Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
Kabir Azabı
Kabir Azabı 
 
 
Kabir Azabı: 
 
 
 
Her insan ister ölerek toprağa gömülsün, ister 
boğularak denizin dibinde kalsın veya yırtıcı bir hayvan karnında bulunsun veya 
yanarak külü havaya karışsın, mutlaka kabir hayatı geçirecektir. İnsan öldükten 
sonra kabre konulunca, Münker ve Nekir adında iki melek, kendisine gelerek; 
"Rabbin kimdir? Peygamberin kimdir: Dinin nedir?" diye sorarlar. İman ve güzel 
amel sahipleri bu gibi sorulara doğru cevap verirler. Bu gibi ölülere cennet 
kapıları açılır ve Cennet kendilerine gösterilir. Kâfir veya münafık olanlar ise 
bu sorulara doğru cevap veremezler. Onlara da Cehennem kapıları açılır, oradaki 
azap kendilerine gösterilir. Müminler nimet içerisinde, sıkıntısız ve huzurlu 
yaşarken, kâfir ve münâfıklar ise kabirde azap göreceklerdir.[1] 
 
Kabirde azap ve nimetin varlığını gösteren 
birtakım ayet ve hadisler vardır. Bir ayet-i kerimede şöyle buyurulur: 
"Firavun ve adamları sabah-akşam ateşe atılırlar. Kıyametin kopacağı gün de 
denilir ki; Firavun hanedanını ateşin en şiddetlisine sokun." (el-Mümin: 
40/46) 
 
Buna göre kıyamet kopmadan önce de yani kabirde 
de azap vardır. Peygamber efendimiz; "Allah, iman edenlere bu dünya hayatında 
ve ahirette, o sabit sözlerinde daima sebat ihsan eder." (İbrahim: 14/17) 
ayetinin kabir nimeti hakkında indiğini açıklamıştır.[2] 
 
Kabir azabı ile ilgili hadis kitaplarında pek 
çok hadis-i şerif zikredilmektedir. 
 
Bunlardan bir kaçı şöyledir: Hz. Peygamber 
(s.a.s) bir mezarlıktan geçerken, iki mezardaki ölünün bazı küçük şeylerden 
dolayı azap çekmekte olduklarını gördü. Bu iki mezardaki ölülerden biri 
hayatında koğuculuk yapıyor, diğeri ise idrardan sakınmıyordu. Bunun üzerine 
Rasulullah (s.a.s) yaş bir dal almış, ortadan ikiye bölmüş ve her bir parçayı 
iki kabre de birer birer dikmiştir. Bunu gören ashap, niye böyle yaptığını 
sorduklarında: "Bu iki dal kurumadığı sürece, o ikisinin çekmekte olduğu 
azabın hafifletilmesi umulur." buyurmuşlardır.[3] 
 
Hz. Peygamber diğer bir hadislerinde şöyle 
buyururlar: "Kabir ya Cennet bahçelerinden bir bahçedir veya Cehennem 
çukurlarından bir çukurdur"[4] 
 
Başka bir hadiste de şöyle buyurur: "Ölü 
mezara konulunca, birine Münker, diğerine Nekir adı verilen siyah mavi iki melek 
gelir; ölüye derler ki: "Şu Muhammed (s.a.s) denilen zat hakkında ne dersin?" O 
da şöyle cevap verir. "O, Allah'ın kulu ve Rasuludur. Ben şahitlik ederim ki 
Allah'tan başka ilâh yoktur, Muhammed de O'nun kulu ve elçisidir. 
Bunun üzerine melekler; Biz senin 
böyle diyeceğini zaten bilmekte idik", derler. Sonra onun mezarını yetmiş arşın 
genişletirler. Daha sonra bu ölünün mezarı ışıklandırılır ve aydınlatılır. Daha 
sonra melekler ölüye: "Yat ve uyu" derler. O da; "Aileme gidin de durumu haber 
verin" der. Melekler ona; "Zifafa giren ve sadece en çok sevdiği kişi tarafından 
uyandırılan şahıs gibi mahşer gününe kadar sen uyumana devam et." derler. Eğer 
ölü münâfık olursa, melekler şöyle der: "Şu Muhammed (s.a.s) denilen zat 
hakkında ne dersin?" Münâfık da şöyle cevap verir: "Halkın Muhammed hakkında bir 
şeyler söylediklerini işitmiş, ben de onlar gibi konuşmuştum. Başka bir şey 
bilmiyorum. Melekler ona; "Böyle diyeceğini zaten biliyorduk." derler. Daha 
sonra yere "Bu adamı alabildiğine sıkıştır." diye seslenilir. Yer de 
sıkıştırmaya başlar. Öyle ki o kimse kemiklerini birbirine geçmiş gibi hisseder. 
Mahşer gününe kadar bu sıkıntı devam eder."[5] 
 
Kur'an'da şehitlerin kabir hayatıyla 
ilgili olarak şöyle buyurulur: 
 
"Allah yolunda öldürenleri, sakın 
ölüler sanmayın. Bilâkis onlar diridirler. Rableri katından 
rızıklandırılmaktadırlar." 
(Âli İmrân: 3/169) 
 
"Allah yolunda öldürülenlere ölüler 
demeyin. Bilâkis onlar diridirler. Fakat siz farkında değilsiniz." 
(el-Bakara: 2/154) 
 
Kabir azabının yalnız ruha mı, yoksa 
bedene mi, yahut da her ikisine mi yapılacağı konusu bilginler arasında 
tartışmalıdır. Bu azabın hem rûha, hem de bedene yapılacağı görüşü tercihe 
şayandır. Ancak azabın niteliği hakkında fazla bilgi yoktur. Rûhun gerçeği 
üzerinde de görüş ayrılıkları vardır. Bir görüşe göre ruh lâtif (ince, şeffaf, 
nüfuz kabiliyeti olan) bir cisimdir. Yaş ağaca suyun nüfûzu gibi bedene nüfûz 
etmiştir. Allah, rûh cesette kaldığı sürece hayatı devam ettirmeyi âdet 
kılmıştır. Ruh cesetten çıkınca ölüm hayatı ortadan kaldırır. Başka bir görüşe 
göre de, ruh ceset için güneşin ışıkları gibidir. Mutasavvıflar bu görüşü 
benimsemişlerdir. Ehl-i Sünnete mensup bir topluluk, gülsuyunun güle sirâyet 
ettiği gibi, rûhun da bedene sirâyet eden bir cevher olduğunu söylemişlerdir.[6] 
Ayette şöyle buyurulur: "De ki ruh, Rabbimin bildiği bir iştir. Size bu 
konuda pek az bilgi verilmiştir." (İsrâ: 17/85) 
 
Ebû Hanife'ye göre, peygamberler, 
çocuklar ve şehitler kabir sorusu ile karşılaşmazlar. Ancak Ebû Hanîfe 
kâfirlerin çocuklarına kabirde soru sorulması, Cennete girmeleri ve onlarla 
ilgili benzeri bazı soruları cevapsız bırakmıştır.[7] 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 [1] 
 bk. ez-Zebîdî, Tecrîdi Sarih, terc. 
 Kamil Miras, Ankara 1985, 4/496 vd. 
 
 
 
 
 
 [2] 
 Buhârî, Tefsîr, sure: 14. 
 
 
 
 
 
 [3] 
 Buhârî Cenâiz, 82; Müslim, İmân : 34; Ebû Dâvud, Tahâret: 26 
 
 
 
 
 
 [4] 
 Tirmizî, Kıyamet: 26 
 
 
 
 
 
 [5] 
 Tirmizi Cenâiz: 70. 
 
 
 
 
 
 [6] 
 Aliyyu'l-Kâri, Fıkh-ı Ekber Şerhi, terc. Y. Vehbi Yavuz, İstanbul 1979, s. 
 259. 
 
 
 
 
 
 [7] 
 Aliyyü'l-Kâri, a.g.e, s. 252-253. Muhiddin Bağçeci, Mefail Hızlı, Şamil 
 İslam Ansiklopedisi: 3/255-256.




 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.
 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.