Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
Sahte Peygamberlik ve Hz. İsa'nın Nüzûlü.
Sahte Peygamberlik ve Hz 
 
Sahte Peygamberlik ve Hz. İsa'nın Nüzûlü 
 
 
 
İslâm düşmanlarına, müslümanlara karşı 
girişecekleri savaş için silâh ve harp malzemelerinin çoğunun (belki tümünün), 
tarihten bugüne müslümanlar veya müslüman kabul edilenlerden geldiği unutuluyor, 
görmezlikten geliniyor. Salman Rüşdi'lere kızarken, onlara temel malzemeyi veren 
?Garanik olay? diye bilinen İsrâiliyat hurâfelerini eserlerine geçiren âlimler 
görülmek istenmiyor. Kadın hakları konusunda İslâm'a çatanlar 
değerlendirilirken, kadına zulmü dine rağmen, ama din adına emir ve teşvik eden 
âlim kabul edilen câhiller değerlendirme dışında tutuluyor. Örnekleri çoğaltmak 
mümkün. Mezarcı olayı da böyle. Hâlâ, müslümanlar, bu konuda suçu düzene, 
düzenin işkencelerine ve medyaya atarken, klâsik kabulleri tahlile tabi tutmaya 
yanaşmıyor, malzemenin çıkış noktasını dikkatlerden kaçırıyor. Elbette, İslâm 
düşmanı düzenin ve irticâ yaygaraları ile buna çanak tutan medyanın her konuda 
olduğu gibi bu olayda da suçunu hiç kimse küçük göremez. Ama, bu meselenin arka 
planını görmemize engel olmamalı. 
 
Bu olayı, müslümanlar cephesinden değerlendiren 
bazı yetkili ve etkili kimseler, olayı yumuşak üslûpla ve suçu İslâm 
düşmanlarına çatmakla geçiştiriyorlar. Sahte peygamberlik iddiasında bulunmayı 
ve bunun fikrî alt yapısını oluşturan yanılgıları, muvahhid müslümanlar olarak 
biz açık yüreklilikle, hak ve hakikat adına gündeme getirmeyince bazı Bel'amlar 
ve medyatik din tüccarları da tam tersine rol üstleniyor, boşluğu dolduruyor. 
İlâhiyat dekanları boy gösteriyor: ?Sahibinin sesi? stüdyolarında, ifratla 
tefrit yer değiştiriyor. Bu sefer de, İslâm düşmanlarının suçu örtbas edilerek 
farklı yanlış alternatifler sunuluyor, kaş yapılırken bu sefer de göz 
çıkarılıyor. Bir bâtıla/hurâfeye başka daha büyük bâtıl/tağûtî düzen adına karşı 
çıkılıyor. 
 
Tarihte birçok sahte kurtarıcılar, mehdiler, 
Mesihler ve yalancı peygamberler çıkmıştır. Bu gidişle daha çok da 
çıkacaktır. Hz. Muhammed (s.a.s.), peygamberlerin sonuncusudur, onunla 
peygamberlik mühürlenmiştir (bkz. 33/Ahzâb, 40). Buna rağmen, daha 
peygamberimizin sağlığında yalancı peygamberler çıkmaya başlamıştır. 
Müseylime'den sonra da nice müslümancıklar, câhil müslümanların kafasını 
karıştırmaya çalışmışlardır. ?Mütenebbî? denilen bu sahte peygamberler, ya 
şöhret düşkünü insanlardır veya dünyevî menfaat için dini satan bezirgânlar; ya 
da deliler. ?Deli? deyince biraz durmak lâzım. Evet, delinin biri, bir 
kuyuya bir taş atar, kırk milyon akıllı çıkarmak için uğraşır durur. Ama, bu 
kavramda durmak lâzım: Televizyon ekranlarında saatlerce konuşturulan Mezarcı, 
kendisine ?deli!? diyenlerin bu suçlama mı, suçsuzlaştırma mı olduğu 
tartışılması gereken iddianın ne kadar yanlış olduğunu ortaya seriyor. ?Deli? 
suçlamasıyla Kemalistler, Atatürk'e hakaret edenlerin ?meczup? ve ?deli? 
olduğunun sağlaması ve müslümanlar tarafından da itirafı olarak görüyor, 
İslâmcılara bir gol atmaya çalışıyor. Deli denen cin akıllı ise, bu 
?suçsuzlama?yı iddiasına delil diye kullanıyor: ?İnanmayan insanlar, her 
peygambere ?deli' demişti; Deli denilmem, benim peygamberliğimin delilidir.? 
 
Ahmed Kadıyânî, Reşad Halife, Evrenesoğlu, M. 
Ali Ağca ve şimdilik en son da Hasan Mezarcı. Bunlara deli deyip meseleyi 
hallettiğini zannedenler, aslında çöpleri halının altına koyup geçici ve iğreti 
bir temizlikle iş yaptıklarını sanıyorlar. Delilikte ölçü nedir? Hangi 
verilerden yola çıkılarak birine deli deniyor? 
 
Kendi tezi ve savunması doğrultusunda tutarlı, 
mantıklı, muhâtaplarının oyunlarına düşmemeye çalışan, ikna etme gayretinde 
aklının öne çıktığına şahit olduğumuz birine deli demekte kullandığımız ölçü 
nedir? Hangi verilerden yola çıkılarak deli deniyor? Bu, peygamberlik iddiasını 
ciddiye almamak için yapılıyorsa, hem yalan, hem de yanlış olur ve eski 
müşriklerin tavrına benzer. İtirazlar, çürütülebilecek zayıflığa indirgenir. 
Zaten medya ciddiye alıyor veya işlerine öyle geldiği için ciddiye alıyor 
gözükerek kullanıyor. Hz. Peygamber'in bi'setinde, o günün medyası konumundaki 
çıkar çevreleri ve egemen güçler Nebî'yi ciddiye almıyor, deli diyorlardı; iyi 
niyetli insanlarsa ciddiye alıyor, dinliyorlardı; şimdi tam tersi: Medya ciddiye 
alıyor, samimi müslümanlar deli diyor. Bu tabir, ona direkt tavır almayı önlemek 
için kullanılıyorsa, bu doğru mudur, hangi şer'î ölçüler yüzünden ve niçin? Bu 
tür hüsn-i zannı (deli demek, bazen insan için hüsn-i zan olabiliyormuş, buna da 
şahit olduk!) uluorta herkes için kullanırsak, kimseyi tekfir edemeyiz, 
istismarcı ve sahtekârları önleyemeyiz. Allah, bizimle savaşan İslâm 
düşmanlarına karşı savaşırken bile, aşırı gitmemizi yasaklar (2/Bakara, 190). 
Kur'an'da herkese karşı adâletli ve hakkın şahitleri olmamız emredilir. Bu 
yasaklar, olayın diğer yönünü de kapsar. Müslümanın ölçüsü bellidir; Allah için 
sevmek, Allah için buğzetmek. 
 
Küfür, şirk, Allah'a iftira, kimden gelirse 
gelsin karşı çıkmak, Allah dostlarının temel ölçüsü olmalıdır. Dost kabul 
edilenlere, dün bizden olduğunu gördüğümüz veya öyle sandığımız insanlara karşı 
da ölçülü, adâletli ve hakkın şâhidi olmalıyız. Yalan, iftira hele Allah'a karşı 
yapılıyorsa, hiçbir müslümanın hiçbir gerekçe ile bunu temize çıkartmaya 
çalışması yakışık almaz. Unutmayalım ki, şeytanın varlığı günaha mâzeret 
olmadığı gibi, İslâm düşmanlarının varlığı ve zulümleri de Allah'a iftira atıp 
insanları ifsâd etmenin mâzereti olamaz. 
 
İslâm mı öncelikli; müslüman mı? Müslümanı (ya 
da daha önce müslüman olduğunu zannetttiğimiz kimseyi) temize çıkarırken İslâm 
dâvâsını lekelemiş oluyorsak, bu, iyi niyetle de olsa işlenmiş bir cinâyet değil 
midir? Bir kimseye ?deli? deyip yeterli ve net tepki göstermediğimiz için, onun 
etkisinde kalan tek bir kişinin bile İslâm'dan sapmasına vesile olur, ya da 
seyirci kalırsak, bunun bedelini nasıl öderiz? Bir kavme düşmanlığımız haddi 
aşmaya sebep olmamalı, bir kimseye sempatimiz de, İslâm'ın korunması gerekli 
sınırlarının çiğnenmesine yol açmamalı. ?Eskiden samimi müslümandı? diye, bir 
zamanlarki tebliğinin ve dâvâ adamı olmasının bedelini dinin ödemesine rızâ 
mı gösterelim? Sahâbenin içinden bile irtidat edenler çıktı, Habeşistan'a 
hicret eden ilk müslümanlardan hüsn-i hâtime ile hayatını noktalayamayan 
hayli insan vardı. Hele şirkin hâkim ve İslâm'ın mahkûm olduğu yerlerde müslüman 
olmaktan daha zordur müslüman kalmak ve müslüman ölebilmek. Hz. Yûsuf gibi biz 
de duâ ediyoruz: ?Ey gökleri ve yeri yaratan! Sen dünyada da âhirette de 
benim velimsin/sahibimsin. Beni müslüman olarak öldür ve beni sâlihler arasına 
kat.? (12/Yûsuf, 101) 
 
 ?Deli? deyimini bir başka açıdan ele alırsak, 
her şirk koşanın, inkârcı kâfirin de deli olduğunu söyleyebiliriz; hem de 
Kur'an'dan delil getirerek: ?Onların (müşriklerin, inkârcıların) kalpleri 
vardır, ama onunla akletmezler/gerçeği kavramazlar...? (7/A'râf, 179) 
Elbette her müşrik, bu anlamda delidir; ama bu, onun sorumluluğunu kaldırmaz. 
Yalancı peygamberliklerini iddia edenler için de hükmümüz daha farklı olamaz. 
Mutlak doğru, yani hak, herkes için ve her konumda doğrudur; beşerin doğruları 
gibi göreceli değildir. ?Onlar akletmiyorlar? ama, biz, zâhire göre 
hükmetmek zorundayız. Kimsenin kalbini yarıp bakamayacağımız gibi, beynini de 
açıp göremeyiz. Dünyevî çıkarları konusunda aklını kullananlara, delilere 
tanınan dünya ve âhiretteki cezâdan kurtulma avantajlarından yararlandırma 
hakkını veremeyiz. Elbette Allah'ın âhiretteki hükmünü bilemeyiz. Allah, bizim 
bilmediğimiz tüm sırları da bilendir, hüküm O'nundur, O, cezâ gününün yegâne 
sahibidir. Düzene muhâlefet açısından iyi bir bahane olsa da, gerçekliği 
tartışılacak şekilde hakka bâtılı, bâtıla da hakkı karıştırmamalı; gerçek 
zâlimlere, çürük delillerle onları mâsum kılacak, ispatlanamayacak isnadlarda da 
bulunmamalıyız. Gerçek zulümleri yeterli, İslâm düşmanlarını ve zulüm 
düzenlerini dışlamak için. Sonra, her içeri girip çıkana deli diyecek olursak, 
nice tevhid eri olan fikir adamı, âlim bundan payını alacak; kimseyi ciddiye 
alamayacağız. Onların ciddi çalışmalarına da şüphe ile bakacağız. 
 
Olayın adını doğru koyalım, atlas veya ipek 
kostümler içinde, üç dini temsil ettiğinin simgesi olduğunu söylediği üç parmak 
havada işaretiyle, Türk bayrağının yanında, ordu ve devlet düşmanı olmadığını 
ısrarla vurgulayan, devletin hak ettiği emekli maaşını vermediğini, bunu almak 
için uğraş verdiğini sızlanarak anlatan peygamber(!) fotoğrafını doğru 
okuyalım: Bu, her şeyden önce Allah'a apaçık iftiradır. ?Beni peygamber kıldı, 
bana vahyediyor, benim mûcizelerim var, ben Meryem oğlu İsa Peygamber'im? demek, 
nice câhil müslümanın kafasını karıştırmak; hafife alınacak, yumuşakça 
geçiştirilecek bir suç olmamalı... Buna cevap verirken de Hz. İsa'nın nüzûlüyle 
ilgili Kur'an'la sağlaması yapılamayan rivâyet ve ihtilâfları gündeme getirmek 
ve bu çelişkilere sahip çıkmak da, hem bu olayların temel sebebi olması ve hem 
de bunlara rağmen istismarlara dur denecek ve onları suçlayacak çözüm 
bulunulamaması yönüyle büyük yanlışlıklardır... 
 
?Kim Allah'a karşı yalan uydurandan daha zâlim 
olabilir? Onlar (Kıyâmet gününde) Rablerine arz edilecekler, şahitler de: ?İşte 
bunlar Rablerine karşı yalan söyleyenlerdir' diyecekler. Bilin ki, Allah'ın 
lâneti zâlimlerin üzerinedir. Onlar, (insanları) Allah'ın yolundan alıkoyan ve 
onu eğri göstermek isteyenlerdir. Âhireti inkâr edenler de onlardır.? 
(11/Hûd, 18-19) 
 
?Allah'a karşı yalan uydurandan, yahut kendisine 
hiçbir şey vahyedilmemişken, ?bana da vahyolundu' diyenden ve ?ben de Allah'ın 
indirdiği âyetlerin benzerini indireceğim' diye söyleyenden daha zâlim kim 
vardır?! O zâlimler, ölüm dalgaları içinde, melekler de pençelerini uzatmış, 
onlara: ?Haydi (bakalım bizim elimizden) canlarınızı kurtarın, Allah'a karşı 
gerçek olmayanı söylemenizden ve O'nun âyetlerine karşı kibirlilik taslamanızdan 
ötürü, bugün alçaklık azabı ile cezâlandırılacaksınız!' derken onların halini 
bir görsen!? (6/En'âm, 93) 
 
Hâtemu'l-Enbiyâ, yani peygamberlerin sonuncusu 
Hz. Muhammed (s.a.s.)'dir. ?Muhammed sizin erkeklerinizden hiç birinin babası 
değildir. Fakat o, Allah'ın rasûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her 
şeyi hakkıyla bilir.? (33/Ahzâb, 40) 
 
Şimdi, Hz. İsa'nın ölüp ölmediği, göğe 
kaldırılması ve Kıyâmete yakın yeryüzüne inip inmeyeceği konusunu delillerle 
inceleyelim: 
 
 




 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.
 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.