Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
Kur'ân-ı Kerim'de Millet Kavramı
Kur 
 
 
Kur'ân-ı Kerim'de 
Millet Kavramı 
 
?Millet? kelimesi, Kur'ân-ı 
Kerim'de 15 yerde geçer. (2/Bakara, 120, 130, 135; 3/Âl-i İmrân, 95; 4/Nisâ, 
125; 6/En'âm, 161; 7/A'râf, 88, 89; 12/Yûsuf, 37, 38; 14/İbrâhim, 13; 16/Nahl, 
123; 18/Kehf, 20; 22/Hacc, 78; 38/Sâd, 7). Bütün bu âyetlerdeki ?millet? 
kelimesi ?din? anlamında kullanılır. Din; yani inanç sistemi. 
"Milletlerine/dinlerine 
uymadıkça yahûdiler de hıristiyanlar da asla senden râzı olmayacaklardır...? 
(2/Bakara, 120) 
?Kendini bilmez beyinsizden, 
kendini aşağılık yapandan başka kim İbrahim milletinden/dininden yüz çevirir?!? 
(2/Bakara, 130) 
?Yahûdiler ve hıristiyanlar 
müslümanlara ?yahûdi ya da hıristiyan olun ki, doğru yolu bulasınız' dediler. De 
ki (onlara): ?Bilakis biz, hanîf olarak (dosdoğru) yaşamış İbrahim'in 
milletine/dinine uyarız. O, müşriklerden değildi.? (2/Bakara, 135) 
?De ki: ?Allah doğruyu 
söylemiştir. Öyle ise, hakka yönelmiş olarak İbrahim'in milletine/dinine uyun. 
O, müşriklerden değildi.? (3/Âl-i İmrân, 95) 
?İşlerinde doğru olarak 
kendini Allah'a veren ve İbrahim'in hanîf (Allah'ı bir tanıyan) milletine/dinine 
tâbi olan kimseden dince daha güzel kim vardır?! Allah, ibrahim'i (kendine) 
halîl/dost edinmişti.? (4/Nisâ, 125) 
?De ki: ?Şüphesiz Rabbim 
beni doğru yola, dosdoğru dine, hanîf (Allah'ı birleyen) İbrahim'in 
milletine/dinine iletti. O, (İbrahim hiçbir zaman Allah'a) şirk/ortak 
koşanlardan değildi.? (6/En'âm, 161) 
?Ey Şuayb, seni ve seninle 
birlikte iman edenleri ya ülkemizden sürüp çıkaracağız, veya mutlaka bizim 
milletimize/dinimize geri döneceksiniz. (Şuayb) dedi ki: ?İstemesek de mi (bizi 
yurdumuzdan çıkaracak veya dinimizden döndüreceksiniz)? (Andolsun ki,) Allah 
bizi ondan (kâfirlikten) kurtardıktan sonra tekrar sizin milletinize/dininize 
dönersek, Allah'a karşı iftira etmiş oluruz...? (7/A'râf, 88-89) 
?... Ben Allah'a inanmayan 
bir kavmin milletini/dinini terk ettim. Onlar, âhireti inkâr edenlerin 
kendileridir. Atalarım İbrahim, İshak ve Ya'kub'un milletine/dinine uydum. 
Allah'a herhangi bir şeyi şirk/ortak koşmamız bize yaraşmaz...? (12/Yûsuf, 
37-38) 
?Kâfirler, peygamberlerine 
dediler ki: ?Elbette sizi, ya yurdumuzdan çıkaracağız, ya da mutlaka 
milletimize/dinimize döneceksiniz!' Rableri de onlara, ?zâlimleri mutlaka helâk 
edeceğiz!' diye vaad etti.? (14/İbrâhim, 13) 
?Sonra da sana, ?hanîf 
olarak (doğru yola yönelerek) İbrahim'in milletine/dinine uy, zira o, 
müşriklerden değildi' diye vahyettik.? (16/Nahl, 123) 
?Çünkü onlar üzerinize çıkıp 
gelirlerse, sizi taşa tutarlar veya sizi milletlerine/dinlerine geri çevirirler; 
bu durumda ebedi olarak kurtuluş bulamazsınız.? (18/Kehf, 20) 
?Allah uğrunda, O'na 
yaraşacak şekilde cihad edin. Sizi O seçti; din hususunda üzerinize hiçbir 
zorluk yüklemedi; babanız İbrahim'in milletinde/dininde (olduğu gibi). 
Peygamber'in size şâhit olması, sizin de insanlara şâhit olmanız için O, gerek 
bundan önce(ki kitaplarda), gerekse bunda (bu Kur'an'da) size ?müslümanlar' 
adını verdi. Öyle ise namazı kılın; zekâtı verin ve Allah'a sarılın. Ne güzel 
mevlâdır O ve ne güzel yardımcıdır!? (22/Hacc, 78) 
?(Kâfirlerden ileri 
gelenler:) ?Son millette/dinde de bunu işitmedik. Bu, ancak bir uydurmadır' 
diyerek kalkıp yürüdüler.? (38/Sâd, 7) 
Görüldüğü gibi Kur'ân-ı 
Kerim'de "millet" kavramı, hep din mânâsında kullanılmıştır. Hatta bir âyet-i 
kerimede; "kavim" ve "millet" bir arada kullanılmıştır. Hz. Yusuf (a.s.)'un 
kıssası beyan edilirken; 
"De ki; size 
rızıklanacağınız bir yemek gelecek oldumu, ben muhakkak onun ne olduğunu, size 
daha gelmezden evvel haber veririm. Bu Rabbim'in bana öğrettiği ilimlerdendir. 
Çünkü ben Allah'a inanmayan bir kavmin milletini (dinini) -ki onlar âhiret 
gününü inkâr edenlerin ta kendileridir- terkettim" (12/Yûsuf, 37) buyurulur. 
 
Bu âyette geçen "Allah'a 
inanmayan bir kavmin milletini terkettim" ibaresi, kavim ile milletin ayrı 
ayrı anlama sahip olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla "Türk kavmi" vardır, ama 
"Tür milleti (şeriatı) yoktur. Türk kavmine mensup insanlardan; mü'min olanlar 
bulunduğu gibi; olmayanlar da mevcuttur. Farklı dinlere tâbi olmaları, onların 
"Türk kavmi"nden olma özelliğini ortadan kaldıramaz. Çünkü insanlar, hangi 
kavimden olacaklarına bizzat kendileri karar veremezler. Ancak hangi milletten 
(dinden) olacakları konusunda irâde beyan etme hakları vardır. Ya iman ederek 
"İslâm milleti"nden olurlar; ya inkâr ederek "küfür milleti"ne geçerler. 
Millet, ortak bir itikada sahip 
olmakla birlikte, bir imam etrafında toplanmayan fertlerin durumunu beyan eder. 
Her müslüman, İslâm milletinin bir ferdidir. Eğer bir imama bey'at ederlerse, 
"ümmet" olarak anılırlar. Dünya üzerinde yüzlerce kavim vardır. Bu kavimlerin 
fertleri içerisinde "İslâm milleti"ne tâbi olanlar bulunduğu gibi, "küfür 
milleti"nden olanlara da rastlanabilir. Dolayısıyla yeryüzünde iki millet 
vardır. Birisi İslâm milleti, diğeri de küfür milletidir. Rasûl-i Ekrem 
(s.a.s.), Hz. Ebû Dücâne'yi mezara koyarken "Bismillâh! Alâ millet-i Rasûlillâh 
(Allah'ın ismiyle ve Rasûlullah'ın milleti/dini üzere)" (demiştir. Hangi 
kavimden olursa olsun; her mü'min mezara konurken aynı sözler tekrar edilir.[1] 
 
Hadis-i Şeriflerde de "millet" 
kelimesi, din anlamında kullanılır: "Kim ki İslâm'dan başka bir millet (din) 
adına yalan yere ve kasden yemin ederse, o kimse dediği gibidir. Kim de keskin 
bir âletle kendini öldürürse, bu kimse de Cehennem ateşinde o âletle azâb 
olunur." (Buhârî, Edeb, Cenâiz; Tecrîd-i Sarih Terc. c. 4, s. 558; Müslim, 
İman 176, 177 (110); Ebû Dâvud, Eymân ve'n-Nüzûr; Tirmizî, Eymân; Nesâî, Eymân; 
İbn Mâce, Keffârât) Millet, din mânâsınadır. Millet-i İslâmiyye, millet-i 
yahûdiyye, millet-i nasrâniyyet (İslâm milleti, yahûdi milleti, hıristiyan 
milleti) gibi İslâm'dan başka bir dine edilen yeminin sûreti, din-i Nasârâya, 
din-i yahûda, yahut milel-i kefereden (kâfir milletlerden/dinlerden) herhangi 
bir milletin nâmına yemin etmektir.[2] 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 [1] 
 Yusuf Kerimoğlu, Kelimeler Kavramlar, s. 248-249 
 
 
 
 [2] 
 S. Buhârî Muht. Tecrîd-i Sarih Terc. c. 4, s. 560



