Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
Kıyâmetin ve Ölümün Düşündürdükleri
Kıyâmetin ve Ölümün Düşündürdükleri 
 
Kıyâmetin ve Ölümün Düşündürdükleri 
 
 
 
İnsan, teklifsiz, başı boş ve kendi keyfine 
bırakılmamıştır. Onun yapacağı işler ve yapmaması gerekenler, ilâhî hükümlerle 
bildirilmiştir. Dünyada irâdesiyle Allah'a kulluk etmesi için ona her türlü 
imkân sağlanmıştır. Allah'ın kendisine verdiği, maddî mânevî tüm imkânları O'nun 
istediği gibi kullanan kimse, dünyada ebedî hayatı kazanmış olur. Aksini yapan 
kişi de bu ebedî hayatın mutlu sonucunu elde edemez. Bunun içindir ki, her 
insanın âhiret hayatı, dünyadaki ömrüne göre değil; dünya hayatında yaptığı 
işlerine göre olacaktır. 
 
Ebû Hureyre (r.a.)'den, Rasülüllah (s.a.s.)'ın 
şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: "Yedi kimseyi Allah, kendi zıllinden 
(gölgesinden) başka bir gölge olmayan Kıyâmet gününde kendi gölgesi altında 
barındıracaktır. Bunlar; 1- İmâm-ı âdil (adâletli müslüman devlet başkanı, 
idareci), 2- Rabbına itaat ve ibâdet eden genç, 3- Gönlü mescidlere bağlı olan 
kimse, 4- Birbirlerini Allah için seven ve yine Allah için buğz eden iki 
kimseden her biri, 5- Makam ve güzellik sahibi bir kadının isteğine rağmen "ben 
Allah'tan korkarım" diyerek haram işlemeyen erkek, 6- (Gönül hoşnutluğu ile) 
infak ettiğinden sol elinin haberdar olmayacağı kadar gizli olarak sadaka veren 
kimse, 7- Tenhada (lisanen veya kalben) Allah'ı zikredip de gözü yaşla dolup 
taşan kişi." (Buhârî, Bed'ul Ezân, 384, Tecrîd-i Sarih Ter. c. 2, s. 617) 
 
Kıyâmet günü evlât ve malın fayda vermediği, 
ancak doğruların doğruluğunun fayda verdiği bir gündür. Geleceğinde hiç şüphe 
olmayan bu günde, insanlar kabirlerinden çıkarak Allah'ın huzurunda toplanacak 
ve hiçbir kimse -Allah'ın izin verdikleri müstesnâ- bir diğerine fayda 
veremeyecektir. İnsanların kendi organları yaptıklarına şâhitlik edecektir (41/Fussılet, 
20-21). Kısacası bu günün, çok korkunç anları ve özellikleri vardır. Kıyâmet 
gününde insanın kendi yaptıklarından başka her şeyden, kesin olarak ümidini 
keseceği anlaşılıyor. 
 
Kur'an âyetlerinde ve hadis-i şeriflerde, 
Kıyâmet tasvir edilirken, yer ve gök nizamının bozulmasından ve bunların 
mahvolup toz haline gelmesinden bahsedilmiştir. "O gün arz (yer) başka bir 
arz olup değişecek; gökler de değişecek..." (14/İbrâhim, 48) Bu âyetten de 
anlaşıldığına göre Kıyâmet, âlemin nizamının bozulmasının ve dünyadaki mevcut 
hayatın mahvolmasının ismidir. Ondan sonra yeni bir hayat başlayacak, bu yeni 
hayatın nizamı kurulacaktır. Kıyâmet inancı, dinin iman esaslarındandır. 
İnsanların davranışlarına yön vermedeçok etkili olduğu içindir ki, İslâm, bu 
inancı kendi mensuplarının gönüllerine tam ve kâmil bir şekilde yerleştirmek 
istemiştir. 
 
Kur'an'ın ve hadis-i şeriflerin belirttiği 
Kıyâmet gününün çeşitli durumlarına, ne yazık ki insanların pek çoğu, gerektiği 
şekilde samimi olarak inanmamaktadır. Dilleri ile ?Kıyâmet günü haktır? derken, 
kalpleri o günden gâfil bulunanlar, dilleriyle inanmış, ancak davranışlarıyla o 
günü yalanlamış olanlardır. Şu da unutulmamalıdır ki, Kıyâmeti davranışlarla 
yalanlamak, yani sanki bu gün hiç gelmeyecekmiş gibi her türlü günah ve 
kötülükler işlemek, dil ile yalanlamak gibidir. Kıyâmetin vuku bulacağı 
şüphesizdir. Çünkü bunu Allah haber vermiştir. Kıyâmeti inkâr etmek küfürdür. 
Kıyâmetin ne zaman meydana geleceğini Allah, kullarına bildirmemiştir. O er geç 
vuku bulacaktır. Şu kadar ki, onun olacağı zamanı kimse tayin edemez. İnsana 
düşen görev, böyle bir günün geleceğini bilmek, ona inanmak ve o gün için 
hazırlanmaktır. Zaten bir hadis-i şerifte ifade edildiği gibi, insan ölünce 
kendi Kıyâmeti kopmuş demektir. 
 
Âhirete iman etmek, öldükten sonra tekrar 
dirilmeye inanmak, hesap ve cezâ meselelerini kabullenmek, İslâm dininin inanç 
esaslarının bir bölümüdür. Allah'ın tek bir ilâh olduğunu kabul etmenin hemen 
ardından bunlara inanmak gereklidir. İslâm'da ulûhiyet gerçeği ile âhiret 
hayatının hakikatı birleştirilip tek temel üzerine oturtulmuş, böylece itikadî, 
amelî, ve ahlâkî değerler birleştirilerek bir bütün haline 
getirilmiştir. 
 
İslâm tasavvurunda hayatın mânâsı, insan ömrünün 
teşkil ettiği şu kısa zaman değildir. Hatta bu hayatın anlamını, ne bir kavmin 
ve toplumun yüz yıllar süren ömrü, ne de bütün insanların süregelen hayatı ifade 
edebilir. İslâm tasavvurundaki hayat, şu görünen dünya hayatını içine aldığı 
gibi, Allah'tan başka kimsenin bilmediği âhiret hayatını da içine almaktadır. 
Mekân itibarıyla da, üzerinde insanların yaşamakta olduğu şu yeryüzünü içine 
aldığı gibi; âhiret yurdunu da ihtiva etmektedir. Yine âlemleri kucaklarcasına 
şu görünen kâinata şâmil olduğu gibi, her türlü gerçeklerini Allah'tan başka 
kimsenin bilmediği "gayb" âlemini de kapsamaktadır. O gayb âlemi, ölüm ânı ile 
başlayıp âhiret hayatıyla son bulur. Mâhiyet itibarıyla hayat, dünya hayatındaki 
şu bilinen yaşayışı kapsadığı gibi, ikinci hayat dediğimiz âhiret yaşayışını da 
içine almaktadır. 
 
İşte Kıyâmete ve âhiret gününe iman etmek, 
böylesine zamanın sonsuz mesafesini, mekânın hudutsuz ufuklarını, hayat ve 
âlemlerin bitmeyen derinliklerini ve yüceliklerini ifade etmektedir. Bu inanç, 
kesinlikle kişinin dünya görüşünü değiştiren ve davranışlarını etkileyen bir 
inançtır. Her asırda olduğu gibi günümüzde de en önemli hususlardan biri, âhiret 
gününe iman etmek konusudur. Bunun içindir ki, Kur'an, tevhid inancıyla beraber 
bu inanç üzerinde ısrarla durmuş, Hz. Peygamber de pek çok sözleriyle bu inancın 
önemini belirtmiştir. Her konuda hakkı bildiren Allah, hak olan âhiret konusunda 
da önemle duruyor. Eğer insan yaptıklarından sorumlu olmasaydı, o zaman iyilik 
ve kötülüğün farkı ortadan kalkmış olur, insan yaşayışı tamamen maksatsız ve 
gayesiz hale gelir, her iş neticesiz kalırdı. Oysa insan, maksatsız ve gâyesiz 
olarak yaratılmamıştır. Her insan, kendi iradesiyle yaptıklarının karşılığını 
görmeyecek olsaydı, o zaman iyilik ve kötülük aynı şey olur, günah ve sevâbın 
anlamı kalmazdı. 
 
İnsanlar, bu dünya hayatında da az çok 
yaptıklarının karşılığını görürler. Bununla beraber şunu da unutmamalıdır ki, 
pek çok zâlim günahkârlar, kötülük yapan insanlar, bu dünyada rahat yaşarlar da, 
birçok iyi insan musibetlere mâruz kalır. Çünkü bu dünya, yapılan işlerin asıl 
karşılığının görüleceği yer değildir. İşte tüm işlerin karşılığının verileceği 
ve rabbânî adâletin tecellî edeceği an din günüdür. (27) 
 
Allah'ın kâinat için koyduğu bazı kanunlar 
vardır. Adına Sünnetullah dediğimiz bu tabiat kanunlarından biri "cezâ=karşılık 
kanunu"dur. Yapılan hiçbir hareket karşılıksız değildir. Ateş yakar, ekilen 
tohum biter, olgunlaşan meyve yere düşer... Yani kâinatta neyi düşünsek, nereye 
göz atsak, Allah'ın koymuş olduğu bu "karşılık kanunu"nu görürüz. Atasözlerinde 
de "eden bulur", "eşen düşer", "her koyun kendi bacağından asılır", "ne ekersen 
onu biçersin" gibi ifadeler, karşılık kanunu için örneklerdir. 
 
Karşılık kanunu, en büyük adâlettir. Çünkü 
insan, daha önceden bildiği esaslara uyup uymamanın neye mal olduğunu bilmekte, 
seçimini hür irâdesiyle ona göre yapma imkânına sahip olmaktadır. Bu ilâhî 
kanuna göre, herkes amellerinin karşılığını görecek, hiç kimse başkasının 
günahını çekmeyecektir (6/En'âm, 164; 17/İsrâ, 15; 53/Necm, 38). Bununla 
birlikte, ister hayır, ister şer olsun, yapılan en küçük iş karşılıksız 
kalmayacaktır (99/Zilzâl, 7-8). Bu da insanın, bahane bulma duygusunu yok 
edecek; "kendim ettim, kendim buldum" şeklinde bir neticeye varmasına yol 
açacaktır. Kâinatta her şeyin bir karşılığı olduğu gibi, yapılan hiçbir kötülük, 
kimsenin yanına kâr kalmayacaktır. Hal böyle iken, bütün karşılıkların 
görülebilmesi için, dünya hayatı elbette kâfi değildir. O zaman şöyle bir 
durumla karşı karşıya kalırız: Bir tarafta karşılık kanunu, diğer tarafta dünya 
hayatının buna kâfi gelmeyişi. Burada, ?imtihan edilme? söz konusudur. Bu açıdan 
bakıldığında "karşılık kanunu", âhirete inanmanın zarûretini de ortaya koyar. 
Yani her şeyin bir karşılığı olacağına göre, dünya hayatının da bu karşılıklar 
için kâfi gelmediğine göre, mutlaka bir karşılık zamanı olmalıdır. İşte 
Fâtiha'da Allah bu "karşılık günü = din günü"nün tek sahibi olduğunu 
belirtmektedir. Burada "din", yapılan bir işin, kendi cinsinden karşılığı 
manasını ifade eder. Bu karşılık kanunu sebebiyle, dünyada da hesaba çeken 
Allah'tır; âhirette de hesaba çeken Allah'tır. Allah, karşılıkları imhal eder, 
ama ihmal etmez. (Karşılığını erteleyebilir, istediği vakitte verir; ama ihmal 
etmez.) Allah'ın bu ?karşılık kanunu?, bütün ilmî disiplinlerce kabul 
edilmektedir. Burada problem, işin ilâhî boyutunun gözardı edilmesidir. (28) 
 
Dünya, âhiretin habercisi, âhiret dünyanın 
izdüşümüdür. İnsan adlı bu ölümsüz yolcu, birinden diğerine intikal ederek 
sürdürür sonsuz yolculuğunu. Çünkü ölüm, bir başka hayatın besmelesidir. 
Nübüvvet, insanlığın geçmişinin; âhiret ise geleceğinin tarihidir. Kur'an da, bu 
tarihin akacağı yatağın ilâhî projesi. İnsan, bu projeye bakarak tarihi 
değiştiriyor ve tarihi tarihe bu projeyle taşıyor. 
 
Âhiret olmasaydı, insan insan olamazdı. İnsana 
irâde verildiği gün âhiret de verildi. Eğer seçiminin ödül ve cezâsını 
görmeyecekse yaratıklar arasındaki bunca ayrıcalığın gerekçesi ne ola ki? İşte 
bu nedenle âhiret, seçme hürriyetinin, irâde ve şuurun doğal 
sonucudur. İnsanın seçiminin Allah tarafından kaale alındığının, 
değerlendirildiğinin bir delilidir. İnsanı yaratan, onu yeryüzüne halife seçip 
irâde veren ve kendi ruhundan ruh üfleyen Allah'ın, en güzel kıvamda yarattığı 
kulunun istikbâliyle ilgilenmediğini düşünmek abes olacaktır. Boşuna mı 
yaratıldı şu muazzam makine ve yaratılanların en muhteşemi olan insan? Boş yere, 
abes bir iş olarak mı yaratıldı evren ve içindekiler? Cennet niçin yaratıldı? 
Cehennem lüzumsuz mu? 
 
Âhiret, Allah'ın "vaad" ve "vaîd"inin, yani 
ödül ve cezâsının bir gereğidir. Suyu getirenle testiyi kıranı mahluk bile bir 
tutmazken Hâlık'ın bir tutması O'nun mutlak adâletine nasıl sığar? Eğer "şunu 
yaparsan ödüllendirilir, bunu yaparsan cezâlandırılırsın" deniliyorsa elbette 
sonuçta "iyi" olanla "kötü" olanın ayrılıp, yapana ödülü, yapmayana cezâsı 
verilecektir. Bu nedenle âhiret, adâlet-i ilâhînin kaçınılmaz sonucudur. Âhirete 
inanmamak adâlete inanmamak, adâleti istememek demektir. 
 
 
Âhirete iman, ölüm korkusunun insanda bir kâbusa 
ve kronik bir illete dönüşmesini engeller. Ölümden sonra bir hayatın olduğuna 
inanan, kendisini koyvermez. Onun için, ölüm bir bitiş değil; bir intikaldir. 
Bu nedenle âhirete iman eden kâmil bir mü'min, hayatta bir kez ölür. Âhirete 
inanmayan kâfirse her ölümü hatırlayışta ölür. Bu nedenle âhireti inkâr edenler, 
mümkün olduğunca ölümü hatırlamak istemezler. Kendilerine ölümün 
hatırlatılmasından rahatsız olurlar ve beklenenden daha fazla tepki gösterirler. 
Bir de müslümanların ölümü güler yüzle karşıladıklarını, onunla sık sık 
selâmlaştıklarını düşünelim. İslâm medeniyetinde mezarlar şehirlerin ortasına 
yapılırdı. İslâm, insanların ölümü sık hatırlamaları için mezar ziyaretini 
Nebi'nin diliyle özendirmişti. (29) 
 
Kur'an, her sayfasında, insanı hem ruhun 
tarihine, hem istikbâline (âhirete) götürerek insana önünü ve sonunu hatırlatır. 
Bu nedenle mü'min, her ânında üç zamanı birden yaşayan insandır. Bu, ona 
süreklilik ve sorumluluk duygusu verir. Kur'an'daki Kıyâmet, cennet, cehennem, 
mahşer, mîzan ve sorgu sahneleri, mü'minde sorumluluk hissini ve fazileti 
güçlendirmek için istikbâline açılan birer penceredir. 
 
"Dünya hayatı oyun ve eğlenceden ibârettir." 
(6/En'âm, 32; 29/Ankebût, 64; 
47/Muhammed, 36; 57/Hadîd, 20). Oyuncaktan hoşlanan çocuklar mıyız, yoksa 
rüştümüzü isbat eden adamlar mı? Dünya oyuncağına verdiğimiz değerde saklı bunun 
cevabı. Oyuna dalıp çokça eğlenenler, çocuklar ve o seviyedeki çocuk 
akıllılardır. 
 
Kıyâmet ve hesap günü şuûru, bize ölümü sık sık 
düşündürür ve bizi oraya hazırlar. Bu bilinçle ölüm râbıtası, bir adım daha 
ileri giderek şehâdet rabıtası yapmalıyız. Bu bilinç ve râbıtalar, bize sadece 
âhiret azığı değil; dünyada kaybettiğimiz izzeti, insanlık onurumuzu da 
kazandıracak ve ölüm korkusunu yenen, ölümle sevdalanan bir seviyeye 
çıkaracaktır. Ancak bu sayede haklarımızı söke söke almak için dileniş değil 
direniş gerektiğini öğrenir ve canlı şehid olarak şerefli bir hayat süreriz. 
Bugün Yahudi, teknik imkâna sahip milyarı aşan kimlik müslümanlarından değil; 
intifâda coşkusunu sürdüren çocuk yaştaki genç yiğitlerden korkmaktadır. Ölümden 
korkan gayr-ı müslim, en çok ölümden korkmayanlardan korkar. Müslümanın 
müslümanca yaşayamadığı her ortamda müslümanca ölme imkânı her an vardır. 
 
Her asırda olduğu gibi, günümüzde de birkısım 
insanın, Kıyâmet gününe iman etmeyişlerinin sebebi, öldükten sonra dirilmeyi 
uzak bir ihtimal görmeleridir. İnanmayanların görüşüne göre hayat, sebepsiz, 
hedefsiz ve gayesiz bir hareketten ibârettir. Oysa her şeyde bir sır, o sırrın 
gerisinde bir hedef ve hedefin gerisinde de bir hikmet vardır. İnsan bir ölçü 
dâhilinde bu dünyaya getirilir, yine aynı şekilde takdir edilmiş olan âkıbete, 
cezâ ve hesap gününe döndürülmüş olur. Dünya hayatı da, her insan için bir 
imtihandır. İnsanların bütün bu gerçekleri bilip, bunların gerisinde kudret ve 
hikmet sahibi yüce Yaratıcı'yı düşünmesi gerekir. İşte bu bilgi ve düşünce 
insanı âhiret inancına götürür. 
 
İnsanların çokça hatırlaması gereken ölüm, her 
canlının kendisine erişeceği bir hâdisedir. Ölüm, kendi yolunda sapmadan ve 
durmaksızın ilerler. Ne geride bıraktıklarına, ne de ıstırap çekenlerin 
feryadına bakar. Korkanların korkusu, sevenlerin de sevgisi bunu önleyemez. 
Hayatı sadece dünya hayatından ibâret görmek, çok ilkel bir düşüncedir. Kur'an, 
düşüncesi gelişmemiş bu tür kişilerin sözlerini ve durumlarını şöyle dile 
getirir: "Onlar derler ki: 'Bu dünya hayatımızdan başka bir hayat yok! Tekrar 
dirilecek değiliz." (6/En'âm, 29) 
 
İslâm'da dünya, âhiretin tarlasıdır. Dünya 
hayatını ıslah etmek, ondan her tür kötülüğü ve bozgunculuğu kaldırmak, bütün 
insanlar için iyilik ve adâleti gerçekleştirmek gibi işlerde sarf edilen emek ve 
uğraşıların hepsi, âhiret sermâyesidir. Böyle bir inançla çalışan ve Allah'ın 
rızâsını dileyerek gönülden bu güne inananların yeryüzünü ihmal etmeleri, 
azgınlıklara ve bozgunculuklara göz yumarak dünyayı terk etmeleri mümkün 
olabilir mi? 
 
Bazı insanlar, -âhirete iman ettiklerini iddia 
etmekle beraber- kendilerini, câhilliğin ve azgınlığın akıntısına 
kaptırmışlarsa; bu, Allah'a ve âhiret gününe inandıkları için değil; âhirete 
imanlarının zayıf oluşundandır. Her asırda, âhireti inkâr edenler veya bu güne, 
inanılması gerektiği şekilde inanmamış olanlar, devamlı günah işlemeyi arzu edip 
buna karşı bir engelin çıkmasından korkanlar ve her şeye kadir Yaratıcının 
huzurunda hesap vermek istemeyenlerdir. İşte bunun için de öldükten sonra 
dirilmeyi ve âhireti hayal zannederler. 
 
Âhiret gününe, Kıyâmete inanmak ve bu inancın 
gereğini yapmak, kötülüğe koşan her nefis için bir gem, günahı seven her insan 
için de bir engeldir. Bütün insanlığa hitap eden Kur'an, bu günün olmasını 
imkânsız görenlere en kesin ve doğru cevabı verir: "İnsan, kendini bir 
nutfeden nasıl yarattığımızı görmedi mi ki, şimdi apaçık bir hasım kesildi." 
(36/Yâsin, 77). İnsanın yaratılışındaki hayret verici durumlar, organlarının 
yapısındaki çeşitli özellikler, onun tekrar diriltilmesinden çok daha önemli ve 
dikkat çekicidir. Allah'ın sanat ve kudretindeki bu incelikleri, mükemmellikleri 
bilip görenler, öldükten sonra dirilmeyi artık nasıl inkâr edebilirler? Ne yazık 
ki ünsiyet etmediği her şeyi inkâr, insanoğlunun tabiatındadır. Eğer o yılanı 
yüzüstü ve hem de sür'atle yürür görmese, ayaklardan başka şey üzerinde yürümeyi 
kabul etmezdi. Hatta insan, dünyayı görmeden, dünyadaki acayip haller ona 
anlatılsa, onları bile çoktan inkâra kalkardı. Şu halde, din gününü yakînen 
tasdik etmemek, bu kavramı anlamaktaki noksanlıktan ileri gelmektedir. 
Görünmediğinden dolayı, din gününe inanmayanlar, ilim adına cehâlet 
gösterenlerdir. "Âhiret yurdu, sakınan muttakîler için daha hayırlıdır, 
düşünmüyor musunuz?" (6/En'âm, 32) (30) 
 
Dünya, ne seçim ne de geçim dünyasıdır müslüman 
için; dünya kulluk/ibâdet dünyasıdır, imtihan dünyasıdır. Sınav esnâsında oyuna 
dalan, gülüp eğlenen kimsenin imtihanda başarı şansı ne kadar olabilir? 
Gençler, üniversite imtihanına verdikleri önemi, esas sınava, büyük imtihana 
verseler, din günü bilinci nasıl hayata yansırmış, görürdük. Orta yaşlılar, 
yakın gelecekleri için hazırlayıp biriktirdiklerini, esas istikbâl için yatırıma 
dönüştürseler, örnek müslümanların sayısı nasıl artardı! "Ey iman edenler! 
Allah'tan korkun ve herkes, yarına ne hazırladığına baksın. Allah'tan korkun. 
Çünkü Allah, yaptıklarınızdan haberdardır." (59/Haşr, 18) 
 
Mücâdelenin, cihadın, şehâdetin olmadığı yerde 
Kıyâmet ve âhiret günü bilinci yeterince yok demektir. Ana vatanımız, baba 
diyarımız cennet olduğuna göre, biz memleketimizde gerekli ihtiyacımızı 
karşılamak için bu diyarda gurbete çıkmış durumdayız. Orada lâzım olan azığı 
unutup, buradaki görevimizi ihmal etmek ve buralarda oyuncaklarla oyalanmak ne 
kadar mantıklılıktır? 
 
Ne mutlu, Kıyâmet, âhiret, din günü bilincine 
sahip, ölüme ve ölüm ötesi hesaba hazır olan ve ölümden korkmayan, ölümle 
dostluk kurabilen canlı şehidlere! 
 
 
 
Ahmet Özalp, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 3, s. 
366-367 
 
Ahmet Özgen, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 3, s. 
367-368 
 
Yusuf Şevki Yavuz, TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 
25, s. 522-525 
 
Kur'an'ın Temel Kavramları, s. 304-306 
 
Fedâkâr Kırmızı, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 
5, s. 450-451 
 
Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 3, s. 207 
 
Cengiz Yağcı, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 1, 
s. 202-204 
 
Durak Pusmaz, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 1, 
s. 204-205 
 
Halid Erboğa, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 2, 
s. 361-362 
 
Halid Erboğa, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 2, 
s. 363-364 
 
Muhiddin Bağçeci, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 
4, s. 45-46 
 
Muhiddin Bağçeci, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 
5, s. 410-412 
 
Hüseyin K. Ece, İslâm'ın Temel Kavramları, Beyan 
Y., s. 599-602 
 
Abdullah Büyük, Müslümana Mesajlar, s. 337 vd. 
 
Zübeyir Yetik, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. C. 
2, s. 377-378 
 
Halid Erboğa, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 2, 
s. 395-397 
 
Hüseyin K. Ece, İslâm'ın Temel Kavramları, Beyan 
Y. s. 420-423 
 
Muhiddin Bağçeci, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 
4, s. 219-220 
 
Mehmet Bulut, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 1, 
s. 420-421 
 
Halid Erboğa, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 1, 
s. 351 
 
Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 6, s. 393 
 
Hüseyin K. Ece, İslâm'ın Temel Kavramları, s. 
136-139 
 
Hüseyin K. Ece, İslâm'ın Temel Kavramları, s. 
390-392 
 
Ahmed Kalkan, Haksöz, Sayı 118, Ocak 2001 
 
Ahmed Kalkan, Vuslat, Sayı 25, Temmuz 2003 
 
Hüseyin Özhazar, Âhiret Bilinci; Hasan Eker, 
Âhiret Bilinci 
 
Y. Çiçek, F. Yıldız, Din Günü İbâdet, s. 61 
 
A. Özbek, Kur'an'da Tevhid Eğitimi, 26 
 
M. İslâmoğlu, İman Risalesi, 285 
 
Y. Çiçek, F. Yıldız, a.g.e. s. 65 
 
 




 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.
 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.