Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
Millet Kavramının Tahrifi
Millet Kavramının Tahrifi 
 
 
Millet Kavramının 
Tahrifi 
 
 
Kur'an'ın ve dolayısıyla 
İslâm'ın kelimelere yüklediği anlamı atıp, o kelime ve kavramlara çok farklı 
mânâlar yüklemek, insanla Kur'an arasındaki köprüleri yıkmaktan daha fecî bir 
duruma sebep olmaktadır. Bu tavır; tahrif, dejenerasyon, ihânet, hakka bâtılı 
karıştırmak, bâtıla hak maskesi takmak şeklinde ifade edilebilir. 
Millet, İslâm kültürüne göre 
din anlamında kullanıldığından, ?İslâm milleti?, ?küfür milleti? tâbirleri 
doğrudur. Türk milleti, Yunan milleti... gibi ifadeler aslında yanlıştır. Millet 
kelimesinin kavim/ulus anlamında kullanılması, 19. asırdan sonra ve özellikle 
20. asırda yaygınlaş(tırıl)mıştır. Bu galat, Kur'an kavramlarının câhiliyye 
tarafından içinin boşaltılıp sapık inançlar doğrultusunda doldurulmasına açık 
bir örnektir. Millî: Millete âit, millete has, milletle ilgili demektir. 
Millet hangi anlama geliyorsa, millî de ona ait anlamında kullanılır. Yani, 
aslında ?dinî? demek olan bu kelime, ?kavmî/ulusal? anlamında kullanılmaktadır. 
Milliyet: Aynı milletten olma hali, bir milleti diğer bir milletten 
ayıran unsurların toplamına denir. Aynı millete mensup olanların tamamı 
anlamındadır. Sonradan ?milliyet? kelimesi de, kavmiyet; inanç, tarih, dil, 
gelenek, kültür, ideal ve vatan birliği anlamında kullanılmaya başlanmıştır. 
Milliyetçilik de; milletin, milliyet topluluğunu esas alan, milletini sevmek 
ve yüceltmek ana fikrine dayanan görüş demektir. 
?Türk milleti? deyiminin 
yanlışlığı gibi, ?millet meclisi?, ?milletvekili? gibi ifadeler de, aslında ne 
anlama gelmesi gerektiği halde, şimdi bunlarla anlaşılanlar konusu, önemli 
kavram sapmalarındandır. Asıl anlamı ?dinî? demek olan ?millî? kelimesinin 
bugünkü kullanılışı, millete/dine terslik açısından, meselâ ?millî piyango? 
ifadesi ne kadar trajikomik bir durum arz etmektedir! Millî kumar olduğuna göre; 
?millî fuhuş?tan, ?millî fâiz? ve ?millî hırsızlık?tan söz etmek nasıl olur 
dersiniz? 
Millî duygular, millî takım, 
millî marş, millî kimlik, millî eğitim, millî tarih, millî coğrafya, millî 
bayram, millî egemenlik, millî güvenlik, millî birlik, millî mücâdele, millî 
görüş, millî gazete, millî kültür, millî gelir... gibi ifadelerin de millet ve 
millî kelimelerinin asıl anlamlarından ne kadar farklı kullanıldığı açısından 
değerlendirilmelidir. Kavram kargaşasına yol açmak istemeyen ve Kur'an kelime ve 
kavramlarının tahrif edilmesine karşı olan kimselerin, örnek tamlamalarda 
kullanılan ?millî? kelimesi yerine ?ulusal? sözcüğünü, aşağıdaki örneklerde 
olduğu gibi ?millet? yerine de ?ulus? kavramını tercih etmesi gerekir. Çünkü 
millet kelimesi örfen hak dine mahsus olduğu için kelâm âlimleri, ehl-i sünnetin 
mezhebini naklederken: "millîler şöyle demiştir..." ifadesini kullanırlar. 
Yahûdilik ve daha çok da 
siyonizm, milliyetçilik/ırkçılık konusunda, hem bunun ideolojileşmesi ve hem de 
ırkçı tutumlara yol açması ve karşı ırkçılık dâvâları açısından önemlidir. Bir 
taraftan yahûdi ırkını öne çıkarıp diğer ırkları kendisine hizmet etmek zorunda 
olan ?eşek? görür ve bu anlayışı muharref Tevrat'a dayandırırken, diğer taraftan 
bu tavra tepki olarak faşizmi ve yahûdi düşmanlığını da hazırlamış oldu. Birinci 
ve özellikle İkinci Dünya Savaşının sebep ve soykırımları incelendiğinde bu 
anlayış ve tavır hemen göze çarpacaktır. Bu anlayış, yani ırkçılık ve arka 
planındaki siyonizm. 
E. Durkheim'den adapte ederek 
nation karşılığı olarak ulus denilecek iken ?millet? diyerek tanımı yapılan 
kavram: Dil, toprak, ülkü, tarih ve din birliği ile birbirlerine bağlı topluluk. 
Gerçi globalleşen ülke anlayışının egemen olduğu günümüz modern dünyasında hâlâ 
eskimiş sosyoloji kuramlarının modası gülünç ve uygulama dışı kabul 
edilmektedir. Ama insanımıza okullarda, medyada hâlâ milletin tanımı olarak Ziya 
Gökalp'in yahûdi sosyologdan tercüme ettiği anlayış, bilim ve tek gerçek diye 
öğretiliyor. İslâm ise, milletin tanımını dinin tanımıyla eşit görüyor. O yüzden 
müslüman halk, Türk olmadığı halde müslüman olan sözgelimi İngiliz Yusuf 
İslâm'ı, Çeçen mücâhidini veya Filistinli Arap bir müslüman genci, Türk olduğu 
halde İslâm düşmanı insanlardan kendine daha yakın görüyor, İslâm milleti 
arasındaki meselâ Hac toplantısını, kerhanedeki, meyhanedeki Türk topluluklarına 
tercih ediyor. 
Osmanlı'nın son zamanlarında, 
aydınlarda İslâm dâvâsı ve idealizmi kaybolduğundan, özellikle Tanzimat sonrası 
yeni idealler aranmaya, ülkenin içinde bulunduğu durumdan kurtuluş için İslâm'ın 
dışında yönelişler baş gösterdi. ?Denize düşen yılana sarılmalı mıdır?? sorusu 
sorulmadan ve ?denize ne kadar düştük, niçin düştük?? muhâsebe yapılmadan denize 
düşürenlerin ip şeklinde uzattıkları yılanlara sarılmak, dinden uzaklaşmış 
aydınlar için kolay çözüm idi. Ve önce, kurtuluş reçeteleri ithal edildi 
Batıdan; düşman, sunduğu zehirleri hemen her zaman altın kâselerde sunacaktır. 
Tanzimatla birlikte yazarlar, şâirler, siyaset adamları, okuyup yazması olan 
mekteplilerin kalem ve dillerinden birkaç parlak kavram çıkıyordu: ?Vatan, 
millet, eşitlik, özgürlük? Neydi vatan? Ne demekti millet? Nasıl bir özgürlüktü 
istenen? Bunlarla kimse uğraşmıyor ve bu kurtarıcı sloganların içine, ne anlama 
geldiğine ve ülkeyi nasıl kurtaracağına kimse bakmıyordu. Varsa yoksa; Vatan, 
millet, özgürlük (sonraları, bir de ?demokrasi?)! 
Evet, tümüyle boş birer 
slogandır, Batılılaşan aydınların ağızlarından düşmeyen sakız ve kalemlerinden 
ha bire dökülen mürekkep şeklindeki vatan, millet... Kurulacak yeni sosyal 
birliğin, millî birlik ve bütünlüğün en önemli unsuru olarak ?vatan? fikrinin 
öne çıkarılması, içi boş bir kavram olarak ve ne kastedildiği müphem şekilde 
vatancılık, tanzimat aydınlarının yeni ideolojilerindendir. Sözgelimi Vatan 
şairi Namık Kemal, vatan kavramıyla ne demek istemektedir? Hangi tezi 
sunmaktadır? Halkın ?Vatan, millet, Sakarya? edebiyatı diye, süslü fakat içi boş 
sözleri böyle değerlendirmesi boşuna değildir. Ziya Gökalp, 1923'te Türkçülüğün 
Esasları adlı kitabını yayınlar ve bu özellikle Emile Durkheim'in etkisinde 
kalarak oluşturduğu sosyoloji ve ideolojisiyle Türkiye Cumhuriyeti'nin fikir 
babası olur. Evet, milliyetçi (daha doğrusu Türkçü/Turancı) Ziya Gökalp, T.C. 
nin teori olarak kurucusu, teorisyenidir. Uygulama da bir başka kurtarıcıya 
bırakılmıştır. Gelinen nokta mı? İsterseniz ?millet? kavramına çağdaş 
aydınlardan çok farklı anlam veren Osmanlı'nın gerilemeye başladığı zamanlarla 
bile mukayese edilirse ortaya çıkacaktır. 500 küsür sene ayakta kalan koca 
çınar, etrafını saran zehirli bitkiler ve içine atılan kurtlarla çürümeye 
başlamıştır. Düşman Batı gözüyle Osmanlı artık ?hasta adam!?dır. Batı aşılarıyla 
çınarın gübreleri üzerine yerleştirilen genç fidanın durumunun hem içten ve hem 
de dıştan nasıl görüldüğünü düşünmek yeter. Osmanlı ölümcül yatağında iken bile 
?adam?dı, iyileşmemesi için ilaçlarına zehirler katılan, binbir tuzak kurulan 
?hasta adam!?. Şimdi T.C.'yi adam yerine koyan ülke var mı, bilmem. Osmanlının 
dünkü vilâyeti, bir vali ile yönettiği şehri Yunanistan ve sözgelimi Suriye'nin 
bile ciddiye almadığı bir ülke... İçinde yaşayan vatandaşların da en 
milliyetçisinin bile onlarca şikâyeti... ?Ya sev, ya terket!?mi? Kim kimi kimin 
yurdundan kovuyor, kim ve ne hakla işgali ve zulmü sevmeyi emredip dayatıyor? 
 
 



