Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Hadis-i Şeriflerde Kıyâmet ve Kıyâmet Alâmetleri

Hadis


Hadis-i Şeriflerde Kıyâmet ve Kıyâmet Alâmetleri



İlk dönemlerden itibâren Kıyâmet alâmetleri,
Kıyâmetin çeşitli merhaleleri, cennet ve cehennem hayatıyla ilgili birçok zayıf
veya mevzû rivâyet ortaya çıkmıştır. Kıyâmet ve özellikle Kıyâmet alâmetleriyle
ilgili hadislerin sıhhati ve toplumsal problemlere dikkat çekip onların Kıyâmet
gibi kargaşa ve kaos sebebi olmasıyla ilgili te'vil edilmesi gereken özellikleri
üzerinde ciddî değerlendirme yapılmalıdır. Unutulmamalıdır ki, Kur'an'ın ve
Peygamberimiz'in çok net beyanlarından Rasûlullah da Kıyâmetin ne zaman
kopacağını bilmez. O yüzden hadis-i şeriflerde geçen bazı alâmetler henüz
gerçekleşmedi diye, Kıyâmetin vaktine daha çok zaman olduğu, ya da şu tarihte
olabileceği gibi değerlendirmeler çok yanlıştır.

"Şunu bilmelisiniz ki, Kıyâmette çıplak,
yalınayak ve sünnetsiz olarak haşrolunacaksınız"
sonra Rasûlullah (s.a.s.) "Yaratmayı ilkin
nasıl başlattıysak onu tekrar ederiz" (21/Enbiyâ, 104) meâlindeki âyeti
okuduktan sonra Kıyâmette ilkin Hz. İbrâhim'in giydirileceğini belirtmiştir (Buhârî,
Rikak 45; Müslim, Cennet 56-58). Hz. Âişe'den rivâyet edilen hadisin devamında
Hz. Âişe, bir arada bulunacak çıplak kadın ve erkeklerin birbirine
bakabileceğinden söz etmiş, Rasûl-i Ekremde, "Durum buna müsâade etmeyecek
kadar vahim olacaktır" cevabını vermiştir. Ebû Hüreyre'den nakledilen bir
hadiste de insanların üç grup halinde haşir işlemine tabi tutulacağı haber
verilmektedir: Günahları sebebiyle ümitle korku arasında bulunan mü'minler ki,
bunların yaya olarak gitmesi muhtemeldir, binekle gidecek erdemli mü'minler ve
yanlarından ayrılmayan bir ateşle hesap meydanına sevk edilecek gruplar (Buhârî,
Rikak 45; Müslim, Cennet 59).

"Kıyâmet gününde birinizin boynunda meleyen bir
koyun, diğerinin boynunda için için kişneyen bir at, öbürünün boynunda böğüren
bir deve, başkasının boynunda altın ve gümüş, bir diğerinkinde sallanıp duran
bez parçası bulunuyorken karşıma çıkmayın! Bunların her biri benden yardım
isteyecek, ben de, 'elimden gelen bir şey yok, dünyada iken sana tebliğ
etmiştim' diyeceğim." (Buhârî, Cihad
189; Müslim, İmâre 24)

"Nefsim kudret elinde olan Zat-ı Zülcelal'e
yemin ederim! Meryem oğlu İsa'nın, aranıza (bu şeriatle hükmedecek) adaletli bir
hakim olarak ineceği, istavrozları kırıp, hınzırları öldüreceği, cizyeyi (Ehl-i
Kitap'tan) kaldıracağı vakit yakındır. O zaman, mal öylesine artar ki, kimse
onu kabul etmez; tek bir secde, dünya ve içindekilerin tamamından daha hayırlı
olur." Sonra Ebû Hureyre der ki:
"Dilerseniz şu âyeti okuyun. (Mealen): "Kitap ehlinden hiçbir kimse yoktur ki,
ölümünden önce O'nun (İsa'nın) hak peygamber olduğuna iman etmesin. Kıyâmet
gününde ise İsa onlar aleyhine şahitlik edecektir" (4/Nisâ, 159). (Buhârî,
Büyû' 102, Mezâlim 31, Enbiya 49; Müslim, İman 242, h. no: 155; Ebû Dâvud,
Melâhim 14, h. no: 4324; Tirmizî, Fiten 54, h. no. 2234)

"Ümmetimden bir grup, hak için muzaffer şekilde
mücâdeleye Kıyâmet gününe kadar devam edecektir. O zaman İsa İbn Meryem de
iner. Bu Müslümanların reisi: ?Gel bize namaz kıldır!' der. Fakat Hz. İsa
aleyhisselam: ?Hayır! der, Allah'ın bu ümmete bir ikramı olarak siz birbirinize
emîrsiniz!" (Müslim, İman 247

"Dünyanın tek günlük ömrü bile kalmış olsa
Allah o günü uzatıp, benden bir kimseyi o günde gönderecek." "...Ehl-i beytimden
birisi, ki bu zatın ismi benim ismine uyar, babasının ismi de babamın ismine
uyar. Bu zat, yeryüzünü, eskiden cevr ve zulümle dolu olmasının aksine- adalet
ve hakkaniyetle doldurur." (Ebû Dâvud,
Mehdî 1, h. no: 4282; Tirmizî, Fiten 52, h. no: 2231, 2232)

"Mehdi benim zürriyetimden, kızım Fâtıma'nın
evlâtlarındandır." (Ebû Dâvud, Mehdi
1, (4284)

"Temîmi'd-Dâri'nin rivâyetinin benim size ondan
(Mesih Deccal'dan) Mekke ve Medine'den anlattığıma muvâfık düşmesi hoşuma gitti.
Bilesiniz o Şam denizinde veya Yemen denizindedir. Hayır doğu tarafındadır. Evet
o doğu tarafında zuhur edecektir. O doğu tarafından zuhur edecektir!" buyurdu ve
eliyle doğu tarafına işaret etti."
(Müslim, Fiten 119, h. no: 2942; Ebû Dâvud, Melâhim 15, h. no: 4325, 4326;
Tirmizî, Fiten 66, h. no: 2254)

"Deccal, Medine geçitlerine girmesi kendisine
haram kılınmış olarak çıkacak. Derken (Medine civarındaki) bazı ekimsiz yerlere
kadar gelir. O gün insanların en hayırlısı olan -veya en hayırlılarından- bir
kimse onun karşısına çıkar ve: ?Sen Rasûlüllah (s.a.s.)'ın bize haber verdiği
Deccal'sin!' der. Deccâl de (kendi adamlarına): ?Ben şunu öldürüp sonra da
diriltsem ne dersiniz? Bu işte bu şüpheye düşer misiniz?? der. Oradakiler:
?Hayır!' derler. Deccal onu öldürür ve sonra diriltir. Dirilttiği zaman adam:
?Allah'a yemin olsun. Senin hakkında hiçbir vakit bugünkünden daha basiretli
olmamıştım!' der. Deccal onu tekrar öldüreyim mi di(yerek öldürmek isteye)cek,
fakat musallat edilmeyecek." (Buhârî,
Fiten 27, Fedâilu'l-Medine 9; Müslim, Fiten 112, h. no: 2938)

"Deccal çıktığı vakit beraberinde su ve ateş
vardır. Ancak halkın ateş olarak gördüğü tatlı sudur; halkın su olarak gördüğü
ise yakıcı bir ateştir. Sizden kim o güne ererse, halkın ateş olarak gördüğüne
düş(meyi kabul et)sin. Çünkü o, tatlı soğuk sudur."
(Buhârî, Fiten 26, Enbiyâ 50; Müslim, Fiten 105,
h. no: 2935; Ebû Dâvud, Melâhim 14, h. no: 4315)

İbn Ömer (r. a.) anlatıyor: "Rasûlüllah (s.a.s.)
Vedâ haccı sırasında (bir ara): "Halk susup dinlesin!" buyurdular. Sonra Allah'a
hamd ve senâda bulunup, arkadan Mesih ve Deccal'den uzun uzun söz ettiler ve
buyurdular ki:

"Allah'ın gönderdiği her peygamber, ümmetini
onunla inzar etti. Nuh aleyhisselam ümmetini onunla inzar etti, ondan sonra
gelen peygamberler de. O, sizin aranızda çıkacak. Onun hali sizden gizli
kalmayacak. Rabbinizin tek gözlü olmadığı size kapalı değildir. O ise sağ gözü
kör birisidir. Onun gözü, sanki (salkımdan) dışa fırlamış bir üzüm danesi
gibidir. [İki gözünün arasında kefere yani kâfir yazılmış olacaktır. Bunu her
Müslüman okuyacaktır]." (Buhârî,
Fiten 27; Müslim, Fiten 100-103, h. no: 169-2933)

"Ayakkabıları kıldan bir kavimle savaşmadıkça
Kıyâmet kopmaz. Siz, yüzleri kılıflı kalkanlar gibi, gözleri küçük, burunları
yassı olan bir kavmle savaşmadıkça Kıyâmet kopmaz."
(Buhârî, Cihad 95, 96, Menâkıb 25; Müslim, Fiten 62, h. no: 2912; Ebû Dâvud,
Melâhim 9, h. no: 4303, 4304; Tirmizî, Fiten 40, h. no: 2216; Nesâî, Cihad 42)

"Rumlar, A'mak ve Dâbık nam mahallere inmedikçek
Kıyâmet kopmaz. Onlara karşı Medine'den bir ordu çıkar. Bunlar o gün arz ehlinin
en hayırlılarıdır. Bu ordunun askerleri savaşmak üzere saf saf düzen alınca,
Rumlar: ?Bizden esir edilenlerle aramızdan çekilin de onları öldürelim!'
derler. Müslümanlar da: ?Hayır! Vallahi sizinle, kardeşlerimizin arasından
çekilmeyiz' derler. Bunun üzerine (Müslümanlar) onlarla harb eder. Bunlardan
üçte biri inhizama uğrar. Allah ebediyen bunların tevbesini kabul etmez. Üçte
biri katledilir, bunlar Allah indinde şehitlerin en faziletlileridir. Üçte biri
de muzaffer olur. Bunlar ebediyen fitneye düşmezler. Bunlar İstanbul'u da
fethederler. (Fetihten sonra) bunlar, kılıçlarını zeytin ağacına asmış ganimet
taksim ederken, şeytan aralarında şöyle bir nidâ atar: ?Mesih Deccal,
ailelerinizde sizin yerinizi aldı!' Bunun üzerine, çıkarlar. Ancak bu haber
batıldır. Şam'a geldiklerinde (Deccal) çıkar. Bunlar savaş için hazırlık yapıp
safları tanzim ederken, namaz için ikamet okunur. Derken İsa İbnu Meryem iner ve
onlara gitmek ister. Allah'ın düşmanı, Hz. İsa'yı görünce, tıpkı tuzun suda
erimesi gibi, erir de erir. Eğer bırakacak olsa, (kendi kendine) helak oluncaya
kadar eriyecekti. Ancak Allah onu kudret eliyle öldürür; öyle ki onlara,
harbesindeki kanını gösterir."
(Müslim, Fiten 34, h. no: 2897)

"Bir tarafı karada bir tarafı da denizde olan
bir şehir işittiniz mi?" diye
sordular. Oradakiler: ?Evet!' deyince, şöyle buyurdular: "İshakoğullarından
yetmiş bin kişi bu şehre sefer tertiplemedikçe Kıyâmet kopmaz. Askerler şehre
gelince konaklarlar. Ancak silahla savaşmazlar, tek bir ok dahi atmazlar.
"Lailahe illallahu vallahu ekber!" derler. Bunun üzerine şehrin deniz tarafı
düşer. Sonra askerleri ikinci kere, "Lailahe illallahu vallahu ekber" derler,
şehrin diğer tarafı da düşer. Sonra tekrar "Lailahe illallahu vallahu ekber!"
derler. Bu sefer onlara (kapılar) açılır. Oradan şehre girerler ve şehrin
ganimetini toplarlar. Ganimetleri aralarında taksim ederlerken, yanlarına bir
münadi gelip: "Deccal çıktı!" diye bağırır. Askerler her şeyi bırakıp geri
dönerler" (Müslim, Fiten 78, h. no: 2920)

"Yahudilerle savaşacak ve onları öldüreceksiniz.
Öyle ki taş dahi: "Ey Müslüman! İşte Yahudi, arkamda (saklandı), gel, öldür
onu!" diyecek." (Buhârî, Cihad 94,
Menâkıb 25; Müslim, Fiten 79, h. no: 2921; Tirmizî, Fiten 56, h. no: 2237)

"Müslümanlardan iki grup aralarında savaşmadıkça
Kıyâmet kopmaz. Bunlar aralarında büyük bir savaş yaparlar, fakat davaları
birdir." (Buhârî, Fiten 24, Menâkıb
25, İstitabe 8; Müslim, İman 248, h. no: 157, Fiten 17)

"Nefsim yed-i kudretinde olan Zat-ı Zülcelal'e
yemin olsun! İmamınızı öldürmedikçe, kılıçlarınızı birbirinize kullanmadıkça,
dünyanıza şerirleriniz varis olmadıkça Kıyâmet kopmaz."
(Tirmizî, Fiten 9, h. no: 2171)

"Herc atmadıkça Kıyâmet kopmaz!"
buyurmuşlardı. (Yanındakiler): "Herc nedir ey
Allah'ın Rasûlü?" diye sordular. "Öldürmek! Öldürmek!" buyurdular."
(Müslim, Fiten 18, h. no: 157)

"Kıyâmet kopmazdan önce gece karanlığının
parçaları gibi fitneler olacak. (O vakit) kişi mü'min olarak sabaha erer de
kâfir olarak akşama kavuşur. Mü'min olarak akşama erer, kâfir olarak sabaha
kavuşur. Birçok kimseler azıcık bir dünyalık mukabilinde dinlerini satarlar."
(Tirmizî, Fiten 30, h. no: 2196)

"Ben Kıyâmet şöyle yakın olduğu halde
gönderildim!" buyurdular ve şehâdet
parmağıyla orta parmağını yanyana gösterdiler. (Buhârî, Rikak 39, Tefsiru Nâziât
1, Talâk 25; Müslim, Fiten 132, h. no: 2950)

"Ben Kıyâmetin kopacağı aynı sâatte gönderildim.
Ancak, şunun şunu geçmesi gibi ben Kıyâmet sâatini geçip biraz evvel geldim!"
buyurdu ve orta parmağı ile şehâdet
parmağını gösterdi." (Tirmizî, Fiten 39, h. no: 2214)

"Hicaz bölgesinden bir ateş çıkmadıkça Kıyâmet
kopmaz. Bu ateş Busra'daki develerin boyunlarını aydınlaTacaktır."
(Buhârî, Fiten 24; Müslim, Fiten 42, h. no: 2902)

"Kıyâmetten önce, Hadramevt'ten -veya Hadramevt
denizinden- bir ateş çıkacak, insanları toplayacak"
buyurmuşlardı. (Orada bulunanlar): "Ey Allah'ın Rasûlü (o güne ulaşırsak) ne
yapmamızı emredersiniz?" diye sordular. "Size Şam (Yani Sûriye'ye gitmenizi)
tavsiye ederim" buyurdular. (Tirmizî, Fiten 42, h. no: 2218)

"Bugün doğmuş (canlı olan) hiçbir nefis yoktur
ki, yüz sene sonra ölmemiş olsun."
(Râvi der ki): "Bununla ömrün kısalması kastedilmiştir." (Müslim,
Fezâilu's-Sahâbe 218, h. no: 2538; Tirmizî, Fiten 64, h. no: 2251)

Enes (r.a.) anlatıyor: "Bir adam Rasûlüllah
(s.a.s.)'a: "Kıyâmet ne zaman kopacak?" diye sormuştu. Aleyhissalâtu vesselâm
bir müddet sükûttan sonra yanında duran Ezd-i Şenûe kabilesine mensup bir
çocuğa bakıp:

"Bu delikanlı pîr-i fâni olmadan önce
Kıyâmetiniz kopacaktır!"
buyurdular." Enes (r.a.) der ki: "Çocuk o gün benim akranım idi." (Müslim, Fiten
138, h. no: 2953)

Açıklama: Bu hadiste, Aleyhissalâtu vesselâm,
herkesin ölümünü, kendisi için "Kıyâmet" olarak değerlendirmiş bulunmaktadır.
Hadisi, dünyanın eceli olan Kıyâmetten ziyade kendi ecelimiz olan şahsî
Kıyâmetimizle ilgilenmeye bir uyarı olarak değerlendirebiliriz. Dünyanın eceli
ilm-i İlahîde mahfuzdur, Allah'tan başka kimse bilemez. Ama beşerî ecelimiz,
şahsî Kıyâmetimiz, zaman olarak kısmen bellidir. Yarın hususunda bir garanti
olmadığına göre, şu veya bu şekilde her an gelebilir. Öyleyse "Kıyâmet"
hadisesinden insan nefsi bir dehşet alıyor, ibrete meylediyor ise, bu ibreti,
her an gelmesi muhtemel olan ecelinden, kopması muhtemel olan şahsî Kıyâmetinden
almalıdır. Efendimiz, dünyanın Kıyâmetinden sorulduğu halde şahsî Kıyâmeti
zikretmek sûretiyle cevap vermekle dikkatleri buna çekmek gereğine uyan bir
irşadda bulunmuş olmaktadır (İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi,
Akçağ Yayınları, 14/321).

"Otuz kadar yalancı deccaller çıkmadıkça Kıyâmet
kopmaz. Bunlardan her biri Allah'ın elçisi olduğunu zanneder."
(Tirmizî, Fiten 43, h. no: 2219; Ebû Dâvud, Melâhim 16 h. no: 4333, 4334, 4335)

"Güneş, battığı yerden doğmadıkça Kıyâmet
kopmaz. Batıdan doğunca, insanlar görür ve hepsi de iman eder. Ancak, daha önce
inanmamış veya imanın sevkiyle hayır kazanamamış olan hiç kimseye bu iman fayda
sağlamaz." (Buhârî, Rikak 39, İstiska
27, Zekât 9; Müslim, İman 248, (157); Ebû Dâvud, Melâhim 12, 4312)

Ebû Zerr (r.a.) anlatıyor: "Güneş battığı sırada
Kıyâmet alâmetlerinin ilki güneşin battığı yerden doğması ve kuşluk vaktinde
insanlara Dâbbetü'l-Arz ın çıkmasıdır. Bunlardan hangisi önce çıkarsa diğerinin
çıkması buna yakındır" (Müslim, Fiten 118).

"Ruhumu kudret elinde tutan Zat-ı Zülcelal'e
yemin olsun ki, vahşi hayvanlar insanlarla konuşmadıkça, kişiye kamçısının
ucundaki meşin, ayakkabısının bağı konuşmadıkça, kendisinden sonra ehlinin ne
yaptığını dizi haber vermedikçe Kıyâmet kopmaz."
(Tirmizî, Fiten 19, h. no: 2182)

"Devs kabilesinin kadınlarının kıçları,
Zü'lhalasa putunun etrafında titremedikçe Kıyâmet kopmaz. Zü'lhalasa,
Devslilerin cahiliye devrinde tapındıkları (Tebâle'deki) puttur."
(Buhârî, Fiten 23; Müslim, Fiten 51, h. no: 2906)

"İnsanların dünyaca en bahtiyarını âdi oğlu
âdiler teşkil etmedikçe Kıyâmet kopmaz."
(Tirmizî, Fiten 37, h. no: 2210)

"Kıyâmet Allah Allah diyen bir kimsenin üzerine
kopmayacaktır." (Müslim, İman 234, h.
no: 148; Tirmizî, Fiten 35, h. no: 2208)

Ebû Hureyre (r.a.) anlatıyor: "Rasûlüllah
(aleyhissalâtu vesselâm), yanındaki cemaate konuşurken, bir adam gelerek: "(Ey
Allah'ın Rasûlü!) Kıyâmet ne zaman kopacak?" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm
konuşmasına devam etti, sözlerini bitirdiği vakit: "Sual sahibi nerede?"
buyurdular: Adam: "İşte buradayım ey Allah'ın Rasûlü!" dedi. Aleyhissalâtu
vesselâm: "Emânet zâyi edildiği vakit Kıyâmeti bekleyin!" buyurdular.
Adam: "Emanet nasıl zâyi edilir?" diye sordu. Efendimiz: "İş, ehil olmayana
tevdi edildi mi Kıyâmeti bekleyin!" buyurdular." (Buhârî, İlm 2, Rikak 35)

"Kahtan'dan, insanları değneğiyle idare eden bir
adam çıkmadıkça Kıyâmet kopmaz."
(Buhârî, Fiten 23, Menâkıb 7; Müslim, Fiten 60, h. no: 2910)

"Fırat nehri altın bir dağ üzerinden açılmadıkça
Kıyâmet kopmaz. Onun üzerine insanlar savaşırlar. Yüz kişiden doksan dokuzu
öldürülür. Onlardan her biri: ?Herhalde savaşı ben kazanacağım' der."
(Buhârî, Fiten 24; Müslim, Fiten 29, h. no:
2894; Ebû Dâvud, Melâhim 13, h. no: 4313, 4314; Tirmizî, Cennet 26, h. no: 2572,
2573)

"Zaman yakınlaşmadıkça Kıyâmet kopmaz. Bu
yakınlaşma öyle olur ki, bir yıl bir ay gibi, ay bir hafta gibi, hafta da bir
gün gibi, gün sâat gibi, sâat de bir çıra tutuşması gibi (kısa) olur."
(Tirmizî, Zühd 24, h. no: 2333)

"Allah Teâlâ hazretleri ipekten daha yumuşak bir
rüzgârı Yemen'den gönderir. Bu rüzgâr, kalbinde zerre mikter iman bulunan hiç
kimseyi hariç tutmadan hepsinin ruhunu kabzeder."
(Müslim, İman 185, h. no: 117)

"Kıyâmet sadece şerir insanların üzerine
kopacaktır!" (Müslim, Fiten 131, h.
no: 2949)

İbn Zuğb el-Eyâdî anlatıyor: "Abdullah İbnu
Havale el-Ezdî (radıyallahu anh)'nin yanına indim. Bana: "Rasûlüllah (s.a.s.)
bizi, ganimet alalım diye yaya olarak gönderdi. Biz de döndük ve hiçbir ganimet
elde edemedik. Yorgunluğumuzu yüzlerimizden anlayıp aramızda doğrularak:

"Ey Allah'ım, onları bana tevkil etme; ben
onları üzerime almaktan acizim! Onları kendilerine de tevkil etme, bu işten
kendileri de acizdirler. Onları diğer insanlara da tevkil etme kendilerini
onlara tercih ederler!" buyurdular. Sonra elini başımın üstüne koydu ve:
"Ey İbnu Havâle! Hilafetin (Medine'den) Arz-ı Mukaddese'ye (Sûr iye'ye) indiğini
görürsen, bil ki artık zelzeleler, kederler, büyük hadiseler yakındır. O gün
Kıyâmet, insanlara, şu elimin, başına olan yakınlığından daha yakındır"
buyurdu." (Ebû Dâvud, Cihad 37, h. no: 2535)

Hz. Enes (radıyallahu anh) dedi ki: "İstanbul'un
fethi Kıyâmet ânında olacaktır." (Tirmizî, Fiten 58, h. no: 2240)

Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: "Rasûlüllah
(aleyhissalâtu vesselâm) (bir gün): "Ümmetim on beş şeyi yapmaya başlayınca
ona büyük belânın gelmesi vâcip olur!" buyurmuşlardı. (Yanındakiler): "Ey
Allah'ın Rasûlü! Bunlar nelerdir?" diye sordular. Rasûlullah (s.a.s.) saydı:

?Ganimet (yani millî servet, fakir fukaraya
uğramadan sadece zengin ve mevki sahibi kimseler arasında) tedavül eden bir meta
haline gelirse.

Emanet (edilen şeyleri emanet alan kimseler,
sorumlu ve yetkililer, memurlar) ganimet (malı yerini tutup, yağmalayıp
nefislerine helal) kıldıkları zaman.

Zekat (ödemeyi ibâdet bilmeyip bir angarya ve)
cezâ telakki ettikleri zaman.

Kişi annesinin hukukuna riâyet etmeyip, kadınına
itaat ettiği;

Babasından uzaklaşıp ahbabına yaklaştığı;

Mescidlerde (rızayı İlahî gözetmeyen husumet,
alışveriş, eğlence ve siyasata vs. müteallik) sesler yükseldiği zaman.

Kavme, onların en alçağı (erzel) reis olduğu;

(Devlet otoritesinin yetersizliği sebebiyle
tedhiş ve zulümle insanları sindiren zorba) kişiye zararı dokunmasın diye
hürmet ettiği;

(Çeşitli adlarla imal edilen) içkiler
(serbestçe) içildiği;

İpek (haram bilinmeyip erkekler tarafından)
giyildiği;

(San'at, bale, konser gibi çeşitli adlar
altında; bar, gazino, dansing ve salonlarda ve hatta televizyon ve filim gibi
çeşitli vasıtalarla yaygın şekilde) şarkıcı kadınlar ve çalgı aletleri
edinildiği;

Bu ümmetin sonradan gelen nesilleri, önceden
gelip geçenlere (çeşitli ithamlar ve bahanelerle) hakaret ettiği zaman artık
kızıl rüzgârı, [zelzeleyi], yere batışı (hasfı) veya sûret değiştirmeyi (meshi)
[veya gökten taş yağmasını, (kazfi)] bekleyin."
(Tirmizî, Fiten 39, h. no: 2211)

"Çıkış itibariyle, Kıyâmet alâmetlerinin ilki
güneşin battığı yerden doğması, kuşluk vakti insanlara dabbetu'l-arzın
çıkmasıdır. Bunlardan hangisi önce çıkarsa, diğeri de onun hemen peşindedir."
(Müslim, Fiten 118, h. no: 2941; Ebû Dâvud, Melâhim 12, h. no: 4310)

"Beytu'l Makdis'in (Mescid-i Aksâ'nın) imarı
Yesrib'in harabıdır. Yesrib'in harabı melhamenin (savaşın) çıkmasıdır. Melhame
'şehir'in ('İstanbul'un) fethidir, İstanbul'un fethi Deccal'in çıkmasıdır!"
buyurdu. Sonra elini (Rasûlüllah), konuşmakta olduğu kimsenin (yani Hz. Muaz'ın)
dizine vurdu ve: "Bu söylediğim kesinlikle hakikattir. Tıpkı senin burada
oturman hak olduğu gibi" buyurdular." (Ebû Dâvud, Melâhim 3, h. no: 4294)

"Melhame ile Medine'nin (Şehrin) fethi arasında
altı yıl vardır. Yedinci yılda da Mesih Deccal çıkar."
[Ebû Dâvud, Melâhim 4, h. no: 4296; İbn Mace, Fiten 35, h. no: 4093)

"Sûrun sahibi (İsrafil aleyhisselam), sûr denen
borusunu ağzına dayamış, yüzünü çevirmiş, kulağını dikmiş, üfleme emrini
beklerken ben nasıl tereffühle (dünya nimetlerinden) istifade edebilirim?"
buyurmuşlardı. Bu, sanki ashabına çok ağır gelmişti:

"Peki biz ne yapalım -veya ne diyelim- ey
Allah'ın Resûlü?" diye sordular. Onlara: "Hasbünallah ve ni'melvekil (Allah
bize yeter, o ne güzel vekildir!), Allah'a tevekkül ettik. -belki de
"tevekkülümüz Allah'adır!" demişti- deyiniz!" diye emir buyurdular."
[Tirmizî, Kıyâmet 9, h. no: 2433)

"Rasûlüllah (aleyhissalâtu vesselâm)'a sûr'dan
sorulmuştu: "Bu, içine üflenen bir boynuzdur!" diye cevap verdi." (Ebû
Dâvud, Sünnet 24, h. no: 4742; Tirmizî, Kıyâmet 9, h. no: 2432)

Ebû Hureyre (r.a.) anlatıyor: "Rasûlüllah
(s.a.s.): "İki sûr arasında kırk vardır!" buyurmuştur. Bunun üzerine
oradakiler:

"Ey Ebû Hureyre! Kırk gün mü?" diye sordular.
Fakat o: "Birşey diyemem!" cevabını verdi. Tekrar: "Kırk ay mı?" dediler. O
yine: "Bir şey diyemem!" cevabını verdi. "Kırk yıl mı?" dediler. O yine: "Bir
şey diyemem!" cevabını verdi ve (Rasûlüllah'ın hadisine devam etti:)

"Sonra Allah semadan su indirecek ve insanlar
yerden sebze biter gibi bitecekler. İnsanda bir kemik hariç hepsi çürür. Bu
çürümeyen, acbu'zzeneb denen kuyruk sokumu kemiğidir. Kıyâmet günü yeniden
yaratılış bundan terkib edilecektir."
[Buhârî, Tefsir, Zümer 3, Amme 1; Müslim, Fiten 141, h. no: 2955; Muvatta,
Cenâiz 48, h. no: 1, 239; Ebû Dâvud, Sünnet 24, h. no: 4743; Nesâî, Cenaiz 117,
h. no: 4, 111)

"Mü'minin ruhu, cennet ağacında beslenen bir kuş
olur. Yeniden dirilme gününde Allah onu cesedine döndürünceye kadar orada
beslenir." (Muvatta, Cenâiz 49, h.
no: 1, 240; Nesâî, Cenâiz 117 h. no: 4, 108) İbn Mâce, Zühd 32, h. no: 4271)

Ebû Rezin el-Ukaylî (r.a.) anlatıyor: "Ey
Allah'ın Rasûlü dedim, Allah, mahlûkatı nasıl iâde eder, (yeniden diriltir)?
Bunun dünyadaki örneği nedir?" "Sen dedi, hiç kavminin üzerinde
yaşadığı vadiden kurak mevsimde geçmedin mi? Sonra bir kere de her tarafın
yemyeşil üğründüğü münbit mevsimde uğramadın mı?" Ben: "Elbette!" deyince:
"İşte bu, (yeniden) yaratmasına Allah'ın delilidir. Allah, ölüleri de böyle
diriltecektir!" buyurdular." (Rezin tahric etmiştir. Bu hadis Ahmed İbn
Hanbel'in Müsned'inde biraz farklı lafızlarla rivâyet edilmiştir (IV/11)

İbn Abbas (r.a.) "O boru öttürülünce"
(74/Müddessir, 8) âyeti ile ilgili olarak dedi ki: "Bu, sûrdur. Sûrede geçen
racife, birinci nefha (üfleme), râdife de ikinci nefhadır." (Buhârî, Rikak 43
-muallak olarak-)

Ebû Said (r.a.) anlatıyor: "Rasûlüllah (s.a.s.)
(bir gün bize) Sâhib-i Sûr'u (İsrâfil'i) zikretti ve dedi ki: "Sağında
Cibril, solunda da Mikâil aleyhimusselam var." Rezin tahric etmiştir. (Ebû
Dâvud, Hurûf ve'l-Kıraat 1, h. no: 3999)

"Kıyâmet günü insanlar beyaz, bembeyaz, has unun
çöreği gibi bir yerde toplanacaklar. Orada hiç kimsenin bir işareti (evi, bağı
vs.) olmayacak." (Buhârî, Rikak 44;
Müslim, Münafıkûn 28, h. no: 2790)

"Sizler Allah'a yalınayak, bedenleriniz çıplak
ve kabuklu (sünnet edilmemiş) olarak haşr olunacaksınız!"
buyurdu. Bir diğer rivâyette İbn Mes'ud şöyle demiştir: "Rasûlüllah (s.a.s.)
va'z etmek üzere aramızda doğruldu ve dedi ki:

"Ey insanlar! Sizler (Kıyâmet günü) Allah'ın
yanında yalınayak, çıplak ve kabuklu olarak toplanacaksınız. (Sonra şu âyeti
okudu:) "İlk yaratışa nasıl başladı isek, üzerimizde hak bir vaad olarak yine
onu iâde edeceğiz..." (21/Enbiyâ,
104). Haberiniz olsun! Kıyâmet günü mahlukattan ilk giydirilecek İbrâhim
aleyhisselâm'dır. Haberiniz olsun, o gün ümmetimden bazı kimseler getirilir ve
sol tarafa alınırlar. Bunun üzerine ben:

'Ey Rabbim! Bunlar ashabımdır!' derim. Bana:

'Sen bilmiyorsun, bunlar senden sonra neler
yaptılar" denilir. Ben sâlih kul (İsa)'nın dediği gibi diyeceğim:

"Ben içlerinde bulunduğum müddetçe üzerlerinde
bir kontrolcü idim. Fakat vakta ki sen beni (içlerinden) aldın, üstlerinde
nigehban yalnız sen oldun. (Zaten) sen (her zaman) her şeye hakkıyla şahidsin.
Eğer kendilerine azab edersen şüphe yok ki onlar senin kullarındır. Eğer onları
affedersen mutlak galib ve yegâne hüküm ve hikmet sahibi olan da hakikaten
sensin sen" (5/Mâide, 117-118)

Rasûlüllah (s.a.s.) devamla dedi ki: "Bunun
üzerine bana: 'Onlar, sen aralarından ayrıldığın günden beri, dinden yüz
çevirmeye hiç ara vermediler!' denilecek."

"Bir rivâyette şu ziyade var: "Ben:
'Rahmetten uzak olsunlar, rahmetten uzak olsunlar!' derim." (Buhârî, Rikak
45, Enbiyâ 8, 44, Tefsir, Mâide 14, 15, Tefsir, Enbiyâ 2; Müslim, Cennet 57, h.
no: 2860; Tirmizî, Kıyâmet 4, h. no: 3329; Nesâî, Cenâiz 118, h. no: 4, 114)

"Kıyâmet günü insanlar üç sınıf olarak
haşrolunurlar: Yayalar sınıfı, binekliler sınıfı,yüzü üstü sürünenler sınıfı."
Peygamberimiz'e soruldu: "Ey Allah'ın
Rasûlü! Bunlar yüzleri üzerine nasıl yürürler?" Şu cevabı verdiler: "Onları
ayakları üzerine yürüten Zât-ı Zülcelâl, yüzleri üzerine yürütmeye de kadirdir.
Ancak bilesiniz, bu yüzleri üstü yürüyenler, önlerine çıkan her engele, her
dikene karşı kendilerini yüzleriyle korumaya çalışırlar." (Tirmizî, Tefsir
Benî İsrâil (İsrâ Sûresi), h. no: 3141)

"İnsanlar Kıyâmet günü üç hal üzere
haşrolunurlar:

1) İstekliler, korkanlar,

2) İki kişi bir deve üzerinde olanlar, üç kişi
bir deve üzerinde olanlar, dört kişi bir deve üzerinde olanlar, on kişi bir deve
üzerinde olanlar.

3) Geri kalanları, ateşe tapanlar. Cehennem,
onların kaylûle yaptığı yerde onlarla kaylûle yapar, geceledikleri yerde onlarla
birlikte geceler, onların sabahladıkları yerde onlarla sabahlar, onların
akşamladıkları yerde onlarla beraber akşamlar."
(Buhârî, Rikak 48; Müslim, Cennet 59, h. no: 2861; Nesâî, Cenâiz 118, h. no: 4,
115, 116)

"İnsanlar Kıyâmet günü öylesine ter akıtırlar
ki, bu terler yerin içinde yetmiş zira'lık derinliğe kadar iner ve bu ter (yer
üstünde de birikerek insanları konuşamaz hale getirmek üzere ağızlarına) gem
vurur ve kulaklarına kadar ulaşır."
(Buhârî, Rikâk 47; Müslim, Cennet 61, h. no: 2863)

"Kimin üzerinde kardeşine karşı ırz veya başka
bir şey sebebiyle hak varsa, dinar ve dirhemin bulunmadığı [Kıyâmet (ve
hesaplaşmanın olacağı)] gün gelmezden önce daha burada iken helalleşsin. Aksi
takdirde o gün, salih bir ameli varsa, o zulmü nisbetinde kendinden alınır.
Eğer hasenatı yoksa, arkadaşının günahından alınır, kendisine yüklenir."
(Buhârî, Mezâlim 10, Rikak 48; Tirmizî, Kıyâmet 2, h. no: 2421)

"Kıyâmet günü hak sahiplerine haklarını mutlaka
edâ edeceksiniz. Öyle ki kabış (boynuzsuz) koyun için, boynuzlu koyundan kısas
alınacak, taşa (niye bir başka) taş üzerine yüklenip kaldığından; adamın adamı
niye yaraladığından sorulacak."

(râvî Ebû Hureyre) der ki: "Biz şunu da
işitirdik: "Kıyâmet günü, kişiyi tanımadığı birisi yakalar ve der ki: "Sen
beni hata ve münker işlerken görüyordun, fakat ondan men etmiyordun!"
(Müslim, Birr 6, h. no: 2582; Tirmizî, Kıyâmet 2, h. no: 2422). "Boynuzlu
koyun..." tabirinden gerisi Rezin'in ziyâdesidir.

Hz. Aişe (r. anhâ) anlatıyor: "Rasûlüllah
(s.a.s.): "Âhirette kimin hesâbı münâkaşa edilirse, azâba mâruz kalacak
demektir!" buyurmuşlardı. Ben: "Nasıl olur? Allah Teâlâ (meâlen): "O
vakit kimin kitabı sağ eline verilirse; kolay bir hesabla muhâsebe edilecek ve
ehline sevinçli olarak dönecek" (84/İnşikak 7-9) buyurmadı mı, (bu hesap
münâkaşası değil mi)?" dedim. "Hayır! buyurdular, bu (münâkaşa
değil) arzdır. Kıyâmet günü hesâba çekilen herkes mutlaka helâk olmuş demektir!"
(Buhârî, İlim 35, Tefsir, İnşikak 1; Rikak 49; Müslim, Cennet 80, h. no: 2876;
Ebû Dâvud, Cenâiz 3, h. no: 3093; Tirmizî, Kıyâmet 6, h. no: 2428)

"Kıyâmet günü, kişi amelleri arasında önce
namazın hesâbını verecek. Bu hesap güzel olursa kurtuluşa erdi demektir. Bu
hesap bozuk olursa, hüsrâna düştü demektir. Eğer farzında eksiklik çıkarsa Rab:
'Bakın, kulumun (defterinde yazılmış) nâfilesi var mı?' buyurur. Böylece,
farzın eksikleri nâfile (namazları) ile tamamlanır. Sonra, bu tarzda olmak üzere
diğer amelleri hesaptan geçirilir."
(Tirmizî, Salat 305, h. no: 413; Nesâî, Salât 9, h. no: 1232)

Yahya İbn Said (rahimehullah) anlatıyor: "Bana
ulaştığına göre, (Kıyâmet günü), kulun ilk bakılacak ameli namazdır. Eğer namazı
kabul edilirse, geri kalan amellerine bakılır. Eğer namazı kabul edilmezse diğer
amellerinin hiçbirine bakılmaz." (Muvatta, Kasru's-Salât 89, h. no: 1, 173)

"Kıyâmet günü, insanlar arasında hükmedilecek
ilk şey kandır." (Buhârî, Diyat 1,
Rikak 48; Müslim, Kasâme 28, h. no: 1678; Tirmizî, Diyât 8, h. no: 1396; Nesâî,
Tahrim 2, h. no: 7, 83)

"Kıyâmet günü, dört şeyden sual edilmedikçe,
kulun ayakları [Rabbinin huzurundan] ayrılamaz: Ömrünü nerede harcadığından, ne
amelde bulunduğundan, malını nerede kazandığından ve nereye harcadığından,
vücûdunu nerede çürüttüğünden."
(Tirmizî, Kıyâmet 1, h. no: 2419)

"Kıyâmet günü kul (hesap vermek üzere huzur-u
İlahîye) getirilir. Allah Teâlâ: 'Ben sana kulak, göz, mal ve evlat vermedim mi?
Sana hayvanları ve ekimi musahhar kılmadım mı? Seni bunlara baş olmak, onlardan
istifade etmek üzere serbest bırakmadım mı? Acaba, Benimle bugünkü şu
karşılaşmanı hiç düşündün mü?' diye soracak. Kul da: 'Hayır' diyecek. Allah
Teaâaâ: 'Öyleyse bugün Ben de seni unutacağım, tıpkı senin (dünyada) Beni
unuttuğun gibi!' buyuracak."
(Tirmizî, Kıyâmet 7, h. no: 2430)

Ebû Hureyre (r.a.) anlatıyor: (Ashab,
Rasûlüllah'a): "Ey Allah'ın Rasûlü! Kıyâmet günü Rabbimizi görecek miyiz?" diye
sordular. Allah'ın elçisi: "Bulutsuz bir günde, öğle vaktinde güneşi görme
hususunda bir itişip kakışmanız olur mu?" diye sordu. Ashab: 'Hayır!'
deyince: "Bulutsuz (dolunaylı) gecede ayı görmekte itişip kakışmanız olur
mu?" diye tekrar sordu. Ashab yine: 'Hayır!' deyince: 'Nefsim elinde olan
Zât-ı Zülcelâl'e yemin olsun, Rabbinizi görme hususunda da hiçbir itişip
kakışmanız olmayacak. Tıpkı güneş ve ayı görmede itişip kakışmanız olmadığı
gibi. Böylece kul, Rabbiyle karşı karşıya gelecek. Rabb Teâlâ: 'Ey filan! Ben
sana ikram etmedim mi? Seni efendi yapmadım mı? Sana zevce vermedim mi? Atı,
deveyi sana musahhar (hizmetçi) kılmadım mı? Reislik yapmana, ganimet malından
dörtte bir almana müsaade etmedim mi?' diye soracak. Kul: 'Evet ey Rabbim!'
diyecek. Rab Teâlâ: 'Benimle karşılaşacağını hiç düşünmedin mi?' diyecek. Kul bu
soruya: 'Hayır!' karşılığını verecek. Rab Teâlâ da: 'Öyleyse şimdi de ben seni
unutuyorum. Tıpkı (dünyada) sen Beni unuttuğun gibi!' diyecek. Sonra ikinci kul
Allah'ın karşısına çıkar. Rab Teâlâ ona da aynı şeyleri söyler. Sonra üçüncüye
de birinciye söylediklerinin aynısını söyler. Kul: 'Evet! ey Rabbim!' der. Rab
Teâlâ da: 'Benimle karşılaşacağını hiç aklından geçirdin mi?' diye sorar. Kul:
'Ey Rabbim, sana, kitaplarına ve peygamberlerine inandım. Namaz kıldım, oruç
tuttum, sadaka verdim!" der ve elinden geldiğince (Allah hakkında) hayır senâda
bulunur. Rab Teâlâ: 'Bu hususta lehine şehâdet edecek biri var mı?' diye
soracak. Kul: 'Hayır, yok!" diyecek. Rab Teâlâ: 'Şimdi senin aleyhine bir şâhit
gönderilecek!' der. Kul kendi kendine: 'Benim aleyhime şâhitlik yapacak da
kim?' diye içinden düşünür. Kulun ağzı mühürlenir. Uyluğuna: 'Haydi konuş!'
denir. Uyluğu, eti, kemiği konuşup, onun amelini haber verirler. Bu, onun
kendisi için bir özür aramaması içindir. Bu kimse, Allah'ın gadabına uğrayan
münâfıktır." (Müslim, Zühd 16, h. no: 2968)

İnsanlar Rasûlüllah (s.a.s.)'a: "Ey Allah'ın
Rasûlü! Kıyâmet günü Rabbimizi görecek miyiz?" diye sordular. O da: "Siz
bulutsuz dolunay gecesinde ayı görmekten şüpheye düşer misiniz?" diye sordu.
Onlar; 'hayır, ey Allah'ın Rasûlü!' diye cevap verdiler. Allah'ın Rasûlü:
"Bulutsuz bir günde güneşi görmekten şüphe eder misiniz?" diye tekrar sordu.
Ashab yine: 'Hayır!' cevabını verdiler. Bunun üzerine: "Şunu bilin ki, siz
Rabbinizi de böyle göreceksiniz. Kıyâmet günü, insanlar haşrolunurlar. (Rab
Teâlâ): 'Kim (Benden başka) bir şeye tapıyor idiyse ona tâbi olsun!' buyurur.
Onlardan bir kısmı güneşe, bir kısmı aya, bir kısmı da putlara tabi olurlar.
Orada, münafıklarıyla birlikte bu ümmet kalır. Allah onlara (tanımadıkları bir
sûrette) yaklaşır. 'Ben sizin Rabbinizim!' buyurur. Oradakiler: '(Senden Allah'a
sığınırız). Biz, Rabbimiz bize gelinceye kadar bu yerdeyiz! Rabbimiz gelince biz
onu tanırız!" derler. Derken Rableri (onların tanıyacağı sûrette) gelir. 'Ben
Rabbinizim!' der. Onlar da: 'Sen Rabbimizsin!' derler. Rab Teâlâ onları
(cennete) davet eder. Cehennemin üzerine sırat kurulur. Peygamberler arasında,
ümmetiyle sırattan ilk geçen ben olurum. O gün peygamberler dışında kimse
konuşmaz. Peygamberlerin o günkü kelâmı da: 'Allahümme sellim, Allahümme sellim
(Ey Rabimiz selâmet ver, ey Rabbimiz selâmet ver!' olacak. Cehennemde, deve
dikeninin dikenleri gibi kancalar var. Deve dikeninin dikenlerini gördünüz mü?"
diye sordu. Ashab: 'Evet!' deyince Peygamberimiz devam etti: "İşte o
kancalar, tıpkı deve dikeninin dikenleri gibidir. Ancak, onların büyüklüğü ne
kadardır, Allah'tan başka kimse bilmez. İnsanları (kötü) amelleri sebebiyle
kapar. İnsanların bir kısmı (kötü) ameli sebebiyle helak olur. Bir kısmı da
ateşin içine yıkılır, sonra kurtulur. Allah, ateş ehlinden kurtarmak
istediklerine rahmet etmeyi irade edince, ateş ehlinden Allah'a ibâdet etmiş
olanları, ateşten çıkarmaları için meleklere emreder. Melekler bu kimseleri,
secde izleriyle tanırlar. Çünkü Allah Teâlâ hazretleri secde mahallinin
yakılmasını ateşe haram etmiştir. Onlar böylece ateşten çıkarlar. Hepsi de
ateşten kavrulmuş vaziyettedir. Üzerlerine hayat suyu dökülür. Selin getirdiği
milli topraktan habbelerin (filiz açıp) bitmesi gibi, suyun değdiği yerler
yeniden bitecek. Rab Teâlâ, sonra, kullar arasındaki hükmünü tamamlayacak.
Derken cennetle cehennem arasında bir kul kalacak. Bu, cennete girmede
cehennemliklerin sonuncusudur. Yüzü cehenneme doğru ilerlerken: 'Ey Rabbim!
Yüzümü ateş tarafından çevir! Kokusu beni perişan etti, alevi de beni kavurdu'
diye yalvaracak. Allah Teâlâ'ya, kendisine duâ etmesini dilediği kadar duâda
bulunacak. Sonra Allah Teâlâ: 'Ben bu istediğini versem, bundan başkasını da
ister misin?' diye soracak. Adam: 'İzzet ve celâline yemin olsun hayır! Bundan
başkasını istemem!' diyecek ve istemeyeceği hususunda Allah'a ahd u mîsakta
bulunacak. (Allah), bunun üzerine yüzünü ateşten çevirecek. Adam yüzüyle cennete
yönelince ve onun güzelliğini görünce, Allah'ın dilediği bir müddet susacak.
Sonra (dayanamayıp): 'Ey Rabbim! Beni cennetin kapısına yaklaştır!' diyecek.
Allah Teâlâ: 'Sen Bana istemiş olduğundan başka bir talepte bulunmayacağına
dair ahd u mîsakta bulunmadın mı? Ey Âdemoğlu yazık sana! Sen ne dönekmişsin!'
diyecek. Adam: 'Ey Rabbim! Mahlûkatın en bedbahtı ben olmayayım!' diyecek. Rab
Teâlâ: 'Sana bu istediğin verilse, acaba başka bir şey istemeyecek misin?' der.
Adam: 'Hayır! İzzetine ve celaline yemin olsun hayır! Başka bir şey
istemeyeceğim!' diyecek. Rabbi de onu mâzur addedecek. Çünkü o,
sabredilemeyecek bir şeyler görmüştür. Adam, Rabbine, istediği ahd u misakta
bulunur. (Rabbi de) onu cennetin kapısına yaklaştırır. Kapıya yaklaşıp onun
güzelliğini ve içindeki taravet ve süruru görünce, Allah'ın dilediği kadar
sesini keser. (Fakat daha fazla dayanamayıp atılır): 'Ey Rabbim! Beni cennete
koy!' der. Rab Teâlâ: 'Ey Âdemoğlu yazık sana! Sen ne dönekmişsin! Sana
verilenlerin dışında bir şey istemeyeceğine dair bana ahd u mîsak vermedin
mi?' diyecek. Adam: 'Ey Rabbim! Beni mahlûkatın en bedbahtı yapma!' diyecek.
Allah onun bu haline gülecek. Sonra ona cennete girmesi için izin verecek ve:
'Dile (ne dilersen!)' diyecek. Adam dileyecek. Öyle ki, hiçbir arzusu
kalmayacak. Allah yine de: 'Şunları şunları da iste!' deyip, istemesi gereken
şeyleri zikredecek. Böylece istenecek şeyler bitince Allah Teâlâ: 'Bütün bunlar,
bir misliyle sana verilmiştir!' buyuracak." Râvî Ebû Saîd der ki:
"Rasûlüllah (s.a.s.)'ın: "Bütün bunlar, on misliyle birlikte sana
verilmiştir!" dediğini işittim." (Buhârî, Rikak 52, Ezan 129, Tevhid
24; Müslim, İman 299, h. no: 182; Tirmizî, Cennet 20, h. no: 2560)

"Kıyâmet günü insanlar üç kere Allah'a
arzedilirler: İlk iki arzedilmede cidal ve özür beyanı vardır. Ama üçüncü
arzedilme esnasında ellerde sayfalar uçuşur, kimisi sağ eliyle, kimisi de sol
eliyle alır." (Tirmizî, Kıyâmet 5, h.
no: 2427)

İbn Ömer (r.a.) anlatıyor: "Bir adam bana:
'(Kıyâmet günü Allah'ın kişiye hususi) hitabı hakkında ne işittin?' diye sordu.
Şu cevabı verdim: "Rasûlüllah (s.a.s.)'ın: "Mü'min Rabbine yaklaştırılır.
Öyle ki, (Allah onun) üzerine himayesini indirir ve günahlarını itiraf ettirir.
Ona sorar: Şu şu günahlarını biliyor musun?' Mü'min kul, iki kere: 'Evet ey
Rabbim, biliyorum!' der. Rab Teâlâ da: 'Dünyada iken bunları örterek seni
teşhir etmemiştim. Bugün de onları senden affediyorum!' buyurur. Sonra ona
hasenât defteri verilir. Ama, kâfirlere ve münâfıklara gelince, bunlarla ilgili
olarak, bütün mahlûkatın huzurunda: 'Bunlar Allah nâmına yalan söylemiş,
(böylece büyük bir zulümde bulunmuşlardır). Haberiniz olsun! Allah'ın lâneti
zâlimleredir!' diye nidâ olunur" dediğini işittim." (Buhârî, Mezalim 2,
Tefsiru Hûd 4, Edeb 60, Tevhid 36; Müslim, Tevbe 52, h. no: 2768)

Âişe (r. anhâ) anlatıyor: "Bir adam gelerek: 'Ey
Allah'ın Rasûlü! Benim kölelerim var, bana yalan söylüyorlar ve bana ihanet
ediyorlar, bana isyan ediyorlar. Ben de onlara şetmediyor ve dövüyorum. Onlar
yüzünden (Allah yanında) durumum ne olacak?' diye sordu. Rasûlüllah (s.a.s.):
"Kıyâmet günü onlar, sana olan ihaâetleri, isyanları ve yalanları sebebiyle
muhâsebe olacaktır. Senin onlara verdiğin cezâ ise, eğer cezân onların günahları
nisbetinde ise, başabaştır; ne lehine ne de aleyhine olur. Eğer onlara verdiğin
cezâ onların suçlarından az ise bu senin için bir fazilet olur. Eğer onlara
verdiğin cezâ onların suçlarından çok olursa, bu fazla kısım sebebiyle onlar
lehine sana kısas yapılır" buyurdular. Bunun üzerine adam huzurdan çekildi,
ağlamaya ve dövünmeye başladı. Bunun üzerine Rasûlullah dedi ki: "Sen
Allah'ın kitabını okumuyor musun? (Bak ne diyor!) (Meâlen): "Biz Kıyâmet gününe
mahsus adâlet terazileri koyacağız. Artık hiçbir kimse hiçbir şeyle haksızlığa
uğratılmayacaktır. (O şey) bir hardal tanesi kadar bile olsa, onu getiririz
(mizana koyarız). Hesapçılar olarak da Biz yeteriz" (21/Enbiyâ, 47). Adam
tekrar: 'Allah'a yemin olsun, ey Allah'ın Rasûlü! Ben hem kendim ve hem de onlar
için, ayrılmalarından daha hayırlı bir şey göremiyorum. Seni şâhit kılıyorum,
hepsi hürdür, (âzâd ettim)' dedi." (Tirmizî, Tefsir, Enbiyâ, h. no: 3163)

Enes (r.a.) anlatıyor: "Rasûlüllah (s.a.s.) (bir
gün) güldüler ve: "Niye güldüğümü biliyor musunuz?" buyurdular. Biz:
"Allah ve Rasûlü daha iyi bilir!" dedik. "Kulun Rabbine olan hitabından!"
buyurdular ve şöyle devam ettiler: "Kul şöyle der: 'Ey Rabbim, Sen beni
zulümden korumadın mı?' Rab Teâlâ: 'Evet korudum' buyurur. Kul da: 'Fakat ben
bugün, kendime, kendimden başka bir kimsenin şâhit olmasını asla istemiyorum'
der. Rab Teâlâ: 'Bugün sana tek şâhit olarak nefsin, çok şâhit olarak da kirâmen
kâtibîn kâfidir' buyurur." Rasûlüllah devamla dedi ki: "Ağzına mühür
vurulur ve diğer organlarına: Konuş! denilir. Onlar adamın amelini haber
verirler. Sonra konuşma hususunda serbest bırakılır. Adam organlarına:
'Yazıklar olsun size! Buradan defolun! Ben sizin için mücâdele etmiştim' der."
(Müslim, Zühd 17, h. no: 2969)

"Aziz ve celil olan Allah (Kıyâmet günü),
ümmetimden bir adamı mahlûkatın arasından
seçer ve onun için doksan dokuz büyük defter açar. Her defter, gözün
alabildiği kadar büyüktür. Rab Teâlâ adama sorar: 'Bu defterde yazılı olanlardan
bir şey inkâr ediyor musun? Muhâfız kâtiplerim (olmadık şeyler yazarak sana)
zulmetmişler mi?' Kul: 'Ey Rabbim! Hayır! (Hepsi doğrudur!)' der. Rab Teâlâ
sorar: '(Bunları yapmada beyan edeceğin) bir özrün var mı?' Kul der: 'Hayır! Ey
Rabbim!' Aziz ve celil olan Allah: 'Evet! Senin bizim yanımızda (makbul, büyük)
bir de hasenen var. Bugün sana zulüm yapmayacağız!' buyurur. Hemen bir etiket
çıkarılır. Üzerinde 'Eşhedü en lâ ilâhe illâllah ve eşhedü enne Muhammeden
Rasûlallah (şehâdet ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur ve şehâdet ederim ki
Muhammed Allah'ın elçisidir)' yazılıdır. Sonra, Rabb Teâlâ der: 'Ağırlığını
(yani amellerinin ağırlığını) hazırla!' Kul sorar: 'Ey Rabbim! Bu defterlerin
yanındaki bu etiket de ne?' Rabb Teâlâ der: 'Sana zulmedilmeyecek! Hemen
defterler Mizan'ın bir kefesine konur, etiket de diğer kefesine. Tartılırlar.
Sonunda defterler hafif kalır, etiket ağır basar. Esasen Allah'ın ismi yanında
hiçbir şey ağır olamaz." (Tirmizî, İman 17, h. no: 2641)

Ebû Mes'ud el-Bedrî (r.a.) anlatıyor: "Ey
Allah'ın Rasûlü dendi, biz câhiliye devrinde yaptıklarımızdan hesaba çekilecek
miyiz?" Şu cevabı verdiler: "Müslüman olduktan sonra iyi olana, câhiliye
devrinde yaptıklarından sorulmayacaktır. Kötü amel işleyene, hem İslâm'daki
ameli hem de önceki ameli sebebiyle hesap sorulacaktır." (Buhârî, İstitâbe
1; Müslim, İman 189, h. no: 120)

"Bir kimseyi (küfür veya günah gibi) bir şeye
çağıran hiç kimse yok ki Kıyâmet günü, o çağırdığı şeyle birlikte tevkif
edilmemiş olsun. Mutlaka onunla ayrılmaz şekilde beraberdir. Bir adam bir adamı
(bir şeye) dâvet etmiş olsa dahi!"
Sonra şu âyeti okudu. (meâlen): "Onları apsedin, çünkü onlar mes'uldürler"
(37/S3affât, 24). (Tirmizî, Tefsiru Sâffât, h. no: 3226)

Ebû Zerr (r.a.) anlatıyor: "Ey Allah'ın Rasûlü
dedim, Kevser havzının kapları nedir?" Şu cevabı lutfettiler: "Nefsimi kudret
elinde tutan Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun, onun kapları açık ve karanlık bir
gecede gökteki yıldızlardan daha çoktur. Cennetin kaplarından kim içerse artık
ömrünün sonuna kadar hiç susamaz. Havzın cennetten çıkan iki oluğu gürül gürül
akar. Genişliği uzunluğuna denktir. Bu da Amman'dan Eyle'ye olan mesafe
kadardır. Suyu sütten daha beyaz, baldan daha tatlıdır." (Müslim, Fezâil 36,
l, h. no: 2300; Tirmizî, Kıyâmet 16, h. no: 2447)

"Her peygamberin bir havzı vardır. Ümmeti oraya
su almaya gelir. Peygamberlerin her biri, hangisinin suya geleni çok diye
övünürler. Su almaya gelen ümmeti en çok olan peygamberin ben olacağımı ümid
ediyorum." (Tirmizî, Kıyâmet 15, h.
no: 2445)

Enes (r.a.) anlatıyor: "Rasûlüllah (s.a.s.)'a
"Kevser nedir?" diye sorulmuştu. "Cennette bir nehirdir. Allah onu bana
verdi. O, sütten daha beyaz, baldan daha tatlıdır. Onda (nehirde) bir kuş
vardır, boynu deve boynuna benzer!" buyurdular. Hz. Ömer atılarak: "Öyleyse
o müreffehtir!" dedi. Rasûlullah da: "Onu yiyen, ondan da müreffehtir!"
buyurdular." (Tirmizî, Kıyâmet 15, h. no: 2445)

"Ben havza ilk geleniniz olacağım!"
(Buhârî, Rikak 53; Müslim, Fezâil 25, h. no: 2289)

"Ben havzın başına sizden önce geleceğim. Bana
sizden bazı kimseler yükseltilip (gösterilecek). O kadar ki, eğilsem onları
tutarım. Ama hemen geri çekilecekler. 'Ey Rabbim! bunlar benim ashâbım!' derim.
Ama bana: 'Senden sonra bunların ne bid'alar yaptıklarını sen bilmezsin!'
denilir. Ben de: 'Dini benden sonra değiştirenler rahmetten uzak olsun,
rahmetten uzak olsun!' derim."
(Buhârî, Rikak 53, Fiten 1; Müslim, Fezâil 32, h. no: 2297)

"Ümmetim havzın başında yanıma gelecek. Ben,
tıpkı kendi devesinden başkasının devesini kovan bir kimse gibi, havzımdan
(bazı) insanları kovarım!"
Yanındakiler: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Bizi tanıyacak mısınız?' dediler. 'Evet
buyurdu. Sizin, başkasında olmayan bir alâmetiniz olacak. Sizler yanıma alın
ve abdest uzuvlarında, abdestin eseri olan bir nurla geleceksiniz. Ancak sizden
bir grup benden engellenecek, onlar bana ulaşamayacaklar. Ben: 'Ey Rabbim onlar
benim ashâbım, onlar benim ashâbım!' diyeceğim. Ama bir melek bana cevap verip:
'Senden sonra onlar ne bid'alar ortaya çıkardılar biliyor musun?' diyecek."
(Müslim, Tahâret 37, h. no: 247)

"Siz (ashâbım), havzın başında yanıma gelenlerin
yüz bin cüzünden sadece bir cüzünü teşkil edeceksiniz!"
Râvî sahâbîye: "O gün siz ne kadardınız?" diye soruldu da: "Yedi yüz veya sekiz
yüz kadardık!" diye cevap verdi." (Ebû Dâvud, Sünnet 26, h. no: 4746)

Enes (r.a.) anlatıyor: "(Bir gün), 'ey Allah'ın
Rasûlü! Kıyâmet günü bana şefaat edin!' dedim. "İnşâallah yapacağım!"
buyurdular. Ben tekrar: "Sizi nerede arayıp bulayım?" dedim. "Beni ilk
aradığın zaman sırat üzerinde ara!" buyurdular. "Size (orada)
rastlayamazsam?" dedim. "Mizan'ın yanında beni ara!" buyurdular. "Orada
da size rastlayamazsam?" dedim. "Öyeyse beni havzın yanında ara! Zira ben üç
mevkinin dışına çıkmam!" buyurdular." (Tirmizî, Kıyâmet 10, h. no: 2435)

Hz. Âişe (r.anhâ) anlatıyor: "Ateşi hatırlayıp
ağladım. Rasûlüllah (s.a.s.): "Niye ağlıyorsun?" diye sordu. "Cehennemi
hatırladım da onun için ağladım! Siz, Kıyâmet günü, ailenizi hatırlayacak
mısınız?" dedim. "Üç yerde kimse kimseyi hatırlamaz: Mizan yanında; tartısı
ağır mı geldi hafif mi öğreninceye kadar, sahifelerin uçuştuğu zaman; kendi
defterini nereye düşecek, öğreninceye kadar: Sağına mı soluna mı; yoksa arkasına
mı? Sıratın yanında; cehennemin iki yakası ortasına kurulunca; bunu geçinceye
kadar." (Ebû Dâvud, Sünen 28, h. no: 4755)

"Her peygamberin müstecab (Allah'ın kabul
edeceği) bir duâsı vardır. Her peygamber o duâyı yapmada acele etti. Ben ise bu
duâmı Kıyâmet gününde, ümmetime şefaat olarak kullanmak üzere sakladım
(kullanmayı âhirete bıraktım). Ona inşâallah, ümmetimin şirk koşmadan ölenleri
nâil olacaktır." (Buhârî, Deavât 1,
Tevhid 31; Müslim, İman 334, h. no: 198; Muvattâ, Kur'an 26, h. no: 1, 212;
Tirmizî, Deavâat 141, h. no: 3597)

Ebû Hureyre (r.a.) anlatıyor: "Biz bir dâvette
Rasûlüllah ile beraberdik. Ona sofrada hayvanın ön budu(ndan bir parça) ikram
edildi. Bud hoşuna giderdi. Ondan bir parça ısırdı ve: "Ben Kıyâmet günü
Âdemoğlunun efendisiyim! Acaba bunun neden olduğunu biliyor musunuz?
(Açıklayayım): Allah o gün, öncekileri ve sonrakileri tek bir düzlükle
toplar. Bakan onlara bakar, çağıran onları işitir. Güneş onlara yaklaşır. Gam ve
sıkıntı, insanların tahammül edemeyecekleri ve takat getiremeyecekleri dereceye
ulaşır. Öyle ki insanlar: 'İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musunuz, sizlere
şefaat edecek birini görmüyor musunuz?' demeye başlarlar. Birbirlerine: 'Babanız
Âdem var!' derler ve ona gelerek: 'Ey Âdem! Sen insanların babasısın. Allah seni
kendi eliyle yarattı, kendi ruhundan sana üfledi. (Bütün isimleri sana öğretti).
Meleklerine senin önünde secde ettirdi. Seni cennete yerleştirdi. (Allah katında
itibarın, makamın var.) Rabbin nezdinde bizim için şefaatte bulunmaz mısın?
Bizim şu halimizi, başımıza şu geleni görmüyor musun?' derler. Âdem aleyhisselâm
da: 'Bugün Rabbim çok öfkelidir, daha önce bu kadar öfkelenmedi. Bundan sonra da
böylesine öfkelenmeyecek. (Esasen şefaate benim yüzüm yok, çünkü, cennette
iken, Allah) beni o ağaca yaklaşmaktan men etmişti. Ben, bu yasağa asi oldum.
(Ben cennette iken işlediğim günah sebebiyle cennetten çıkarıldım. Bugün
günahlarım affedilirse bu bana yeter). Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına
gidin. Nuh aleyhisselâm'a gidin!' diyecek. İnsanlar Nuh (a.s.)'a gelecekler: 'Ey
Nuh! Sen yeryüzü ahalisine gönderilen Rasûllerin ilkisin. Allah seni çok
şükreden bir kul (abden şekûrâ) diye isimlendirdi. İçinde bulunduğumuz şu hali
görmüyor musun? Başımıza gelenleri görmüyor musun? Rabbin nezdinde bizim için
şefaatte bulunmaz mısın?" diyecekler. Nuh aleyhisselam da şöyle diyecek: 'Bugün
Rabbim çok öfkelidir. Daha önce hiç bu kadar öfkelenmedi, bundan sonra da
böylesine öfkelenmeyecek! Benim bir duâ hakkım vardı. Ben onu kavmimin aleyhine
(bedduâ olarak) yaptım. Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin. İbrâhim
aleyhisselâm'a gidin!' diyecek. İnsanlar İbrâhim aleyhisselâm'a gelecekler: 'Ey
İbrâhim! Sen Allah'ın peygamberi ve arz ahalisi içinde yegâne Halîlisin. Bize
Rabbin nezdinde şefaat et! İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musun?'
diyecekler. İbrâhim aleyhisselâm onlara: 'Rabbim bugün çok öfkeli. Bundan önce
bu kadar öfkelenmemişti, bundan sonra da bu kadar öfkelenmeyecek. (Şefaat etmeye
kendimde yüz de bulamıyorum. Çünkü ben) üç kere yalan söyledim!' deyip, bu
yalanlarını birer birer sayacak. Sonra sözlerine şöyle devam edecek: 'Nefsim!
Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin! Mûsâ aleyhisselam'a gidin!' İnsanlar,
Mûsâ aleyhisselâm'a gelecekler ve: 'Ey Mûsâ! Sen Allah'ın peygamberisin. Allah
seni, risâletiyle ve hususî kelâmıyla insanlardan üstün kıldı. Bize Allah
nezdinde şefaatte bulun! İçinde bulunduğumuz hali görmüyor musun?' diyecekler.
Hz. Mûsâ da: 'Bugün Rabbim çok öfkelidir. Daha önce böylesine öfkelenmedi,
bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecek. (Esasen Rabbim nezdinde şefaate yüzüm
de yok. Çünkü) ben, öldürülmesi ile emrolunmadığım bir cana kıydım. (...Bugün
ben mağfirete mazhar olursam bu bana yeterlidir.) Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden
başkasına gidin! Hz. İsa aleyhisselâm'a gidin!' diyecek. İnsanlar Hz. İsa'ya
gelecekler ve: 'Ey İsa, sen Allah'ın peygamberisin ve Meryem'e attığı bir
kelamısın ve kendinden bir ruhsun. Üstelik sen beşikte iken insanlara
konuşmuştun. Rabbin nezdinde bize şefaat et! İçinde bulunduğumuz şu hali
görmüyor musun?" diyecekler! Hz. İsa aleyhisselâm da: 'Bugün Rabbim çok öfkeli.
Daha önce bu kadar öfkelenmedi, bundan böyle de hiç bu kadar öfkelenmeyecek!'
diyecek. -Hz. İsa şahsıyla ilgili bir günah zikretmeksizin- (Bir başka
rivâyette): ('Beni, Allah'tan ayrı bir ilâh edindiler. Bugün bana mağfiret
edilirse bu bana yeter.') Nefsim! Nefsim Nefsim! Benden başkasına gidin!
Muhammed (s.a.s.)'e gidin!' diyecek. İnsanlar Muhammed (s.a.s.)'e gelecekler,
bir diğer rivâyette: 'Bana gelirler'" denmiştir- ve: 'Ey Muhammed!
Sen Allah'ın peygamberisin, bütün peygamberlerin sonuncususun. Allah senin
geçmiş, gelecek bütün günahlarını mağfiret buyurdu. Bize Rabbin nezdinde
şefaatte bulun. Şu içinde bulunduğumuz hali görmüyor musun?" diyecekler. Bunun
üzerine ben Arş'ın altına gideceğim. Rabbim için secdeye kapanacağım. Derken
Allah, benden önce hiç kimseye açmadığı medh u senâları benim için açacak (Ben
onlarla Rabbime medh u senalarda bulunacağım). Sonra: 'Ey Muhammed başını kaldır
ve iste! (İstediğin) sana verilecek! Şefaat talep et! Şefaatin yerine
getirilecek!' denilecek. Ben de başımı kaldıracağım ve: 'Ey Rabbim, ümmetim! Ey
Rabbim, ümmetim! Ey Rabbim, ümmetim!' diyeceğim. Bunun üzerine: 'Ey Muhammed!
Ümmetinden, üzerinde hesap olmayanları cennet kapılarından sağdaki kapıdan içeri
al! Esasen onlar diğer kapılarda da insanlara ortaktırlar!' denilecek."
Rasûlüllah sonra şöyle buyurdular: "Nefsim elinde olan Zât-ı Zülcelâl'e yemin
olsun. Cennet kapısının kanatlarından iki kanadının arasındaki mesafe Mekke ile
Hacer arasındaki veya Mekke ile Busra arasındaki mesafe kadardır." (Buhârî,
Enbiyâ 3, 8, Tefsir, Benî İsrail 5; Müslim, İman 327, h. no: 194; Tirmizî,
Kıyâmet 11, h. no: 2436)

"Kâfir, bir iki fersah uzunluğundaki dilini
Kıyâmet günü yerde sürür, (Mevkıf'te) insanlar onun üzerine basarlar."
(Tirmizî, Cehennem 3, h. no: 2583)

"Kıyâmet günü ilk çağırılacak olan, Âdem
(a.s.)'dir. Allah Teâlâ: 'Ey Âdem!'
der. Âdem (a.s.): 'Buyur ey Rabbim, emrindeyim!' der. Rabb Teâlâ:
'Zürriyetinden cehenneme gidecekleri ayır!' diye emreder. Âdem: 'Ey Rabbim ne
miktarını ayırayım?' diye sorar. Rabb Teâlâ: 'Her yüzden doksan dokuzunu!' diye
ferman buyurur." (Ashab bu esnâda atılıp:) 'Ey Allah'ın Rasûlü!
Bizden geriye ne kaldı?' derler. Allah'ın Elçisi: 'Benim ümmetim, diğer
ümmetler yanında siyah öküzün başındaki beyaz tüy gibi (az)dır!" (Buhârî,
Rikak 45)

"Üç kişi vardır ki, Allah Kıyâmet gününde
onlarla ne konuşur, ne onlara nazar eder, ne de onları günahlarından arındırır,
onlara acıklı bir azâb vardır:

Sahrada, fazla suyu bulunduğu halde ondan
yolcuya vermeyen kimse, Kıyâmet günü Allah onun karşısına çıkıp: 'Bugün Ben de
senden fazlımı (lütfumu) esirgiyorum, tıpkı senin (dünyada iken) kendi elinin
eseri olmayan şeyin fazlasını esirgediğin gibi' der.

İkindi vaktinden sonra, bir mal satıp
müştesirisine Allah Teâlâ'nın adını zikrederek bunu şu şu fiyatla almıştım diye
yalandan yemin ederek, muhâtabını inandıran ve bu sûretle malını satan kimse.

Sırf dünyevî bir menfaat için bir imama biat
eden kimse; öyle ki, dünyalıktan istediklerini verirse biatında sâdıktır,
vermezse sâdık değildir." (Buhârî,
Şirb 2, Hiyel 12; Müslim, İman 173, h. no: 108; Ebû Dâvud, Büyû' 62, h. no:
3474, 3475; Nesâî, Büyû' 6, h. no: 7, 247)

Ebû Zerr (r.a.) anlatıyor: "Rasûlüllah (s.a.s.)
şöyle buyurdu: "Üç işi vardır, Kıyâmet gününde Allah onlara ne konuşur ne
nazar eder ne de günahlardan arındırır, onlar için elim bir azab vardır!"
buyurdu ve bunu üç kere de tekrar etti. Ben: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Öyleyse onlar
büyük zarar ve hüsrana uğramışlardır. Kimdir bunlar?' dedim. Şöyle saydılar:
"(Elbisesini kibirle, yerlere kadar salıp) süründüren, yaptığı iyiliği başa
kakan, malını yalan yeminlerle reklâm eden kimseler!" (Müslim, İman 171, h.
no: 106; Ebû Dâvud, Libas 28, h. no: 4087, 4088; Tirmizî, Büyû' 5, h. no: 1211;
Nesâî, Büyu' 5, h. no: 7, 245)

Ebû Hureyre (r.a.) anlatıyor: "Rasûlüllah
(s.a.s.) buyurdu ki: "Üç kişi vardır, Kıyâmet günü Allah Teâlâ hazretleri
onlara konuşmaz, nazar etmez, günahlardan da arındırmaz, onlara elim bir azab
vardır: Zinâ eden yaşlı, yalan söyleyen devlet reisi, büyüklenen fakir."
(Müslim, İman 172, h. no: 107; Nesâî, Zekât 77, h. no: 5, 86)

İbn Ömer (r.a.) anlatıyor: "Rasûlüllah (s.a.s.)
buyurdu ki:

"Üç kişi vardır, Kıyâmet günü Allah onlara nazar
etmez: Anne ve babasının hukukuna riâyet etmeyen kimse, erkekleşen kadın ve
deyyus (karısını yabancı erkeklerden kıskanmayan) kimse."
(Nesâî, Zekât 69, h. no: 5, 80

Ebû Hureyre (r.a.) anlatıyor: "Rasûlüllah
(s.a.s.) buyurdu ki: "Allah Teâlâ şöyle buyurdu: 'Üç kişi vardır, Kıyâmet
günü Ben onların hasmıyım: Benim adıma (yemin) edip sonra gadreden kimse, hür
bir kimseyi satıp parasını yiyen kimse, bir işçiyi ücretle tutup çalıştırdığı
halde, ücretini vermeyen kimse." (Buhârî, Büyû' 106)

Ebû Hüreyre anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.)
buyurdu ki: "Kıyâmet günü ilk çağrılacaklar, Kur'ân-ı ezberleyen biri, Allah
yolunda öldürülen biri ve bir de çok malı olan biridir. Allah Teâlâ Kur'ân
okuyana:

'Ben Rasûlüme inzal buyurduğum şeyi sana
öğretmedim mi?' diye soracak. Adam:

'Evet yâ Rabbi!' diyecek.

'Bildiklerinle ne amelde bulundun?' diye Allah
Teâlâ tekrar soracak. Adam:

'Ben onu gündüz ve gece boyunca okurdum'
diyecek. Allah:

'Yalan söylüyorsun!' diyecek. Melekler de ona:

'Yalan söylüyorsun! diye çıkışacaklar. Allah
Teâlâ ona:

'Bilakis sen, 'Falanca Kur'an okuyor' densin
diye okudun ve bu da söylendi' der.

Sonra, mal sahibi getirilir. Allah Teâlâ:


'Ben sana bolca mal vermedim mi? Hatta o kadar
bol verdim ki, kimseye muhtaç olmadın?' der. Zengin adam, 'Evet yâ Rabbi' der.

'Sana verdiğimle ne amelde bulundun?' diye Allah
Teâlâ sorar. Adam:

'Sıla-i rahimde bulunur ve tasadduk ederdim'
der. Allah:

'Bilakis sen: 'Falanca cömerttir' desinler diye
bunu yaptın ve bu da denildi' der.

Sonra Allah yolunda öldürülen getirilir. Allah
Teâlâ Hazretleri:

'Niçin öldürüldün?' diye sorar. Adam:

'Senin yolunda cihadla emrolundum. Ben de
öldürülünceye kadar savaştım" der. Hakk Teâlâ ona:

'Yalan söylüyorsun!' der. Ona melekler de:
'Yalan söylüyorsun!' diye çıkışırlar. Allah Teâlâ ona tekrar: 'Bilakis sen:
'Falanca cesûrdur' desinler diye düşündün ve bu da söylendi' buyurur."


Sonra (Rasûlullah (s.a.s.) Ebû Hüreyre'nin
dizine vurup): "Ey Ebû Hüreyre! Bu üç kimse, Kıyâmet günü, cehennemin,
aleyhlerinde kabaracağı Allah'ın ilk üç mahlûkudur!" dedi. (Müslim, İmâret
152, h. no: 1905; Tirmizî, Zühd 48, h. no: 2383; Nesâî, Cihâd 22, h. no: 6, 23,
24)

Abdullah ibn Ömer dedi ki: Babam Ömer
İbnu'l-Hattab (r.a.) bana şunu anlattı:

"Ben Peygamber (s.a.s.)'in yanında oturuyordum.
Derken elbisesi bembeyaz, saçları simsiyah bir adam yanımıza çıkageldi.
Üzerinde, yolculuğa delâlet eder hiçbir belirti yoktu. Üstelik içimizden kimse
onu tanımıyordu da. Gelip Peygamber (s.a.s.)'in önüne oturup dizlerini dizlerine
dayadı. Ellerini bacaklarının üstüne hürmetle koyduktan sonra sormaya başladı:


'Ey Muhammed! Bana İslâm hakkında bilgi ver!'
Peygamber (s.a.s.) açıkladı:

"İslâm, Allah'tan başka ilâh olmadığına,
Muhammed'in O'nun kulu ve elçisi olduğuna şehâdet etmen, namaz kılman, zekât
vermen, Ramazan orucu tutman, gücün yettiği takdirde Beytullah'a haccetmendir."
Yabancı:

'Doğru söyledin' diye tasdîk etti. Biz hem sorup
hem de söyleneni tasdik etmesine hayret ettik. Sonra tekrar sordu:

'Bana iman hakkında bilgi ver.' Peygamber
(s.a.s.) açıkladı:

"Allah'a, meleklerine, kitablarına,
peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Kadere yani hayır ve şerrin Allah'tan
olduğuna da inanmandır." Yabancı
yine:

'Doğru söyledin!' diye tasdik etti. Sonra tekrar
sordu:

'İhsan nedir?' Peygamber (s.a.s.) açıkladı:


"İhsan Allah'ı sanki gözlerinle görüyormuşsun
gibi Allah'a ibâdet etmendir. Sen O'nu görmesen de O seni görüyor."
Adam tekrar sordu:

'Bana Kıyâmet(in ne zaman kopacağı) hakkında
bilgi ver.' Peygamber (s.a.s.) bu sefer:

"Kıyâmet hakkında kendisinden sorulan, sorandan
daha fazla birşey bilmiyor!"
karşılığını verdi. Yabancı:

'Öyleyse Kıyâmetin alâmetinden haber ver!' dedi.
Peygamber (s.a.s.) şu açıklamayı yaptı:

"Köle kadınların efendilerini doğurmaları, yalın
ayak, üstü çıplak, fakir -Müslim'in
rivâyetinde fakir kelimesi yoktur- davar çobanlarının yüksek binalar yapmada
yarıştıklarını görmendir."

Bu söz üzerine yabancı çıktı gitti. Ben epeyce
bir müddet kaldım. -Bu ifâde Müslim'deki rivâyete uygundur. Diğer kitaplarda
"Ben üç gece sonra Hz. Peygamber (s.a.s.) ile karşılaştım" şeklindedir-
Peygamber (s.a.s.):

"Ey Ömer, sual soran bu zâtın kim olduğunu
biliyor musun?" dedi. Ben:


'Allah ve Rasûlü daha iyi bilir' deyince şu
açıklamayı yaptı:

"Bu, Cebrâil aleyhisselâmdı. Size dininizi
öğretmeye geldi." (Müslim, İman 1, h.
no: 8; Nesâî, İman 6, h. no: 8, 101; Ebû Dâvud, Sünnet 17, h. no: 4695; Tirmizî,
İman 4, h. no: 2613)