Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
Her Kış Bir Ölüm, Her Bahar Bir Diriliştir
Her Kış Bir Ölüm 
 
 
Her 
Kış Bir Ölüm, Her Bahar Bir Diriliştir 
 
 
 
Güneşin her batışı bir ölüm, her 
doğuşu bir diriliştir. Her gün tekrarlanan bu batış ve doğuş gösterileri, bize 
şu gerçeği fısıldar: Ey insan! Tıpkı benim gibi sen de bir gün böyle batıp sonra 
tekrar doğacaksın, yani öleceksin ve dirileceksin. Bu gerçeği unutturmamak için 
Rabbimiz hergün bu manzarayı bize seyrettiriyor. Bakmasını bilenler, 
baktıklarında görenler için güneşin doğuş ve batışı da âhirete imanı içeren bir 
âyettir. 
 
Mevsimler de bize ölüm ve ardından 
dirilişi anlatır. Her kış bir ölüm, her bahar bir diriliştir. Kış geldiğinde 
toprağı ve hayatı ölü görürüz. O yeşil yeşil canlı bitkiler ve toprağın üstünde 
kaynaşan, devinen, gezinen böcekler, hayvanlar yoktur artık. Ama baharın gelip 
yağmurların inmesiyle birlikte toprağın dirilişe geçtiğini görürüz. Kışın, nice 
sineklerin kaybolması bir ölüm, baharla ortaya çıkması bir diriliştir. Kışın 
odun haline gelen ağaç için bu bir ölüm, baharla çiçek açıp meyve vermesi bir 
diriliştir. Tabiat, kendi diliyle haykırır: "Ey insan! Bir gün sen de böyle 
ölecek ve dirileceksin!" Rabbimiz, kış ve bahar mevsimlerini yaşatırken aynı 
zamanda ölümleri ve dirilişleri de aylarca seyrettirir. Tohumların toprağa 
atılışı bir ölüm, günler sonra topraktan çıkışı bir diriliştir. Tohumun toprağın 
içinde yok olduğunu zannederiz; halbuki yokluk yoktur. O, toprağın altında 
diriliş sürecini yaşamaktadır. Nihâyet bir müddet sonra, bahar rüzgârı 
borusunu öttürecek, tohum, kıyameti yaşayarak kıyam edecek, yeşillikler içinde 
yeni bir hayata kalkacaktır. İnsan da böyle bir tohum gibidir. Yaşarken bir gün 
toprağın altına düştüğünü görürüz. İnsanın düştüğü yer, onun kabridir. Tohum 
gibi o da bir gün düştüğü yerden kalkacaktır. Kıyamet günü, zaten kalkış günü 
demektir. 
 
"Gökten bereketli bir su indirdik. 
Kullara rızık olmak üzere 
onunla bahçeler, biçilecek taneli ekinler, küme küme tomurcukları olan hurma 
ağaçları yetiştirdik. O su ile ölü yeri dirilttik. İşte insanların diriltilmesi 
de böyledir." (Kaf: 
50/9-11) 
 
"O (Allah), ölüden diri, diriden 
ölü çıkarır; yeryüzünü ölümünden sonra o canlandırır. Ey insanlar! İşte siz de 
böyle diriltileceksiniz.! 
(Rûm: 30/19) 
 
 
Doğum da bir diriliştir. Doğum, ölü 
gibi olan bebeklerin ana rahminde dirilişe geçip dünyaya adım atmasıdır. 
Bakmasını ve görmesini bilenler için bir damla suyun (atılan pis suyun 
milyonlarca parçasından birinin) dirilişe geçmesidir. 
 
"Allah'ı nasıl inkâr edersiniz ki, 
siz ölüler idiniz; O sizi diriltti. Yine öldürecek, yine diriltecek, sonra O'na 
döndürüleceksiniz." (Bakara: 
2/28) 
 
"İnsan görmez mi ki, biz onu 
meniden yarattık. Bir de bakıyorsun ki, apaçık düşman kesilmiş. Kendi 
yaratılışını unutarak bize karşı misal getirmeye kalkışıyor ve: 'şu çürümüş 
kemikleri kim diriltecek?' diyor. De ki: 'Onları ilk defa yaratmış olan 
diriltecek. Çünkü O, her türlü yaratmayı gâyet iyi bilir." 
(Yâsin: 36/77-79) 
 
İçinde yaşadığımız hayatın kuruluş 
düzeni de ölümden sonra dirilişin ve hesaba çekilmenin gerçekleşeceğine başlı 
başına bir delildir. Çünkü yaşadığımız hayatta güçlü ve zalim insanlar var. Çoğu 
kez bunlar, "ben istediğimi yaparım ve kimseye hesap vermem!" havası içinde 
yaşıyorlar. Diğer taraftan zavallı, güçsüz, her türlü haksızlığa maruz kalıp 
hakkını alamayanlar var. Günün birinde, zalim cezasını, mazlum da hakkını 
alamadan ölüp gidebiliyor. Hayat, bu kadar dengesiz ve anlamsız, zalimlerin 
yaptıklarının yanına kâr kalacağı adaletsiz olamaz. Hemen insanın aklına şu 
geliyor: "Ölümden önce haklıya hakkı, suçluya cezası tümüyle verilmediğine 
göre, demek ki ölümden sonraya bırakılıyor." İşte ancak bu değerlendirmeden 
sonra hayat anlam kazanıyor. İnsan, dirilişin sancılarını çekmektedir. Vicdan 
azabının da temelinde "öldükten sonra bir gün dirilme ve yaşanılan hayatın 
hesabını vermenin getirdiği endişeler" vardır. 
 
Sadece bu dünyada yaşayacağınızı 
düşünerek yaşarsanız ölü yaşarsınız. Ama öleceğinizi düşünerek yaşarsanız diri 
yaşarsınız. Çevremizdeki insanlar hep dirilişin etkisiyle, âhiret şuuruyla 
yaşasalar!.. Seyredin o zaman hayatın güzelliğini. İkinci asr-ı saadet olur 
çağımız. İnanın, iman ettiğimiz cenneti daha burada iken yaşamaya başlarız. 
Fakat biz, tüm yatırımlarımızı bu dünyaya yönlendirerek yaşadığımız hayatı ve 
yeri sahte cennet haline getirmeye koyulunca cenneti de unuttuk. Özlemez olduk. 
Nasıl özleyebiliriz ki; lüks, israf demeden yaşadığımız hayatı, materyalistlerin 
uydurma cenneti gibi yapmak için bir ömür boyu gece gündüz koşturunca. Sahabe, 
cenneti öyle bir özlüyordu ki! Enes bin Nadr, Uhud savaşında "cennetin kokusunu 
Uhud'un arkasından duyar gibi oluyorum" diyordu. Bilirsiniz, insan çok acıkınca 
yemeğin kokusunu çok uzaktan duyar. Sahabe de cennete öyle acıkıyordu ki, daha 
dünyada iken kokuları geliyordu cennetin. 
 
İmam Gazali diyor ki: 
"Mezardakilerin pişman oldukları şeyler yüzünden dünyadakiler birbirlerini kırıp 
geçiriyor." Ölüm öncesindeki kavgaların ölümden sonra pişmanlık getireceğini 
hissederek yaşayan insan, hiç pişman olacağı şeyin kavgasını verir mi? Hırsla 
hayatın ve eşyaların, burada kalacak şeylerin ardına bir ömür boyu düşer mi? 
 
"Onlar, geride nice şeyler 
bıraktılar; bahçeler, çeşmeler, ekinler, güzel makamlar ve zevk ü sefa 
sürecekleri nice nimetler. İşte böyle oldu ve biz onları başka topluma miras 
verdik." (Duhân: 
44/25-28) 
 
"Ey iman edenler, size ne oldu ki: 
'Allah yolunda topluca savaşa çıkın' denildiği zaman yere çakılıp kaldınız? 
Âhirettense dünya hayatına mı razı oldunuz? Ama dünya hayatının geçimi (zevki), 
âhiret yanında pek azdır." 
(Tevbe: 9/38) 
 
Gerçek özgürlük, Allah'a koşmakta 
ve Allah'a yakın olmaktadır. İnsan, Allah'a ne kadar yakın olur, O'na ne kadar 
bağlanırsa o kadar özgür sayılır. Allah'tan uzak yaşayan insanlar köle 
insanlardır. Mesela; mobilyalarının ve arabalarının çizilmesine hiç 
dayanamazlar. Çünkü o çizilen şeylerin kölesi durumundadırlar. Efendilerinin 
zarar görmesinden rahatsız olurlar. Ama hergün dinleri, imanları, şerefleri, 
namusları çizilir, hiç rahatsız olmazlar. Başörtüsüne uzanan ele kızmaz; yeter 
ki o el, kendi putlarına, efendilerine zarar vermesin. Menfaatine 
dokunuldu-ğunda etrafı velveleye boğanlar, dinlerine ve âhiretlerine yapılan 
hücumdan hiç rahatsızlık duymamaktalar. Böyle insanların özgürlükten 
bahsetmeleri, kölelerin özgürlük dersi vermesine benzer. 
 
Peygamberimiz'in tavsiyesi şöyle 
idi: "Bu dünyada, sanki gurbete gitmiş, birgün yuvasına tekrar dönecek biri 
gibi ol veya gelip geçici bir yolcu gibi yaşa." Hayatın geçiciliğini kalbine 
ve kafasına oturtmuş bir müslüman geçici şeylere sevgi beslemez ve kendini 
bağlamaz. Zaten şu bir gerçektir ki; Allah'ın dışındaki şeylere olan ilgi ile 
Allah'a olan ilgi arasında ters orantı vardır. Bir kimsenin Allah'ın dışındaki 
varlıklara, eşyaya ilgisi ne kadar fazla ise, Allah'a olan ilgisi o kadar azdır. 
Böyle bir durumda ilgi duyulan şeyler Allah ile kul arasında engel teşkil 
ederler. Bu yüzden İslâm, insanın duygularını âhirete yönetmek için Kur'an'da 
çok sık şekilde ölüm, âhiret, kıyamet, hayatın geçiciliği üzerinde durur. Mekkî 
surelerin aşağı yukarı tamamında, diğer surelerin de genelinde bu havanın 
verilmeye çalışıldığını görürsünüz. 
 
"Bilin ki, dünya hayatı bir oyun, 
eğlence, süs, kendi aranızda övünme, mal ve evlat çoğaltma yarışıdır. (Bu) tıpkı 
bir yağmura benzer ki, bitirdiği ot ekincilerin hoşuna gider, sonra kurur, onu 
sapsarı görürsün, sonra çerçöp olur. Âhirette ise çetin bir azab; Allah'tan 
mağfiret ve rıza vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir zevkten başka bir şey 
değildir." (Hadîd: 
57/20) 
 
[1] 
 
 
 
 
 
 
 
 
 [1] Ahmet 
 Kalkan, Kur'an Kavram Tefsiri.




 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.
 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.