Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
Yakînî Bilgi, Kesin İnanç .
Yakînî Bilgi 
 
Yakînî Bilgi, Kesin İnanç 
 
 
 
Yakînî bilgi, kendisinde şüphe 
olmayan bilgidir. Müttakiler, âhireti gözleriyle görmemişlerdir ama gözlerini 
yaratan Allah, âhiretin varlığını haber verdiği için şüphesiz iman ederler. 
Gözün görmesinde yanılma ve yanlışlık olabilir, fakat Allah'ın verdiği haberde 
yanlışlık olmaz. Çölde su görüp de ona doğru koşan insan, çoğu zaman su yerine 
serapla karşılaşabiliyor. Bu sebeple biz Allah'ın haberine gözlerimizle 
gördüğümüzden daha fazla inanırız. "Bu dünya hayatından başka hayat yoktur. 
Ölürüz ve yaşarız. Biz, diriltilecek değiliz." (En'âm: 6/29; Mü'minûn: 
23/39; Câsiye: 45/24) diyen insanlar, mevsimlik böcekler gibi hiç görmedikleri 
baharı inkâr etmekteler. Ama, bu kışın bir baharı, bu dünyanın da bir âhireti 
var. 
 
Ana rahmindeki bebeğe "buradan daha 
geniş bir dünya var" deseniz, gülüp geçebilir. Bu dünya da, âhiretin ana 
rahmidir. Bu toprak ana üzerinde yaşar, büyür ve ölerek âhirette doğarız. 
Baharda doğan, yazın gençliğini yaşayan, güz mevsiminde ölen, kardan kefenlerle 
toprağa gömülen çekirdeklerin baharda İsrafil'in surunu andıran ılık rüzgârlarla 
çiçeğe dönüşmeleri, âhiretin varlığını bize hatırlatan âyetlerdir.[1] 
 
Âhiret konusu, İslâm'ın olmazsa 
olmaz ilkelerinden biridir ve sanıldığından çok daha fazla pratik değerlere 
sahiptir. Müslümanın arz üzerinde küçük ve büyük günahlardan kaçınabilmesi, 
dünyayı gözünde küçültüp, şehid cesaretini elde edebilmesi, dünya 
müstekbirleri-ne meydan okuyabilmesi ancak bu inancın sağlamlığı ölçüsünde 
mümkündür. Âhiret inancı, kesin bir kanaat, bir bilinç, bir şuurdur. Yani, insan 
hayatına yön veren yerleşik bir idrak etmedir. Bu yüzden âyette "yûkınûn (yakînen 
iman)" istenmiştir. 
 
Bir bilginin, ya da fikrin insanda, 
yakînen iman olması, şuur/bilinç haline gelmesi, o düşüncenin kişi gözüyle 
görüyor, şahid oluyor gibi konuyla kendi arasında yakınlık kurmasıyla, o 
düşüncenin kişiye mal olmasıyla mümkündür. Bir konu hakkında yakîne, şuura sahip 
olan kişi, o konu hakkında fikrî üretkenliğe ulaşabilir, bunu rahatlıkla 
başkalarına aktarabilir. Bundan da önemlisi, bundan elde ettiği bakış açısı ve 
yönelişi kendini ilgilendiren diğer alanlara da taşıyabilir. Öyleyse, çoğu insan 
tarafından ilme'l- yakîn olarak bilinen âhiret konusunun ayne'l- yakîn 
seviyesine taşınması gerekir. 
 
Ayne'l-yakînde kişi, şahid olduğu 
şeyi gerçekmiş gibi görür. Ama bütünüyle duyumsayamaz. Çünkü bu seviye, 
hakka'l-yakînin alanına girer. Öyleyse ayne'l-yakînin güçlendirilmesi için 
sembollere, teşbihlere ihtiyaç vardır. Bu teşbih ve semboller yoluyla âhiret 
tasvir edilir. Kalp gözü açık olanlar, bu tasvirin en uç noktasına, yani 
sınırına varabilirler. Bizzat müşahede ise şüphesiz öldükten sonra olacaktır. 
İşte müslümanların âhirete imanları bu minval üzere olursa, âhiret konusu bir 
şuur haline dönüşecek ve pratik hayata aksedecektir. 
 
Hayata birkaç damla su ile başlayıp 
ölümden sonra sonsuzluğa uzanan biz insanların ölüm sonrası hakkında ciddi 
endişelerimiz yoksa; bu, hem dünyevî hayatımız, hem de uhrevî hayatımız için 
büyük bir tehlikedir. Bugün insanların kafalarında taşıdıkları endişelerine 
bakın; tamamının veya tamamına yakınının dünyevî endişeler olduğunu göreceksiniz. 
Kalabalık bir şehrin en yoğun noktasında durun ve oradan geçen binlerce insandan 
her birine şu soruyu yöneltin: "Şu anda neyi düşünüyordunuz?" Hiçbir insanın, "şu 
anda, bir gün öleceğimi ve yaşadığım hayatın hesabını vereceğimi düşünüyordum" 
dediğini kolay kolay duyamayacaksınız. İnsan, başına yüzde yüz gelecek ölüm 
olayını ve hesaba çekilmeyi düşünmeden nasıl yaşar? Fakat, maalesef yaşıyorlar; 
buna yaşamak denirse. 
 
Müslüman, hayata tevhid 
penceresinden bakmak zorundadır. Tevhid, birlemek demek olduğuna göre, laik bir 
anlayışla dünya ile âhiret arasını ayırmak bu inanca zıt olacaktır. Âhiretten 
ayırdığımız dünyayı, tekrar âhiretle birleştirmek zorundayız. Sadece ölüme kadar 
olan süre olarak algıladığımız istikbal (gelecek) kavramını, ölümden sonrasını 
da içine alacak şekilde anlamaya ve bu anlayışı gündelik yaşayışa geçirmek, 
kulluk görevimizdir. 
 
Bir ayağımız âhirette; bir ayağımız 
dünyada, bir gözümüz âhirette; bir gözümüz dünyada ve bir kulağımız İsrafil'in 
surunda; bir kulağımız dünyada olarak yaşarsak dünya-âhiret dengesini kurmuş 
oluruz. Yoksa hem kendimiz, hem de bizden etkilenen her şey fesada 
uğrayacaktır. "Öyle binalar ediniyorsunuz ki, sanki içinde ebedî 
kalacaksınız!" (Şuarâ: 26/129) 
 
[2] 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 [1] Mahmut 
 Toptaş, Şifâ Tefsiri, 1/87. 
 
 
 
 
 
 [2] Ahmet 
 Kalkan, Kur'an Kavram Tefsiri.




 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.
 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.