Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
Kur'an'da Âhiret
Kur 
 
Kur'an'da Âhiret 
 
 
 
?Ahiret? kelimesi Kur'ân-ı Kerim'de 
115 kez geçmektedir. Bunun üç tanesi hariç 112 si ölümle başlayan ebedi hayatı 
amaçlamaktadır. 
 
Ahiret, ölümle başlayan berzah 
âlemini, kıyamet olayını, sıratı, cennet ve cehennem hayatını kapsayan geniş 
bir kavramdır. Ahirete inanmak, Allah'a, meleklere, kitaplara ve peygamberlere 
inanmak gibi imanın temel erkanındandır. Dolayısıyla âhirete inanmayan insan 
imanın diğer rükünlerini de inkâr etmiş ve kâfir olmuş olur. Ahiret hayatı hem 
ruh hem de bedenle yaşanacağından, mümin sıfatını kazanabilmek için âhirete 
bu şekilde inanmak şarttır. 
 
Cennete ve cehenneme ilişkin bazı 
tasvirlerin dışında âhiret hayatının nasıl olduğu Kur'ân-ı Kerim'de çok 
ayrıntılı olarak açıklanmamıştır. Ahiretten Kur'ân'da 112 kez söz edilmiş 
olmasına ve ebediliğine rağmen onun böyle yarı kapalı tutulmuş bulunması, belki 
de dünyada sahip olduğumuz sınırlı duyu ve duygularla oraya ait olağanüstü 
şeyleri tam anlamıyla kavrayamayacağımızdandır. 
 
Örneğin cennetin tasviri yapılırken 
süt, şarap ve süzme bal ırmaklarından söz edilmektedir. 
 
[1] 
Dünyada da süt, şarap ve süzme bal vardır. Ancak bunların ırmak şeklinde akması 
dünyadaki kaynaklar ve şartlar bakımından imkansızdır. Keza cehennemde 
cezalandırılan inkarcılardan söz edilirken ?...derileri piştikçe (yanıp 
dökülen cildin yerine) onlara başka deriler vereceğiz (...)? (Nisa: 
4/56) 
denilmektedir. Demek ki buna rağmen 
cehennemdeki insan ölmeyecektir. Halbuki dünyada derisi soyulup dökülecek 
kadar yanan insanın yaşaması imkansızdır. İşte bu nedenle, dünyadaki sınırlı 
akıl ve duyularımızla pek kavrayamayacağımız, bu örneklere benzer âhiretin 
olağanüstü gerçeklerinden Allah Teâlâ ancak gaybın ipuçları olarak bu 
sembolik bilgileri vermiştir. 
 
Kur'ân-ı Kerim'de daha çok hangi 
ilgilerle âhiretten söz edildiğine gelince bunu şu örneklerle özetlemek 
mümkündür: 
 
1- 
Bakara Sûresi'nin 1-4 âyetlerinde: Gayba inanan, namaz kılan, Allah'ın verdiği 
mal ve serveti onun hoşnutluğu uğrunda harcayan, (Hz. Muhammed'e ve ondan önceki 
peygamberlere indirilen) vahye ve âhirete inanan kimselerden söz 
edilmekte ve Kur'ân-ı Kerim'in bunlar için yol gösterici olduğu ifade 
edilmektedir. Bundan çıkarılacak sonuç şudur: 
 
Bu sayılan beş şey arasında güçlü 
bir ilgi vardır. Bunlardan Allah ve melek gibi gaybî gerçeklere ve Allah 
elçilerine inen kitaplara inanmak, aynen âhirete inanmak gibi zâten imanın 
rükünlerindendir. Namaz kılmak ve zekât vermek de İslamın şartlarındandır. 
Dolayısıyla bunların hepsi imanın bütünlüğü içinde birer temel unsurdur. Allah 
ve melek gibi gaybî gerçeklere inanan insanın, âhirete inanmaması düşünülemez. 
Keza namaz kılan ve zekât veren insanın da mutlaka âhirete imanı vardır. İşte 
âhiret bu güçlü ilgi sebebiyle imanın diğer unsurları yanında ve onları 
tamamlayıcı olarak âyet-i kerimede yerini almıştır. 
 
2- 
Allah Teâlâ, bazı âyet-i kerimelerde, kötülük yapanların âhirette nasipsiz 
kalacağını, bazılarında da onların ağır şekilde cezalandırılacaklarını 
açıklamıştır. 
 
[2] 
Ahiretin bu ilgiyle bir ceza yeri olduğu açıktır. Bu nedenle insanın, işlediği 
fiilerden daima sorumlu olacağı ve eğer bir kötülük yapmış, ancak pişman 
olmamışsa, ya da hak yemiş, ama zimmetini ibra ettirmemişse öldükten sonraki 
âlemde bunun hesabını vereceği ve hakettiği cezaya çarptırılacağı 
anlaşılmalıdır. Şirk, Allah'a isyan, imansızlık, nifak ve bir mümini kasten 
öldürmek gibi son derece ağır suçların âhirette cezası ebedi hüsrandır. Kur'ân-ı 
Kerim bunu açıkça ifade etmektedir. 
 
[3] 
Bundan ise günahkar müminlerin cezalarının geçici olacağı sonucu çıkmaktadır. 
 
3- 
İman eden, iyi niyetle ve hayırlı faaliyetlerle bu dünyada Allah Teâlâ'nın 
hoşnutluğunu kazanan kimseler için de, âhiret ebedi bir mükafat yeridir. 
Kur'ân-ı Kerim'de buna ilişkin kanıtlar çoktur. 
 
[4] 
 
Âhiret, Kur'an-ı Kerim'de 110 yerde 
geçer. Kur'an'da son gün anlamında yevmü'l-âhir şeklinde, dünya ile 
karşılaştırmalı olarak veya yalın halde geçer. Yalın halde el-âhire 
şeklinde kullanıldığı yerlerde ed-dâru'l-âhire tamlaması, yani ?âhiret 
yurdu?, ?diğer ülke? anlamında olduğu veya âhiret hayatı demek olduğu kabul 
edilir. Bu kullanılış şekillerinden de anlaşılacağı gibi âhiret kavramı ile 
dünya kavramı arasında sıkı bir münasebet vardır. 
 
Kur'an-ı Kerim'de yüzden fazla 
terim ve deyim kullanılarak âhiret akidesi işlenir. Âhiretle ilgili âyetler hem 
Mekkî, hem de Medenî surelerde sık sık tekrarlanmaktadır. Bu tekrarın, konunun 
önemini vurgulamak, sorumluluk duygusunu pekiştirmek, dünya ile âhiret 
arasındaki psikolojik mesafeyi kısaltarak mü'minin ruhunu yüceltmek ve hayatını 
ebedîleştirmek gibi hedeflere yönelik olduğunu söylemek mümkündür. Bir çok 
surede kâinatın, özellikle insanın yaratılışından ve hayatın akışından bahseden 
âyetlerle âhiret hayatını tasvir eden âyetler yan yana yer almıştır. Kur'an'ın 
tasvirine göre dünya hayatı bir ?oyun ve eğlence? bir ?süs ve öğünüş?tür; 
?mal, evlat ve nüfuz yarışı?dır. Netice itibariyle o geçici bir 
faydalanış ve aldanış vesilesidir. Asıl hayat, âhiret hayatıdır. Gerçek anlamda 
huzur ve sükûn sadece ölümsüz âlemdedir.[5] 
Her ne kadar ölüm, geride kalanlar için acı ve hasret dolu bir olay ise de, 
imanlı gönüller için fânîlikten ebedîliğe geçişi sağlayan bir vasıtadır. O 
yüzden birçok âyette ölüm ve âhiret hayatı ?buluşmak, sevdiğine kavuşmak? 
anlamındaki ?lika (likaullah, likau'l-âhire) kelimesiyle ifade edilmiştir. 
 
Asıl hayatın ikinci âlemde 
başlayacağına iman edenler, ölümün ebedî yokluk olmadığını kabul ederler. Henüz 
hayattayken, bu gerçek vatanın, baba yurdunun, sonsuz mutluluk hayatının 
özlemini duyar ve ona göre yaşarlar. 
 
Kur'an-ı Kerim'in âhireti ispat 
metodu, ?nereden geldim, nereye gidiyorum?? sorusuna tatminkâr bir cevap bulmaya 
dayanır. Düşünen her insanın sormaya mecbur olduğu bu sorunun birinci kısmında, 
kendisine ve içinde yaşadığı tabiata hâkim, mutlak kudrete sahip bir yaratıcının 
varlığına inanan kimse, sözkonusu sorunun ikinci kısmında da aynı düşünce 
tarzını devam ettirerek öbür âlemin ölümsüzlüğünü kolaylıkla benimser. Bundan 
dolayı Allah'a imanla âhiret gününe iman Kur'an'da sık sık ve birlikte 
zikredilmek suretiyle bunun ne kadar önemli bir ilke olduğuna dikkat çekilmiştir. 
 
Dünyaya ilk gelişinde pek âciz bir 
canlı olan insan, hayatının daha sonraki devrelerinde fizyolojik ve psikolojik 
yönden gelişip tabiat içindeki en mükemmel yaratık haline gelir. Ondaki ruhî ve 
fikrî gelişme devam ederek, fıtratındaki özellik ortaya çıkarak kendisinde 
ebediyet duygusu meydana getirir. İnsanın, iyi düşünmeden, ilk bakışta yok oluş 
(fenâ) gibi telakki ettiği ölümden korkması veya öbür âleme inanmayanlarla ona 
hazırlıklı olmayanların ölümden ürkmesi de bu ebediyet duygusuna bağlanabilir. O 
halde daha mükemmel ve ölümsüz bir âlem olan âhiretin varlığını benimsemek 
insanın tabii yaratılışında, fıtratında bulunan bir özelliktir. Ancak, dünya 
hayatının câzibesi, kişinin fıtratındaki ölümsüzlük duygusunu unutturup 
tabiatındaki seyri durdurabilir.[6] 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 [1] 
 Muhammed: 47/15 
 
 
 
 
 
 [2] 
 Kur'ân-ı Kerim 2/102, 2/114, 2/217, 3/77, 3/85, 5/5, 5/33, 9/69, 16/109, 
 17/10... 
 
 
 
 
 
 [3] 
 Bakara: 2/39, 2/217, Al-I İmran: 3/116, Nisa: 4/14, 4/48, Maide: 5/80, 
 A'raf: 7/36, Tevbe: 9/68, Nisa: 4/93... 
 
 
 
 
 
 [4] 
 Nisa: 4/56. Ferit Aydın, İslam'da 
 İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 282-284. 
 
 
 
 
 
 [5] 
 bkz. Ankebut: 29/64 ; 
 Mü'min: 40/39; Hadîd: 57/20. 
 
 
 
 
 
 [6] Ahmet 
 Kalkan, Kur'an Kavram Tefsiri.




 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.
 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.