Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
Gerçek Zâhidlik
Gerçek Zâhidlik 
 
Gerçek Zâhidlik: 
 
 
 
Ebû Zerr (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) 
efendimiz buyurdular ki: "Dünyada zâhidlik, helâl olanı haram etmek veya malı 
ziyân etmekle olmaz. Gerçek zâhidlik, Allah'ın elinde olana, kendi elinde 
olandan daha çok güvenmen ve bir müsîbete düştüğün zaman getireceği sevabı 
sebebiyle, onun devamına rağbet göstermendir." (Tirmizî, Zühd 29, hadis no: 
2341; İbn Mâce, Zühd 1, hadis no: 4100) 
 
Peygamberimiz, dünya-âhiret dengesini bozma 
eğilimi gösteren eşlerini uyararak ya dünya hayatının süsünü ya da Allah'ı, 
Rasûlünü ve âhiret yurdunu tercih etmelerini istemiştir (33/Ahzâb, 28-29). 
Âhirete öncelik veren bu dengenin dünya lehinde bozulması yönündeki davranışlar 
tasvip edilmemiştir. Sahâbenin dünya malına fazlaca önem veren bazı hareketleri 
karşısında Hz. Peygamber, Allah katında dünyanın cılız bir ölü oğlak kadar bile 
değeri olmadığını (Müslim, Zühd 2) ifade etme ihtiyacını duymuş, dünyaya düşkün 
ve maddeye tutkun olmamaları için çevresindekileri uyarmıştır (Buhârî, Rikak 5; 
Müslim, Zekât 38). 
 
Abdullah bin Ömer, Ebu'd-Derdâ ve Osman bin 
Maz'ûn gibi sürekli ibâdetle meşgul olup kendilerini ve ailelerini dünya 
nimetlerinden mahrum bırakan kimselerin davranışları da Hz. Peygamber tarafından 
hoş karşılanmamış (Buhârî, Savm 56, Nikâh 1), ölçüsüz bir şekilde dünyaya 
sarılmak kadar; bir tür ruhbanlık hayatına yönelmek de doğru bulunmamıştır (Ahmed 
bin Hanbel, IV/226; Dârimî, Nikâh 3). 
 
Hz. Peygamber, yaşadığı hayat itibaroyla dünya 
karşısında takınılması gereken tavrın nasıl olması gerektiğini göstermiştir. 
Nitekim, ?Uhud dağı kadar altınım olsa, üç günden fazla saklamazdım? (Buhârî, 
Zekât 4; Müslim, Zekât 10) demiş, hayatı boyunca dünyalığa önem vermemiş, 
vefatından sonra birkaç şahsî eşyasından ve çok az miktarda maldan başka bir şey 
bırakmamış, ilk iki halifesi de bu yolda onu takip etmiştir. Bununla beraber Hz. 
Peygamber, ?Dünya malı tatlıdır, çekicidir? (Buhârî, Cihad 37; Tirmizî, 
Fiten 26) sözüyle herkesin dünyaya ve maddeye karşı kendisi gibi 
davranamayacağını da ifade etmiştir. Nitekim müslümanların servet edinmelerini 
tasvip etmiş, dinin servetle ilgili olarak getirdiği yükümlülüklerin ifa 
edilmesi şartıyla zenginliğin kötü bir şey olmadığını söylemiştir. Onun dünya 
karşısındaki tavrı ve sözleri bir tavsiye ve uyarı niteliğindedir. İnsanda 
maddeye ve şahsî çıkara karşı doğuştan bir eğilim, hatta hırs bulunduğundan 
İslâm, kişileri dünya nimetlerine teşvik etme yerine; onların dünya ile ilgili 
davranışlarını düzene koymaya özen göstermelerini istemiştir. 
 
Peygamberimiz dünya hayatını aşırı sevip ona 
bağlanmaktan mü'minleri sakındırmıştır. Bazı hadislerinde dünya hayatını 
aşağılayıp tel'in ettiğini görüyoruz. Fakat Peygamberimiz'in aşağıladığı dünya, 
insanların nefs-i emmârelerine bakan fuhşiyatın, şerlerin, zulümlerin, 
isyanların işlendiği dünyadır. Âhiretin tarlası olan, Allah'a kulluk icrâ 
edilen, Allah'ın isimlerinin aynası, tecellî ettiği yer olan dünya değildir. 
 
Aslında tek bir varlık olan yer küresi hakkında; 
her meslek, her karakter ve ruh sahibi için ayrı ayrı birçok dünya anlayışı, 
hayat görüşü olduğunu görüyoruz. Değişen ruh haline ve maddî şartlara göre bir 
insan için bile birçok dünya vardır. Bazıları hiç ölmeyecek gibi ona 
bağlanırken, bazıları artık yaşamayı değersiz bularak intiharı bile tercih 
edebilmektedir. Peygamberimiz (s.a.s.) bu bin bir yüzlü dünyanın bazen iyi, 
bazen kötü yönünden bahsetmiş, bazen âbidlerin, dindarların dünyasını, bazen de 
inançsız ve ahlâksızların ve âhireti hiç düşünmeyen, zâlimlerin dünyasını 
değerlendirmiştir. Bu sebeple bir hadiste (Tirmizî, Deavât 60, hadis no: 3458) 
dünya âhiret için bir ekim yeri, âhiret için ziraat yapılacak, lâ ilâhe illâllah 
ile ebedî cennet ağacı kazanılacak kadar kıymetli bir yer olarak belirtilirken, 
aynı dünya bir başka hadiste (Tirmizî, Zühd 13, hadis no: 2321; İbn Mâce, Zühd 
11, hadis no: 2410) sinek kanadından değersiz ve hatta mel'un (Tirmizî, Zühd 14, 
hadis no: 2323; İbn Mâce, Zühd 3, hadis no: 4112) olarak değerlendirilmiştir. 
 
Dünyanın farklı açılardan farklı kişiler için 
ayırım yapılmadan, hepsine aynı zâviyeden bakıldığı takdirde hadislerdeki 
ifâdeleri, birbirleriyle çelişkili bulmak mümkündür. Bu ayırım dikkate 
alındığında ise, herhangi bir çelişkinin olmadığı görülecektir. Hadis-i 
şerifleri ve bunların Kur'an'ın ve dinin prensipleriyle değerlendirilip 
yorumlanmasını nazar-ı dikkate alırsak şöyle bir sonuca varabiliriz: İnsanda 
mutlak bırakılmış, fıtrî ve vazgeçilmez duygulardan biri de dünya sevgisidir. 
Bir hadis-i şerifte bu husus şöyle ifade edilir: ?İnsan yaşlandıkça iki duygu 
genç kalır: Dünya sevgisi ve tûl-i emel.? (Kütüb-i Sitte, 7/247). Dünya 
sevgisi, aslında gerekli bir duygudur. İnsan, bu duygusunu kontrol etmeden 
bırakıverir ve hırsının etkisinde kalırsa, âhireti unutmaya, terketmeye götüren 
aşırılıklara düşer, dünyevî arzuların peşine takılarak sûiistimallere, haramlara 
dalar. Her devirde görülen aşırı kazanç çılgınlıkları, bundan hâsıl olan bin bir 
çeşit hileler, skandallar, sahtekârlıklar, ölmeler, öldürmeler, İslâm'ın 
sınırlamaya çalıştığı bu tûl-i emel zaafının eseridir. 
 
İslâm, her konuda olduğu gibi bu meselede de 
denge ister. Âhireti unutturmayacak, ibâdetten alıkoymayacak, harama yer 
vermeyecek ölçüde dünyalık istemeyi yasaklamaz. Güçlü müslümanın, zayıf 
müslümana nazaran Allah'a daha sevgili olduğunu söyleyen, veren elin alan elden 
üstün olduğunu beyan eden İslâm'ın, ?dünyayı tamamen terk et? demeyeceği 
açıktır. Bir şeyin fazilet ve fenalığı, başka şeyle mukayese edilerek ortaya 
çıkar. Âhiretle mukayese ile, ona tercih edilen dünyanın olumsuzluğu 
değerlendirilir. Allah'a küfür, isyan ve fısklarla dolu olan dalâlet ehlinin 
dünyasıdır yerilen. Âhireti kazandıran, mü'minlere mescid, âhirete tarla, 
Allah'ın isimlerine ayna, İlâhî sanatlara sergi salonu olan dünya elbette kötü 
değildir. Hadis-i şerifler, bu açıklamaların ışığında değerlendirilmelidir. 
 
Hadis-i şeriflerde dünyaya taparcasına 
bağlanmanın insanın helâki demek olduğu vurgulanmaktadır. İnsanı gaflete 
düşüren, sınav bilincini unutturan her türlü günahın arkasında bu dünyevîleşme 
vardır. Maalesef bu suçları, halktan önce ve daha fazla, kültürlü insanlar, 
ahmaklardan önce zeki kabul edilenler işliyor. Bu bulaşıcı ve müzmin hastalığın 
doğru tedavisi, dünyayı reddetmek ve terketmek değildir. İmtihan alanımızı terk 
etme hakkına sahip değiliz. 
 
Dünyaya mahkûm olma yerine ona hâkim olup, 
Allah'ın rızâsına ve âhiret saâdetine engel olan basitliklerini küçümsemekle 
olur. Küfür, yeryüzüne hâkim olarak saltanatını gerçekleştirirken, bizim 
yeryüzüne hâkim olmaktan, ve arzın halifesi konumumuzdan yüz çevirmemiz, sevap 
değil günahtır. Bilmek zorundayız ki, dünyayı kötüleyen hadisler, belli 
sahalarda, belli hedefler için söylenmiştir. Bunlar, insanın alıp kullandığı 
ilâçlara benzer. İnsan bu ilâçlardan yararlanır ki, aşırı derecede dünyaya 
düşkün ve başına gelen bazı zorluklardan dolayı bedbaht olmasın. 
 
Bütün mûteber hadis kitaplarında ?Kitâbü'z-Zühd? 
başlığını taşıyan bölümler vardır. Bu konudaki hadisleri, Peygamber'in diğer 
hadisleriyle, sünnetiyle/yaşayışıyla ve daha öncelikli olarak da Kur'an'ın 
gösterdiği bütüncül değerlendirme ile karşılaştırmak gerekir. Kur'an bir 
çerçevedir, hadisler o çerçeve içinde anlaşılır; hiçbir sahih hadis, Kur'an'ın 
sınırını aşmaz, aşamaz. Mü'minlerin mûtedil olmaları, her türlü aşırılıklardan 
uzak kalmaları, Kur'an ve hadislerin bütüncül değerlendirmesinden çıkan temel 
tavsiyedir. 
 
Hz. Enes bin Mâlik (r.a.)'in rivâyetine göre, üç 
sahâbe, mü'minlerin annelerine müracaat etmiş ve Rasûlullah (s.a.s.)'ın gizlice 
yaptığı ibâdetleri sormuşlardı. Aldıkları cevap kendilerini tatmin etmemiş ve 
?Biz nerede, Rasûl-i Ekrem nerede?! Allah, O'nun gelmiş geçmiş bütün günahlarını 
affetmiştir? diyerek, değişik bir yorumda bulunmuşlardı. Bu üç sahâbeden biri, 
?Ben geceleri hep namaz kılacağım?, diğeri ?Ben hayatım boyunca ara vermeksizin 
oruç tutacağım?, öbürü de ?Ben evlenmeyeceğim? taahhüdünde bulunmuştu. Bunu 
haber alan Peygamberimiz, onlara ?Şöyle şöyle diyenler sizler misiniz?? 
demiş ve ?Vallahi, şunu iyi bilin ki, ben sizin Allah Teâlâ'dan en çok korkan 
ve sakınanızım. Fakat bazen nâfile oruç tutar, bazen tutmam. Bazen nâfile namaz 
kılar, bazen uyurum. Ben evlenirim. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse, o 
benden değildir.? (Buhârî, Nikâh 1; Nesâî, Nikâh 4; Dârimî, Nikâh 3) 
buyurmuştur. (Bu üç sahâbenin Hz. Ali, Abdullah bin Amr bin Âs ve Osman bin 
Maz'un olduğu rivâyet edilir.) Bu hadis-i şerif, sünnete göre amel etmenin 
önemini açıklar; dünyadan el etek çekme gibi aşırılıkların yanlışlığını 
vurgular. 
 
Rasûlullah (s.a.s.) bir sahâbeye hitâben: 
?Hanımının senin üzerinde hakkı vardır. Misafirlerinin de senin üzerinde hakkı 
vardır. Bedeninin senin üzerinde hakkı vardır. Her hak sahibine hakkını ver? 
(Müslim, Savm 181) tavsiyesinde bulunur. 
 
Taberânî ve Kurtubî'nin tâbiûn fakihlerinden Hz. 
İkrime'den rivayet ettiğine göre; ashâb-ı kiramdan bazıları ?cinsî duygularını 
köreltmek?, bazıları ?et yememek?, bazıları da ?şükrünü edâ edemeyecekleri 
nimetlerden uzak durmak? gibi taahhütlerde bulunmuşlardı. Bu aşırı taahhütler 
üzerine şu âyet nâzil olmuştur: ?Ey iman edenler! Allah'ın size helâl ettiği 
şeyleri haram kılmayın, hudûdu aşmayın. Doğrusu Allah aşırı gidenleri sevmez.? 
(5/Mâide, 87) Yani, aşırı gitmeyin, helâli haram ve haramı helâl saymayın 
denilmiştir. (Kurtubî, el-Câmiul li Ahkâmi'l Kur'an, 6/263) 
 
İslâm, her konuda ifrat ve tefritten uzak 
olmayı, aşırılıklardan kaçınmayı, dengeyi tavsiye eder. Hz. Peygamber, 
?Aşırı gidenler helâk olmuştur? (Ahmed bin Hanbel, I/386; Müslim, İlim 7; 
Ebû Dâvud, Sünnet 5) buyurur ve bu hükmü üç kere tekrar eder. 
 
Aslında, İslâm dini, yoksulluğu güzel bulup 
övmez. Çünkü yoksulluk, zelil olup aşağılanmaya sebebiyet verir. Zillet ise 
İslâmiyet'in yüceliği ile bağdaşmaz. Mal ve servet, Kur'an'da "hayr" (hayır) 
kelimesi ile ifâde edilmiştir: "Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir mal 
(hayr) bırakacaksa; anaya, babaya, yakınlara uygun bir biçimde vasiyyet etmek 
Allah'tan korkanlar üzerine bir borçtur" (2/Bakara, 180). Hadis-i Şerifte 
şöyle buyurulur: "Sâlih (iyi) mal, sâlih kişi için ne güzeldir" (Ahmed 
bin Hanbel, Müsned, IV, 194). Sâlih kelimesinin anlamı çok geniştir. Kelime, 
helâl demek olup, ehil ve lâyık olmak anlamına da gelir. Dolayısıyla her mal, 
herkes için uygun olmayabilir. Mal ve servet edinmenin teşvik edildiğine dair 
bir çok hadis vardır. Şükreden zenginler övülmüştür. 
 
 




 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.
 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.