doğal olarak herkes menfaatinin peşinde koşar. Menfaatinin 
peşinde koşanlar iki kısma ayrılır: Helâlı-haramı düşünmeden kazananlar 
ve helâl kazanç peşinde koşanlar. Bunlar tekrar iki kısma ayrılır: 
Menfaatini müşterek çalışmaların içinde görenler ve ferdî kazanç temin edenler. 
Elbette, kazanan kimse, harcayacak da. Harcamalar da içiçe daireler şeklindedir. 
Midesi için çokça harcam yapanlar, beynini doyurmak için çeşitli şekillerde 
bilgisini arttıran ve imanını güçlendirmek için İslâm'ın temel meseleleriyle 
meşgul olanlar. Çoluğuna çocuğuna bakanlar, akrabâlarını düşünenler, cemaat 
şuuruna erenler. Ümmet için didinenler, İslâm milleti için çalışanlar... ?Kimin 
himmeti milleti ise, o tek başına bir millettir.? 
 
Her şey Allah'ın ihsânıdır. Bir kısım kimseler, 
Allah'ın ihsanlarını, Allah'a isyan etmekte kullanır. Allah bu hususta kullarını 
uyarır. Kur'an'da Allah, verdiği nimetleri hatırlatır. İnsan, menfaat duygusunu 
müsbete çeviremezse, menfaatine yardım eden şeyleri putlaştırır. Dikkat edilmesi 
gereken nokta, menfaat duygusunun iptal edilemediği, ama ya haramda veya helâlde 
çalıştırılmasıdır. Menfaat anlayışının dışına çıkamayan insan, ya sadece dünyevî 
basit çıkarına göre yaşar; ya da âhirette, bitmeyecek, sonu gelmeyecek menfaati 
öncelikleyen bir hayat sürer. 
 
Herhangi bir günahı işleyen kimse, bu günah 
sadece kişi ile Rabbi arasındaki ilişkiyi ilgilendiriyorsa, Allah'la onun 
arasında kalmış bir durumdur; kazâ ederek, tevbe ederek affettirebilir. Ama bir 
şahsa olan borcunu birkaç gün geciktirse, bu durum o iki insanın arasını açar. 
Hele bu devirde... İstediği gün bankadan parasını çeken insan, tâyin edilen 
günde alacağını alamazsa, bir daha müslüman kardeşine para vermez, böylece 
müslümanların kardeşliği, birliği sarsılır, ümmet duygusu zedelenir, ortaklık, 
işbirliği ve yardımlaşma kolay kolay kurulamaz. 
 
İmanın meyvesi ibâdettir. En önemli ibâdetler de 
mal ve etrafında bulunanlardır. Bunun için, her müslüman helâlinden kazanmaya, 
helâl dairede harcama yapmaya çalışmalıdır. Helâl daire, keyfe kâfi 
gelir/gelmelidir. Fertler tek tek şuurlu müslüman oldukları gün, bireylerden 
oluşan halk zâten İslâm'ı yaşayacaktır. Öyle ise, toplum hayatının dinden uzak 
olmasının cezâsını, dini yaşamayan her fert çekecektir. 
 
Bugün ?İslâm İktisadı? tâbiri yaygın olmakla 
beraber, böyle bir tâbir Kur'an'da ve hadislerde geçmemektedir. Çünkü İslâm'da 
iktisat, başlı başına bağımsız bir bilim dalı değil; İslâmî ilimlerin 
bütünündedir ve ibâdetlerin içindedir. Kısacası, insandan ayrı düşünülmeyen bir 
nesnedir. Psikolojide ?yalınlama? diye bir tâbir vardır; yani elmayı, renginden 
ayrı düşünemezsiniz. Bunun gibi İslâmiyet'i, iktisattan ayrı, iktisadı da 
İslâm'dan ayrı düşünmek mümkün değildir. Aynen dünyayı âhiretten, âhireti de 
dünyadan ayrı düşünemeyeceğimiz gibi. Elbette, müslümanlar, helâlinden kazanıp 
zengin de olabilirler. Yine müslümanların içinde fakirler de bulunabilir. Son üç 
asırdır, zengin-fakir durumunda ciddî değişmeler oldu. Çünkü bir taraftan zekât 
unutulurken, öte yandan fâiz, zengini daha zengin edip, fakiri de daha çok 
fakirleştirdi. Zenginle fakir arasındaki makas iyice açıldı. Bu da zengin-fakir 
düşmanlığını doğurdu. Dünyanın % 20'lik nüfusu, yer altı ve yerüstü 
zenginliklerinin % 80'ine, geri kalan % 80'lik nüfus da servetin % 20'lik 
dilimine sahip oldu. İnfak ve yardımlaşma yerine sömürü egemen olduğundan, 
kapitalist-sosyalist çatışmaları çıktı, çok sayıda müslümanın yaşadığı ülkelerde 
de bu rüzgâr estiğinden, yemyeşil yapraklar sarardı. 
 
Bundan daha beteri de şu: Fakirin kaybedecek bir 
şeyi yoktur. Bir canı var, belki intihar etmeyi düşünmese de, ölümden de pek 
korkmaz. Zaman zaman yaşadığı hayat, ölümden beter olunca, ölmeyi mumla 
arayabilir. O zaman saldırgan olabilir. Zengine gelince; o, mal mülk sahibi 
oldukça, çoluk çocuk sayısı arttıkça, ölmek istemez. Bir yandan ölümden 
korkarken, öte yandan malının kaybından, yakınlarının ölümünden de korkmaya 
başlar, ıstırabı arttıkça artar. Bu tabloda ortaya çıkan terslik şudur: Fakir 
İslâm'ı öğrenip yaşamazsa, hangi yüce dâvâ için hayatını ortaya koyacak? Zengin 
de İslâm'ı öğrenip hayatına geçirmeye çalışmadığı, malını ve gerektiğinde 
hayatını Allah yolunda fedâ için ortaya koyamadığı durumda, İslâm'ı ne ölçüde 
koruyabilir? Âhirete inanmayan bâtıl bir dâvâ adamı, bir anarşist, terörist; 
ölümle sona ereceğini düşündüğü bir hayatta nice fedâkârlıklara katlanıyor, 
hapis hayatını, işkenceyi, fakirce yaşantıyı tercih ediyor, hatta niceleri ölümü 
göze alıyor. Hırsızlar, girdiği evde vurulursa, yakalanırsa, kaybedecek pek bir 
şeyleri yok. Ama ev sahibinin ise, çok haklı olmasına rağmen, kaybedecek çok 
şeyi bulunduğu için hırsızdan, karakoldan, soruşturmadan korkmaktadır.[1] 
 
 
 
 
 
 
 
 
 [1] 
 Hekimoğlu İsmail, İktisat Bilinci, s. 10 vd.




 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.
 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.