Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
Milliyetçilik/Ulusçuluk/Ulusalcılık.
Milliyetçilik 
 
Milliyetçilik/Ulusçuluk/Ulusalcılık 
 
Irkçılık ve kavmiyetçilik, 19. 
asrın sonlarından itibaren ülkede yanlış ifadelendirilerek ?milliyetçilik? 
kavramıyla dillendirilmektedir. Milliyetçilik, ulus anlamındaki milleti ve onun 
değerlerini ideolojik, kültürel ve siyasî esas olarak kabul eden görüşlere 
denir; nasyonalizm, ulusçuluk ve ulusalcılık demektir. Millet kelimesinin 
Kur'an'da ve İslâm kültüründeki anlamı dikkate alındığında milliyetçilik 
kelimesinin tümüyle yanlış anlamda kullanıldığı görülür. Aslında İslâm 
kültüründeki ve kelimenin lügat anlamındaki karşılığı ile, ?milliyetçilik?, dini 
ve dinin özellikle toplumsal değerlerini savunmak demektir. Fakat, bu kavram, 
kesinlikle bu anlamda kullanılmaz; tam tersine dinin tasvip etmediği bir anlayış 
doğrultusunda kullanılır. 
Milliyetçilik, gerek bir 
kavram, gerekse süren bir hareket olarak değişik şekillerde ve şartlarda ortaya 
çıkmış, buna bağlı olarak tarif ve tasnifler de farklı olmuştur. Bu, biraz da 
?millet? ve ?milliyet?e verilen anlamlarla ilgilidir. Bu terim, İslâm dünyasına 
ve kültürüne aktarıldığı zaman, problem biraz daha karmaşık bir yapıya 
bürünmektedir. Fakat genel olarak milliyetçiliğin millî devlet,millî kalkınma, 
bağımsızlık, millî birlik, millî dil, millî kültür... alt kavramlarını öne 
çıkardığı, dolayısıyla daha dar, daha sınırlı bir siyasî ve sosyal yapıyı 
öngördüğü söylenebilir. Bir başka açıdan milliyetçilik, kişinin kendisini 
etrafındakilerden farklı bir şekilde tanımlaması anlamına gelir. Kişinin üyesi 
olduğu ulusa/topluma hayranlık ve bağlılık duyguları geliştikçe diğerlerini 
dışlama veya geri plana itme eğilimi de güçlenmektedir. 
Milliyetçiliğin bir ideoloji 
olarak doğuşunu milletlerin (ulusların) ortaya çıkışı ile başlatmak mümkündür. 
Bu yönüyle milliyetçilik, batı kaynaklıdır. Feodalite çözülürken milletleşme 
(uluslaşma) hareketleri güç kazandı. Bir ideoloji olarak milliyetçiliğin 
belirmesi, 18. yüzyıl Batı Avrupa'sı ve Kuzey Amerika'sında gerçekleşti. Amerika 
ve Fransız ihtilâlleri bunun ilk belirtileridir. Bu akım, 19. yüzyılın 
başlarında Güney Amerika'ya, Orta Avrupa'ya, yüzyılın ortalarına doğru güney ve 
güneydoğu Avrupa'ya sıçradı. 20. yüzyılın başlarında bazı Asya ülkelerinde 
kendini gösterdi. Özellikle İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra bağımsızlık 
hareketlerinin ortaya çıkmasıyla Asya ve Afrika ülkelerinde sosyalizm ile 
birlikte güçlendi. 
Milliyetçilik; din, dil, 
toprak, menfaat birliği gibi faktörlerin tesiri altında ortak değerlere sahip 
olanların yakınlaşma duygusundan ve vâkıasından kuvvet almakla birlikte; bir 
ideoloji olarak ?millî devlet?i (ulusa ve ırka dayalı ulusal devleti) esas alır. 
Bu yüzden feodal beylikler, imparatorluklar, dinî birliğe dayalı toplumlar, 
kabile toplumları için milliyetçilik ideali diye bir şey sözkonusu olmamıştır. 
 
Batıda milliyetçiliğin ortaya 
çıkışı kapitalizmin gelişmesiyle de yakından ilgilidir. Ticarî kapitalizmin 
doktrinini oluşturan merkantilizm, devletlerin dış piyasalarda kendi tüccarıyla 
bütünleşmesini, bu da ?millî şuur?un (ulusal bilincin) varlığını gerektirmiştir. 
Yine feodal toplumda önemli olan din faktörünün protestanlık ve laiklik ile 
zayıflatılması, sosyal birliğin en önemli unsuru olarak ?vatan? fikrinin güç 
kazanmasını sağladı. Kapitalizm, hıristiyanlığı kendi amaçları doğrultusunda 
reforma tâbi tuttu; protestanlık bunun sonucudur. Yine protestanlığın bir 
varyantı olan püritenliğin 17. yüzyıldan itibaren İngiliz milliyetçiliğinin 
temelini teşkil ettiği biliniyor. Tevrat ve yahûdi kültürünün bu yeni oluşumda 
büyük bir yeri vardır. 
18. Yüzyıl, ülkelerinden 
sürülen veya buralardan kaçan kanundışı kişilerin yerleştiği Amerika'da 
milliyetçiliğin güçlendiği bir dönem oldu. Ferdiyetçiliği bayrak yapan hürriyete 
susamış bu insanlar milliyetçi ideolog ve politikacıların fikirlerini rehber 
edindiler. Bu fikirler Fransız İhtilâlinde de etkili oldu. Milliyetçiliği 
Avrupa'ya ve oradan da Osmanlı ülkesine kadar yayan Fransız İhtilâlidir. 
İhtilâlin ilk dönemlerinde milliyetçilik, mutlak monarşileri, dinî cemaatleri 
hedef olarak almış, buna bağlı olarak hürriyet/özgürlük mücâdelesini 
vurgulamıştır. 
İnsan ve Vatandaşlık Hakları 
Beyannamesi'nde yer alan ?egemenlik hakkının ulusa âit oluşu?, ?ulusal 
egemenlik? ilkesi, bir yönüyle millet (ulus) ve milliyetçilik kavramlarını 
güçlendirirken millî menfaatleri savunan ve aynı zamanda yöneticilerin halkın 
destek ve oyuyla seçilmelerine imkân sağlayan ulusal siyasî ve idârî yapılara da 
yol açmıştır. 
Fransız Devriminin, özgürlük 
(hürriyet), eşitlik (müsâvât) ve kardeşlik (uhuvvet) sloganı ve İnsan Hakları 
Beyannamesi, liberalizm ve demokrasinin temelini oluştururken; siyasî 
batılılaşma tarihimizde önemli bir yere sahip oldular. Napolyon bu akımın 
Avrupa'da ilk ve etkili yayıcısıdır. Bu arada buna tepki olarak Alman 
milliyetçiliği doğdu. 19. yüzyıl Batısında kapitalizmin getirdiği sosyal 
buhranlar sosyalizmle birlikte liberal ve demokratik ideallere bağlı 
milliyetçiliği geliştirirken Alman milliyetçiliği otoriter ve muhâfazakâr bir 
temel üzerinde inkişaf etti ve gelişti. 
19. Yüzyılın sonlarında 
Avrupa'da hânedanlar çökerken milliyetçi akımlar Avusturya, Macaristan, 
Çekoslovakya, Yugoslavya gibi birçok devletin doğuşunda etkili oldu. 
Milliyetçilik zaman içinde faşizm ve nazizme yol açarken, komünizm gibi 
enternasyonalciliği esas alan bir rakip de kazandı. Bununla beraber bağımsızlık 
hareketlerinde sosyalizm, hatta komünizm, milliyetçiliğin unsurlarından birini 
teşkil etti. Yine Avrupa Topluluğu gibi uluslar arası bütünleşmelerin gecikmesi, 
bazı başarısızlıkları da milliyetçiliğe bağlanabileceği gibi, komünist ülkeler 
arasındaki anlaşmazlıkların ve bölünmelerin temelinde de milliyetçilik vardır. 
Stalin, Tito, Enver Hoca ve Mao komünist olmakla beraber milliyetçi idiler 
denebilir. Mao komünizminde milliyetçilik, lafzen de bir düstur olmuştur. 
Milliyetçilik hareketleri, 
Osmanlı Devleti'nin yıkılış sebeplerinden biridir. Burada ilk milliyetçi adımlar 
müslüman olmayan azınlıklar tarafından atıldı. İktisadî yönden 
kaçakçılığın, fikrî yönden Fransız Devriminin beslediği Rumlar, milliyetçilik 
akımına önderlik yaptılar ve ilk defa Yunanistan bağımsızlığını kazandı. 
Bulgarların ve Ermenilerin yürüttükleri milliyetçilik faâliyetleri yeni yeni 
doğmakta olan komünizmden kuvvet aldı. Hatta II. Abdülhamid döneminde Komünist 
manifesto, Ermeniler tarafından Türkçeye tercüme edildi. 
Müslüman unsurlardaki 
milliyetçi hareketler ise, Batılı sömürgeciler, özellikle İngilizler tarafından 
oluşturulmuş ve kışkırtılmıştır. Arap milliyetçiliğine hıristiyan Arapların 
önderlik yapması bu açıdan sebepsiz değildir. Bütün İslâm ülkelerini ve Osmanlı 
Devleti'ni etkileyen bu hareketlerde ?azınlık kategorisi? ile ?bağımsızlık 
kategorisi? öne çıkmıştır. Kendilerini içinde yaşadıkları siyasî yapıdan 
ayırdetmek, geçmişi canlandırmak, etnik kökleri vurgulamak, ulusal dillere ve 
kültürlere ağırlık vermek, bu kategorilerin en belirgin yönleridir. 
20. Asrın başlarına kadar 
Osmanlı ülkesinde millet ve milliyet kavramları, İslâm dini ve Osmanlı kültürü 
açısından müsbet anlamlara sahipti. Bunun en önemli sebebi, millet kelimesiyle 
din kelimesinin eşanlamlı oluşları idi. Nitekim 19. asrın ortalarından 
itibaren ?nation? Osmanlıcaya ?kavim? olarak aktarılmış; ?millet?, din unsurunun 
belirleyici olduğu cemaatler için kullanılmıştır. Bugünkü anlamda milliyetçilik 
için uzun yıllar ?kavmiyetçilik?, ırkçılık anlamında ise ?cinsiyet? kavramı 
kullanılıyordu. 
II. Meşrûtiyet devrini baştan 
aşağı kaplayan milliyetçilik (ulusçuluk ve ulusalcılık) tartışmaları, esas 
itibarıyla milliyetçiliğin gittikçe Türkçülük/Turancılık çizgisine çekilmesinin 
bir sonucudur. Rusya'dan göç edip gelen Türk aydınlarla (Yusuf Akçura, Ahmet 
Ağaoğlu vb.) aslen Türk olmayan Osmanlı aydınlarının (bunlar arasında Moiz Kohen 
Tekinalp gibi yahûdiler de vardır) başı çektiği, İttihat ve Terakki iktidarının 
desteğine de sahip olan Türkçülük/Turancılık hareketi, hem Osmanlıcıların, hem 
de İslâmcıların tenkitlerine muhâtap oldu. 
Osmanlıcılar (Ali Kemal, 
Süleyman Nazif gibi) daha çok Osmanlı birliğinin dağılması, Türk kültürünün 
Osmanlı Devleti içindeki gayrimüslim veya Türk olmayan müslüman tebaanın 
katkılarından mahrum kalmayacağı, İslâmiyet öncesi Türk kültürüne uzanmanın 
anlamsızlığı... gibi noktalarda tenkitler geliştiriyorlardı. İslâmcılar ise 
?Osmanlıcıların tenkitlerini paylaşmanın yanında- milliyetçiliğin 
(kavmiyetçiliğin) İslâm'a aykırı bir düşünce ve siyaset olduğunu öne alarak 
harekete geçtiler. Bütün müslümanların kardeş olduğu, Arah, Türk, Acem vb. 
ayrımların âyet ve hadislere ters düştüğü, üstünlüğün ancak takvâda olacağı, 
İslâmiyet'in asabiyeti/ırkçılığı yasakladığı, milliyetçiliğin müslüman ülkeler 
ve uluslar arasında parçalanmalara, kopmalara sebep olacağı, bu sebeple de 
Osmanlı İslâm birliğinin bozulacağı gibi görüşler çok geniş ve yaygın bir 
şekilde ileri sürülmüş, tartışılmış ve savunulmuştur. 
Milliyetçilik (ulusçuluk, 
ulusalcılık), Türkiye Cumhuriyetinin ideolojisinin de temelini oluşturdu. İslâm 
öncesi Türk tarihi ve kültürü ile batılılaşma veya ?muâsır medeniyet? (çağdaş 
uygarlık) seviyesine ulaşma arzusu, bu milliyetçiliğin esasıdır. Türkiye 
toprakları böyle bir milliyetçiliğin coğrafyasıdır. Türk olduğunu ikrar eden 
herkes (gerçekte Türk olsun olmasın) Türk kabul edilir. (Hatta, başka ırktan 
olduğunu iddia eden bazı etnik gruptan halka da ?hayır! Sen Türksün, başka 
ırktan geldiğini iddia edemezsin!? denilir ve kendi ırkı ile ilgili kültürel 
hakları ve özgürlükleri gözardı edilir.) Devrimler bu esaslar üzerine 
oturtulmuştur. Yine bu yüzden Osmanlı tecrübesi, bu milliyetçilikte yer işgal 
etmez. Atatürk milliyetçiliği, Osmanlı ümmetçiliğinin bir antitezi olarak 
görülmüştür. Kendine mahsus Osmanlı geleneği, Batının kendi şartları içinde 
oluşturup geliştirdiği bir milliyetçiliği ve millî hâkimiyet (ulusal egemenlik) 
görüşünü bünyesinde barındırmadığı için suçlanmış ve mahkûm edilmiştir. Bu 
çerçevede Türk milliyetçiliği İslâm öncesi Türk tarihinin unsurlarından 
kaynaklandıran ırkçı-turancı; doğu-batı sentezci; İslâmcı-Anadolucu; 
milliyetçi-mukaddesatçı görüşler geliştirilmiştir (Nihal Atsız, Peyami Safa, 
Nurettin Topçu, Necip Fâzıl bu görüşleri savunan insanların önde gelenleri 
olarak zikredilebilir).[1] 
 
Milliyetçilik, yani doğru 
ifadesiyle kavmiyetçilik, insan fıtratının bozulmasının ürünüd olan büyük bir 
belâdır. İnsanlığa kan, kin ve sömürüden başka bir şey kazandırmamış olan bir 
utanç vesilesidir. Asimilasyon, etnik arındırma ve her türlü zulme yol açan 
sonuçları itibarıyla insanlık suçu olan kavmiyetçilik, önemli bir toplumsal 
hastalıktır. 
Kavim, ise reddedilmeyecek, 
reddedilmemesi gereken bir vâkıadır. Allah katından insanlığa bir lütuftur. 
Kur'an bu olguyu bilindiği gibi şu hükümle açıklar: 
?Ey insanlar! Biz sizi bir 
erkek ve bir dişiden (Âdem ve Havvâ'dan) yarattık. Sonra sizi tanışasınız diye 
soylara ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli ve üstün 
olanınız, en takvâlınız, O'ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah (her şeyi) 
bilendir, (her şeyden) haberi olandır.? (49/Hucurât, 13) 
Âyette belirtilen uyarıcı 
gerçeklerden birisi, bütün insanların aslının bir olmasıdır. Tüm insanların 
menşeinden bir erkek ve bir dişi (Âdem ile Havvâ) vardır. Ve bu sebepten menşei, 
aslı bir olan kavimlerden hiçbirisi diğerini aşağı görme imkânına ve hakkına 
sahip bulunmamaktadır. Çünkü aynı anne ve babanın çocuklarıdırlar. Yaratıcımız 
bir olan Allah'tır. Ayrı kavimlere mensup insanları ayrı ayrı ilâhlar 
yaratmamıştır. İnsanların hepsi bir tek ve aynı maddeden yaratılmıştır. Cenâb-ı 
Hak, insanları birbirleriyle tanışıp bilişmeleri için soy, şûbe ve kabilelere 
ayırdığını bildiriyor. Yani kavim olayına Rabbimiz'in yüklemiş olduğu fonksiyon, 
sadece ?tanışmaya vesile olmaktır?. Yaratıcı'nın insan topluluklarını uluslar, 
soylar, kabileler şeklinde düzenlemesi, onların arasında tanışma ve doğuştan 
gelen yardımlaşmanın, bir kargaşaya meydan vermeden gerçekleşmesi içindir. 
Kim ki farklı kavimler halinde 
yaratılışa, tanışma, bilişme ve yardımlaşma vesilesi olmanın dışında bir 
fonksiyon yüklerse, milliyetçilik, yani ırkçılık ve üstünlük ideolojisi ile ırk 
ve kavmine bakarsa, kesinlikle İslâm'ın koyduğu sınırın dışına çıkmış olur. 
Madem ki kavimler, tanışmaya ve bilişmeye vesile olmak için yaratılmıştır; o 
halde, kıyâmete kadar da aynı fonksiyona ihtiyaç olduğuna göre, kavimler, kavmî 
özelliklerini, dil ve kültürlerini kaybetmeden yaşamalıdır. Bu sebepten hiçbir 
kavim, bir diğerinin dilini ve kültürünü yok ederek onu asimile etmeye 
çalışamaz. Böyle yanlış bir davranışta bulunanlar İslâm'ın dışına çıkarak 
fıtratı bozmaya yönelik bir zulmü icrâ etmekte ve asimile etmeye çalıştıkları 
kavmi, Allah'ın yüklediği tanışma fonksiyonunu ifa edemez hale getirmek 
sûretiyle de bir insanlık suçu işlemektedir. 
?Göklerin ve yerin 
yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı (farklı ve değişik) olması 
da, O'nun âyetlerindendir. Hiç şüphe yok ki bunda, bilenler için gerçekten 
âyetler vardır.? (30/Rûm, 22) 
Yeryüzünde ve gökyüzünde yer 
alan tüm doğal güzellikler, çeşni teşkil eden farklılıklar gibi, insanlar da 
renkleri ve dilleri farklı olan kavimlere ayrılmışlardır. Allah hikmetlere 
binâen böyle yaratmıştır. Ve bu farklılıklar da Allah'ın âyetlerindendir. 
Hiçbirinin bir diğerinden aşağı veya üstün olması sözkonusu olmadan, aynen yerin 
ve göğün farklılıklarında olduğu gibi, doğal bir biçimde bir çeşni ve güzellik 
olarak kabul edilmeleri ve Allah'ın yüklediği fonksiyon istikametinde istifade 
edilmeleri gerekir.[2] 
 
Milliyetçilik, yani doğru 
ifadelendirmeyle kavmiyetçi fikir ve ideolojiler Avrupa'dan ithal birer frenk 
mikrobudur. Kur'an, câhiliyyenin her çeşidi ile savaşmış ve insanlara vahyin, 
yani hakkın, yani ilmin nûrunu ulaştırmıştır. Peygamberimiz her çeşit ırkçılık 
ve kavmiyetçiliği câhiliyye âdeti olarak değerlendirmiş ve tümünü yasaklayıp 
kaldırmıştır. İran'lı Selmân (Fârisî), Bizans'lı Süheyl (Rûmî) ve Habeşistan'lı 
Bilal'ı (Habeşî) hiçbir yönden ırklarından dolayı farklı bir ayrıma tâbi 
tutmamış, herhangi bir Mekke'li veya Medine'li Arapla her yönden eşit görmüştür. 
?Arabın Acem'e (Arap olmayan), Acem'in de Araba üstünlüğü yoktur; üstünlük 
sadece takvâdadır? hükmünü koyan İslâm, bu kardeşliğin tatlı meyvelerini dünya 
huzuru şeklinde de insanlığa sunmuştur. Osmanlı'nın altı yüz sene gibi ülkeler 
tarihi açısından uzun sayılabilecek bir medeniyetinin, temel sebep ve 
dayanaklarından biri her ulustan müslümanları hiçbir ayrıma tâbi tutmadan ?İslâm 
milleti?nin bir ferdi ve tüm müslümanların birbirleriyle ?kardeş? olduğu 
anlayışıdır. Türkiye'nin cumhuriyet sonrası önmeli sancılarından birisi, kendi 
vatandaşlarına ulusçu, ırkçı yaklaşımları ve millet tanımındaki yanlış 
tutumlarıdır. 
 
 
 
 
 
 
 
 
 [1] 
 Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, c. 3, s. 32-35. 
 
 
 
 
 [2] 
 Mehmet Pamak, Köşeli Yazılar, s. 178-179.



