Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
Hadis-i Şeriflerde Kıyâmet ve Kıyâmet Alâmetleri
Hadis 
 
Hadis-i Şeriflerde Kıyâmet ve Kıyâmet Alâmetleri 
 
 
 
İlk dönemlerden itibâren Kıyâmet alâmetleri, 
Kıyâmetin çeşitli merhaleleri, cennet ve cehennem hayatıyla ilgili birçok zayıf 
veya mevzû rivâyet ortaya çıkmıştır. Kıyâmet ve özellikle Kıyâmet alâmetleriyle 
ilgili hadislerin sıhhati ve toplumsal problemlere dikkat çekip onların Kıyâmet 
gibi kargaşa ve kaos sebebi olmasıyla ilgili te'vil edilmesi gereken özellikleri 
üzerinde ciddî değerlendirme yapılmalıdır. Unutulmamalıdır ki, Kur'an'ın ve 
Peygamberimiz'in çok net beyanlarından Rasûlullah da Kıyâmetin ne zaman 
kopacağını bilmez. O yüzden hadis-i şeriflerde geçen bazı alâmetler henüz 
gerçekleşmedi diye, Kıyâmetin vaktine daha çok zaman olduğu, ya da şu tarihte 
olabileceği gibi değerlendirmeler çok yanlıştır. 
 
"Şunu bilmelisiniz ki, Kıyâmette çıplak, 
yalınayak ve sünnetsiz olarak haşrolunacaksınız" 
 sonra Rasûlullah (s.a.s.) "Yaratmayı ilkin 
nasıl başlattıysak onu tekrar ederiz" (21/Enbiyâ, 104) meâlindeki âyeti 
okuduktan sonra Kıyâmette ilkin Hz. İbrâhim'in giydirileceğini belirtmiştir (Buhârî, 
Rikak 45; Müslim, Cennet 56-58). Hz. Âişe'den rivâyet edilen hadisin devamında 
Hz. Âişe, bir arada bulunacak çıplak kadın ve erkeklerin birbirine 
bakabileceğinden söz etmiş, Rasûl-i Ekremde, "Durum buna müsâade etmeyecek 
kadar vahim olacaktır" cevabını vermiştir. Ebû Hüreyre'den nakledilen bir 
hadiste de insanların üç grup halinde haşir işlemine tabi tutulacağı haber 
verilmektedir: Günahları sebebiyle ümitle korku arasında bulunan mü'minler ki, 
bunların yaya olarak gitmesi muhtemeldir, binekle gidecek erdemli mü'minler ve 
yanlarından ayrılmayan bir ateşle hesap meydanına sevk edilecek gruplar (Buhârî, 
Rikak 45; Müslim, Cennet 59). 
 
"Kıyâmet gününde birinizin boynunda meleyen bir 
koyun, diğerinin boynunda için için kişneyen bir at, öbürünün boynunda böğüren 
bir deve, başkasının boynunda altın ve gümüş, bir diğerinkinde sallanıp duran 
bez parçası bulunuyorken karşıma çıkmayın! Bunların her biri benden yardım 
isteyecek, ben de, 'elimden gelen bir şey yok, dünyada iken sana tebliğ 
etmiştim' diyeceğim." (Buhârî, Cihad 
189; Müslim, İmâre 24) 
 
"Nefsim kudret elinde olan Zat-ı Zülcelal'e 
yemin ederim! Meryem oğlu İsa'nın, aranıza (bu şeriatle hükmedecek) adaletli bir 
hakim olarak ineceği, istavrozları kırıp, hınzırları öldüreceği, cizyeyi (Ehl-i 
Kitap'tan) kaldıracağı vakit yakındır. O zaman, mal öylesine artar ki, kimse 
onu kabul etmez; tek bir secde, dünya ve içindekilerin tamamından daha hayırlı 
olur." Sonra Ebû Hureyre der ki: 
"Dilerseniz şu âyeti okuyun. (Mealen): "Kitap ehlinden hiçbir kimse yoktur ki, 
ölümünden önce O'nun (İsa'nın) hak peygamber olduğuna iman etmesin. Kıyâmet 
gününde ise İsa onlar aleyhine şahitlik edecektir" (4/Nisâ, 159). (Buhârî, 
Büyû' 102, Mezâlim 31, Enbiya 49; Müslim, İman 242, h. no: 155; Ebû Dâvud, 
Melâhim 14, h. no: 4324; Tirmizî, Fiten 54, h. no. 2234) 
 
"Ümmetimden bir grup, hak için muzaffer şekilde 
mücâdeleye Kıyâmet gününe kadar devam edecektir. O zaman İsa İbn Meryem de 
iner. Bu Müslümanların reisi: ?Gel bize namaz kıldır!' der. Fakat Hz. İsa 
aleyhisselam: ?Hayır! der, Allah'ın bu ümmete bir ikramı olarak siz birbirinize 
emîrsiniz!" (Müslim, İman 247 
 
"Dünyanın tek günlük ömrü bile kalmış olsa 
Allah o günü uzatıp, benden bir kimseyi o günde gönderecek." "...Ehl-i beytimden 
birisi, ki bu zatın ismi benim ismine uyar, babasının ismi de babamın ismine 
uyar. Bu zat, yeryüzünü, eskiden cevr ve zulümle dolu olmasının aksine- adalet 
ve hakkaniyetle doldurur." (Ebû Dâvud, 
Mehdî 1, h. no: 4282; Tirmizî, Fiten 52, h. no: 2231, 2232) 
 
"Mehdi benim zürriyetimden, kızım Fâtıma'nın 
evlâtlarındandır." (Ebû Dâvud, Mehdi 
1, (4284) 
 
"Temîmi'd-Dâri'nin rivâyetinin benim size ondan 
(Mesih Deccal'dan) Mekke ve Medine'den anlattığıma muvâfık düşmesi hoşuma gitti. 
Bilesiniz o Şam denizinde veya Yemen denizindedir. Hayır doğu tarafındadır. Evet 
o doğu tarafında zuhur edecektir. O doğu tarafından zuhur edecektir!" buyurdu ve 
eliyle doğu tarafına işaret etti." 
(Müslim, Fiten 119, h. no: 2942; Ebû Dâvud, Melâhim 15, h. no: 4325, 4326; 
Tirmizî, Fiten 66, h. no: 2254) 
 
"Deccal, Medine geçitlerine girmesi kendisine 
haram kılınmış olarak çıkacak. Derken (Medine civarındaki) bazı ekimsiz yerlere 
kadar gelir. O gün insanların en hayırlısı olan -veya en hayırlılarından- bir 
kimse onun karşısına çıkar ve: ?Sen Rasûlüllah (s.a.s.)'ın bize haber verdiği 
Deccal'sin!' der. Deccâl de (kendi adamlarına): ?Ben şunu öldürüp sonra da 
diriltsem ne dersiniz? Bu işte bu şüpheye düşer misiniz?? der. Oradakiler: 
?Hayır!' derler. Deccal onu öldürür ve sonra diriltir. Dirilttiği zaman adam: 
?Allah'a yemin olsun. Senin hakkında hiçbir vakit bugünkünden daha basiretli 
olmamıştım!' der. Deccal onu tekrar öldüreyim mi di(yerek öldürmek isteye)cek, 
fakat musallat edilmeyecek." (Buhârî, 
Fiten 27, Fedâilu'l-Medine 9; Müslim, Fiten 112, h. no: 2938) 
 
"Deccal çıktığı vakit beraberinde su ve ateş 
vardır. Ancak halkın ateş olarak gördüğü tatlı sudur; halkın su olarak gördüğü 
ise yakıcı bir ateştir. Sizden kim o güne ererse, halkın ateş olarak gördüğüne 
düş(meyi kabul et)sin. Çünkü o, tatlı soğuk sudur." 
(Buhârî, Fiten 26, Enbiyâ 50; Müslim, Fiten 105, 
h. no: 2935; Ebû Dâvud, Melâhim 14, h. no: 4315) 
 
İbn Ömer (r. a.) anlatıyor: "Rasûlüllah (s.a.s.) 
Vedâ haccı sırasında (bir ara): "Halk susup dinlesin!" buyurdular. Sonra Allah'a 
hamd ve senâda bulunup, arkadan Mesih ve Deccal'den uzun uzun söz ettiler ve 
buyurdular ki: 
 
"Allah'ın gönderdiği her peygamber, ümmetini 
onunla inzar etti. Nuh aleyhisselam ümmetini onunla inzar etti, ondan sonra 
gelen peygamberler de. O, sizin aranızda çıkacak. Onun hali sizden gizli 
kalmayacak. Rabbinizin tek gözlü olmadığı size kapalı değildir. O ise sağ gözü 
kör birisidir. Onun gözü, sanki (salkımdan) dışa fırlamış bir üzüm danesi 
gibidir. [İki gözünün arasında kefere yani kâfir yazılmış olacaktır. Bunu her 
Müslüman okuyacaktır]." (Buhârî, 
Fiten 27; Müslim, Fiten 100-103, h. no: 169-2933) 
 
"Ayakkabıları kıldan bir kavimle savaşmadıkça 
Kıyâmet kopmaz. Siz, yüzleri kılıflı kalkanlar gibi, gözleri küçük, burunları 
yassı olan bir kavmle savaşmadıkça Kıyâmet kopmaz." 
(Buhârî, Cihad 95, 96, Menâkıb 25; Müslim, Fiten 62, h. no: 2912; Ebû Dâvud, 
Melâhim 9, h. no: 4303, 4304; Tirmizî, Fiten 40, h. no: 2216; Nesâî, Cihad 42) 
 
"Rumlar, A'mak ve Dâbık nam mahallere inmedikçek 
Kıyâmet kopmaz. Onlara karşı Medine'den bir ordu çıkar. Bunlar o gün arz ehlinin 
en hayırlılarıdır. Bu ordunun askerleri savaşmak üzere saf saf düzen alınca, 
Rumlar: ?Bizden esir edilenlerle aramızdan çekilin de onları öldürelim!' 
derler. Müslümanlar da: ?Hayır! Vallahi sizinle, kardeşlerimizin arasından 
çekilmeyiz' derler. Bunun üzerine (Müslümanlar) onlarla harb eder. Bunlardan 
üçte biri inhizama uğrar. Allah ebediyen bunların tevbesini kabul etmez. Üçte 
biri katledilir, bunlar Allah indinde şehitlerin en faziletlileridir. Üçte biri 
de muzaffer olur. Bunlar ebediyen fitneye düşmezler. Bunlar İstanbul'u da 
fethederler. (Fetihten sonra) bunlar, kılıçlarını zeytin ağacına asmış ganimet 
taksim ederken, şeytan aralarında şöyle bir nidâ atar: ?Mesih Deccal, 
ailelerinizde sizin yerinizi aldı!' Bunun üzerine, çıkarlar. Ancak bu haber 
batıldır. Şam'a geldiklerinde (Deccal) çıkar. Bunlar savaş için hazırlık yapıp 
safları tanzim ederken, namaz için ikamet okunur. Derken İsa İbnu Meryem iner ve 
onlara gitmek ister. Allah'ın düşmanı, Hz. İsa'yı görünce, tıpkı tuzun suda 
erimesi gibi, erir de erir. Eğer bırakacak olsa, (kendi kendine) helak oluncaya 
kadar eriyecekti. Ancak Allah onu kudret eliyle öldürür; öyle ki onlara, 
harbesindeki kanını gösterir." 
(Müslim, Fiten 34, h. no: 2897) 
 
"Bir tarafı karada bir tarafı da denizde olan 
bir şehir işittiniz mi?" diye 
sordular. Oradakiler: ?Evet!' deyince, şöyle buyurdular: "İshakoğullarından 
yetmiş bin kişi bu şehre sefer tertiplemedikçe Kıyâmet kopmaz. Askerler şehre 
gelince konaklarlar. Ancak silahla savaşmazlar, tek bir ok dahi atmazlar. 
"Lailahe illallahu vallahu ekber!" derler. Bunun üzerine şehrin deniz tarafı 
düşer. Sonra askerleri ikinci kere, "Lailahe illallahu vallahu ekber" derler, 
şehrin diğer tarafı da düşer. Sonra tekrar "Lailahe illallahu vallahu ekber!" 
derler. Bu sefer onlara (kapılar) açılır. Oradan şehre girerler ve şehrin 
ganimetini toplarlar. Ganimetleri aralarında taksim ederlerken, yanlarına bir 
münadi gelip: "Deccal çıktı!" diye bağırır. Askerler her şeyi bırakıp geri 
dönerler" (Müslim, Fiten 78, h. no: 2920) 
 
"Yahudilerle savaşacak ve onları öldüreceksiniz. 
Öyle ki taş dahi: "Ey Müslüman! İşte Yahudi, arkamda (saklandı), gel, öldür 
onu!" diyecek." (Buhârî, Cihad 94, 
Menâkıb 25; Müslim, Fiten 79, h. no: 2921; Tirmizî, Fiten 56, h. no: 2237) 
 
"Müslümanlardan iki grup aralarında savaşmadıkça 
Kıyâmet kopmaz. Bunlar aralarında büyük bir savaş yaparlar, fakat davaları 
birdir." (Buhârî, Fiten 24, Menâkıb 
25, İstitabe 8; Müslim, İman 248, h. no: 157, Fiten 17) 
 
"Nefsim yed-i kudretinde olan Zat-ı Zülcelal'e 
yemin olsun! İmamınızı öldürmedikçe, kılıçlarınızı birbirinize kullanmadıkça, 
dünyanıza şerirleriniz varis olmadıkça Kıyâmet kopmaz." 
(Tirmizî, Fiten 9, h. no: 2171) 
 
"Herc atmadıkça Kıyâmet kopmaz!" 
 buyurmuşlardı. (Yanındakiler): "Herc nedir ey 
Allah'ın Rasûlü?" diye sordular. "Öldürmek! Öldürmek!" buyurdular." 
(Müslim, Fiten 18, h. no: 157) 
 
"Kıyâmet kopmazdan önce gece karanlığının 
parçaları gibi fitneler olacak. (O vakit) kişi mü'min olarak sabaha erer de 
kâfir olarak akşama kavuşur. Mü'min olarak akşama erer, kâfir olarak sabaha 
kavuşur. Birçok kimseler azıcık bir dünyalık mukabilinde dinlerini satarlar." 
(Tirmizî, Fiten 30, h. no: 2196) 
 
"Ben Kıyâmet şöyle yakın olduğu halde 
gönderildim!" buyurdular ve şehâdet 
parmağıyla orta parmağını yanyana gösterdiler. (Buhârî, Rikak 39, Tefsiru Nâziât 
1, Talâk 25; Müslim, Fiten 132, h. no: 2950) 
 
"Ben Kıyâmetin kopacağı aynı sâatte gönderildim. 
Ancak, şunun şunu geçmesi gibi ben Kıyâmet sâatini geçip biraz evvel geldim!" 
buyurdu ve orta parmağı ile şehâdet 
parmağını gösterdi." (Tirmizî, Fiten 39, h. no: 2214) 
 
"Hicaz bölgesinden bir ateş çıkmadıkça Kıyâmet 
kopmaz. Bu ateş Busra'daki develerin boyunlarını aydınlaTacaktır." 
(Buhârî, Fiten 24; Müslim, Fiten 42, h. no: 2902) 
 
"Kıyâmetten önce, Hadramevt'ten -veya Hadramevt 
denizinden- bir ateş çıkacak, insanları toplayacak" 
buyurmuşlardı. (Orada bulunanlar): "Ey Allah'ın Rasûlü (o güne ulaşırsak) ne 
yapmamızı emredersiniz?" diye sordular. "Size Şam (Yani Sûriye'ye gitmenizi) 
tavsiye ederim" buyurdular. (Tirmizî, Fiten 42, h. no: 2218) 
 
"Bugün doğmuş (canlı olan) hiçbir nefis yoktur 
ki, yüz sene sonra ölmemiş olsun." 
(Râvi der ki): "Bununla ömrün kısalması kastedilmiştir." (Müslim, 
Fezâilu's-Sahâbe 218, h. no: 2538; Tirmizî, Fiten 64, h. no: 2251) 
 
Enes (r.a.) anlatıyor: "Bir adam Rasûlüllah 
(s.a.s.)'a: "Kıyâmet ne zaman kopacak?" diye sormuştu. Aleyhissalâtu vesselâm 
bir müddet sükûttan sonra yanında duran Ezd-i Şenûe kabilesine mensup bir 
çocuğa bakıp: 
 
"Bu delikanlı pîr-i fâni olmadan önce 
Kıyâmetiniz kopacaktır!" 
buyurdular." Enes (r.a.) der ki: "Çocuk o gün benim akranım idi." (Müslim, Fiten 
138, h. no: 2953) 
 
Açıklama: Bu hadiste, Aleyhissalâtu vesselâm, 
herkesin ölümünü, kendisi için "Kıyâmet" olarak değerlendirmiş bulunmaktadır. 
Hadisi, dünyanın eceli olan Kıyâmetten ziyade kendi ecelimiz olan şahsî 
Kıyâmetimizle ilgilenmeye bir uyarı olarak değerlendirebiliriz. Dünyanın eceli 
ilm-i İlahîde mahfuzdur, Allah'tan başka kimse bilemez. Ama beşerî ecelimiz, 
şahsî Kıyâmetimiz, zaman olarak kısmen bellidir. Yarın hususunda bir garanti 
olmadığına göre, şu veya bu şekilde her an gelebilir. Öyleyse "Kıyâmet" 
hadisesinden insan nefsi bir dehşet alıyor, ibrete meylediyor ise, bu ibreti, 
her an gelmesi muhtemel olan ecelinden, kopması muhtemel olan şahsî Kıyâmetinden 
almalıdır. Efendimiz, dünyanın Kıyâmetinden sorulduğu halde şahsî Kıyâmeti 
zikretmek sûretiyle cevap vermekle dikkatleri buna çekmek gereğine uyan bir 
irşadda bulunmuş olmaktadır (İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, 
Akçağ Yayınları, 14/321). 
 
"Otuz kadar yalancı deccaller çıkmadıkça Kıyâmet 
kopmaz. Bunlardan her biri Allah'ın elçisi olduğunu zanneder." 
(Tirmizî, Fiten 43, h. no: 2219; Ebû Dâvud, Melâhim 16 h. no: 4333, 4334, 4335) 
 
"Güneş, battığı yerden doğmadıkça Kıyâmet 
kopmaz. Batıdan doğunca, insanlar görür ve hepsi de iman eder. Ancak, daha önce 
inanmamış veya imanın sevkiyle hayır kazanamamış olan hiç kimseye bu iman fayda 
sağlamaz." (Buhârî, Rikak 39, İstiska 
27, Zekât 9; Müslim, İman 248, (157); Ebû Dâvud, Melâhim 12, 4312) 
 
Ebû Zerr (r.a.) anlatıyor: "Güneş battığı sırada 
Kıyâmet alâmetlerinin ilki güneşin battığı yerden doğması ve kuşluk vaktinde 
insanlara Dâbbetü'l-Arz ın çıkmasıdır. Bunlardan hangisi önce çıkarsa diğerinin 
çıkması buna yakındır" (Müslim, Fiten 118). 
 
"Ruhumu kudret elinde tutan Zat-ı Zülcelal'e 
yemin olsun ki, vahşi hayvanlar insanlarla konuşmadıkça, kişiye kamçısının 
ucundaki meşin, ayakkabısının bağı konuşmadıkça, kendisinden sonra ehlinin ne 
yaptığını dizi haber vermedikçe Kıyâmet kopmaz." 
(Tirmizî, Fiten 19, h. no: 2182) 
 
"Devs kabilesinin kadınlarının kıçları, 
Zü'lhalasa putunun etrafında titremedikçe Kıyâmet kopmaz. Zü'lhalasa, 
Devslilerin cahiliye devrinde tapındıkları (Tebâle'deki) puttur." 
(Buhârî, Fiten 23; Müslim, Fiten 51, h. no: 2906) 
 
"İnsanların dünyaca en bahtiyarını âdi oğlu 
âdiler teşkil etmedikçe Kıyâmet kopmaz." 
(Tirmizî, Fiten 37, h. no: 2210) 
 
"Kıyâmet Allah Allah diyen bir kimsenin üzerine 
kopmayacaktır." (Müslim, İman 234, h. 
no: 148; Tirmizî, Fiten 35, h. no: 2208) 
 
Ebû Hureyre (r.a.) anlatıyor: "Rasûlüllah 
(aleyhissalâtu vesselâm), yanındaki cemaate konuşurken, bir adam gelerek: "(Ey 
Allah'ın Rasûlü!) Kıyâmet ne zaman kopacak?" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm 
konuşmasına devam etti, sözlerini bitirdiği vakit: "Sual sahibi nerede?" 
buyurdular: Adam: "İşte buradayım ey Allah'ın Rasûlü!" dedi. Aleyhissalâtu 
vesselâm: "Emânet zâyi edildiği vakit Kıyâmeti bekleyin!" buyurdular. 
Adam: "Emanet nasıl zâyi edilir?" diye sordu. Efendimiz: "İş, ehil olmayana 
tevdi edildi mi Kıyâmeti bekleyin!" buyurdular." (Buhârî, İlm 2, Rikak 35) 
 
"Kahtan'dan, insanları değneğiyle idare eden bir 
adam çıkmadıkça Kıyâmet kopmaz." 
 (Buhârî, Fiten 23, Menâkıb 7; Müslim, Fiten 60, h. no: 2910) 
 
"Fırat nehri altın bir dağ üzerinden açılmadıkça 
Kıyâmet kopmaz. Onun üzerine insanlar savaşırlar. Yüz kişiden doksan dokuzu 
öldürülür. Onlardan her biri: ?Herhalde savaşı ben kazanacağım' der." 
(Buhârî, Fiten 24; Müslim, Fiten 29, h. no: 
2894; Ebû Dâvud, Melâhim 13, h. no: 4313, 4314; Tirmizî, Cennet 26, h. no: 2572, 
2573) 
 
"Zaman yakınlaşmadıkça Kıyâmet kopmaz. Bu 
yakınlaşma öyle olur ki, bir yıl bir ay gibi, ay bir hafta gibi, hafta da bir 
gün gibi, gün sâat gibi, sâat de bir çıra tutuşması gibi (kısa) olur." 
(Tirmizî, Zühd 24, h. no: 2333) 
 
"Allah Teâlâ hazretleri ipekten daha yumuşak bir 
rüzgârı Yemen'den gönderir. Bu rüzgâr, kalbinde zerre mikter iman bulunan hiç 
kimseyi hariç tutmadan hepsinin ruhunu kabzeder." 
(Müslim, İman 185, h. no: 117) 
 
"Kıyâmet sadece şerir insanların üzerine 
kopacaktır!" (Müslim, Fiten 131, h. 
no: 2949) 
 
İbn Zuğb el-Eyâdî anlatıyor: "Abdullah İbnu 
Havale el-Ezdî (radıyallahu anh)'nin yanına indim. Bana: "Rasûlüllah (s.a.s.) 
bizi, ganimet alalım diye yaya olarak gönderdi. Biz de döndük ve hiçbir ganimet 
elde edemedik. Yorgunluğumuzu yüzlerimizden anlayıp aramızda doğrularak: 
 
"Ey Allah'ım, onları bana tevkil etme; ben 
onları üzerime almaktan acizim! Onları kendilerine de tevkil etme, bu işten 
kendileri de acizdirler. Onları diğer insanlara da tevkil etme kendilerini 
onlara tercih ederler!" buyurdular. Sonra elini başımın üstüne koydu ve: 
"Ey İbnu Havâle! Hilafetin (Medine'den) Arz-ı Mukaddese'ye (Sûr iye'ye) indiğini 
görürsen, bil ki artık zelzeleler, kederler, büyük hadiseler yakındır. O gün 
Kıyâmet, insanlara, şu elimin, başına olan yakınlığından daha yakındır" 
buyurdu." (Ebû Dâvud, Cihad 37, h. no: 2535) 
 
Hz. Enes (radıyallahu anh) dedi ki: "İstanbul'un 
fethi Kıyâmet ânında olacaktır." (Tirmizî, Fiten 58, h. no: 2240) 
 
Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: "Rasûlüllah 
(aleyhissalâtu vesselâm) (bir gün): "Ümmetim on beş şeyi yapmaya başlayınca 
ona büyük belânın gelmesi vâcip olur!" buyurmuşlardı. (Yanındakiler): "Ey 
Allah'ın Rasûlü! Bunlar nelerdir?" diye sordular. Rasûlullah (s.a.s.) saydı: 
 
?Ganimet (yani millî servet, fakir fukaraya 
uğramadan sadece zengin ve mevki sahibi kimseler arasında) tedavül eden bir meta 
haline gelirse. 
 
Emanet (edilen şeyleri emanet alan kimseler, 
sorumlu ve yetkililer, memurlar) ganimet (malı yerini tutup, yağmalayıp 
nefislerine helal) kıldıkları zaman. 
 
Zekat (ödemeyi ibâdet bilmeyip bir angarya ve) 
cezâ telakki ettikleri zaman. 
 
Kişi annesinin hukukuna riâyet etmeyip, kadınına 
itaat ettiği; 
 
Babasından uzaklaşıp ahbabına yaklaştığı; 
 
Mescidlerde (rızayı İlahî gözetmeyen husumet, 
alışveriş, eğlence ve siyasata vs. müteallik) sesler yükseldiği zaman. 
 
Kavme, onların en alçağı (erzel) reis olduğu; 
 
(Devlet otoritesinin yetersizliği sebebiyle 
tedhiş ve zulümle insanları sindiren zorba) kişiye zararı dokunmasın diye 
hürmet ettiği; 
 
(Çeşitli adlarla imal edilen) içkiler 
(serbestçe) içildiği; 
 
İpek (haram bilinmeyip erkekler tarafından) 
giyildiği; 
 
(San'at, bale, konser gibi çeşitli adlar 
altında; bar, gazino, dansing ve salonlarda ve hatta televizyon ve filim gibi 
çeşitli vasıtalarla yaygın şekilde) şarkıcı kadınlar ve çalgı aletleri 
edinildiği; 
 
Bu ümmetin sonradan gelen nesilleri, önceden 
gelip geçenlere (çeşitli ithamlar ve bahanelerle) hakaret ettiği zaman artık 
kızıl rüzgârı, [zelzeleyi], yere batışı (hasfı) veya sûret değiştirmeyi (meshi) 
[veya gökten taş yağmasını, (kazfi)] bekleyin." 
(Tirmizî, Fiten 39, h. no: 2211) 
 
"Çıkış itibariyle, Kıyâmet alâmetlerinin ilki 
güneşin battığı yerden doğması, kuşluk vakti insanlara dabbetu'l-arzın 
çıkmasıdır. Bunlardan hangisi önce çıkarsa, diğeri de onun hemen peşindedir." 
(Müslim, Fiten 118, h. no: 2941; Ebû Dâvud, Melâhim 12, h. no: 4310) 
 
"Beytu'l Makdis'in (Mescid-i Aksâ'nın) imarı 
Yesrib'in harabıdır. Yesrib'in harabı melhamenin (savaşın) çıkmasıdır. Melhame 
'şehir'in ('İstanbul'un) fethidir, İstanbul'un fethi Deccal'in çıkmasıdır!" 
buyurdu. Sonra elini (Rasûlüllah), konuşmakta olduğu kimsenin (yani Hz. Muaz'ın) 
dizine vurdu ve: "Bu söylediğim kesinlikle hakikattir. Tıpkı senin burada 
oturman hak olduğu gibi" buyurdular." (Ebû Dâvud, Melâhim 3, h. no: 4294) 
 
"Melhame ile Medine'nin (Şehrin) fethi arasında 
altı yıl vardır. Yedinci yılda da Mesih Deccal çıkar." 
[Ebû Dâvud, Melâhim 4, h. no: 4296; İbn Mace, Fiten 35, h. no: 4093) 
 
"Sûrun sahibi (İsrafil aleyhisselam), sûr denen 
borusunu ağzına dayamış, yüzünü çevirmiş, kulağını dikmiş, üfleme emrini 
beklerken ben nasıl tereffühle (dünya nimetlerinden) istifade edebilirim?" 
buyurmuşlardı. Bu, sanki ashabına çok ağır gelmişti: 
 
"Peki biz ne yapalım -veya ne diyelim- ey 
Allah'ın Resûlü?" diye sordular. Onlara: "Hasbünallah ve ni'melvekil (Allah 
bize yeter, o ne güzel vekildir!), Allah'a tevekkül ettik. -belki de 
"tevekkülümüz Allah'adır!" demişti- deyiniz!" diye emir buyurdular." 
[Tirmizî, Kıyâmet 9, h. no: 2433) 
 
"Rasûlüllah (aleyhissalâtu vesselâm)'a sûr'dan 
sorulmuştu: "Bu, içine üflenen bir boynuzdur!" diye cevap verdi." (Ebû 
Dâvud, Sünnet 24, h. no: 4742; Tirmizî, Kıyâmet 9, h. no: 2432) 
 
Ebû Hureyre (r.a.) anlatıyor: "Rasûlüllah 
(s.a.s.): "İki sûr arasında kırk vardır!" buyurmuştur. Bunun üzerine 
oradakiler: 
 
"Ey Ebû Hureyre! Kırk gün mü?" diye sordular. 
Fakat o: "Birşey diyemem!" cevabını verdi. Tekrar: "Kırk ay mı?" dediler. O 
yine: "Bir şey diyemem!" cevabını verdi. "Kırk yıl mı?" dediler. O yine: "Bir 
şey diyemem!" cevabını verdi ve (Rasûlüllah'ın hadisine devam etti:) 
 
"Sonra Allah semadan su indirecek ve insanlar 
yerden sebze biter gibi bitecekler. İnsanda bir kemik hariç hepsi çürür. Bu 
çürümeyen, acbu'zzeneb denen kuyruk sokumu kemiğidir. Kıyâmet günü yeniden 
yaratılış bundan terkib edilecektir." 
[Buhârî, Tefsir, Zümer 3, Amme 1; Müslim, Fiten 141, h. no: 2955; Muvatta, 
Cenâiz 48, h. no: 1, 239; Ebû Dâvud, Sünnet 24, h. no: 4743; Nesâî, Cenaiz 117, 
h. no: 4, 111) 
 
"Mü'minin ruhu, cennet ağacında beslenen bir kuş 
olur. Yeniden dirilme gününde Allah onu cesedine döndürünceye kadar orada 
beslenir." (Muvatta, Cenâiz 49, h. 
no: 1, 240; Nesâî, Cenâiz 117 h. no: 4, 108) İbn Mâce, Zühd 32, h. no: 4271) 
 
Ebû Rezin el-Ukaylî (r.a.) anlatıyor: "Ey 
Allah'ın Rasûlü dedim, Allah, mahlûkatı nasıl iâde eder, (yeniden diriltir)? 
Bunun dünyadaki örneği nedir?" "Sen dedi, hiç kavminin üzerinde 
yaşadığı vadiden kurak mevsimde geçmedin mi? Sonra bir kere de her tarafın 
yemyeşil üğründüğü münbit mevsimde uğramadın mı?" Ben: "Elbette!" deyince: 
"İşte bu, (yeniden) yaratmasına Allah'ın delilidir. Allah, ölüleri de böyle 
diriltecektir!" buyurdular." (Rezin tahric etmiştir. Bu hadis Ahmed İbn 
Hanbel'in Müsned'inde biraz farklı lafızlarla rivâyet edilmiştir (IV/11) 
 
İbn Abbas (r.a.) "O boru öttürülünce" 
(74/Müddessir, 8) âyeti ile ilgili olarak dedi ki: "Bu, sûrdur. Sûrede geçen 
racife, birinci nefha (üfleme), râdife de ikinci nefhadır." (Buhârî, Rikak 43 
-muallak olarak-) 
 
Ebû Said (r.a.) anlatıyor: "Rasûlüllah (s.a.s.) 
(bir gün bize) Sâhib-i Sûr'u (İsrâfil'i) zikretti ve dedi ki: "Sağında 
Cibril, solunda da Mikâil aleyhimusselam var." Rezin tahric etmiştir. (Ebû 
Dâvud, Hurûf ve'l-Kıraat 1, h. no: 3999) 
 
"Kıyâmet günü insanlar beyaz, bembeyaz, has unun 
çöreği gibi bir yerde toplanacaklar. Orada hiç kimsenin bir işareti (evi, bağı 
vs.) olmayacak." (Buhârî, Rikak 44; 
Müslim, Münafıkûn 28, h. no: 2790) 
 
"Sizler Allah'a yalınayak, bedenleriniz çıplak 
ve kabuklu (sünnet edilmemiş) olarak haşr olunacaksınız!" 
buyurdu. Bir diğer rivâyette İbn Mes'ud şöyle demiştir: "Rasûlüllah (s.a.s.) 
va'z etmek üzere aramızda doğruldu ve dedi ki: 
 
"Ey insanlar! Sizler (Kıyâmet günü) Allah'ın 
yanında yalınayak, çıplak ve kabuklu olarak toplanacaksınız. (Sonra şu âyeti 
okudu:) "İlk yaratışa nasıl başladı isek, üzerimizde hak bir vaad olarak yine 
onu iâde edeceğiz..." (21/Enbiyâ, 
104). Haberiniz olsun! Kıyâmet günü mahlukattan ilk giydirilecek İbrâhim 
aleyhisselâm'dır. Haberiniz olsun, o gün ümmetimden bazı kimseler getirilir ve 
sol tarafa alınırlar. Bunun üzerine ben: 
 
'Ey Rabbim! Bunlar ashabımdır!' derim. Bana: 
 
'Sen bilmiyorsun, bunlar senden sonra neler 
yaptılar" denilir. Ben sâlih kul (İsa)'nın dediği gibi diyeceğim: 
 
"Ben içlerinde bulunduğum müddetçe üzerlerinde 
bir kontrolcü idim. Fakat vakta ki sen beni (içlerinden) aldın, üstlerinde 
nigehban yalnız sen oldun. (Zaten) sen (her zaman) her şeye hakkıyla şahidsin. 
Eğer kendilerine azab edersen şüphe yok ki onlar senin kullarındır. Eğer onları 
affedersen mutlak galib ve yegâne hüküm ve hikmet sahibi olan da hakikaten 
sensin sen" (5/Mâide, 117-118) 
 
Rasûlüllah (s.a.s.) devamla dedi ki: "Bunun 
üzerine bana: 'Onlar, sen aralarından ayrıldığın günden beri, dinden yüz 
çevirmeye hiç ara vermediler!' denilecek." 
 
"Bir rivâyette şu ziyade var: "Ben: 
'Rahmetten uzak olsunlar, rahmetten uzak olsunlar!' derim." (Buhârî, Rikak 
45, Enbiyâ 8, 44, Tefsir, Mâide 14, 15, Tefsir, Enbiyâ 2; Müslim, Cennet 57, h. 
no: 2860; Tirmizî, Kıyâmet 4, h. no: 3329; Nesâî, Cenâiz 118, h. no: 4, 114) 
 
"Kıyâmet günü insanlar üç sınıf olarak 
haşrolunurlar: Yayalar sınıfı, binekliler sınıfı,yüzü üstü sürünenler sınıfı." 
Peygamberimiz'e soruldu: "Ey Allah'ın 
Rasûlü! Bunlar yüzleri üzerine nasıl yürürler?" Şu cevabı verdiler: "Onları 
ayakları üzerine yürüten Zât-ı Zülcelâl, yüzleri üzerine yürütmeye de kadirdir. 
Ancak bilesiniz, bu yüzleri üstü yürüyenler, önlerine çıkan her engele, her 
dikene karşı kendilerini yüzleriyle korumaya çalışırlar." (Tirmizî, Tefsir 
Benî İsrâil (İsrâ Sûresi), h. no: 3141) 
 
"İnsanlar Kıyâmet günü üç hal üzere 
haşrolunurlar: 
 
1) İstekliler, korkanlar, 
 
2) İki kişi bir deve üzerinde olanlar, üç kişi 
bir deve üzerinde olanlar, dört kişi bir deve üzerinde olanlar, on kişi bir deve 
üzerinde olanlar. 
 
3) Geri kalanları, ateşe tapanlar. Cehennem, 
onların kaylûle yaptığı yerde onlarla kaylûle yapar, geceledikleri yerde onlarla 
birlikte geceler, onların sabahladıkları yerde onlarla sabahlar, onların 
akşamladıkları yerde onlarla beraber akşamlar." 
(Buhârî, Rikak 48; Müslim, Cennet 59, h. no: 2861; Nesâî, Cenâiz 118, h. no: 4, 
115, 116) 
 
"İnsanlar Kıyâmet günü öylesine ter akıtırlar 
ki, bu terler yerin içinde yetmiş zira'lık derinliğe kadar iner ve bu ter (yer 
üstünde de birikerek insanları konuşamaz hale getirmek üzere ağızlarına) gem 
vurur ve kulaklarına kadar ulaşır." 
(Buhârî, Rikâk 47; Müslim, Cennet 61, h. no: 2863) 
 
"Kimin üzerinde kardeşine karşı ırz veya başka 
bir şey sebebiyle hak varsa, dinar ve dirhemin bulunmadığı [Kıyâmet (ve 
hesaplaşmanın olacağı)] gün gelmezden önce daha burada iken helalleşsin. Aksi 
takdirde o gün, salih bir ameli varsa, o zulmü nisbetinde kendinden alınır. 
Eğer hasenatı yoksa, arkadaşının günahından alınır, kendisine yüklenir." 
(Buhârî, Mezâlim 10, Rikak 48; Tirmizî, Kıyâmet 2, h. no: 2421) 
 
"Kıyâmet günü hak sahiplerine haklarını mutlaka 
edâ edeceksiniz. Öyle ki kabış (boynuzsuz) koyun için, boynuzlu koyundan kısas 
alınacak, taşa (niye bir başka) taş üzerine yüklenip kaldığından; adamın adamı 
niye yaraladığından sorulacak." 
 
(râvî Ebû Hureyre) der ki: "Biz şunu da 
işitirdik: "Kıyâmet günü, kişiyi tanımadığı birisi yakalar ve der ki: "Sen 
beni hata ve münker işlerken görüyordun, fakat ondan men etmiyordun!" 
(Müslim, Birr 6, h. no: 2582; Tirmizî, Kıyâmet 2, h. no: 2422). "Boynuzlu 
koyun..." tabirinden gerisi Rezin'in ziyâdesidir. 
 
Hz. Aişe (r. anhâ) anlatıyor: "Rasûlüllah 
(s.a.s.): "Âhirette kimin hesâbı münâkaşa edilirse, azâba mâruz kalacak 
demektir!" buyurmuşlardı. Ben: "Nasıl olur? Allah Teâlâ (meâlen): "O 
vakit kimin kitabı sağ eline verilirse; kolay bir hesabla muhâsebe edilecek ve 
ehline sevinçli olarak dönecek" (84/İnşikak 7-9) buyurmadı mı, (bu hesap 
münâkaşası değil mi)?" dedim. "Hayır! buyurdular, bu (münâkaşa 
değil) arzdır. Kıyâmet günü hesâba çekilen herkes mutlaka helâk olmuş demektir!" 
(Buhârî, İlim 35, Tefsir, İnşikak 1; Rikak 49; Müslim, Cennet 80, h. no: 2876; 
Ebû Dâvud, Cenâiz 3, h. no: 3093; Tirmizî, Kıyâmet 6, h. no: 2428) 
 
"Kıyâmet günü, kişi amelleri arasında önce 
namazın hesâbını verecek. Bu hesap güzel olursa kurtuluşa erdi demektir. Bu 
hesap bozuk olursa, hüsrâna düştü demektir. Eğer farzında eksiklik çıkarsa Rab: 
'Bakın, kulumun (defterinde yazılmış) nâfilesi var mı?' buyurur. Böylece, 
farzın eksikleri nâfile (namazları) ile tamamlanır. Sonra, bu tarzda olmak üzere 
diğer amelleri hesaptan geçirilir." 
(Tirmizî, Salat 305, h. no: 413; Nesâî, Salât 9, h. no: 1232) 
 
Yahya İbn Said (rahimehullah) anlatıyor: "Bana 
ulaştığına göre, (Kıyâmet günü), kulun ilk bakılacak ameli namazdır. Eğer namazı 
kabul edilirse, geri kalan amellerine bakılır. Eğer namazı kabul edilmezse diğer 
amellerinin hiçbirine bakılmaz." (Muvatta, Kasru's-Salât 89, h. no: 1, 173) 
 
"Kıyâmet günü, insanlar arasında hükmedilecek 
ilk şey kandır." (Buhârî, Diyat 1, 
Rikak 48; Müslim, Kasâme 28, h. no: 1678; Tirmizî, Diyât 8, h. no: 1396; Nesâî, 
Tahrim 2, h. no: 7, 83) 
 
"Kıyâmet günü, dört şeyden sual edilmedikçe, 
kulun ayakları [Rabbinin huzurundan] ayrılamaz: Ömrünü nerede harcadığından, ne 
amelde bulunduğundan, malını nerede kazandığından ve nereye harcadığından, 
vücûdunu nerede çürüttüğünden." 
(Tirmizî, Kıyâmet 1, h. no: 2419) 
 
"Kıyâmet günü kul (hesap vermek üzere huzur-u 
İlahîye) getirilir. Allah Teâlâ: 'Ben sana kulak, göz, mal ve evlat vermedim mi? 
Sana hayvanları ve ekimi musahhar kılmadım mı? Seni bunlara baş olmak, onlardan 
istifade etmek üzere serbest bırakmadım mı? Acaba, Benimle bugünkü şu 
karşılaşmanı hiç düşündün mü?' diye soracak. Kul da: 'Hayır' diyecek. Allah 
Teaâaâ: 'Öyleyse bugün Ben de seni unutacağım, tıpkı senin (dünyada) Beni 
unuttuğun gibi!' buyuracak." 
(Tirmizî, Kıyâmet 7, h. no: 2430) 
 
Ebû Hureyre (r.a.) anlatıyor: (Ashab, 
Rasûlüllah'a): "Ey Allah'ın Rasûlü! Kıyâmet günü Rabbimizi görecek miyiz?" diye 
sordular. Allah'ın elçisi: "Bulutsuz bir günde, öğle vaktinde güneşi görme 
hususunda bir itişip kakışmanız olur mu?" diye sordu. Ashab: 'Hayır!' 
deyince: "Bulutsuz (dolunaylı) gecede ayı görmekte itişip kakışmanız olur 
mu?" diye tekrar sordu. Ashab yine: 'Hayır!' deyince: 'Nefsim elinde olan 
Zât-ı Zülcelâl'e yemin olsun, Rabbinizi görme hususunda da hiçbir itişip 
kakışmanız olmayacak. Tıpkı güneş ve ayı görmede itişip kakışmanız olmadığı 
gibi. Böylece kul, Rabbiyle karşı karşıya gelecek. Rabb Teâlâ: 'Ey filan! Ben 
sana ikram etmedim mi? Seni efendi yapmadım mı? Sana zevce vermedim mi? Atı, 
deveyi sana musahhar (hizmetçi) kılmadım mı? Reislik yapmana, ganimet malından 
dörtte bir almana müsaade etmedim mi?' diye soracak. Kul: 'Evet ey Rabbim!' 
diyecek. Rab Teâlâ: 'Benimle karşılaşacağını hiç düşünmedin mi?' diyecek. Kul bu 
soruya: 'Hayır!' karşılığını verecek. Rab Teâlâ da: 'Öyleyse şimdi de ben seni 
unutuyorum. Tıpkı (dünyada) sen Beni unuttuğun gibi!' diyecek. Sonra ikinci kul 
Allah'ın karşısına çıkar. Rab Teâlâ ona da aynı şeyleri söyler. Sonra üçüncüye 
de birinciye söylediklerinin aynısını söyler. Kul: 'Evet! ey Rabbim!' der. Rab 
Teâlâ da: 'Benimle karşılaşacağını hiç aklından geçirdin mi?' diye sorar. Kul: 
'Ey Rabbim, sana, kitaplarına ve peygamberlerine inandım. Namaz kıldım, oruç 
tuttum, sadaka verdim!" der ve elinden geldiğince (Allah hakkında) hayır senâda 
bulunur. Rab Teâlâ: 'Bu hususta lehine şehâdet edecek biri var mı?' diye 
soracak. Kul: 'Hayır, yok!" diyecek. Rab Teâlâ: 'Şimdi senin aleyhine bir şâhit 
gönderilecek!' der. Kul kendi kendine: 'Benim aleyhime şâhitlik yapacak da 
kim?' diye içinden düşünür. Kulun ağzı mühürlenir. Uyluğuna: 'Haydi konuş!' 
denir. Uyluğu, eti, kemiği konuşup, onun amelini haber verirler. Bu, onun 
kendisi için bir özür aramaması içindir. Bu kimse, Allah'ın gadabına uğrayan 
münâfıktır." (Müslim, Zühd 16, h. no: 2968) 
 
İnsanlar Rasûlüllah (s.a.s.)'a: "Ey Allah'ın 
Rasûlü! Kıyâmet günü Rabbimizi görecek miyiz?" diye sordular. O da: "Siz 
bulutsuz dolunay gecesinde ayı görmekten şüpheye düşer misiniz?" diye sordu. 
Onlar; 'hayır, ey Allah'ın Rasûlü!' diye cevap verdiler. Allah'ın Rasûlü: 
"Bulutsuz bir günde güneşi görmekten şüphe eder misiniz?" diye tekrar sordu. 
Ashab yine: 'Hayır!' cevabını verdiler. Bunun üzerine: "Şunu bilin ki, siz 
Rabbinizi de böyle göreceksiniz. Kıyâmet günü, insanlar haşrolunurlar. (Rab 
Teâlâ): 'Kim (Benden başka) bir şeye tapıyor idiyse ona tâbi olsun!' buyurur. 
Onlardan bir kısmı güneşe, bir kısmı aya, bir kısmı da putlara tabi olurlar. 
Orada, münafıklarıyla birlikte bu ümmet kalır. Allah onlara (tanımadıkları bir 
sûrette) yaklaşır. 'Ben sizin Rabbinizim!' buyurur. Oradakiler: '(Senden Allah'a 
sığınırız). Biz, Rabbimiz bize gelinceye kadar bu yerdeyiz! Rabbimiz gelince biz 
onu tanırız!" derler. Derken Rableri (onların tanıyacağı sûrette) gelir. 'Ben 
Rabbinizim!' der. Onlar da: 'Sen Rabbimizsin!' derler. Rab Teâlâ onları 
(cennete) davet eder. Cehennemin üzerine sırat kurulur. Peygamberler arasında, 
ümmetiyle sırattan ilk geçen ben olurum. O gün peygamberler dışında kimse 
konuşmaz. Peygamberlerin o günkü kelâmı da: 'Allahümme sellim, Allahümme sellim 
(Ey Rabimiz selâmet ver, ey Rabbimiz selâmet ver!' olacak. Cehennemde, deve 
dikeninin dikenleri gibi kancalar var. Deve dikeninin dikenlerini gördünüz mü?" 
diye sordu. Ashab: 'Evet!' deyince Peygamberimiz devam etti: "İşte o 
kancalar, tıpkı deve dikeninin dikenleri gibidir. Ancak, onların büyüklüğü ne 
kadardır, Allah'tan başka kimse bilmez. İnsanları (kötü) amelleri sebebiyle 
kapar. İnsanların bir kısmı (kötü) ameli sebebiyle helak olur. Bir kısmı da 
ateşin içine yıkılır, sonra kurtulur. Allah, ateş ehlinden kurtarmak 
istediklerine rahmet etmeyi irade edince, ateş ehlinden Allah'a ibâdet etmiş 
olanları, ateşten çıkarmaları için meleklere emreder. Melekler bu kimseleri, 
secde izleriyle tanırlar. Çünkü Allah Teâlâ hazretleri secde mahallinin 
yakılmasını ateşe haram etmiştir. Onlar böylece ateşten çıkarlar. Hepsi de 
ateşten kavrulmuş vaziyettedir. Üzerlerine hayat suyu dökülür. Selin getirdiği 
milli topraktan habbelerin (filiz açıp) bitmesi gibi, suyun değdiği yerler 
yeniden bitecek. Rab Teâlâ, sonra, kullar arasındaki hükmünü tamamlayacak. 
Derken cennetle cehennem arasında bir kul kalacak. Bu, cennete girmede 
cehennemliklerin sonuncusudur. Yüzü cehenneme doğru ilerlerken: 'Ey Rabbim! 
Yüzümü ateş tarafından çevir! Kokusu beni perişan etti, alevi de beni kavurdu' 
diye yalvaracak. Allah Teâlâ'ya, kendisine duâ etmesini dilediği kadar duâda 
bulunacak. Sonra Allah Teâlâ: 'Ben bu istediğini versem, bundan başkasını da 
ister misin?' diye soracak. Adam: 'İzzet ve celâline yemin olsun hayır! Bundan 
başkasını istemem!' diyecek ve istemeyeceği hususunda Allah'a ahd u mîsakta 
bulunacak. (Allah), bunun üzerine yüzünü ateşten çevirecek. Adam yüzüyle cennete 
yönelince ve onun güzelliğini görünce, Allah'ın dilediği bir müddet susacak. 
Sonra (dayanamayıp): 'Ey Rabbim! Beni cennetin kapısına yaklaştır!' diyecek. 
Allah Teâlâ: 'Sen Bana istemiş olduğundan başka bir talepte bulunmayacağına 
dair ahd u mîsakta bulunmadın mı? Ey Âdemoğlu yazık sana! Sen ne dönekmişsin!' 
diyecek. Adam: 'Ey Rabbim! Mahlûkatın en bedbahtı ben olmayayım!' diyecek. Rab 
Teâlâ: 'Sana bu istediğin verilse, acaba başka bir şey istemeyecek misin?' der. 
Adam: 'Hayır! İzzetine ve celaline yemin olsun hayır! Başka bir şey 
istemeyeceğim!' diyecek. Rabbi de onu mâzur addedecek. Çünkü o, 
sabredilemeyecek bir şeyler görmüştür. Adam, Rabbine, istediği ahd u misakta 
bulunur. (Rabbi de) onu cennetin kapısına yaklaştırır. Kapıya yaklaşıp onun 
güzelliğini ve içindeki taravet ve süruru görünce, Allah'ın dilediği kadar 
sesini keser. (Fakat daha fazla dayanamayıp atılır): 'Ey Rabbim! Beni cennete 
koy!' der. Rab Teâlâ: 'Ey Âdemoğlu yazık sana! Sen ne dönekmişsin! Sana 
verilenlerin dışında bir şey istemeyeceğine dair bana ahd u mîsak vermedin 
mi?' diyecek. Adam: 'Ey Rabbim! Beni mahlûkatın en bedbahtı yapma!' diyecek. 
Allah onun bu haline gülecek. Sonra ona cennete girmesi için izin verecek ve: 
'Dile (ne dilersen!)' diyecek. Adam dileyecek. Öyle ki, hiçbir arzusu 
kalmayacak. Allah yine de: 'Şunları şunları da iste!' deyip, istemesi gereken 
şeyleri zikredecek. Böylece istenecek şeyler bitince Allah Teâlâ: 'Bütün bunlar, 
bir misliyle sana verilmiştir!' buyuracak." Râvî Ebû Saîd der ki: 
"Rasûlüllah (s.a.s.)'ın: "Bütün bunlar, on misliyle birlikte sana 
verilmiştir!" dediğini işittim." (Buhârî, Rikak 52, Ezan 129, Tevhid 
24; Müslim, İman 299, h. no: 182; Tirmizî, Cennet 20, h. no: 2560) 
 
"Kıyâmet günü insanlar üç kere Allah'a 
arzedilirler: İlk iki arzedilmede cidal ve özür beyanı vardır. Ama üçüncü 
arzedilme esnasında ellerde sayfalar uçuşur, kimisi sağ eliyle, kimisi de sol 
eliyle alır." (Tirmizî, Kıyâmet 5, h. 
no: 2427) 
 
İbn Ömer (r.a.) anlatıyor: "Bir adam bana: 
'(Kıyâmet günü Allah'ın kişiye hususi) hitabı hakkında ne işittin?' diye sordu. 
Şu cevabı verdim: "Rasûlüllah (s.a.s.)'ın: "Mü'min Rabbine yaklaştırılır. 
Öyle ki, (Allah onun) üzerine himayesini indirir ve günahlarını itiraf ettirir. 
Ona sorar: Şu şu günahlarını biliyor musun?' Mü'min kul, iki kere: 'Evet ey 
Rabbim, biliyorum!' der. Rab Teâlâ da: 'Dünyada iken bunları örterek seni 
teşhir etmemiştim. Bugün de onları senden affediyorum!' buyurur. Sonra ona 
hasenât defteri verilir. Ama, kâfirlere ve münâfıklara gelince, bunlarla ilgili 
olarak, bütün mahlûkatın huzurunda: 'Bunlar Allah nâmına yalan söylemiş, 
(böylece büyük bir zulümde bulunmuşlardır). Haberiniz olsun! Allah'ın lâneti 
zâlimleredir!' diye nidâ olunur" dediğini işittim." (Buhârî, Mezalim 2, 
Tefsiru Hûd 4, Edeb 60, Tevhid 36; Müslim, Tevbe 52, h. no: 2768) 
 
Âişe (r. anhâ) anlatıyor: "Bir adam gelerek: 'Ey 
Allah'ın Rasûlü! Benim kölelerim var, bana yalan söylüyorlar ve bana ihanet 
ediyorlar, bana isyan ediyorlar. Ben de onlara şetmediyor ve dövüyorum. Onlar 
yüzünden (Allah yanında) durumum ne olacak?' diye sordu. Rasûlüllah (s.a.s.): 
"Kıyâmet günü onlar, sana olan ihaâetleri, isyanları ve yalanları sebebiyle 
muhâsebe olacaktır. Senin onlara verdiğin cezâ ise, eğer cezân onların günahları 
nisbetinde ise, başabaştır; ne lehine ne de aleyhine olur. Eğer onlara verdiğin 
cezâ onların suçlarından az ise bu senin için bir fazilet olur. Eğer onlara 
verdiğin cezâ onların suçlarından çok olursa, bu fazla kısım sebebiyle onlar 
lehine sana kısas yapılır" buyurdular. Bunun üzerine adam huzurdan çekildi, 
ağlamaya ve dövünmeye başladı. Bunun üzerine Rasûlullah dedi ki: "Sen 
Allah'ın kitabını okumuyor musun? (Bak ne diyor!) (Meâlen): "Biz Kıyâmet gününe 
mahsus adâlet terazileri koyacağız. Artık hiçbir kimse hiçbir şeyle haksızlığa 
uğratılmayacaktır. (O şey) bir hardal tanesi kadar bile olsa, onu getiririz 
(mizana koyarız). Hesapçılar olarak da Biz yeteriz" (21/Enbiyâ, 47). Adam 
tekrar: 'Allah'a yemin olsun, ey Allah'ın Rasûlü! Ben hem kendim ve hem de onlar 
için, ayrılmalarından daha hayırlı bir şey göremiyorum. Seni şâhit kılıyorum, 
hepsi hürdür, (âzâd ettim)' dedi." (Tirmizî, Tefsir, Enbiyâ, h. no: 3163) 
 
Enes (r.a.) anlatıyor: "Rasûlüllah (s.a.s.) (bir 
gün) güldüler ve: "Niye güldüğümü biliyor musunuz?" buyurdular. Biz: 
"Allah ve Rasûlü daha iyi bilir!" dedik. "Kulun Rabbine olan hitabından!" 
buyurdular ve şöyle devam ettiler: "Kul şöyle der: 'Ey Rabbim, Sen beni 
zulümden korumadın mı?' Rab Teâlâ: 'Evet korudum' buyurur. Kul da: 'Fakat ben 
bugün, kendime, kendimden başka bir kimsenin şâhit olmasını asla istemiyorum' 
der. Rab Teâlâ: 'Bugün sana tek şâhit olarak nefsin, çok şâhit olarak da kirâmen 
kâtibîn kâfidir' buyurur." Rasûlüllah devamla dedi ki: "Ağzına mühür 
vurulur ve diğer organlarına: Konuş! denilir. Onlar adamın amelini haber 
verirler. Sonra konuşma hususunda serbest bırakılır. Adam organlarına: 
'Yazıklar olsun size! Buradan defolun! Ben sizin için mücâdele etmiştim' der." 
(Müslim, Zühd 17, h. no: 2969) 
 
"Aziz ve celil olan Allah (Kıyâmet günü), 
ümmetimden bir adamı mahlûkatın arasından 
seçer ve onun için doksan dokuz büyük defter açar. Her defter, gözün 
alabildiği kadar büyüktür. Rab Teâlâ adama sorar: 'Bu defterde yazılı olanlardan 
bir şey inkâr ediyor musun? Muhâfız kâtiplerim (olmadık şeyler yazarak sana) 
zulmetmişler mi?' Kul: 'Ey Rabbim! Hayır! (Hepsi doğrudur!)' der. Rab Teâlâ 
sorar: '(Bunları yapmada beyan edeceğin) bir özrün var mı?' Kul der: 'Hayır! Ey 
Rabbim!' Aziz ve celil olan Allah: 'Evet! Senin bizim yanımızda (makbul, büyük) 
bir de hasenen var. Bugün sana zulüm yapmayacağız!' buyurur. Hemen bir etiket 
çıkarılır. Üzerinde 'Eşhedü en lâ ilâhe illâllah ve eşhedü enne Muhammeden 
Rasûlallah (şehâdet ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur ve şehâdet ederim ki 
Muhammed Allah'ın elçisidir)' yazılıdır. Sonra, Rabb Teâlâ der: 'Ağırlığını 
(yani amellerinin ağırlığını) hazırla!' Kul sorar: 'Ey Rabbim! Bu defterlerin 
yanındaki bu etiket de ne?' Rabb Teâlâ der: 'Sana zulmedilmeyecek! Hemen 
defterler Mizan'ın bir kefesine konur, etiket de diğer kefesine. Tartılırlar. 
Sonunda defterler hafif kalır, etiket ağır basar. Esasen Allah'ın ismi yanında 
hiçbir şey ağır olamaz." (Tirmizî, İman 17, h. no: 2641) 
 
Ebû Mes'ud el-Bedrî (r.a.) anlatıyor: "Ey 
Allah'ın Rasûlü dendi, biz câhiliye devrinde yaptıklarımızdan hesaba çekilecek 
miyiz?" Şu cevabı verdiler: "Müslüman olduktan sonra iyi olana, câhiliye 
devrinde yaptıklarından sorulmayacaktır. Kötü amel işleyene, hem İslâm'daki 
ameli hem de önceki ameli sebebiyle hesap sorulacaktır." (Buhârî, İstitâbe 
1; Müslim, İman 189, h. no: 120) 
 
"Bir kimseyi (küfür veya günah gibi) bir şeye 
çağıran hiç kimse yok ki Kıyâmet günü, o çağırdığı şeyle birlikte tevkif 
edilmemiş olsun. Mutlaka onunla ayrılmaz şekilde beraberdir. Bir adam bir adamı 
(bir şeye) dâvet etmiş olsa dahi!" 
Sonra şu âyeti okudu. (meâlen): "Onları apsedin, çünkü onlar mes'uldürler" 
(37/S3affât, 24). (Tirmizî, Tefsiru Sâffât, h. no: 3226) 
 
Ebû Zerr (r.a.) anlatıyor: "Ey Allah'ın Rasûlü 
dedim, Kevser havzının kapları nedir?" Şu cevabı lutfettiler: "Nefsimi kudret 
elinde tutan Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun, onun kapları açık ve karanlık bir 
gecede gökteki yıldızlardan daha çoktur. Cennetin kaplarından kim içerse artık 
ömrünün sonuna kadar hiç susamaz. Havzın cennetten çıkan iki oluğu gürül gürül 
akar. Genişliği uzunluğuna denktir. Bu da Amman'dan Eyle'ye olan mesafe 
kadardır. Suyu sütten daha beyaz, baldan daha tatlıdır." (Müslim, Fezâil 36, 
l, h. no: 2300; Tirmizî, Kıyâmet 16, h. no: 2447) 
 
"Her peygamberin bir havzı vardır. Ümmeti oraya 
su almaya gelir. Peygamberlerin her biri, hangisinin suya geleni çok diye 
övünürler. Su almaya gelen ümmeti en çok olan peygamberin ben olacağımı ümid 
ediyorum." (Tirmizî, Kıyâmet 15, h. 
no: 2445) 
 
Enes (r.a.) anlatıyor: "Rasûlüllah (s.a.s.)'a 
"Kevser nedir?" diye sorulmuştu. "Cennette bir nehirdir. Allah onu bana 
verdi. O, sütten daha beyaz, baldan daha tatlıdır. Onda (nehirde) bir kuş 
vardır, boynu deve boynuna benzer!" buyurdular. Hz. Ömer atılarak: "Öyleyse 
o müreffehtir!" dedi. Rasûlullah da: "Onu yiyen, ondan da müreffehtir!" 
buyurdular." (Tirmizî, Kıyâmet 15, h. no: 2445) 
 
"Ben havza ilk geleniniz olacağım!" 
(Buhârî, Rikak 53; Müslim, Fezâil 25, h. no: 2289) 
 
"Ben havzın başına sizden önce geleceğim. Bana 
sizden bazı kimseler yükseltilip (gösterilecek). O kadar ki, eğilsem onları 
tutarım. Ama hemen geri çekilecekler. 'Ey Rabbim! bunlar benim ashâbım!' derim. 
Ama bana: 'Senden sonra bunların ne bid'alar yaptıklarını sen bilmezsin!' 
denilir. Ben de: 'Dini benden sonra değiştirenler rahmetten uzak olsun, 
rahmetten uzak olsun!' derim." 
(Buhârî, Rikak 53, Fiten 1; Müslim, Fezâil 32, h. no: 2297) 
 
"Ümmetim havzın başında yanıma gelecek. Ben, 
tıpkı kendi devesinden başkasının devesini kovan bir kimse gibi, havzımdan 
(bazı) insanları kovarım!" 
Yanındakiler: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Bizi tanıyacak mısınız?' dediler. 'Evet 
buyurdu. Sizin, başkasında olmayan bir alâmetiniz olacak. Sizler yanıma alın 
ve abdest uzuvlarında, abdestin eseri olan bir nurla geleceksiniz. Ancak sizden 
bir grup benden engellenecek, onlar bana ulaşamayacaklar. Ben: 'Ey Rabbim onlar 
benim ashâbım, onlar benim ashâbım!' diyeceğim. Ama bir melek bana cevap verip: 
'Senden sonra onlar ne bid'alar ortaya çıkardılar biliyor musun?' diyecek." 
(Müslim, Tahâret 37, h. no: 247) 
 
"Siz (ashâbım), havzın başında yanıma gelenlerin 
yüz bin cüzünden sadece bir cüzünü teşkil edeceksiniz!" 
Râvî sahâbîye: "O gün siz ne kadardınız?" diye soruldu da: "Yedi yüz veya sekiz 
yüz kadardık!" diye cevap verdi." (Ebû Dâvud, Sünnet 26, h. no: 4746) 
 
Enes (r.a.) anlatıyor: "(Bir gün), 'ey Allah'ın 
Rasûlü! Kıyâmet günü bana şefaat edin!' dedim. "İnşâallah yapacağım!" 
buyurdular. Ben tekrar: "Sizi nerede arayıp bulayım?" dedim. "Beni ilk 
aradığın zaman sırat üzerinde ara!" buyurdular. "Size (orada) 
rastlayamazsam?" dedim. "Mizan'ın yanında beni ara!" buyurdular. "Orada 
da size rastlayamazsam?" dedim. "Öyeyse beni havzın yanında ara! Zira ben üç 
mevkinin dışına çıkmam!" buyurdular." (Tirmizî, Kıyâmet 10, h. no: 2435) 
 
Hz. Âişe (r.anhâ) anlatıyor: "Ateşi hatırlayıp 
ağladım. Rasûlüllah (s.a.s.): "Niye ağlıyorsun?" diye sordu. "Cehennemi 
hatırladım da onun için ağladım! Siz, Kıyâmet günü, ailenizi hatırlayacak 
mısınız?" dedim. "Üç yerde kimse kimseyi hatırlamaz: Mizan yanında; tartısı 
ağır mı geldi hafif mi öğreninceye kadar, sahifelerin uçuştuğu zaman; kendi 
defterini nereye düşecek, öğreninceye kadar: Sağına mı soluna mı; yoksa arkasına 
mı? Sıratın yanında; cehennemin iki yakası ortasına kurulunca; bunu geçinceye 
kadar." (Ebû Dâvud, Sünen 28, h. no: 4755) 
 
"Her peygamberin müstecab (Allah'ın kabul 
edeceği) bir duâsı vardır. Her peygamber o duâyı yapmada acele etti. Ben ise bu 
duâmı Kıyâmet gününde, ümmetime şefaat olarak kullanmak üzere sakladım 
(kullanmayı âhirete bıraktım). Ona inşâallah, ümmetimin şirk koşmadan ölenleri 
nâil olacaktır." (Buhârî, Deavât 1, 
Tevhid 31; Müslim, İman 334, h. no: 198; Muvattâ, Kur'an 26, h. no: 1, 212; 
Tirmizî, Deavâat 141, h. no: 3597) 
 
Ebû Hureyre (r.a.) anlatıyor: "Biz bir dâvette 
Rasûlüllah ile beraberdik. Ona sofrada hayvanın ön budu(ndan bir parça) ikram 
edildi. Bud hoşuna giderdi. Ondan bir parça ısırdı ve: "Ben Kıyâmet günü 
Âdemoğlunun efendisiyim! Acaba bunun neden olduğunu biliyor musunuz? 
(Açıklayayım): Allah o gün, öncekileri ve sonrakileri tek bir düzlükle 
toplar. Bakan onlara bakar, çağıran onları işitir. Güneş onlara yaklaşır. Gam ve 
sıkıntı, insanların tahammül edemeyecekleri ve takat getiremeyecekleri dereceye 
ulaşır. Öyle ki insanlar: 'İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musunuz, sizlere 
şefaat edecek birini görmüyor musunuz?' demeye başlarlar. Birbirlerine: 'Babanız 
Âdem var!' derler ve ona gelerek: 'Ey Âdem! Sen insanların babasısın. Allah seni 
kendi eliyle yarattı, kendi ruhundan sana üfledi. (Bütün isimleri sana öğretti). 
Meleklerine senin önünde secde ettirdi. Seni cennete yerleştirdi. (Allah katında 
itibarın, makamın var.) Rabbin nezdinde bizim için şefaatte bulunmaz mısın? 
Bizim şu halimizi, başımıza şu geleni görmüyor musun?' derler. Âdem aleyhisselâm 
da: 'Bugün Rabbim çok öfkelidir, daha önce bu kadar öfkelenmedi. Bundan sonra da 
böylesine öfkelenmeyecek. (Esasen şefaate benim yüzüm yok, çünkü, cennette 
iken, Allah) beni o ağaca yaklaşmaktan men etmişti. Ben, bu yasağa asi oldum. 
(Ben cennette iken işlediğim günah sebebiyle cennetten çıkarıldım. Bugün 
günahlarım affedilirse bu bana yeter). Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına 
gidin. Nuh aleyhisselâm'a gidin!' diyecek. İnsanlar Nuh (a.s.)'a gelecekler: 'Ey 
Nuh! Sen yeryüzü ahalisine gönderilen Rasûllerin ilkisin. Allah seni çok 
şükreden bir kul (abden şekûrâ) diye isimlendirdi. İçinde bulunduğumuz şu hali 
görmüyor musun? Başımıza gelenleri görmüyor musun? Rabbin nezdinde bizim için 
şefaatte bulunmaz mısın?" diyecekler. Nuh aleyhisselam da şöyle diyecek: 'Bugün 
Rabbim çok öfkelidir. Daha önce hiç bu kadar öfkelenmedi, bundan sonra da 
böylesine öfkelenmeyecek! Benim bir duâ hakkım vardı. Ben onu kavmimin aleyhine 
(bedduâ olarak) yaptım. Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin. İbrâhim 
aleyhisselâm'a gidin!' diyecek. İnsanlar İbrâhim aleyhisselâm'a gelecekler: 'Ey 
İbrâhim! Sen Allah'ın peygamberi ve arz ahalisi içinde yegâne Halîlisin. Bize 
Rabbin nezdinde şefaat et! İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musun?' 
diyecekler. İbrâhim aleyhisselâm onlara: 'Rabbim bugün çok öfkeli. Bundan önce 
bu kadar öfkelenmemişti, bundan sonra da bu kadar öfkelenmeyecek. (Şefaat etmeye 
kendimde yüz de bulamıyorum. Çünkü ben) üç kere yalan söyledim!' deyip, bu 
yalanlarını birer birer sayacak. Sonra sözlerine şöyle devam edecek: 'Nefsim! 
Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin! Mûsâ aleyhisselam'a gidin!' İnsanlar, 
Mûsâ aleyhisselâm'a gelecekler ve: 'Ey Mûsâ! Sen Allah'ın peygamberisin. Allah 
seni, risâletiyle ve hususî kelâmıyla insanlardan üstün kıldı. Bize Allah 
nezdinde şefaatte bulun! İçinde bulunduğumuz hali görmüyor musun?' diyecekler. 
Hz. Mûsâ da: 'Bugün Rabbim çok öfkelidir. Daha önce böylesine öfkelenmedi, 
bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecek. (Esasen Rabbim nezdinde şefaate yüzüm 
de yok. Çünkü) ben, öldürülmesi ile emrolunmadığım bir cana kıydım. (...Bugün 
ben mağfirete mazhar olursam bu bana yeterlidir.) Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden 
başkasına gidin! Hz. İsa aleyhisselâm'a gidin!' diyecek. İnsanlar Hz. İsa'ya 
gelecekler ve: 'Ey İsa, sen Allah'ın peygamberisin ve Meryem'e attığı bir 
kelamısın ve kendinden bir ruhsun. Üstelik sen beşikte iken insanlara 
konuşmuştun. Rabbin nezdinde bize şefaat et! İçinde bulunduğumuz şu hali 
görmüyor musun?" diyecekler! Hz. İsa aleyhisselâm da: 'Bugün Rabbim çok öfkeli. 
Daha önce bu kadar öfkelenmedi, bundan böyle de hiç bu kadar öfkelenmeyecek!' 
diyecek. -Hz. İsa şahsıyla ilgili bir günah zikretmeksizin- (Bir başka 
rivâyette): ('Beni, Allah'tan ayrı bir ilâh edindiler. Bugün bana mağfiret 
edilirse bu bana yeter.') Nefsim! Nefsim Nefsim! Benden başkasına gidin! 
Muhammed (s.a.s.)'e gidin!' diyecek. İnsanlar Muhammed (s.a.s.)'e gelecekler, 
bir diğer rivâyette: 'Bana gelirler'" denmiştir- ve: 'Ey Muhammed! 
Sen Allah'ın peygamberisin, bütün peygamberlerin sonuncususun. Allah senin 
geçmiş, gelecek bütün günahlarını mağfiret buyurdu. Bize Rabbin nezdinde 
şefaatte bulun. Şu içinde bulunduğumuz hali görmüyor musun?" diyecekler. Bunun 
üzerine ben Arş'ın altına gideceğim. Rabbim için secdeye kapanacağım. Derken 
Allah, benden önce hiç kimseye açmadığı medh u senâları benim için açacak (Ben 
onlarla Rabbime medh u senalarda bulunacağım). Sonra: 'Ey Muhammed başını kaldır 
ve iste! (İstediğin) sana verilecek! Şefaat talep et! Şefaatin yerine 
getirilecek!' denilecek. Ben de başımı kaldıracağım ve: 'Ey Rabbim, ümmetim! Ey 
Rabbim, ümmetim! Ey Rabbim, ümmetim!' diyeceğim. Bunun üzerine: 'Ey Muhammed! 
Ümmetinden, üzerinde hesap olmayanları cennet kapılarından sağdaki kapıdan içeri 
al! Esasen onlar diğer kapılarda da insanlara ortaktırlar!' denilecek." 
Rasûlüllah sonra şöyle buyurdular: "Nefsim elinde olan Zât-ı Zülcelâl'e yemin 
olsun. Cennet kapısının kanatlarından iki kanadının arasındaki mesafe Mekke ile 
Hacer arasındaki veya Mekke ile Busra arasındaki mesafe kadardır." (Buhârî, 
Enbiyâ 3, 8, Tefsir, Benî İsrail 5; Müslim, İman 327, h. no: 194; Tirmizî, 
Kıyâmet 11, h. no: 2436) 
 
"Kâfir, bir iki fersah uzunluğundaki dilini 
Kıyâmet günü yerde sürür, (Mevkıf'te) insanlar onun üzerine basarlar." 
(Tirmizî, Cehennem 3, h. no: 2583) 
 
"Kıyâmet günü ilk çağırılacak olan, Âdem 
(a.s.)'dir. Allah Teâlâ: 'Ey Âdem!' 
der. Âdem (a.s.): 'Buyur ey Rabbim, emrindeyim!' der. Rabb Teâlâ: 
'Zürriyetinden cehenneme gidecekleri ayır!' diye emreder. Âdem: 'Ey Rabbim ne 
miktarını ayırayım?' diye sorar. Rabb Teâlâ: 'Her yüzden doksan dokuzunu!' diye 
ferman buyurur." (Ashab bu esnâda atılıp:) 'Ey Allah'ın Rasûlü! 
Bizden geriye ne kaldı?' derler. Allah'ın Elçisi: 'Benim ümmetim, diğer 
ümmetler yanında siyah öküzün başındaki beyaz tüy gibi (az)dır!" (Buhârî, 
Rikak 45) 
 
"Üç kişi vardır ki, Allah Kıyâmet gününde 
onlarla ne konuşur, ne onlara nazar eder, ne de onları günahlarından arındırır, 
onlara acıklı bir azâb vardır: 
 
Sahrada, fazla suyu bulunduğu halde ondan 
yolcuya vermeyen kimse, Kıyâmet günü Allah onun karşısına çıkıp: 'Bugün Ben de 
senden fazlımı (lütfumu) esirgiyorum, tıpkı senin (dünyada iken) kendi elinin 
eseri olmayan şeyin fazlasını esirgediğin gibi' der. 
 
İkindi vaktinden sonra, bir mal satıp 
müştesirisine Allah Teâlâ'nın adını zikrederek bunu şu şu fiyatla almıştım diye 
yalandan yemin ederek, muhâtabını inandıran ve bu sûretle malını satan kimse. 
 
Sırf dünyevî bir menfaat için bir imama biat 
eden kimse; öyle ki, dünyalıktan istediklerini verirse biatında sâdıktır, 
vermezse sâdık değildir." (Buhârî, 
Şirb 2, Hiyel 12; Müslim, İman 173, h. no: 108; Ebû Dâvud, Büyû' 62, h. no: 
3474, 3475; Nesâî, Büyû' 6, h. no: 7, 247) 
 
Ebû Zerr (r.a.) anlatıyor: "Rasûlüllah (s.a.s.) 
şöyle buyurdu: "Üç işi vardır, Kıyâmet gününde Allah onlara ne konuşur ne 
nazar eder ne de günahlardan arındırır, onlar için elim bir azab vardır!" 
buyurdu ve bunu üç kere de tekrar etti. Ben: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Öyleyse onlar 
büyük zarar ve hüsrana uğramışlardır. Kimdir bunlar?' dedim. Şöyle saydılar: 
"(Elbisesini kibirle, yerlere kadar salıp) süründüren, yaptığı iyiliği başa 
kakan, malını yalan yeminlerle reklâm eden kimseler!" (Müslim, İman 171, h. 
no: 106; Ebû Dâvud, Libas 28, h. no: 4087, 4088; Tirmizî, Büyû' 5, h. no: 1211; 
Nesâî, Büyu' 5, h. no: 7, 245) 
 
Ebû Hureyre (r.a.) anlatıyor: "Rasûlüllah 
(s.a.s.) buyurdu ki: "Üç kişi vardır, Kıyâmet günü Allah Teâlâ hazretleri 
onlara konuşmaz, nazar etmez, günahlardan da arındırmaz, onlara elim bir azab 
vardır: Zinâ eden yaşlı, yalan söyleyen devlet reisi, büyüklenen fakir." 
(Müslim, İman 172, h. no: 107; Nesâî, Zekât 77, h. no: 5, 86) 
 
İbn Ömer (r.a.) anlatıyor: "Rasûlüllah (s.a.s.) 
buyurdu ki: 
 
"Üç kişi vardır, Kıyâmet günü Allah onlara nazar 
etmez: Anne ve babasının hukukuna riâyet etmeyen kimse, erkekleşen kadın ve 
deyyus (karısını yabancı erkeklerden kıskanmayan) kimse." 
(Nesâî, Zekât 69, h. no: 5, 80 
 
Ebû Hureyre (r.a.) anlatıyor: "Rasûlüllah 
(s.a.s.) buyurdu ki: "Allah Teâlâ şöyle buyurdu: 'Üç kişi vardır, Kıyâmet 
günü Ben onların hasmıyım: Benim adıma (yemin) edip sonra gadreden kimse, hür 
bir kimseyi satıp parasını yiyen kimse, bir işçiyi ücretle tutup çalıştırdığı 
halde, ücretini vermeyen kimse." (Buhârî, Büyû' 106) 
 
Ebû Hüreyre anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) 
buyurdu ki: "Kıyâmet günü ilk çağrılacaklar, Kur'ân-ı ezberleyen biri, Allah 
yolunda öldürülen biri ve bir de çok malı olan biridir. Allah Teâlâ Kur'ân 
okuyana: 
 
'Ben Rasûlüme inzal buyurduğum şeyi sana 
öğretmedim mi?' diye soracak. Adam: 
 
'Evet yâ Rabbi!' diyecek. 
 
'Bildiklerinle ne amelde bulundun?' diye Allah 
Teâlâ tekrar soracak. Adam: 
 
'Ben onu gündüz ve gece boyunca okurdum' 
diyecek. Allah: 
 
'Yalan söylüyorsun!' diyecek. Melekler de ona: 
 
'Yalan söylüyorsun! diye çıkışacaklar. Allah 
Teâlâ ona: 
 
'Bilakis sen, 'Falanca Kur'an okuyor' densin 
diye okudun ve bu da söylendi' der. 
 
Sonra, mal sahibi getirilir. Allah Teâlâ: 
 
'Ben sana bolca mal vermedim mi? Hatta o kadar 
bol verdim ki, kimseye muhtaç olmadın?' der. Zengin adam, 'Evet yâ Rabbi' der. 
 
'Sana verdiğimle ne amelde bulundun?' diye Allah 
Teâlâ sorar. Adam: 
 
'Sıla-i rahimde bulunur ve tasadduk ederdim' 
der. Allah: 
 
'Bilakis sen: 'Falanca cömerttir' desinler diye 
bunu yaptın ve bu da denildi' der. 
 
Sonra Allah yolunda öldürülen getirilir. Allah 
Teâlâ Hazretleri: 
 
'Niçin öldürüldün?' diye sorar. Adam: 
 
'Senin yolunda cihadla emrolundum. Ben de 
öldürülünceye kadar savaştım" der. Hakk Teâlâ ona: 
 
'Yalan söylüyorsun!' der. Ona melekler de: 
'Yalan söylüyorsun!' diye çıkışırlar. Allah Teâlâ ona tekrar: 'Bilakis sen: 
'Falanca cesûrdur' desinler diye düşündün ve bu da söylendi' buyurur." 
 
Sonra (Rasûlullah (s.a.s.) Ebû Hüreyre'nin 
dizine vurup): "Ey Ebû Hüreyre! Bu üç kimse, Kıyâmet günü, cehennemin, 
aleyhlerinde kabaracağı Allah'ın ilk üç mahlûkudur!" dedi. (Müslim, İmâret 
152, h. no: 1905; Tirmizî, Zühd 48, h. no: 2383; Nesâî, Cihâd 22, h. no: 6, 23, 
24) 
 
Abdullah ibn Ömer dedi ki: Babam Ömer 
İbnu'l-Hattab (r.a.) bana şunu anlattı: 
 
"Ben Peygamber (s.a.s.)'in yanında oturuyordum. 
Derken elbisesi bembeyaz, saçları simsiyah bir adam yanımıza çıkageldi. 
Üzerinde, yolculuğa delâlet eder hiçbir belirti yoktu. Üstelik içimizden kimse 
onu tanımıyordu da. Gelip Peygamber (s.a.s.)'in önüne oturup dizlerini dizlerine 
dayadı. Ellerini bacaklarının üstüne hürmetle koyduktan sonra sormaya başladı: 
 
'Ey Muhammed! Bana İslâm hakkında bilgi ver!' 
Peygamber (s.a.s.) açıkladı: 
 
"İslâm, Allah'tan başka ilâh olmadığına, 
Muhammed'in O'nun kulu ve elçisi olduğuna şehâdet etmen, namaz kılman, zekât 
vermen, Ramazan orucu tutman, gücün yettiği takdirde Beytullah'a haccetmendir." 
Yabancı: 
 
'Doğru söyledin' diye tasdîk etti. Biz hem sorup 
hem de söyleneni tasdik etmesine hayret ettik. Sonra tekrar sordu: 
 
'Bana iman hakkında bilgi ver.' Peygamber 
(s.a.s.) açıkladı: 
 
"Allah'a, meleklerine, kitablarına, 
peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Kadere yani hayır ve şerrin Allah'tan 
olduğuna da inanmandır." Yabancı 
yine: 
 
'Doğru söyledin!' diye tasdik etti. Sonra tekrar 
sordu: 
 
'İhsan nedir?' Peygamber (s.a.s.) açıkladı: 
 
"İhsan Allah'ı sanki gözlerinle görüyormuşsun 
gibi Allah'a ibâdet etmendir. Sen O'nu görmesen de O seni görüyor." 
Adam tekrar sordu: 
 
'Bana Kıyâmet(in ne zaman kopacağı) hakkında 
bilgi ver.' Peygamber (s.a.s.) bu sefer: 
 
"Kıyâmet hakkında kendisinden sorulan, sorandan 
daha fazla birşey bilmiyor!" 
karşılığını verdi. Yabancı: 
 
'Öyleyse Kıyâmetin alâmetinden haber ver!' dedi. 
Peygamber (s.a.s.) şu açıklamayı yaptı: 
 
"Köle kadınların efendilerini doğurmaları, yalın 
ayak, üstü çıplak, fakir -Müslim'in 
rivâyetinde fakir kelimesi yoktur- davar çobanlarının yüksek binalar yapmada 
yarıştıklarını görmendir." 
 
Bu söz üzerine yabancı çıktı gitti. Ben epeyce 
bir müddet kaldım. -Bu ifâde Müslim'deki rivâyete uygundur. Diğer kitaplarda 
"Ben üç gece sonra Hz. Peygamber (s.a.s.) ile karşılaştım" şeklindedir- 
Peygamber (s.a.s.): 
 
"Ey Ömer, sual soran bu zâtın kim olduğunu 
biliyor musun?" dedi. Ben: 
 
'Allah ve Rasûlü daha iyi bilir' deyince şu 
açıklamayı yaptı: 
 
"Bu, Cebrâil aleyhisselâmdı. Size dininizi 
öğretmeye geldi." (Müslim, İman 1, h. 
no: 8; Nesâî, İman 6, h. no: 8, 101; Ebû Dâvud, Sünnet 17, h. no: 4695; Tirmizî, 
İman 4, h. no: 2613) 
 
 




 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.
 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.