Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
Ümmet-i Muhammed.
Ümmet 
 
 
Ümmet-i Muhammed 
 
Millet-i İbrahim'in ne olduğunu 
özellikleri ve örnekleriyle beyan ettikten sonra, ?Ümmet-i Muhammed?'in 
karekterini ve özelliklerini izah edebiliriz... 
?Ümmet: Bir Peygambere inanıp 
bağlanan cemaat, tâife? demektir. Çoğulu: Ümem'dir.[1] 
Kaffal: 
Ümmet, bir kısmı, bir kısmına 
uyan, aynı şey üzerinde ittifak eden bir topluluktur, demiştir.[2] 
Abdullah b. Abbas (r.anhuma) ve 
Katâde (r.a.)'e göre ümmet: 
?Tek din üzerinde birleşen 
insanlar? demektir.[3] 
 
Abdullah İbn Mes'ud (r.a.): 
- Ümmet, hayrı gösterendir, 
demiştir.[4] 
Ümmet için yapılan çeşitli 
tariflerin hepsi bir noktada birleşiyor: Aynı dine ve aynı Peygambere inanan, 
akîdesi, hedefi ve usûlü bir olan insan topluluğu!.. 
Millet-i İbrahim gibi, Ümmet-i 
Muhammed de, akîde birliği mânâsına gelir... Hangi renkten, hangi dilden, hangi 
ırktan, hangi kavim ve bölgeden olursa olsun, yegâne önderimiz Rasulullah 
Muhammed (s.a.s.)'e Rabbimiz Allah, tarafından kendisine vahiy yoluyla gelen Hak 
Din İslâm'a katıksız iman eden her ferd, Ümmet-i Muhammed'in bir mensubu olup 
aynı akîdeyi benimseyenlerle kardeştir... 
Bu Tevhidî akîdeye iman eden 
muvahhid mü'minler'in hiçbir şeyle şirk koşmadıkları bir tek ilâhları ve 
Rabbleri var: Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ. 
Onların bir tek önderleri ve 
hayat örnekleri var: Rasulullah Muhammed (s.a.s.). 
Onların bir tek hayat nizamları 
var: İslâm. 
Onların bir tek hayat 
dusturları var: Kur'ân-ı Kerim. 
Ve onlar, bir tek Ümmetin 
mensublarıdırlar: Ümmet-i Muhammed. 
Onlar, bir tek Millet ve bir 
tek ümmettir... 
Ebu Said el-Hudri (r.a.)'ın 
rivayetiyle şöyle buyuruyor Rasulullah (s.a.s.): 
?Her kim, Rab olarak 
Allah'a, din olarak İslâm'a, Peygamber olarak da Muhammed'e razı olursa, o 
kimseye cennet vacib olur.?[5] 
 
Bu Tevhid akîdesine katıksız 
iman eden ümmet, insanlığın başlangıcında olduğu gibi hak üzere ve iman üzere 
tek bir ümmettir... İnsanlık âleminin ilk nüvesi, iman üzere olan tek bir 
ümmetti... İlk insan topluluğu, Tevhid milletidir... Bu Tevhid üzere, Rabbimiz 
Allah'ın dilediği zamana kadar kaldılar, sonra anlaşmazlığa düştüler ve yeni 
yeni fikirler ortaya atıp, dosdoğru yoldan saptılar... Hak ve iman üzere 
kalanları olduğu gibi, herbirinin başında bir şeytan bulunan, dosdoğru yoldan 
sapma demek olan yollara sapan insanlar, şirk koşar ve hakka küfreder 
oldular... Sapık yolların başında bulunan ve şeytanın kendilerine batılı hak 
olarak gösterip iknâ ettiği davetçilerin davetlerine uydular... Böylece sapanlar 
ve saptıranlar ortaya çıktı... Bunlar, insanlık âlemini ve yeryüzünü ifsad 
ettiler... Ekini ve nesli yok etmeye başladılar...[6] 
İman üzere bir tek ümmet iken, parçalandılar, bölük bölük oldular... İnsanlar 
böyle parçalanıp haktan ayrılınca, dosdoğru yoldan sapık yollara sapınca, 
Rabbimiz Allah, onları düzeltmek için Rasullerini, hayat dusturu olan Kitablarla 
gönderdi... 
Şöyle buyurur Rabbimiz Allah: 
?İnsanlar, tek bir ümmetten 
başka değildi, sonra anlaşmazlığa düştüler. Eğer Rabbinden geçmiş (verilmiş) 
bir söz olmasaydı, anlaşmazlığa düştükleri şey konusunda mutlaka aralarında 
hüküm verilmiş olurdu.? (Yunus, 10/19) 
?İnsanlar, tek bir ümmetti. 
Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak Peygamberler gönderdi ve beraberlerinde, 
insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında hüküm vermek 
üzere hak Kitablar indirdi. Oysa kendilerine karşı olan azgınlık ve 
kıskaçlıkları yüzünden anlaşmazlığa düşenler, o (Kitab) verilenlerden başkası 
değildir. Böylece Allah, iman edenleri, hakkında ayrılığa düştükleri gerçeğe 
kendi izniyle eriştirdi. Allah, kimi dilerse onu doğruya yöneltir.? (Bakara, 
2/213) 
Rabbimiz Allah dilerse, insan 
kullarını bir tek ümmet kılardı, fakat insanın imtihanından dolayı onu, iman 
etmek ve şirk koşmak konusunda serbest iradeli kılmıştır... İnsan, doğruyu veya 
eğriyi, hakkı veya batılı, Tevhidi veya şirki, imanı veya küfrü seçme konusunda 
serbest bırakılmış ve kendisine irade verilmiştir... 
Allah, insan kullarının 
ihtiyacı olan her türlü imkânı kendilerine vermiş, ayrıca Rasul ve Kitab 
göndererek onları, hak, doğru, iyi, hayır ve faydalı şeyler konusunda yeterli 
derecede bilgilendirmiş, ondan sonra serbest bırakmıştır... Onlar da, imtihan 
gereği iyiyi veya kötüyü, hakkı ya da batılı seçme konusunda iradelerini 
kullanma konusunda hürdürler... Dinde hiçbir zorlama yapılmamış, çünkü doğru 
eğriden, iyi kötüden, hak batıldan apaçık ayrılmıştır...[7] 
Rabbimiz Allah şöyle buyurur: 
?Sizden her biriniz için bir 
şeriat ve bir yol-yöntem (minhac) kıldık. Eğer Allah dileseydi, sizi bir tek 
ümmet kılardı. Ancak (bu,) verdikleriyle sizi denemesi içindir. Artık hayırlarda 
yarışınız. Tümünüzün dönüşü Allah'adır. Hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz 
şeyleri size haber verecektir.? (Mâide, 5/48) 
Emirü'l-mü'minin İmam Ali b. 
Ebi Talib (r.a.) ve Katâde (r.a.)'e göre, buradaki ?her biriniz? ifadesinden 
maksad, çeşitli dinlerden olan ümmetlerdir. Yani Allah, her dinde olan bir ümmet 
için belli bir şeriat ve belli bir yol kılmıştır. Tevrat'ın şeriatı başka, 
İncil'in şeriatı başka, Kur'ân'ın şeriatı daha başkadır. Allah Teâlâ, bu 
şeriatlardan bazılarında helâl kıldığını, diğerlerinde haram kılmış olabilir. 
Aksini de yapabilir. Tâ ki, itaat edenleri, itaat etmeyenlerden ayırdetsin ve 
tanısın. Ancak Tevhid inancı, Allah Teâlâ ve Peygamberlerle ilgili olan hükümler 
tektir. Şeriattan şeriata değişmez.[8] 
 
İnsanlar, kendilerine hak 
yolunu gösteren Rasuller etrafında Tevhid akîdesi üzerinde bir araya gelip bir 
ümmet oldukları gibi, bunun dışında herhangi bir ideoloji, bir felsefe, 
dünyalık herhangi bir menfaat etrafında bir araya gelip bir ümmet 
oluşturabilirler... Hak üzere olan muvahhid mü'minler bir ümmet, batıl üzere 
olan müşrikler ve kâfirler bir ümmettir... Dünya malı menfaatı üzerine bir 
araya gelen sömürü düzeninin müstekbir zalim tağutları da, batıl üzere bir ümmet 
oluşturmuşlardır... Ortak menfaata inanan dünyanın süper güçleri, kendilerinin 
dışındaki mustaz'af halkları aralarında paylaşmış ve herbiri payına düşen 
bölgeyi sömürmektedir... Bu dünyaperestler de bir ümmettirler... 
Rabbimiz Allah şöyle buyurur: 
?Eğer insanlar, (Allah'a 
karşı isyanda birleşip) tek bir ümmet olacak olmasaydı, Rahmân'ı (Allah'ı) inkâr 
edenlerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerinde çıkıp yükselecekleri 
merdivenler yapardık. 
Evlerine kapılar ve üzerinde 
yaslanıp dayanacakları koltuklar. 
Ve (daha nice) çekici süsler 
(de verirdik). Bütün bunlar, yalnızca dünya hayatının metaıdır. Ahirette ise, 
Rabbinin katında müttakiler içindir.? (Zuhruf, 43/33-35) 
İmam Taberî (r.a.) bu ayetlerin 
tefsirinde şunları beyan etmektedir: 
?Eğer insanlar, tek bir ümmet 
hâline gelmeyecek olsalardı.? ifadesinden maksad, Abdullah b. Abbas, Hasan 
el-Basrî, Katâde ve Süddî'ye göre, insanların, inkârcılıkta birleşerek tek 
ümmet hâline gelmeleridir. Yani, Allah Teâlâ, inkârcıları dünyada zengin 
kılarsa, diğer insanlar onlara özenerek inkâra düşerler. Böylece inkârcı tek bir 
ümmet hâline gelmiş olurlar. İşte Allah, bu sebeble bütün inkârcıları zengin 
kılmaz. 
Yoksa onların bir kısmına mal 
vermesi, müşriklerin zannettikleri gibi, onları sevdiklerinden dolayı değildir. 
İbn Zeyd'e göre ise, bu 
ifadeden maksad, ?Şayet insanlar, ahireti bırakıp sadece dünyayı isteyen ümmet 
hâline gelmeyecek olsalardı? demektir. Yani, Allah, dünyaya her düşkün olanı 
zengin kılacak olsaydı bütün insanlar, dünyayı ahirete tercih eden kimseler 
hâline gelirlerdi.?[9] 
Yegâne Rabbimiz Allah, 
Rasulullah Muhammed (s.a.s.)'in Ümmeti'nin insanlar için çıkarılmış en hayırlı 
ümmet olduğunu beyan ile şöyle buyurur: 
?Siz, insanlar için 
çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz. Ma'ruf (iyi ve İslâm'a uygun) olanı emreder, 
münker olanlardan sakındırır ve Allah'a iman edersiniz.? (Âl-i 
İmrân, 3/110) 
Allah'a, şeksiz ve şüphesiz 
iman eden Ümmet-i Muhammed'in en belirgin özelliği, Ma'ruf olanı emretmek ve 
münker olanlardan sakındırmak sûretiyle yeryüzündeki insanlar arasında barışı ve 
huzuru sağlamaktır... Ümmetlerin en sonuncusu, en hayırlısı ve Allah'a karşı en 
şereflisi olan bu ümmetin varlığı, insanlık âlemi için bir rahmet ve merhamet 
vesilesidir... Onun varlığı ve yeryüzüne İslâm'ı egemen kılması ile insanlık 
âlemi huzura ve saadete kavuşur... Savaşlar barışa, zulümler adalete, 
düşmanlıklar dostluğa, sıkıntılar ferahlığa, kederler neşeye, bunalımlar huzura 
ve kinler sevgiye dönüşür... 
Behz b. Hakim'in dedesinden 
rivayet edilmiştir: 
?Siz, insanlar için 
çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz.? (Âl-i imrân, 3/110) ayeti 
hakkında Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: 
?Siz, ümmetlerden yetmişi 
tamamlıyorsunuz. Siz, onların en hayırlısı ve Allah'a karşı en şereflisiniz.?[10] 
Süleyman b. Büreyde'nin babası 
Büreyde b. Husayb (r.a.)'dan: 
Rasulullah (s.a.s.) şöyle 
buyurdu: 
?Cennet ehli yüz yirmi 
saftır. Seksen (saf) bu ümmetten, kırk saf da diğer ümmetlerden oluşur.?[11] 
Enes b. Malik (r.a.)'dan: 
Rasulullah (s.a.s.) şöyle 
buyurur: 
?Şüphesiz bu ümmet (Allah 
tarafından) rahmete mazhar olmuştur. Azabı da, kendi elleriyledir. Sonra 
kıyamet günü olunca müslümanlardan her kişiye, müşriklerden bir kişi verilecek 
ve: 
- Bu, senin ateşten 
(kurtuluş) fidyendir, denilecektir.?[12] 
Rabbimiz Allah (Azze ve Celle) 
ve yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.), bu merhamet olunmuş ve hayırlı ümmeti 
böyle beyan buyururlar... Bu ümmetin, diğer ümmetlere üstün kılınma sebeblerini 
de beyan buyurmuştur Rasulullah (s.a.s.).... 
Ebu Umâme (r.a.)'nın 
rivayetiyle şöyle buyuruyor Rasulullah (s.a.s.): 
?Allah beni, Peygamberlerden 
?veya, Ümmetimi sair ümmetlerden- üstün kıldı ve bize ganimetleri helâl kıldı.?[13] 
 
Huzeyfe (r.a.)'dan. 
Rasulullah (s.a.s.) şöyle 
buyurdu. 
?Biz, (sair) insanlar 
üzerine üç şey ile üstün kılındık: 
Saflarımız, meleklerin 
safları gibi yapıldı. 
Yeryüzünün her tarafı bizim 
için mescid sayıldı. 
Su bulamadığımız zaman, 
toprak da bize temizleyici bir vasıta kılındı.?[14] 
Kadın olsun, erkek olsun bu 
ümmetin mensubları olan muvahhid mü'minler, yeryüzünün varisleri ve yeryüzünde 
Allah Teâlâ'nın şahidleridirler... 
Rabbimiz Allah şöyle buyurur: 
?Biz ise, yeryüzünde güçten 
düşürülenlere (mustaz'aflara) lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve 
mirasçılar kılmak istiyoruz. 
Ve (istiyoruz ki) onları, 
yeryüzünde iktidar sahibleri olarak yerleşik kılalım. Fir'avn'a, Haman'a ve 
askerlerine, onlardan sakındıkları şeyi gösterelim.? (Kasas, 
28/5-6) 
?Allah, içinizden iman 
edenlere ve salih amelde bulunanlara va'detmiştir: Hiç şübhesiz onlardan 
öncekileri nasıl güç ve iktidar sahibi kıldıysa, onları da yeryüzünde güç ve 
iktidar sahibi kılacak, kendileri için sevip beğendiği dinlerini kendilerine 
yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe 
çevirecektir. Onlar, yalnızca bana ibadet ederler ve bana hiçbir şeyi ortak 
koşmazlar. Kim bundan sonra inkâr ederse, işte onlar fasıktır. 
Dosdoğru olarak namazı 
kılın, zekatı verin ve Rasul'e itaat edin. Umulur ki, rahmete kavuşturulmuş 
olursunuz.? (Nur, 24/55-56) 
?(Musa:) ?Umulur ki, 
Rabbiniz, düşmanınızı helâk edecek ve sizleri yeryüzünde halifeler (egemenler) 
kılacak. Böylece nasıl davranacağınızı gözleyecek' dedi? (A'râf, 
7/129) 
Enes b. Malik (r.a.) ?dan. 
Rasulullah (s.a.s.) şöyle 
buyurdu: 
?Sizler, yeryüzünde Allah'ın 
şahidlerisiniz.?[15] 
Her zaman hayır üzere olan ve 
hayra çağıran en hayırlı ümmet, iyiliklerin bütün dünyaya yayılmasını ve egemen 
olmasını arzu ederken, bütün kötülüklerin, zulümlerin, baskıların, sömürünün, 
fitne ve fesadın da yeyüzünden kaldırılması mücahedesini kendisine esas vazife 
edinmiş-tir... 
Yegâne Rabbi Allah, bu ümmeti, 
böylece bir hayırlı vazife ile vazifelendirmiştir: 
?Sizden, hayra çağıran, 
iyiliği (ma'rufu) emreden, kötülükten (münkerden) sakındıran bir ümmet 
(topluluk) bulunsun. Kurtuluşa erenler, işte bunlardır.? (Âl-i İmrân, 3/104)[16] 
Aynı akîdeyi taşıyan ve 
Millet-i İbrahim'in mensubları olan önceki ümmetler de, aynı hayırlı vazife ile 
vazifeli kılınmışlardır... Aynı milletten, yani aynı dinden oldukları için bütün 
Tevhidî ümmetlerin vazifesi, şirkin, küfrün ve istikbarın yok edilmesini, 
Tevhidin, imanın ve adaletin egemenliğini sağlamaktır... Böylece insanlık 
âlemi, kula kul olmaktan kurtulup Allah'a kul olacaktır... Savaşlar bitip barış 
ortamı oluşacaktır... Kötülükler yok olup, iyilikler topluma hakim olacaktır... 
Çünkü ümmet, insanlara hayrı öğreten, onları hayra davet eden ve hayır üzere 
olmalarını sağlayandır... 
Malik (r.a.) anlatıyor: 
Bana ulaştığına göre, Abdullah 
İbn Mes'ud (r.a.) şöyle demiştir: 
- Allah, Muaz'a rahmet eylesin. 
O, başlı başına bir ümmetti, Allah'a itaatkâr biriydi. 
Ona: 
- Abdurrahman'ın babası! Aziz 
ve Celîl olan Allah, İbrahim (a.s.)'dan böyle bahsetmiştir. (Sen bunu, Muaz 
hakkında nasıl söylersin?), demeleri üzerine, 
İbn Mes'ud şöyle demiş: 
- Ümmet, insanlara hayrı 
öğreten kimse demektir. Allah'a itaatkâr (Kanit) ise, itaat eden kimse demektir.[17] 
Rabbimiz Allah, Ümmet-i 
Muhammed'den önceki Millet-i İbrahim'den olan bütün ümmetlerin de vazifesinin 
de hayra davet etmek, hayrı öğretip, hayra yönlendirmek olduğunu beyan buyurur: 
?Musa'nın kavminde hakka 
ileten ve onunla adalet yapan bir ümmet (topluluk) vardır.? 
(A'râf, 7/159) 
?Yarattıklarımızdan, hakka 
yöneltip, ileten ve onunla adaleti kılan (uygulayan) bir ümmet vardır.? 
(A'râf, 7/181) 
 ?Onların hepsi bir 
değildir. Kitab Ehli'nden bir topluluk (ümmet) vardır ki, gece vaktinde ayakta 
durup Allah'ın ayetlerini okuyarak secdeye kapanırlar. 
Bunlar, Allah'a ve ahiret 
gününe iman eder, Ma'ruf (iyi) olanı emreder, Münker (kötü) olandan sakındırır 
ve hayırlarda yarışırlar. İşte bunlar, salih olanlardır. 
Onlar, hayırdan her ne 
yaparlarsa, elbette ondan yoksun bırakılmazlar. Allah, muttakîleri bilendir.? 
(Âl-i İmrân, 3/113-115) 
İbn Abbas (r.anhuma) ve Mukatil 
dediler ki: 
- Abdullah b. Selâm, Sa'lebe b. 
Sa'ye, Üseyd b. Sa'ye, Es'ad b. Ubeyd ve Yahudîlerden müslüman olanlar İslâm'a 
girince, Yahudî hahamları demişlerdir ki: 
- Muhammed'e ancak bizim 
şerlilerimiz iman etmiştir. Eğer onlar, bizim hayırlılarımızdan olsaydılar, 
elbette atalarının dinini terk etmezlerdi. 
Sonra onlara dediler ki: 
- Dininizi, başka bir dinle 
değiştirdiğiniz zaman gerçekten zarar ettiniz. 
Allah Teâlâ da, bu ayeti 
indirdi.[18] 
İmam İbn Kesir (r.a.), 
tefsirinde bu ayetler için şu beyanda bulunuyor: 
?Buna göre ayet şöyle 
anlaşılmalıdır: 
Daha önce zemmedilen Ehl-i 
Kitab ile iman eden bunlar elbette aynı değildirler. Bunun için Allah: ?Hepsi 
bir değildir.? Hepsi aynı seviyede değildirler. Bilakis onlardan iman edenler 
ve günahkârlar vardır, buyuruyor. 
Ehl-i Kitab'dan Allah'ın emrini 
yerine getiren, Allah'ın şeriatına itaat eden, Allah'ın Peygamberine uyan ve 
doğru yolda olanlar vardır. Onlar, secdeye vararak, geceleri Allah'ın 
ayetlerini okurlar, ibadet ederler, fazlasıyla teheccüd namazı kılarlar, 
namazlarında Kur'ân okurlar. Bu topluluk, Allah'a ve ahiret gününe inanırlar, 
iyiliği emreder, kötülükten vazgeçirirler. Hayırlara koşuşurlar. İşte onlar, 
salihlerdendir.?[19] 
Rabbimiz Allah şöyle buyurur: 
?Gerçek şu ki, İbrahim (tek 
başına) bir ümmetti. Allah'a gönülden yönelip itaat eden bir muvahhiddi ve o, 
müşriklerden değildi. 
O'nun nimetlerine 
şükrediciydi. (Allah,) onu seçti ve doğru yola iletti. 
Ve Biz, ona dünyada bir 
güzellik verdik. Şübhesiz o, ahirette de salih olanlardandır.? (Nahl, 
16/120-122) 
Milletin babası Halilullah 
İbrahim (a.s.), en iyi hasletleri üzerinde toplayan, muvahhid mü'minler için 
önder ve örnek bir şahsiyetti. Yegâne Rabbi Allah'ın bütün emirlerini yerine 
getiren, O'na teslim olmuş ve O'na tam itaat eden bir muvahhid idi. O, asla 
müşriklerden olmadı ve bütün batıl anlayışları terk ederek, Allah'ı nimetlerine 
şükreden bir mü'min müslüman olarak Rabbi Allah'a teslim olduğundan dolayı 
övülüyordu? 
?Ümmet: Pek çok hayrı şahsında 
toplayan adam demektir.?[20] 
 
Rabbimiz Allah, dost edindiği 
İbrahim (a.s.)'ı imtihan etti? İmtihanda başarılı olan İbrahim (a.s.)'ı 
insanlara imam, yani örnek bir önder yapan Allah Teâlâ, bu makama ancak 
salihlerin ve adil olanların hak kazandığını beyan buyurur: 
?Hani İbrahim'i birtakım 
kelimelerle denemişti. O da, (istenenleri) tam olarak yerine getirmişti. (O 
zaman Allah, İbrahim'e:) ?Seni şübhesiz insanlara imam kılacağım' dedi. 
(İbrahim:) ?Ya soyumdan olanlar?' deyince (Allah:) ?Zalimler, benim ahdime 
erişemez' dedi.? (Bakara, 2/124) 
Rabbimiz Allah, yaratılış 
gayelerine uygun hareket edip, ırk, renk, kavim, aşiret, kabile, dil ve bölge 
farkı gözetmeksizin mü'min oldukları için kardeş olup ümmeti teşkil eden, ayrı 
milletten olan sadık kullarına şöyle hitab eder: 
?Gerçekten sizin bu 
ümmetiniz tek bir ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim, öyleyse bana ibadet edin.? 
(Enbiya, 21/92) 
Bu ayet hakkında, İbn Abbas 
(r.anhuma), Mücahid (rh.a.), Said İbn Cübeyr (rh.a.), Katâde (rh.a.) ve 
Abdurrahman İbn Zeyd İbn Eslem (rh.a.): 
- Sizin dininiz, bir tek 
dindir, demişlerdir. 
İmam Hasan el-Basrî (rh.a.) 
ise: 
- Allah Teâlâ onlara, 
sakınacaklarını ve yapacaklarını beyan buyurmuş, sonra da: 
?Gerçek, bu sizin ümmetiniz 
bir tek ümmettir.? Sizin yolunuz, bir tek yoldur, buyurmuştur, demiştir.[21] 
İmam İbn Cerîr et-Taberî 
(rh.a.), bu ayetin tefsirinde şöyle der: 
?Allah Teâlâ, ?Peygamberler 
Sûresi' anlamına gelen Enbiya Sûresi'nde, Peygamberleri özet olarak 
zikrettikten sonra, hak dinin tek bir din olduğunu, onu tebliğ eden 
Peygamberlerin ise, zamana ve yere göre farklı kavimlerin arasından 
çıktıklarını, bunun ise hak dinin tek bir din olmasına engel olmadığını beyan 
ederek buyuruyor ki: 
İşte sizin dininiz, tek bir 
dindir. Rabbiniz de Benim. O hâlde Bana kulluk edin. Benim dışımdaki varlıklara 
tapmayı bırakın!?[22] 
Dünya hayatında her akîdeye 
mensub insan grupları, öbek öbek önderlerinin etrafında bir araya geldikleri 
gibi, ahirette de imamlarıyla küme küme bir araya gelirler? Millet-i İbrahim'in 
mensubları olan muvahhid mü'minler, Peygamberlerinin ardına düştükleri gibi, 
küfür ve şirk milletinin mensubları da kendilerini cehenneme götürecek 
liderlerinin peşine düşerler? insan, dünyada da, ahirette de, aynı inancı ve 
aynı usûlü paylaştığı, kendisini sevdiği ile beraberdir? 
Abdullah b. Mes'ud (r.a.)'dan. 
Rasulullah (s.a.s.) şöyle 
buyurur: 
?Kişi sevdiği ile 
beraberdir.?[23] 
 
Ebu Hureyre (r.a.)'dan. 
Rasulullah (s.a.s.) şöyle 
buyurur: 
?Kişi, dostunun dini 
üzeredir. Bu yüzden biriniz, dost edindiği kişiye dikkat etsin!?[24] 
Kişi, dünyada kimi dost 
edinmiş, kiminle aynı akîdeyi ve aynı usûlü paylaşmış, aynı gaye uğrunda beraber 
olmuş ise, ahirette de onunla beraberdir? İsterse hak üzere, isterse batıl üzere 
olsun, kimleri sevmiş ve onlarla aynı inancı benimsemiş ise, onlarla birlikte 
haşrolunacaktır? 
Bundan dolayı Rabbimiz Allah: 
?Ey iman edenler, Allah'dan 
sakının ve sadıklarla birlikte olun.? buyurur. (Tevbe, 
9/119) 
Bundan dolayı, Ebu Said 
el-Hudrî (r.a.)'ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.): 
?Yalnız mü'minle arkadaş ol 
ve ekmeğini (yemeğini) ancak takvalı kişi yesin!? buyurur.[25] 
 
Bundan dolayı muvahhid 
mü'minler, milletinin atası Halilullah İbrahim (a.s.) gibi: 
?Rabbim, bana hüküm (ve 
hikmet) bağışla ve beni salih olanlara kat.? (Şuara, 
26/83) diye dua eder ve Rabbleri Allah'dan bunu dilerler? 
Rabbimiz Allah'ın, muvahhid 
mü'min kullarının kendileriyle bulunmasını ve beraber olunmasını emrettiği 
sadıklar, Allah'a ve Rasulüne katıksız iman edip, imanlarında hiçbir şübheye 
düşmeden, mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihad edenlerdir[26]? 
 
Halilullah İbrahim (a.s.), 
Salihlerden idi...[27] 
Salih olanlar, İbrahim (a.s.)'ın milletinden olan muvahhid mü'minlerdir? Onlar, 
iman edip salih ameller işleyerek, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye ederek 
kurtulmuş kullardan olanlardır...[28] 
Salih kullar için Rabbimiz 
Allah şöyle buyurur: 
?İman edip salih amellerde 
bulunanlar ise, cennet halkıdırlar, orada süresiz kalacaklardır.? 
(Bakara, 2/82) 
Rabbimiz Allah insan kullarını, 
dünya hayatlarındaki önderleriyle davet buyurur? Onlar, dünya hayatında kimi 
imam olarak seçmiş ve kimin peşine takılıp izinden gitmiş ise, onunla beraber 
çağrılırlar? Onun milletinden olarak değerlendirilirler? Millet-i İbrahim'den 
olanlar, hangi peygamberin ümmetinden ise, O peygamberin ardına düşerek bu 
davete icabet ederler? Millet-i Nemrud'un mensubları ise, dünyada kendilerine 
tabi olup emirlerince yaşayan liderleri Nemrud, Fir'avn, Ebu Cehil ve 
benzerlerinin peşine takılıp çağrıya icabet ederler? 
Şöyle buyuruyor Rabbimiz Allah: 
?Her insan grubunu 
imamlarıyla çağıracağımız gün, artık kimin kitabı sağ eline verilirse, onlar 
kitablarını okuyacaklar ve onlar, bir hurma çekirdeğindeki iplikcik kadar bile 
haksızlığa uğratılmazlar. 
Kim bunda (dünyada) kör ise, 
o, ahirette de kördür ve yol bakımından daha şaşkın bir sapıktır.? (İsra, 
17/71-72) 
?Biz, onları ateşe çağıran 
imamlar kıldık, kıyamet günü yardım görmezler.? (Kasas, 28/41) 
?O (Fir'avn), kıyamet günü 
kavminin önderliğine geçer, böylece onları ateşe götürmüş olur. Sonunda 
vardıkları yer, ne kötü bir yerdir.? (Hud, 11/98) 
Abdullah İbn Ömer (r.anhuma) 
şöyle demiştir: 
- Kıyamet gününde insanlar, 
küme küme olurlar. Her ümmet, kendi Peygamberlerinin ardına düşer.[29] 
 
Abdullah İbn Mes'ud (r.a.) 
anlatıyor: 
Rasulullah (s.a.s.), bana 
hitaben: 
?Bana Kur'ân oku!? diye 
emretti. 
Ben de O'na: 
- Kur'ân senin üzerine 
indirildiği hâlde, ben onu, sana mı okuyacağım? dedim. 
Rasulullah: 
?Şübhesiz ben Kur'ân'ı 
kendimden başkasından işitmeyi severim.? buyurdu. 
Ben de kendisine, en-Nisa 
Sûresi'ni okumaya başladım. 
?Her ümmetten bir şahid 
getirdiğimiz ve onların üzerine seni şahid olarak getirdiğimiz zaman nasıl 
olacak?? (Nisa, 4/41) ayetine ulaştığımda Rasulullah, bana: 
?Okumayı tut (yani durdur)!? 
buyurdu. 
O sırada gördüm ki, 
Rasulullah'ın iki gözü yaş döküyordu.[30] 
İlim adamlarımız derler ki: 
Peygamber (s.a.s.)'in ağlaması, 
bu ayet-i kerimenin ihtiva ettiği dehşetli başlangıç ve işin ağırlığı 
dolayısıyladır. Zirâ Peygamberler, ümmetlerine karşı doğrulayıp, 
yalanladıklarına dair şahidler olarak getirileceklerdir. 
Hz. Peygamber de kıyamet 
gününde bir şahid olarak getirilecektir. 
Yüce Allah'ın: ?Bunlar? buyruğu 
ile de, hem Kureyş kâfirlerine, hem diğer kâfirlere işaret vardır. Özellikle 
Kureyş kâfirlerinin anılmasının sebebi, azabın bu Kureyş kâfirleri üzerinde 
diğerlerine göre daha ağır olacağından dolayıdır. Çünkü onlar, mucizeleri ve 
Allah'ın, O'nun elleri vasıtasıyla ortaya çıkardığı harikûlâde hâlleri görmekle 
birlikte inad ettiler.?[31] 
Rabbimiz Allah şöyle buyurur: 
?Her ümmetten bir şahid 
göndereceğimiz gün, (artık ondan) ne inkâr edenlere (özür dilemeleri için) izin 
verilecek, ne (Allah'dan) hoşnudluk dilekleri kabul edilecek.? (Nahl, 16/84) 
 
Millet-i İbrahim'den en son 
ümmet olan Ümmet-i Muhammed, bütün insanlık âlemini Tevhid'e davet etmektedir? 
Kitablı olsun, Kitabsız olsun bütün gayr-ı müslimlere, birbirlerini rabler veya 
kullar edinmekten vazgeçip hep beraber Âlemlerin Rabbi Allah'a kul olmak 
tebliğini yapıp, kullara kul olmaktan kurtulup iman etmeye davet etmektedirler? 
Bu ilâhî vazife, Rabbimiz Allah 
tarafından verilmiştir: 
?De ki: ?Ey Kitab Ehli, 
bizimle sizin aranızda müşterek (olan) bir kelimeye (Tevhid'e) gelin, Allah'dan 
başkasına kulluk etmeyelim. O'na, hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah'ı 
bırakıp bir kısmımız (diğer) bir kısmımızı rabler edinmeyelim.' Eğer yine yüz 
çevirirlerse, deyin ki: ?Şahid olun, biz gerçekten müslümanlarız.? (Âl-i 
İmrân, 3/64) 
Yegâne önderimiz Rasulullah 
(s.a.s.), Kitablı veya Kitabsız gayr-ı müslimlerin devlet başkanlarına göndermiş 
olduğu davet mektublarına bu ayet-i kerimeyi yazdırırdı? 
Örnek olarak, Bizans İmparatoru 
Hırakl'e gönderdiği mektubu analım? Olayı, mektub vesilesiyle Hırakl ile konuşan 
Ebu Süfyan anlatıyor? 
Ebu Süfyan dedi ki: 
- Bundan sonra Hırakl, 
Rasulullah'ın mektubunu istedi ve onu okudu. Mektubun içinde şunlar yazılmıştı: 
 
?Bismillahi'r-rahmânir'r-rahîm. 
Allah'ın Rasulü 
Muhammed'den, Ru'mun büyüğü Hırakl'e... 
Hidayet yoluna uyanlara 
selâm olsun! 
Bundan sonra: 
Ben seni, İslâm davetine, 
yani müslümanlığa davet ediyorum. İslâm'a gir ki, selâmette bulunasın. Müslüman 
ol ki Allah, senin ecrini iki kat versin! Şayet yüz çevirirsen, ırgatların, 
çiftçilerin vebâli de muhakkak senin üzerine olur! 
?Ey Ehli Kitab, bizimle 
sizin aranızda müşterek (olan) bir kelimeye (Tevhid'e) gelin?? (Âl-i İmrân, 
3/64) 
Hırakl, mektubun okumasını 
bitirdikten sonra yanında sesler yükseldi ve gürültü çoğaldı. Bizim dışarıya 
çıkarılmamız emredildi, biz de dışarıya çıkarıldık.[32] 
 
Merhamet olunmuş ümmet olan 
Ümmet-i Muhammed'in mensubları olan muvahhid mü'minlerin vasıflarını beyan 
buyuran Rabbimiz Allah, ümmeti oluşturanları şöyle açıklıyor: 
?Gerçek şu ki, iman edenler, 
hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler ile 
(hicret edenleri) barındıranlar ve yardım edenler, işte birbirlerinin velisi 
olanlar bunlardır. İman edip hicret etmeyenler, onlar hicret edinceye kadar, 
sizin onlara hiçbir şeyle velayetiniz yoktur. Amma din konusunda sizden yardım 
isterlerse, yardım, üzerinizde bir yükümlülüktür. Ancak sizlerle onlar arasında 
anlaşma bulunan bir topluluğun aleyhinde değil. Allah, yaptıklarınızı görendir. 
İnkâr edenler, birbirlerinin 
velileridirler. Eğer siz, bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost 
olmazsanız), yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk, (fesad) olur. 
İman edenler, hicret edenler 
ve Allah yolunda cihad edenler ile (hicret edenleri) barındıranlar ve yardım 
edenler, işte gerçek mü'min olanlar bunlardır. Onlar için bir bağışlanma ve 
üstün bir rızık vardır. 
Bundan sonra iman edip 
hicret edenler ve sizinle birlikte cihad edenler, işte onlar, sizdendir. 
Akrabalar Allah'ın kitabı'na göre, birbirine (mirasta) önceliklidir. Doğrusu 
Allah, her şeyi bilendir.? (Enfâl, 8/72-75) 
Rabbimiz Allah'ın emredip razı 
olduğu ve Rasulullah (s.a.s.)'in yapıp gösterdiği şekilde katıksız iman ederek, 
imanlarının gereği olan salih ameli işleyen muvahhid mü'minler, yeryüzünde 
Allah'a kul olmalarını engelleyen her güç ile malları ve canlarıyla mücahede 
ederler? Bulundukları bölgelerde, onların Allah'a kul olmasını engelleyip 
kendilerine kul olmalarını isteyen tağutlarla gerekli mücadele ve mücahede de 
güçsüz ve çâresiz kalan muvahhid mü'minler, Allah'a karşı kulluk vazifesini 
yapacak başka bölgelere hicret ederler? Müşrik tağutların egemen olduğu, 
muvahhid mü'minlere her türlü işkencenin yapıldığı ve bir ?Daru'ş-Şirk? hâline 
getirilen Mekke'den, hicret yurdu olan Yesrib'e (Medine'ye) yapılan hicret 
gibi!.. 
Mü'min müslümanların vatanı, 
üstünde yaratılış gayelerine uygun, yani, yalnızca Rabbleri Allah'a ibadet 
ederek yaşadıkları ve imanlarının gereği olan bir hayat anlayışı ile ömürlerini 
geçirdikleri yerdir? Allah'ın razı olduğu fiillerin işlendiği ve Allah'ın razı 
olmadığı fiillerin yasaklandığı, yapmak isteyenlerin engellendiği yer, muvahhid 
mü'minler, Rabbleri Allah'a karşı olan kulluk vazifelerini gereği gibi yaparken 
hiçbir engelle karşılaşmazlar? Allah ve Rasulü (s.a.s.)'e tam itaat edilen ve 
Kitab ve Sünnet'in beyan ettiği helâl-haram sınırlarına riâyet edilip 
çiğnenmeyen yer, İslâm ülkesidir!.. 
Rabbimiz Allah, Ümmet-i 
Muhammed'in değişmez vasıflarını beyanla şöyle buyurur: 
?O Rahmân (olan Allah)ın 
kulları, yeryüzü üzerinde alçak gönüllü olarak yürürler ve cahiller kendileriyle 
muhatab oldukları zaman, ?selâm' derler. 
Onlar, Rablerine secde 
ederek ve kıyam durarak gecelerler. 
Onlar: ?Rabbimiz, cehennem 
azabını bizden geri çevir. Gerçekten onun azabı, ödenmesi kaçınılmaz bir borç 
(veya sürekli bir acıdır)' derler. 
?Şübhesiz o, ne kötü bir 
karargâh ve ne kötü bir konaklama yeridir.' 
Onlar harcadıkları zaman, ne 
israf ederler, ne kısarlar, (harcamaları) ikisi arasında orta bir yoldur. 
Ve onlar, Allah ile beraber 
başka bir ilâha tapmazlar. Allah'ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmezler 
ve zinâ etmezler. Kim bunları yaparsa, ağır bir ceza ile karşılaşır. 
Kıyamet günü, azab ona kat 
kat arttırılır ve içinde aşağılanmış olarak temelli kalır. 
Ancak tevbe eden, iman eden 
ve salih amellerde bulunup davranan başka. İşte onların günahlarını Allah, 
iyiliklere çevirir. Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. 
Kim tevbe eder ve salih 
amellerde bulunursa, gerçekten o, tevbesi (ve kendisi) kabul edilmiş olarak 
Allah'a döner. 
Ki onlar, yalan şahidlikte 
bulunmayanlar, boş ve yararsız sözle karşılaştıkları zaman onurlu olarak 
geçenlerdir. 
Onlar, kendilerine 
Rablerinin ayetleri hatırlatıldığı zaman, onun üstünde sağır ve körler olarak 
kapanıp kalmayanlardır. 
Ve onlar: ?Rabbimiz, bize, 
eşlerimizden ve soyumuzdan göz aydınlığı olacak (çocuklar) armağan et ve bizi, 
takva sahiblerine imam (önder) kıl' diyenlerdir. 
İşte onlar, sabretmelerine 
karşılık (cennetin en güzel yerinde) odalarla ödüllendirilirler ve orada esenlik 
dileği ve selâmla karşılaşırlar. 
Orada ebedî olarak 
kalıcıdırlar. O, ne güzel bir karargâh ve ne güzel bir konaklama yeridir.? 
(Furkan, 25/63-77) 
Rabbimiz Allah, yalnız 
kendisine kul olan ve kulluk vazifelerini bütün imkânlarını kullanarak yerine 
getirmeye çalışan Ümmet-i Muhammed'in mü'min müslüman ferdlerini böyle beyan 
buyuruyor? Ümmetin değişmez karakterinin beyan buyrulduğu bu ayet-i kerimelerin 
birer birer okunup, üzerlerinde uzun uzun düşünülüp konuşulması gerekir? Bu 
konuda değerli müfessir ulemânın görüşlerine müracaat edilmesi, araştırılması 
ve bu beyanların günümüze göre tekrar görüşülmesi, konunun çok iyi anlaşılmasına 
yardımcı olur? Böyle ciddî bir çalışmayı başarabilenler, Ümmet-i Muhammed'i 
tanıma imkânına sahib olurlar? 
Yegâne önderimiz ve hayat 
örneğimiz Rasulullah (s.a.s.), ümmetini nasıl anlatmış olduğuna dair hadis-i 
şeriflerden birkaç tanesini zikretmek, ümmetin değişmez karakterini anlamaya 
kâfî gelir kanaatindeyiz!.. 
1) Ebu Hüreyre 
(r.a.)'dan. 
Rasulullah (s.a.s.) şöyle 
buyurur: 
?Bizler, en sonra 
gelmişleriz (son ümmetiz), kıyamet gününde en başa geçecek onlardır. Ancak her 
ümmete bizden önce Kitab verildi. Bize de, onlardan sonra Kitab verildi.?[33] 
 
2) İbn Abbas 
(r.anhuma)'dan. 
Rasulullah (s.a.s.) şöyle 
buyurdu: 
?Bana: 
- İşte bunlar, senin 
ümmetindir. Bunların beraberinde yetmişbin kişi vardır ki, bunlar, hesaba 
çekilmeksizin cennete girecekler, denildi.?[34] 
3) Muhammed b. İshak 
(rh.a.) dedi ki: 
Rasulullah (s.a.s.), 
Muhacirlerle Ensar arasında birleştirici bir akid olmak üzere bir belge 
düzenledi. 
Şöyle dedi: 
 
?Bismillahi'r-rahmâni'r-rahîm. 
Bu, Peygamber Muhammed 
(s.a.s.)'den, Kureyşli ve Medineli mü'min ve müslümanlarla, onlara tabi olup 
onlara katılanlar ve onlarla birlikte cihad edenler arasında bir andlaşmadır. 
Onlar, insanlardan ayrı 
olarak bir tek ümmettirler...?[35] 
 
4) Enes (rh.a.)'dan. 
Rasulullah (s.a.s.) şöyle 
buyurur: 
?Ümmetimin misali, yağmur 
misalidir ki, evveli mi daha hayırlıdır, yoksa sonu mu bilinmez!?[36] 
 
5) İbn Ömer 
(r.anhuma)'dan. 
Rasulullah (s.a.s.) şöyle 
buyurdu: 
?Allah, benim ümmetimi 
dalâlette (sapıklıkta) bir araya getirmeyecektir ve Allah'ın (yardım) eli, 
cemaatın üzerindedir. Her kim (kavlen veya fiilen veya itikaden) ayrılırsa, 
şübhesiz cehenneme ayrılır.?[37] 
 
6) Ebu Malik el-Eş'arî 
(r.a.)'dan. 
Rasulullah (s.a.s.) şöyle 
buyurdu: 
?Gerçekten Aziz ve Celîl 
olan Allah sizi (şu) üç hasletten korudu: 
Peygamberinizin, sizin 
aleyhinizde dua ederek hepinizin birden helâk olmasından. 
Ehl-i batılın, ehl-i hakka 
üstün gelmesinden. 
Müslümanların sapıklık 
üzerine toplanmasından.?[38] 
İman üzere ve İslâm üzere bir 
araya gelen ümmetten ayrılan, cehenneme ayrılır? Bu ayrılık, haktan sonra batıla 
ayrılıştır? Bu ayrılış Tevhid'den sonra şirke, İslâm'dan sonra cahiliyyeye 
ayrılıştır? Bu ayrılış irtidad olup bedevîleşmektir? 
Abdullah İbn Mes'ud (r.a.) 
şöyle der: 
- Bilerek faiz yiyen (alan), 
yediren (veren) ve onu yazan, güzellik için dövme yapan ve yaptıran, zekat 
vermeyen ve hicretten sonra mürted olarak çölde yaşayan (bedevîleşen), kıyamet 
gününde Rasulullah'ın lisanından lânetlenecektir.[39] 
 
Emirü'l-mü'minin İmam Ali 
(r.a.)'a göre büyük günahlar yedi tanedir. 
Bunlar da: 
Allah'a ortak koşmak, 
Allah'ın öldürülmesini haram 
kıldığı bir insanı öldürmek. 
Namuslu bir kadına zinâ 
iftirasında bulunmak. 
Yetim malı yemek. 
Faiz yemek. 
Savaştan kaçmak. 
Hicret ettikten sonra, tekrar 
bedevîliğe dönmek.[40] 
Rabbimiz Allah şöyle buyurur: 
?Bedevîler, inkâr ve nifak 
bakımından daha şiddetlidir. Allah'ın, Rasulüne indirdiği sınırları bilmemeye de 
onlar daha yatkın ve elverişlidir. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.? 
(Tevbe, 9/97) 
?Şübhesiz kendilerine 
hidayet açıkça belli olduktan sonra gerisin geri (küfre) dönenleri, 
şeytan kışkırtmış ve u-zun emellere kaptırmıştır.? (Muhammed, 47/25)[41] 
 
 
 
 
 
 
 
 [1] 
 Ferit Develioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, Ank.1986, Sh.1356. 
 
 
 
 [2] 
 Fahruddin, er-Râzî, A.g.e., C.5, Sh.59. 
 
 
 
 [3] 
 et-Taberî, A.g.e., C.1, Sh.519. 
 
 
 
 
 [4] 
 İbn Kesir, A.g.e., C.9, Sh.4590. 
 
 
 
 
 [5] 
 Sahih-i Müslim, Kitabu'l-İmare, B.31, Hds.116.Sünen-i Ebu Davud, 
 Kitabu'l-Vitr, B.26, Hds.1529. Sünen-i Neseî, Kitabu'l-Cihad, B.18, 
 Hds.3117. 
 
 
 
 
 [6] 
 Bkz. Bakara, 2/205. 
 
 
 
 [7] 
 Bkz. Bakara, 2/256. 
 
 
 
 [8] 
 et-Taberî, A.g.e. C.3, Sh.319. 
 
 
 
 
 [9] 
 et-Taberî, A.g.e., C.7, Sh. 326. İbn Kesir, A.g.e., C.13, Sh.7148. 
 
 
 
 
 [10] 
 Sünen-i Tirmizî, Kitabu Tefsiri'l-Kur'ân, B.4, Hds.3186. Sünen-i İbn Mace, 
 Kitabu'z-Zühd, B.34, Hds.4288. 
 
 
 
 
 [11] 
 Sünen-i İbn Mace, Kitabu'z-Zühd, B.34, Hds.4289. Sünen-i Tirmizî, Kitabu 
 Sıfati'l-Cenne, B.13, Hds.2670. 
 
 
 
 
 [12] 
 Sünen-i İbn Mace, Kitabu'z-Zühd, B.34, Hds.4292. Sünen-i Ebu Davud, 
 Kitabu'l-Fiten, B.7, Hds.4278. Kuzâî, Şihâbü'l-Ahbâr Tercümesi, Çev. Prof. 
 Dr. Ali Yardım, İst. 1999, Sh.189, Hds.623. 
 
 
 
 
 [13] 
 Sünen-i Tirmizî, Kitabu's-Siyer, B.5, Hds.1593. İmam Tirmizî (rh.a.): - Bu 
 hadis, Hasen-Sahih'dir, demiş. 
 
 
 
 [14] 
 Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Mesacid, Hds.4 (522). 
 
 
 
 [15] 
 Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Cenaiz, B.85, Hds.120. Sahih-i Müslim, 
 Kitabu'l-Cenaiz, B.20, Hds.60. Sünen-i Neseî, Kitabu'l-Cenaiz, B.50, 
 Hds.1933. Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Cenaiz, B.63, Hds.1064. Sünen-i Ebu 
 Davud, Kitabu'l-Cenaiz, B.74-76, Hds.3233. Sünen-i İbn Mace, 
 Kitabu'l-Cenaiz, B.20, Hds.1491-1492. 
 
 
 
 
 [16] 
 Ayrıca bkz. Bakara, 2/193. Enfal, 8/39. 
 
 
 
 [17] 
 İmam Kurtubî, A.g.e., C.10, Sh.303. İbn Kesir, A.g.e., C.9, Sh.4589. 
 
 
 
 [18] 
 İmam Ebu'l-Hasen Ali b. Ahmed el-Vahidî, Esbâb-ı Nüzül, Çev. Dr. Necati 
 Tetik-Necdet Çağıl, Erzurum, T.Y.Sh.124. et-Taberî, A.g.e., C.2, Sh.341. 
 
 
 
 [19] 
 İbn Kesir, A.g.e., C.4, Sh.1346. 
 
 
 
 
 [20] 
 İmam Kurtubî, A.g.e., C.10, Sh.303. 
 
 
 
 
 [21] 
 İbn Kesir, A.g.e. C.10, Sh.5378. 
 
 
 
 
 [22] 
 et-Taberî, A.g.e. C.5, Sh.548. 
 
 
 
 
 [23] 
 Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Edeb, B.96, Hds.193. Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Birri 
 ve's-sıla, B.50, Hds.165. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-Edeb, B.122, 
 Hds.5126-2127. Sünen-i Tirmizî, Kitabu'z-Zühd, B.38, Hds.2494. 
 
 
 
 
 
 [24] 
 Sünen-i Tirmizî, Kitabu'z-Zühd, B.32, Hds.2484. Sünen-i Ebu Davud, 
 Kitabu'l-Edeb, B.19, Hds.4833. 
 
 
 
 
 [25] 
 Sünen-i Tirmizî, Kitabu'z-Zühd, B.44, Hds.2506. Sünen-i Ebu Davud, 
 Kitabu'l-Edeb, B.19, Hds.4832. Sünen-i Dârimî, Kitabu'l-Et'ime, B.23, 
 Hds.2063. 
 
 
 
 
 [26] 
 Bkz. 
 Hucurat, 49/15. 
 
 
 
 [27] 
 Bkz. Nahl, 16/122. 
 
 
 
 
 [28] 
 Bkz. Asr, 103/3. 
 
 
 
 
 [29] 
 Sahih-i Buhârî, Kitabu't-Tefsir, B.191, Hbr.239. 
 
 
 
 
 [30] 
 Sahih-i Buhârî, Kitabu't-Tefsir, B.81, Hds.104. Kitabu Fedaili'l-Kur'ân, 
 B.33, Hds.72. B.35, Hds.78. Sahih-i Müslim, Kitabu Salati'l-Müsafirin, 
 B.40, Hds.248. Sünen-i Tirmizî, Kitabu Tefsiri'l-Kur'ân, B.5, Hds.3212-3213. 
 Sünen-i İbn Mace, Kitabu'z-Zühd, B.19, Hds.4194. Sünen-i Ebu Davud, 
 Kitabu'l-İlm, B.13, Hds.3668. 
 
 
 
 
 [31] 
 İmam Kurtubî, A.g.e., C.5, Sh.210. 
 
 
 
 
 [32] 
 Sahih-i Buhârî, Kitabu't-Tefsir, B.56, Hds.74. Bed'i'l-Vahy, B.1, Hds.6. 
 Kitabu'l-Cihad ve's-Siyer, B.101, Hds.151. Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Cihad 
 ve's-Siyer, B.26, Hds.74. 
 
 
 
 
 [33] 
 Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Enbiya, B.56, Hds.153. Sahih-i Müslim, 
 Kitabu'l-Cuma, B.6, Hds.19-22. Sünen-i İbn Mace, Kitabu'z-Zühd, B.34, 
 Hds.4290. Sünen-i Dârimî, Mukaddime, B.8, Hds.55. 
 
 
 
 
 
 [34] 
 Sahih-i Buhârî, Kitabu't-Tıbb, B.42, Hds.67. Kitabu'r-Rikak, B.50, 
 Hds.128-129. Kitabu'l-Libas, B.18, Hds.29. Sahih-i Müslim, Kitabu'l-İman, 
 B.94, Hds.374. Sünen-i Tirmizî, Kitabu Sıfati'l-Kıyame, B.14, Hds.2563. 
 Ayrıca bkz. Sünen-i İbn Mace Kitabu'z-Zühd, B.34, Hds.4285. İmam Buhârî, 
 Edebü'l-Müfred, B.409, Hds.911. 
 
 
 
 
 
 [35] 
 İbn Kesir, el-Bidaye, ve'n-Nihaye-Büyük İslâm Tarihi, Çev. Mehmet Keskin, 
 İst.1994, C.3, Sh.334. 
 
 
 
 
 [36] 
 Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Emsâl, B.5, Hds.3029. 
 
 
 
 
 [37] 
 Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Fiten, B.7, Hds.2255. 
 
 
 
 
 [38] 
 Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-Fiten, B.1, Hds.4253. Sünen-i İbn Mace, 
 Kitabu'l-Fiten, B.8, Hds.3950. Sünen-i Dârimî, Mukaddime, B.8, Hds.55. 
 
 
 
 
 [39] 
 Sünen-i Neseî, Kitabu'z-Zinet, B.25, Hbr.5070. 
 
 
 
 
 [40] 
 et-Taberî, A.g.e., C.2, Sh.503. 
 
 
 
 
 [41] 
 Kul Sadi Yüksel, İstanbul, İslam Milleti Olmak, Misyon Yayınları: 45-68.



