Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
Hz. İsa'nın Gökten İneceğini İfade Eden Hadis Rivâyetleri
Hz 
 
Hz. İsa'nın Gökten İneceğini İfade Eden Hadis 
Rivâyetleri 
 
 
 
?Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim 
ki, muhakkak yakında Meryem oğlu İsa, âdil bir hâkim olarak inecektir. O, haçı 
kıracak, domuzu öldürecek, cizyeyi kaldıracaktır. O zaman, mal o kadar artacak 
ki, onu kimse kabul etmeyecek. Artık Allah'a bir kere secde etmek dünya ve 
dünyanın içinde olan her şeyden daha hayırlı olacaktır.? 
(Buhârî, Büyû 102, Mezâlim 31, Enbiyâ 49; Müslim, İman 242, hd. no: 155; Ebû 
Dâvud, Melâhim 14, hd. no: 4324; Tirmizî, Fiten 54, hd. no: 2234; Ahmed bin 
Hanbel, II/240, 294, 538; Tecrîd-i Sarih Terc. c.6, s. 532) 
 
?Ümmetimden bir grup, hak için muzaffer şekilde 
mücadeleye Kıyâmet gününe kadar devam edecektir. O zaman İsa ibn Meryem de iner. 
Bu müslümanların reisi: ?Gel bize namaz kıldır!' der. Fakat İsa (a.s.): ?Hayır!' 
der, Allah'ın bu ümmete bir ikramı olarak siz birbirinize emîrsiniz.? 
(Müslim, İman 247; Küt. Sitte, 14/274) 
 
?İbn Meryem gökten sizin yanınıza indiği zaman 
devlet reisiniz kendinizden, namazda imâmınız olduğu (İsa da imâmınıza uyduğu) 
halde bakalım nasıl olursunuz?? (S. 
Buhârî Tecrîd-i Sarih Terc. c. 9, s. 182) 
 
?Meryem oğlu (İsa a.s.), Feccu'r-Ravhâ adlı 
mevkide, hac yapmak veya umre yapmak, yahut da her ikisini de yapmak için 
telbiye getirecektir.? (Müslim, Hacc 
216, hd. no: 1252; Küt. Sitte Terc. c. 13, s. 152, Buhârî Tecrîd-i Sarih Terc. 
c.2, s. 431) 
 
Bir hadis rivâyetinde ?Meryem oğlu İsa Kıyâmetin 
10 alâmetinden biri? sayılmakla beraber onun gökten ineceğinden söz edilmez (Ebû 
Dâvud, Melâhim, bâbu Emârâti's-Sâah), Bazı hadis rivâyetlerinde, ?Şam'daki 
beyaz minareye iner? (Ebû Dâvud, Melâhim 14; İbn Mâce, Fiten 33), ?Hz. İsa 
inmeden Kıyâmet kopmaz? (Buhârî, Mezâlim 31; İbn Mâce, Fiten 33), ?O indikten 
sonra kırk yıl kalır?(Hindî, Kenzu'l-Ummâl, 14/336). 
 
Bir rivâyette İslâm ümmetine imamlık yapmaz, 
İslâm kumandanı Mehdî'nin cemaati olurken, başka bir rivâyette ?Rumları yenen, 
İstanbul'u fetheden askerler, orada zeytin ağaçlarına kılıçlarını asmış 
vaziyette ganimetleri bölüşürken şeytanın ?Mesih evlerinize sahip oldu' 
diyeceği, Bunların Şam'a gelerek savaşmak için kılıçlarını düzeltirken namaz 
kılacağı, namazlarında İsa'nın inip onlara imam olacağı, Allah'ın düşmanı 
Deccal'ın onu görünce tuzun suda erimesi gibi erimeye başlayacağı? (Müslim, 
Kitab 52, bab 9, hadis 34) söylenir. ?O, Deccâl'ı Ludd kapısında 
öldürecektir? (Tirmizî, Fiten 62). Deccâl'dan bahseden bir hadis rivâyetine 
göre, Meryem oğlu İsa'nın geleceği, Allah'ın onu Deccâl'dan koruyacağı, Allah'ın 
vahyiyle mü'minleri Tur'a çıkaracağı, sonra Ye'cûc ve Me'cûc'un zuhur edip 
Taberiye Gölüne doğru yürüyecekleri, İsa ve adamlarının kuşatılacağı, sonra İsa 
ve adamlarının dağdan yere inecekleri, yerde her şeyin bollaşacağı, nihâyet 
Kıyâmetin kopacağı? (Müslim, Kitab 52, bab 20, hadis 110) anlatılmaktadır. 
 
Hadis rivâyetlerinde bunlar gibi daha birçok 
detay bilgiler verilmektedir. Rasûlullah (s.a.s.)'ın kendi zamanında İsa'nın 
inme ihtimalinden bahsedilir: ?Ben, ömrüm uzarsa Meryem oğlu İsa'ya 
ulaşacağımı umuyorum. Eğer ecelim acele gelirse, sizden ona ulaşan selâmımı 
söylesin? (Ahmed bin Hanbel, Müsned, II/298-299) 
 
Lâfızları, birbirinden hayli değişiklikler 
gösteren bu hadis rivâyetlerinin, manalarında da bir birlik yoktur. Birinde İsa 
zuhur edince çok bolluk olacağı, Deccâl'ı öldüreceği belirtilirken, ötekinde İsa 
ve adamlarının, Ye'cûc ve Me'cûc tarafından kuşatılacağı, bir süre çok darlık 
çekecekleri söylenmektedir. İsa'nın ineceği ifade edilen bu rivâyetlerde, iniş 
safhalarının birbirinden farklı anlatıldığı görülür. Hadis rivâyetlerinde geçen 
İsa'nın bütün kiliseleri yıkacağı ifadesi de 22/Hacc, 40 âyetine aykırıdır. Bu 
âyette Allah'ın koruduğu ve kulları vasıtasıyla savunduğu Allah'ın adı anılan 
mâbedleri İsa nasıl yıkar? Âyete göre Hz. İsa'nın bu mâbedleri koruyanların 
başında olması gerekir. 
 
Ayrıca bu rivâyetlerde müslümanların kılıçlarını 
düzelteceklerinden söz edilmektedir. Bu, asırlar öncesi savaş silâhını ifade 
eder ama Deccâl'ın çıkacağı Kıyâmete yakın zamanların silâhını ifade edemez. 
Herhalde modern çağlarda müslüman askerleri, silâh olarak kılıç değil; modern 
silâhlar taşırlar. Ayrıca bu istikbal haberleri, Allah'tan başka kimsenin gaybı 
bilemeyeceği hakkındaki âyetlere (7/A'râf, 188; 27 Neml, 65; 10/Yûnus, 20; 11/Hûd, 
123; 6/En'âm, 50, 59) aykırıdır. 
 
İsa'nın ineceğine inanmak, itikadî bir 
meseledir. İtikad, şek üzerine kurulmaz; yakîn ve mütevâtir nass üzerine 
kurulur. Hz. İsa'nın göğe çıktığına ve âhir zamanda ineceğine dair yakîn (kesin 
bilgi) ifade edecek herhangi mütevâtir bir haber yoktur. Bu konudaki 
rivâyetlerin hepsi âhad haberlerden ibârettir. Hz. İsa'nın ineceği hakkında 
anlatılanlar, Ehl-i Beyt'ten Mehdî adındaki âdil bir imamın geleceğine dair 
anlatılan rivâyetlere de çok benzerlik gösterir. Mehdî hakkındaki rivâyetlerde 
de bir kesinlik yoktur. Bu rivâyetler, mütevâtir olmadığı gibi meşhur bile 
değildir. Hadisçiler katında sahihin altında bir derece olan ?hasen hadis? 
kabul edilmiştir. Kesinlik ifade etmeyen bu hadis rivâyetleriyle itikad 
kurulamaz. 
 
Kur'ân-ı Kerîm'de Hz. Muhammed (s.a.s.)'den önce 
hiçbir insana ebedî yaşama verilmediği, ondan öncekilerin hepsinin öldüğü 
belirtilir: ?Biz, senden önce de hiçbir beşere ebedîlik vermedik. Şimdi sen 
ölürsen, sanki onlar ebedî mi kalacaklar? Her canlı, ölümü tadacaktır. Bir 
deneme olarak sizi hayırla da şerle de imtihan ederiz. Ve siz, ancak Bize 
döndürüleceksiniz.? (21/Enbiyâ, 34-35) Peygamberimiz'in de bir gün öleceği 
vurgulanan bu âyetlere göre Hz. Hz. İsa'nın öldüğüne inanmak gerekir. (S. Ateş, 
Kur'an Ansiklopedisi, Kuba Y. c. 10, s. 216-218) 
 
Ahmet Keleş, ?Hadislerin Kur'an'a Arzı? adlı 
kitabında Hz. İsa'nın ref'i ve nüzûlüyle ilgili hadislerin Kur'an'a 
arzedilmesini tavsiye eder ve şöyle der: 
 
Bazı âlimler, Hz. İsa'nın nüzûlünün Kur'an'da da 
zikredildiği, bir kısım âyetlerin bu konuda bilgi verdiği gerekçesiyle, söz 
konusu hadislerin Kur'an'a da uygun olduğunu iddiâ etmiştir. Bu konuda delil 
kabul edilen âyetler şunlardır: 
 
?Ehl-i kitaptan her biri, ölümünden önce ona 
muhakkak iman edecektir. Kıyâmet gününde de o, onlara şâhit olacaktır.? 
(4/Nisâ, 159) 
 
?Şüphesiz ki o, Kıyâmet için bir bilgidir. Sakın 
onda şüpheye düşmeyin ve Bana uyun; çünkü bu, dosdoğru yoldur.? 
(43/Zuhruf, 61) Bu âyette geçen ?o?, Hz. İsa 
olarak kabul edilmiş ve âyette geçen ?ilm? kelimesi, kırâat farklılığı olarak 
?alem? şeklinde de okunmuştur. O zaman âyetin anlamı şöyle olur: ?O (İsa), 
Kıyâmet için bir alâmet/işarettir.? 
 
Bu iki âyetten hareketle Kıyâmetten önce Hz. 
İsa'nın geleceği söylenmiştir. Ancak bu âyetlerdeki işaretler sarih/açık 
olmadığından dolayı, onlar için bu iddianın, açık bir delil olması söz konusu 
değildir. Bazı müfessirlerin bu kanaate varmalarında hadis rivâyetlerinin önemli 
ölçüde rolü olmuştur. Çünkü Elmalılı, bu konuda yaptığı tefsirinde; ?Yâ İsâ! 
Seni öldüreceğim ve kendime yükselteceğim.? (3/Âl-i İmrân, 55) âyetini 
açıklarken, bu âyetteki ?öldüreceğim? anlamındaki ?müteveffîke? 
kelimesini başka anlama te'vil etmenin câiz olmadığını, sarih anlamıyla anlamak 
gerektiğini ifade etmektedir. 
 
Ancak, hadislerdeki Hz. İsa'nın tekrar ineceğini 
bildiren haberlerden dolayı bu âyeti uygun bir şekilde te'vil etmek gerektiğini 
söylemektedir (Elmalılı, Eser Y. II/372). Bu ifadeler bize, ?şâyet bu rivâyetler 
olmamış olsaydı, müfessirler bu âyetlere böyle mana vermeyeceklerdi? kanaatini 
vermektedir. Âyete verilen anlamda rivâyetlerin rolü gâyet açıkça görülmektedir. 
Ancak, sahâbenin Kur'an ilimleri ve tefsiri konusunda en meşhuru, bu âyetteki 
kelimeye farklı anlam vermez: İbn Abbâs (r.a.): ?Ey İsa, şüphesiz ki seni 
vefat ettirecek olan (onlar değil) Benim? (3/Âl-i İmrân, 55) âyetindeki 
?müteveffîke? ibâresini ?seni öldürecek olan? diye açıklamıştır. Bu 
rivâyeti Buhârî, bab başlığında kaydetmiştir (Buhârî, Tefsir, Sûretu'l-Mâide 13; 
Küt. Sitte Terc. c. 3, s. 365) 
 
Bu âyetlerden söz konusu ?nüzûl/inme?nin 
anlaşılmayacağı üzerinde de durulmuştur. Hz. İsa'nın öldüğünü, tekrar gelmesinin 
söz konusu olamayacağını, bu konudaki âyetlerin yanlış anlaşıldığını ifade eden 
âlimler de olmuştur. (Bkz. Mahmut Şeltut, İsa'nın Ref'i; S. Ateş, Y. K. Ç. 
Tefsiri, II/396-410; A. Hatîb, Mesîh fi'l-Kur'an, s. 532) 
 
Zeccâc, ?ölümünden önce ona mutlaka bütün 
ehl-i kitap inanacaktır? (4/Nisâ, 159) âyetindeki ?ona? ifadesindeki 
zamirin, hem Hz. İsa'ya, hem de Hz. Muhammed (s.a.s.)'e râci olabileceğini, her 
iki anlamının da doğru olduğunu söylemektedir. Çünkü ona göre, bu âyetin ifade 
ettiği anlam şöyledir: ?Her peygamberi inkâr edenler, ölümlerinden önce gerçeği 
görmek sûretiyle yanlış yolda olduklarını anlar ve peygamberin getirdiklerinin 
doğruluğuna inanırlar.? (Zeccâc, Meâni'l-Kur'an, II/129-130). Yine müellif; ?Bu 
âyetten Hz. İsa'nın gökten inip de bütün ehl-i kitabın ona inanacağını anlamaya 
dil müsâit değildir. Çünkü âhir zamanda olanlar ona inanacaklardır, diyelim; o 
zamana kadar olanları ne yapacağız? Doğrusu bu âyetten böyle bir mana çıkarmak 
doğru değildir? demektedir (a.g.e. s. 130). 
 
?O, Kıyâmet için bir bilgidir/alâmettir? 
(43/Zuhruf, 61) âyetinin de, Hz. İsa'ya 
delâletinin kat'i olmadığını bildirmişlerdir. Zeccâc, buradaki alâmetin Kur'an 
olması da mümkündür demektedir (a.g.e. 4/417). Taberî, her iki anlamı da birçok 
müfessirden naklettikten sonra, kurrânın ekseriyetinin bu kelimeyi ?ılmun? 
şeklinde okuması nedeniyle, Kıyâmete âit bilginin ?Kur'an? olması görüşünü 
tercih etmiştir. Çünkü Kur'an, Kıyâmetin bilgisini vermektedir. 
 
Bu iki âyetin ifade ettikleri anlamlara arz 
ederek Hz. İsa'nın ineceğine dair hadisleri tashih etmek, arz usûlü olarak 
belirtilen prensipler muvâcehesinde mümkün değildir. Şimdi, Kur'an'da zikredilen 
âyetlerin Hz. İsa'nın her ölümlü gibi öldüğüne, tekrar dünyaya gelmesinin 
imkânsız olduğuna dair Kur'an metinlerini görelim: 
 
?Her nefis/can, ölümü tadacaktır. Sonra da Bize 
döneceksiniz.? (29/Ankebût, 57; 
ayrıca bkz. 3/Âl-i İmrân, 185; 21/Enbiyâ, 35) 
 
?Biz onları (peygamberleri), yemek yemez birer 
(cansız) ceset olarak yaratmadık. Onlar (bu dünyada) ebedî de değillerdir.? 
(21/Enbiyâ, 8) 
 
?Allah buyurmuştu ki: ?Ey İsa! Seni vefat 
ettireceğim, seni nezdime yükselteceğim, seni inkâr edenlerden arındıracağım ve 
sana uyanları Kıyâmete kadar kâfirlerden üstün kılacağım. Sonra dönüşünüz Bana 
olacak. İşte o zaman ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında aranızda hükmü Ben 
vereceğim.? (3/Âl-i İmrân, 55) 
 
?Allah'ın rasûlü Meryem oğlu İsa'yı öldürdük, 
dediler. Halbuki onu ne öldürdüler, ne de astılar; fakat (öldürdükleri) onlara 
İsa gibi gösterildi. Onun hakkında ihtilâfa düşenler bundan dolayı tam bir 
kararsızlık/şüphe içindedirler; bu hususta zanna uymak dışında hiçbir (sağlam) 
bilgileri yoktur ve kesin olarak onu öldürmediler. Bilâkis Allah onu (İsa'yı) 
kendine yüceltmiştir. Allah izzet ve hikmet sahibidir.? 
(4/Nisâ, 157-158) 
 
?(İsa:)Doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak 
kabirden kaldırılacağım gün selâm/esenlik banadır.? 
(19/Meryem, 33) 
 
?Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim: 
?Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin' dedim. İçlerinde 
bulunduğum müddetçe onlar üzerine kontrolcü idim. Beni vefat ettirince artık 
onlar üzerine gözetleyici yalnız Sen oldun. Sen her şeyi hakkıyla görensin.? 
(5/Mâide, 117) 
 
?Muhammed, sizin erkeklerinizden hiç birinin 
babası değildir. Fakat O, Allah'ın rasûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah 
her şeyi hakkıyla bilir.? (33/Ahzâb, 
40). 
 
Bu Kur'an âyetleri açık bir şekilde ve muhkemât 
olarak Hz. İsa'nın öldüğünü bildirmektedir. Bu âyetler, mezkûr hadislerin 
tesirinde kalmadan anlaşılınca bu anlam, sarih olarak anlaşılacaktır. Bu 
nedenle, önceki âyetler, bu konuda vârid olan hadisler için arz metnini 
oluşturmazken, bu âyetler anlamlarındaki açıklık ve kat'ilik nedeniyle arz 
metnini oluşturmaktadırlar. 
 
Âyette ifade edilen, yahûdilerin Hz. İsa'yı 
öldürememeleri, asamamaları, Allah'ın da onu öldürmediğine bir delil sayılamaz. 
Çünkü Allah diğer âyetlerinde onu öldürdüğünü açıklamıştır. Ayrıca, Hz. 
Muhammed'in son nebî olması da onun tekrar gelmesine engeldir. Hz. İsa'nın 
peygamber olarak gelmeyeceği görüşü de kabul edilemez. Çünkü Hz. İsa'nın 
geleceğini kabul edenlerin en önemli gerekçeleri, ehl-i kitabın ona 
inanmasıdır. Ehl-i kitap ona ne olarak inanacaklardır? Müslümanlar ?mehdîye 
tabi olur? şeklinde bir yorumla problemi çözmüş görünmektedirler ama, işaret 
edilen nokta, göz ardı edilmiştir. Hz. Mesih'in, ehl-i kitabı Hz. Muhammed 
(s.a.s.)'e inandırmak için geleceğini kabul etmek ise kabul edilir bir görüş 
olamaz. Hangi şekilde gökten inecek bir Mesih, hıristiyan dünyayı müslüman 
edecektir? Onları imana zorlayacak açık bir mûcizeyle gelmesi, herkesin zorunlu 
olarak ona inanması, dinin imtihan sırrına muhâliftir, kabul edilemez. Böyle 
zorunlu bir inandırma, ne Hz. Mesih'in kendi sağlığında ne de başka peygamberin 
hayatında gerçekleşmemiştir. Gerçekleşmesi de Kur'an'ın bildirdiği imtihan 
mantığına aykırıdır. 
 
Şâyet böyle bir açık mûcizeyle gelmez ise, kimse 
ona inanmayacaktır. Sıradan bir insan çıkıp da ?ben Mesihim? dese buna kim 
inanır? Nitekim; 1340'da Nahcivan'da doğan Fazlullah Esterâbâdî, 1819'da 
Hindistan'da doğan Mirza Ali Muhammed ve 1830'da Hindistan'da doğan Ahmed 
Kadıyânî gibi kimseler, Mehdî ve İsa olduklarını söylemişler ve kendilerine 
inananlar da olmuştur, ama bu inanma hiçbir zaman hadislerde anlatılan gibi 
olmamıştır. 
 
Hz. İsa'nın tekrar dünyaya gelmesini, hem de 
tekrar dünyevî ceset giymesini, gerçekten ölmüş bile olsa gerekli görenler, Hz. 
İsa'yı yere indiğinde ?iman nuru? ile kendisine çok yakın olanların 
tanıyabileceğini söylemişlerdir (bkz. Said Nursi, Mektûbât). Bu ifadeler de Hz. 
İsa'nın inmesi konusunda zikredilen rivâyetler ile, delil sayılan âyetlerin, 
reel olarak anlaşılabilmesinin ve tahakkukunun imkânsız olduğu kanaatini 
vermektedir. Çünkü, birkaç kişinin tanıyacağı bir Mesîh, hadislerde anlatılan 
misyonu üstlenemez. Ayrıca bu şekilde ?kurtarıcı? beklentilerinin, müslüman 
irâdeyi ve İslâmî aktiveteyi nasıl etkileyip körleştirdiği, her biri bir Mesîh 
ve Mehdî görevi üstlenmesi gereken mü'minlerin, bu kutsal tebliğ görevinden 
kendilerini, haber verilen bu ?muntazar/beklenen? şahıslar yüzünden devre dışı 
tutmakta ve bu dini, bütün insanlığa ve ehl-i kitaba tebliğ etmek görevini 
üstlenip de yerine getireceklerine, gökten inecek Hz. İsa ile Hz. Mehdî'ye 
bırakmakla yetinmektedirler. Söz konusu hadislerin müslüman dünya için 
oluşturduğu bu fâsit telakkî bile bu rivâyetleri reddetmek için yeterli bir 
neden sayılmalıdır. 
 
Bu konuda zikredilen hadislerin İsrâiliyat 
kaynaklı olmasını ve İslâmî literatüre de hıristiyan öğretisinden geçmiş 
olacağını da vurgulamak gerekir. Bu konuda Pavlos'un II. Mektubunun II. babında 
ve Müşâhedât'ın 19. babında Hz. İsa'nın Deccâlı öldüreceği yazılıdır. Geniş 
bilgi için bkz. Zeki Sarıtoprak, İslâm'a ve Diğer Dinlere Göre Deccâl, Nesil Y. 
s. 25-48) 
 
Bazı araştırmacılara göre Şiî müslümanların 
Muntazar İmam Mehdî, sünnî müslümanların çoğunluğunun da Mehdî inancı, 
hıristiyanların, halen yaşadığına inandığı ve bir gün yeryüzüne inip kurtarıcı 
krallık yapacağını beklediği Hz. İsa inancından kaynaklanmaktadır. Çünkü 
ölmediği, maddî bedeniyle göğe çıktığı, binlerce, belki milyonlarca yıl 
bedeniyle göklerde kaldıktan sonra yeryüzüne ineceği sanılan İsa ile, Muntazar 
imam aynıdır. Yalnız isim değişmiş; İsa yerine imam veya Mehdi denmiş, bazen de 
ikisi aynı şahıs kabul edilmiştir. (S. Ateş, Kur'an Ansiklopedisi, Kuba Y. c. 
10, s. 222) 
 
Hz. Mesîh'in tekrar dünyaya geleceğini bildiren 
rivâyetler, Kur'an'ın bu konudaki açık nasslarıyla çeliştiğinden, tekrar dünyaya 
gelmesinin İslâm'ın getirdiği mesaj ve tebliğ ile uyumunun bulunmamasından 
dolayı kabul edilmesi zordur. Ancak, Hz. Mesih'le ve mehdiyle ilgili hadisler 
birer sembol kabul edilerek zâhirî anlamlarıyla değerlendirilmeyip ?bunlar 
müteşâbih hadislerdir, bunlarla kast edilen başka anlamlar vardır? denilir ve ne 
itikadî ve ne de amelî bir bağlayıcılığı olmamak ve herhangi bir mükellefiyet de 
getirmemek kaydıyla kabulünde ve zikrinde mahzur olmayabilir. (Âhir zamanda 
zuhur edecek bu tür haberlerin sembol olduğu görüşü için bkz. Said Nursî, 
Lem'alar, s. 112; Şualar, 5. Şua, s. 459-471; Reşid Rızâ, Tefsîru'l-Menâr, 
III/317-318) Bu müteşâbih olanlardan ilimde rüsûh sahibi olanlar, kendileri için 
bir mesaj alıyorlarsa, bu öznel anlamaya bir şey denilemez. Fakat, genel olarak 
âhir zaman telakkîsi ve dine hizmet, bu rivâyetler üzerine binâ edilemez. (Ahmet 
Keleş, Hadislerin Kur'an'a Arzı, İnsan Y. s. 220-223) 
 
Hz. İsa'nın eceliyle ölmüş olduğunu Kur'an'ın 
açık naslarına rağmen kabul etmek istemeyenler, iki bin yaşını çoktan geçmiş 
olarak, (hıristiyanların inancının bir benzeri şekilde, göğe kaldırılıp orada) 
yaşadığını ve dünyaya geleceğini değerlendirirken, hadis rivâyetlerinin dışında, 
delil olarak sadece şu âyeti gösterirler: ?Bilakis Allah onu (İsa'yı) kendi 
nezdine yükseltmiştir (rafeahû).? (4/Nisâ, 158) Bu âyette kullanılan 
?rafea (kaldırdı, yükseltti)? kelimesi, aynı şekilde meselâ, İdris (a.s.) 
için de kullanılmıştır: ?Kitapta İdris'i de an. Hakikaten o, pek doğru bir 
insan, bir peygamberdi. Onu üstün bir makama yükselttik (rafa'nâhu).? 
(19/Meryem, 56-57) ?Allah onu kendisine yükseltmiştir? ifadesini tek 
başına ele alıp ?Hz. İsa ölmedi, o halen yaşıyor? diyebiliyorsak, aynı ifadeden 
hareketle Hz. İdris de ölmemiştir, halen yaşamaktadır, Allah onu da göğe 
yükseltmiştir? dememiz gerekmektedir. Hz. İdris için, yükseltme, ?Allah 
indindeki makamı yükseltildi; manevî derece olarak Allah katında mertebesi 
yükseltildi? denilirken aynı kelime kullanıldığı halde, Hz. İsa için niye mecazî 
anlam olarak, ?Allah katında manevî makamı yükseltildi? anlamı verilmez ve bu 
çelişki nasıl izah edilir? Bu çelişkiden daha büyük yanlış, -hâşâ- Allah'a mekân 
isnad etmektir. Âyette ?Allah onu kendi nezdine yükseltmiştir? 
ifadesinden ?göğe yükseltilme? anlamı nasıl çıkacaktır? Allah, hâşâ gökte midir 
ki, kendine yükseltmesi, göğe kaldırma olarak değerlendirilebilsin?! 
 
Eski Ezher şeyhi Mahmut Şeltut, bu âyetle ilgili 
olarak şunları söyler: ?Bilakis Allah onu (İsa'yı) kendi nezdine 
yükseltmiştir (rafeahû).? (4/Nisâ, 158) Bu âyet, Hz. İsa'yı kesin olarak 
öldürmediklerini anlatan ifadeden sonra gelmiştir. Ref' (yükseltme)den maksat, 
İsa (a.s.)'yı düşürmeyi amaçladıkları şeye engel olmak sûretiyle İsa'nın 
derecesinin ve konumunun yükseltilmesidir. Böylece mana şu şekilde olmaktadır: 
?Allah İsa'yı onlardan korumuştur. Onlar onu öldürmeyi gerçekleştirememişlerdir. 
Hatta Allah onların tuzaklarını boşa çıkarmış ve onu kurtarmıştır. Ve onu 
eceliyle vefat ettirmiş; böylece de onun derecesini yükseltmiştir. Böylece âyet, 
Allah Teâlâ'nın şu sözüyle tamamen uyuşmaktadır: ?Seni vefat ettirecek, seni 
Bana yükseltecek (ref') ve seni küfreden kimselerden tertemiz kılacağım.? 
(3/Âl-i İmrân, 55). Bu âyet, onların İsa'nın cismiyle, diri olarak ref'i 
konusundaki tezlerini çürütmektedir. İmam Fahreddin Râzi, tefsirinde şöyle 
demektedir: ?Seni tertemiz kılacağım. Yani seni onların arasından çıkaracak, 
seninle onların arasını ayıracağım. Kendisine ref' (yükseltme) lafzıyla şânının 
büyüklüğü anlatıldığı gibi, tertemiz kılma (tathir) lafzıyla da arındırma manası 
bildirilmiştir. 
 
Tüm bunlar, onun şânının ve derecesinin 
yükseltilmesindeki mübâlağaya işaret etmektedir. Alla Teâlâ'nın şu sözünün 
anlamı hakkında da şöyle demektedir: ?Sana tabi olanları küfreden kimselerin 
üstünde kılacağım.? (3/Âl-i İmrân, 55) Buradaki ?üstünde?likten kast 
edilen hüccet ve burhan ile olmasıdır. Bil ki, âyet-i kerimedeki ref'ine delâlet 
eden ?seni Bana yükselteceğim?, derecenin ve şânın yükseltilmesidir. 
Yoksa yön ve mekânla ilgili değildir. ?Üstünde? kılmada olduğu gibi 
mekânla ilgili bir durum değil; tamamen derece ve şânın yükseltilmesi ve 
yüceltilmesidir.? (Mahmut Şeltut, Hz. İsa'nın Ref'i Hakkında, Haksöz Dergisi, 
sayı 20, Kasım 92) 
 
?Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim: 
?Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin' dedim. İçlerinde 
bulunduğum müddetçe onlar üzerine kontrolcü idim. Beni vefat ettirince artık 
onlar üzerine gözetleyici yalnız Sen oldun. Sen her şeyi hakkıyla görensin.? 
(5/Mâide, 117) Bu âyet, dolaylı yoldan başka bir tevhid gerçeğine dikkat 
çekmektedir: Peygamberlerin, ölümlerinden sonra artık dünya üzerinde tasarruf 
imkânlarının kalmadığı. Böyle bir tasarruf sözkonusu olduğunda akla gelecek ilk 
isimlerden biri olan peygamber Hz. İsa'ya: ?İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar 
üzerine kontrolcü/tanık idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine 
gözetleyici yalnız Sen oldun? diye söyletilmesi gösteriyor ki, hiçbir insan, ne 
kadar büyük olursa olsun, ölümünden sonra, dünya üzerinde tasarruf sürdüremez. 
Böyle bir şey, beşer olmakla çelişir. Ve tüm peygamberler de beşerdir. Buradan 
hareketle tasavvuf bünyesine sokulan ?ölüm sonrası evliyâ tasarrufları? 
anlayışının Kur'an dışı olduğunu rahatlıkla fark ederiz. Bu tevhid dışı anlayış, 
asırlarca kabirleri, ölüleri, ölülerin eşyasını tanrılaştırma illetinin kucağına 
itmiş, vahyin rahmetiyle aramıza engeller koymuştur. 
 
Hz. İsa'nın ineceğine ve İslâm şeriatıyla amel 
edeceğine dair hadis rivâyetleri şöyle te'vil edilebilir: Bir peygamberin dini 
yaşadıkça kendisi mânen yaşamaktadır. İsa (a.s.)'nın fikriyâtını yahûdiler 
öldürememişlerdir. Bilâkis onun tebliğleri yayılmış, yahûdiliğe egemen olmuştur. 
Onun rûhunu temsil eden ümmeti, bir gün ismen olmasa bile, mânen Hz. Muhammed 
(s.a.s.)'in fikriyâtını benimseyecek, onları uygulayacaktır. Bunlar, görünürde 
hıristiyan olsalar bile, uygulamada İslâm'ın özüne mensup olacaklar veya bunlar, 
tamamen hıristiyanlığı bırakıp İslâm'a döneceklerdir. Nitekim, 21. asrın 
başlarında Avrupa ve Amerika'da İslâm'ın sesi soluğu duyulmaya başlamıştır, 
Afrika ve Amerika'da İslâm süratle yayılmaktadır. İslâm, olduğu gibi anlatıldığı 
takdirde dünyanın her yerinde hak dinin hâkim duruma geçeceği şüphesizdir. Bu 
gün değilse yarın; işte bu, Hz. İsa'nın rûhunun dirilmesi, onun mesajının hâkim 
olması, onun Muhammed ümmetine tabi olması (hizmet etmesi), haçın kırılıp 
domuzun öldürülmesi demektir. İslâm, Kıyâmete kadar bâkî olacak hak dindir. Onun 
güçlenmesine yardım eden, bu uğurda canını fedâ etmeğe hazır olan her müslüman, 
İsa'dır, Mehdîdir, imamdır. İslâm düşmanları ve onların hakkı bâtıl, bâtılı da 
hak gösteren araçları (özellikle televizyonun bu amaçla kullanılışı) da Deccâl 
ve onun silâhlarıdır. 
 
Kur'ân-ı Kerîm, Hz. İsa'yı bir peygamber olarak 
tanıtır. Onun peygamberliği, daha doğumunun ilk gününde ilân edilmişti: ?Çocuk 
şöyle dedi: ?Ben Allah'ın kuluyum. O, bana Kitab'ı verdi ve beni peygamber 
yaptı.? (19/Meryem, 30). Hz. Muhammed (s.a.s.) ise, peygamberlerin sonuncusudur: 
?Muhammed, sizin erkeklerinizden hiç birinin babası değildir. Fakat O, Allah'ın 
rasûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilir.? 
(33/Ahzâb, 40). Hz. İsa'nın Hz. Muhammed (s.a.s.)'den sonra dünyaya gelmesi, bu 
âyetler ışığında değerlendirilince mümkün değildir. Gelmiş olsa, son peygamber 
Hz. Muhammed değil; Hz. İsa olur. 
 
İkinci gelişinde Hz. İsa'nın peygamber 
olmayacağını iddia etmek, İsa'nın peygamberliği ile ilgili âyetleri inkâr 
anlamına gelebilir. Hz. İsa geldiğinde Kur'an âyetlerini inkâr etmeyeceğine göre 
kendisinin peygamber olduğunu bildiren âyetlere de inanacaktır. Bu durumda Hz. 
Muhammed (s.a.s.)'in son peygamber oluşunu inkâr etmiş duruma düşmeyecek midir? 
Hz. İsa, Kur'an'ın tanıttığı şekliyle bir peygamberdir. Peygamberliği olmayan 
bir İsa'nın diğer insanlardan farkı, etkisi, inandırıcılığı ve gücü ne olabilir? 
Yine Hz. İsa'nın nüzûlü ile, bazı haramları helâl edeceğine dair hadis 
rivâyetleri, İslâm dininin tamamlandığını bildiren ?... Bugün size dininizi 
ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı 
beğendim.? (5/Mâide, 3) âyetiyle çelişir. 
 
Kendisinin İsa olduğunu iddia eden nice insanlar 
çıkmış, çıkmakta ve çıkacaktır. Gerçek İsa (a.s.)'yı insanlar nasıl 
tanıyacaktır; daha önce gösterdiği gibi mûcizeleri de, peygamber olarak 
gelmeyeceği için gösteremeyecektir. Yok, peygamber olarak gelirse, (ki Mezarcı o 
iddiadadır.) o zaman da Kur'an'ın Hz. Muhammed (s.a.s.) için, 
?peygamberlerin sonuncusu? (33/Ahzâb, 40) olduğunu bildiren âyeti ve buna 
dayanan İslâm itikadı inkâr edilmiş olacaktır. Ayrıca dinin tamamlandığını 
bildiren âyet (5/Mâide, 3) reddedilmiş olacaktır. Bu da kendisinin Mehdi 
olduğunu iddia edenler gibi istismar konusu olacak, sahte Mesihlerin insanları 
kandırma yolu ardına kadar açılmış olacaktır. Bilindiği üzere, Papa suikastçısı 
M. Ali Ağca bile, tarihin çöplüğünde yer almış yüzlerce sahtekâr kişi gibi, 
kendisinin Mehdi ve İsa olduğunu iddia edebilmektedir. Şimdi de eski bir müftü 
ve milletvekili olan Hasan Mezarcı, kendisinin Hz. İsa olduğunu ve gökten 
indiğini iddia etmeye başladı. Hz. Peygamberimiz zamanında minare olmadığı 
halde, Hz. İsa'nın Şam'daki beyaz minareye ineceği iddia edilebilmektedir. Hatta 
Adıyaman'daki meşhur şeyhin bulunduğu câminin minaresi bembeyaz renge boyanmış, 
Hz. İsa'nın oraya ineceği iddia edilerek, köye ?inilecek yer? anlamına gelen 
?Menzil? adı verilmiştir. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Bunlar, ne ilk ve ne de 
sondur. Bunun gibi nice beklentiler, oyalanmalar, kurtarıcı bekleyip 
sorumluluktan kaçmalar ve istismarlar söz konusu olduğu gibi bu gidişle çok daha 
olacaktır. 
 
Mehdî Olayına da kısaca değinirsek; Mehdi'nin 
günün birinde geleceğiyle ilgili hadis kitaplarında âhad (tek râvi kanalıyla 
gelen) hadisler bulunmaktadır ama bunların içerisinde birbiriyle çelişen 
haberler vardır. Buhârî ve Müslim'in kitaplarında ise mehdi kelimesi geçen bir 
hadis yoktur. Kur'an'da mehdi'yi gösteren en ufak bir işarete de rastlamak 
mümkün değildir. 
 
İlk dönem itikat kitaplarında mehdi konusu yer 
almamıştır. Ancak daha sonra yazılan Akaid kitaplarında mehdiden 
bahsedilmektedir. Mehdiden bahseden hadisler mütevâtir olmadığı için, bu konu 
iman konuları içerisinde yer almaması gerekir. Ancak, İslâm tarihinde mehdi 
iddiasıyla birçok insan çıktı, insanlar bazılarına mehdi diye uydular ve bir 
çoğu da bir mehdi beklentisi içerisinde oldular. 
 
Anlaşıldığı kadarıyla mehdi inancı siyasî 
olayların müslümanları fırkalara ayırmasından sonra daha çok gündeme gelmeye 
başlamıştır. Âhad ve zayıf haberlerin dışında sağlam dayanağı bulunmamaktadır. 
İslâm tarihinde birçok mehdi çıkmıştır. Çevresine adam toplayıp saltanat sürmek 
isteyen niceleri veya zâlim yöneticilerle mücadele etmek isteyen iyi niyetli 
önderlerin bir kısmı bu mehdi beklentisinden yararlanmıştır. 
 
Tarih boyunca nice sahtekârlar, çıkar sağlamak 
ve halkın üzerinde etkili olabilmek için mehdilik inancını istismar etmişlerdir. 
Günümüzde bile bazı açık gözler zaman zaman bu beklentiden yararlanmayı 
deniyorlar. İşin garibi bu gibi konuların istismarcısı bulanabileceği 
bilinmesine rağmen ?mehdiyim' diye ortaya çıkanlar çevrelerine adam toplamayı 
hâlâ 
başarabiliyorlar. 
 
Mehdi ve Hz. İsa'nın gökten inme beklentisi, 
birçok müslümanı ümitsizliğe ve görevini yapmamaya sevk etmiştir. Öyle ya, nasıl 
olsa mehdi gelecek ve dünyayı düzeltecek, zulümleri önleyecek, insanlara hidâyet 
dağıTacak? Bu hayal nicelerini boş beklentilere sevk etmiştir. Niceleri bu umut 
sebebiyle yapması gereken en basit görevleri bile savsaklamış, kendisine 
zulmedenlerle mücadele etmeyi terk etmiş, zâlimlere karşı çıkma görevini gelecek 
mehdiye bırakmıştır. 
 
Allah (c.c.) dilediği araç ve insanla dinini 
destekler. O dininin yaşanabilmesinin araçlarını dilediği gibi yaratır. Hidâyet 
O'nun elindedir, dilediğine verir. O'nun gönderdiği Kur'ân-ı Kerîm Kıyâmete 
kadar değişmeden kalacaktır. O Kur'an ki en büyük hidâyet aracıdır. İnsanlara 
düşen, Kur'an'ı anlamak ve O'na uymaktır. Hayalleri (ümniyye'yi) bir tarafa 
bırakıp yapması gerekeni gücü yettiği kadar yerine getirmektir. Mehdi 
beklentisi, müslümanların ne imanlarını artırır ne de sâlih amellerini. 
Müslümanlar işlerini ve çalışmalarını, gelmesi muhtemel mehdilere göre 
ayarlamazlar. Onlar, inandıklarını hayatlarında uygulamaya çalışırlar. Sonuç 
Allah'a aittir. 
 
Şimdiye kadar çıktığı iddia edilen ve hâlâ 
çıkmaya devam eden bu mehdilerden acaba hangisi gerçek mehdidir? Kaynaklarda bir 
sayı ve zaman verilmediğine göre hepsini de mehdi olarak kabul edecek miyiz? 
Bundan sonra ortaya çıkan mehdi adaylarına karşı nasıl bir tavır takınacağız? 
İşin garibi tarihten beri ortalıkta bu kadar mehdi adayı ve mehdi taslağı 
olmasına rağmen müslümanların durumlarında pek bir değişiklik görünmemektedir. 
Ne mehdinin mesajını anlayıp kendini düzeltenler var; ne de zâlimlerin zulmünün 
son bulması. Bu mehdi adaylarının bir mârifetleri varsa, müslümanların saf 
inançlarını maddeye çevirme işlerinden vazgeçsinler de biraz da asıl işlerine(!) 
dönsünler. İslâm ümmetinin dertlerine bir çözüm bulsunlar, İslâm ülkelerindeki 
tağutların hâkimiyetlerine ve zulümlerine dur desinler. 
 
Kur'an, müslümanlara mehdi beklemeyi değil; 
hakiki anlamda iman etmeyi ve imanın gereğini yapmayı tavsiye ediyor. Bunu 
yapmayanlar ise zarar edeceklerdir (bkz. Asr Sûresi). Eğer mehdiyi hidâyete 
götüren, hidâyet veren şeklinde anlarsak; Kur'an en büyük mehdîdir 
(hâdî-hidâyete erdiricidir). İnsanlar bu mehdiye uyarlarsa doğru yolu bulurlar 
ve kurtuluşa ererler. Kur'an'ın kendisi de insanları sürekli bu kurtuluşa dâvet 
etmektedir (Hüseyin K. Ece, İslâm'ın Temel Kavramları, Beyan Y. s. 390-392).z. 
Hz. HH 
 
Hz. İsa, ruha önem verilmeyen bir topluma rûhî 
özellikleri yeniden ihyâ etme yönüyle çeşitli mûcizelerle geldi: Ölüleri 
diriltme, hastaları iyileştirme, körlerin gözlerini açma, dilsizi konuşturma 
gibi. İşte günümüz toplumunda da bu rûhî özellikleri ihyâ eden İsa nefesli 
insanlara ihtiyaç var. Böylece yahûdilerin katı kapitalist etkileriyle ruhları, 
rûhî özellikleri bombardıman edilen insanların ölümcül kalpleri ve ruhları 
dirilsin, ruh maddenin önüne çıksın, böylece tatmin olsun. Hasta kalpler ve ruh 
hastalıkları iyileşsin. Hakkı göremeyen gözler açılsın, basîret ve ferâset 
sahibi olan insanlar eşyaya Allah'ın nuruyla bakabilsin. Sadece görünenleri 
değil; perdenin arkasındakileri de görebilsin. Hakka kilitli dilleri açılsın, 
bülbül gibi şakısın. Bunların yerine gelmesi için Hz. İsa'nın gökten inmesini 
beklemeye lüzum yok. Hz. İsa'nın nefesine, Hz. Mûsâ'nın asasına, Hz. Muhammed'in 
Haktan getirdiği mesaja mirasçı sensin. Kurtuluş istiyorsan kurtarıcı 
beklemekten vazgeç; vazifeni yap. Hem sen kurtul, hem toplum kurtulsun ey İsa 
nefesli müslüman! (Ahmed Kalkan, Sanat Bilinci, Denge Y. s. 5) 
 
İsa veya Mehdi bekleyerek kendi üzerine farz 
olan görevleri, kurtarıcılara havâle edip ertelemek, Allah erine yakışmaz. Biz, 
İslâm'ı yaşayıp çevremize hâkim kılmaya çalışalım. Gerisi bizi fazla 
ilgilendirmemelidir. Allah da zaten bizi bazılarını beklemeye çağırmıyor. Her 
şuurlu müslümanın hidâyete götüren, hidâyet veren anlamında en büyük mehdî olan 
Kur'an'a uyması kurtuluş için yeterlidir. Her tebliğcinin de, mânen ölmüş 
canlı cenaze durumundakilere İsa nefesiyle hayat vermeye gayret etmesi 
gerekmektedir. Kurtarıcı beklemeyi bırakıp kendimiz kurtarıcı olmaya çalışmalı, 
böylelikle hiç değilse kendimizi kurtarmanın yolunu bulmalıyız. O zaman 
Deccallar da bize zarar veremeyecektir: ?Ey iman edenler! Siz kendinize 
bakın. Siz hidâyette/doğru yolda olduğunuz müddetçe dalâlette olanlar (sapıklar) 
size zarar veremez.? (5/Mâide, 105) (24) 
 
 




 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.
 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.