Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

?Dağılıp Ayrılmayın!?.

Yeni Sayfa 1



?Dağılıp
Ayrılmayın!?

Rabbimiz Allah (Azze ve Celle)
şöyle buyurur:
?Allah'ın ipine hepiniz
sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılma­yın!? (Âl-i İmrân, 3/103)
?Allah'a ve Rasulüne itaat
edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider.
Sabredin! Çünkü Allah, sabredenlerle beraberdir.? (Enfâl, 8/46)
Zeyd b. Erkam (r.a.)'ın
rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
?Dikkat edin! Ben, sizin
aranızda iki ağır yük bırakı­yorum. Bunların biri, Allah (Azze ve Celle)'nin
Kitabı'dır. O, Allah'ın ipidir. Her kim ona tabi olursa, doğru yolda ve kim terk
ederse, dalâlette olur.?[1]
Abdullah İbn Mes'ud (r.a.)
şöyle der:
- ?Topluca Allah'ın ipine
sarılın ve ayrılığa düşmeyin.? buyruğu, cemaat olun demektir.[2]

Hangi kavimden, hangi renkten,
hangi dilden ve hangi bölgeden olursa olsunlar, İslâm Milleti'nin mensubu olmuş,
iman kardeşleri muvahhid mü'minlere verilen ilâhî bir emirdir bu!.. Bütün ümmet,
Allah'ın ipi olan Kur'ân-ı Kerim'e hep beraber sımsıkı sarılacak, dağılmayacak
ve birbirlerinin kıymetini bilecekler... Allah'a ve Rasulü (s.a.s.)'e itaat
edecek, aralarındaki bütün problemlerini İslâm'a göre çözecekler... Kavimlerini,
aşiretlerini, kabilelerini, ırklarını, renklerini ve dillerini, ön plana çıkarıp
birbirlerine üstünlük sağlamaya kalkışmayacak, ırkçı-milliyetçi duygularla
ha­reket etmeyecekler!..
Eğer böyle bir hataya düşecek
olurlarsa, onlar için kor­kunç bir felâket vardır... Cemaat oluştaki rahmet,
ayrılık azabına döner!.. Böyle olursa, büyük bir yılgınlığa düşer ve ümmetin
gücü-kuvveti tükenir, birliği dağılır... Böylece güçsüzleşir ve düşmanlarına
yenilip yem olurlar... Param­parça parçalanır ve birbirine düşerler...
Bu felâketin baş sebebi de,
ırkçı-milliyetçiliktir... İslâm olmuş kavimler, iman kardeşi oldukları diğer
kavimlerden, sadece kavmiyet, yani ırkçı-milliyetçi duygularla ayrılacak
olurlarsa, ümmet parçalanmış olur!.. Dünya hakimiyetini elinde tutan İslâm
Milleti, ırkçı-milliyetçi hareketler tara­fından paramparça oldu, her parçası
birbirine düşman ke­sildi...
İslâm düşmanları, dün aynı
şeytanî tuzakla ümmeti parçaladılar, bugün de aynı şeytanî tuzağı
kullanmakta­dırlar... Onların şeytanî tuzağı, birbirlerinin iman kardeşleri olan
müslüman kavimleri, ırkçı-milliyetçi anlayışlarla, yani ulusalcılık hareketiyle
birbirinden koparmak, din ba­ğının yerine kan bağını esas kabul etmektir...
Maalesef İs­lâm düşmanlarının bu şeytanî tuzaklarına, cehalet, gaflet ve ihanet
sonucu bir çok kavimler korkunç bir şekilde düştüler... Öyle bir düştüler ki,
Allah'ın kendilerini kardeş ilân ettiği müslüman kardeşine silah çekip katliâm
girişimle­rinde bulundular!..
İslâm Milleti'nin mensubları
olan muvahhid mü'minler, İslâm düşmanlarının bu şeytanî tuzağının far­kına
varmalı ve bu tuzağa düşmemelidirler... Ayrıca bu tuzağa düşen diğer insanları,
kavimleri ve kabileleri uyar­malı, onlara dosdoğru yolu gösterip yanlıştan
vazgeçmele­rini sağlamalıdırlar!.. Bu, her muvahhid mü'minin vazifesidir... Bu
vazife hakkıyla yapılacak ve iyi bir sonuç alına­cak olursa, düşmanlar
tarafından dağıtılan ve parçalanan İslâm Milleti, yeniden bir araya gelip
birliğini kurmaya çalışır...
?Su uyur, düşman uyumaz!?
gerçeğini iyice idrak eden ve hiç unutmayan muvahhid mü'minler, ümmet birliğini
istemeyen ve İslâm Milleti'ni parçalamaya çalışan çağın süper müstekbir tağutî
güçlerine karşı çok uyanık, sabırlı ve dirençli olmalıdırlar...
En hayırlı neslin yaşadığı
?Asr-ı Saadet?te, çağın İslâm düşmanları olan süper tağutların selefleri
olanlar, muvahhid mü'minlerden oluşa ümmeti parçalamak için aynı şeytanî tuzağı
kullanmışlardı... Müslüman olmuş kavimleri ve kabileleri birbirine düşürmek,
böylece İslâm Milleti'ni bölüp yok etmek, onların en büyük emeli olmuş­tur...
İbn İshak (r.a.) anlatıyor:
Şe's b. Kays, yaşı ilerlemiş
ihtiyâr bir yahudî kişi idi, Küfrü büyük, müslümanlara şiddetli kindar olan bir
kimse idi.
Rasulullah (s.a.s.)'in Evs ve
Hazrec'den olan ashabın­dan bir topluluğun yanına, onların toplanmış olduğu bir
mecliste konuşurken geldi ve cahiliyyette aralarında düş­manlığın olmasından
sonra ülfet ve cemaatlarına, İslâm üzere aralarının iyi olmasına kızdı. Sonra
gelip şöyle dedi:
- Beni Kayle'nin cemaatı bu
memlekette toplanmıştır. Hayır, vallahi, onların cemaatı ve eşrafı oralarda
toplandıkları zaman biz, onlarla hiçbir zaman karar kılamayız.
Sonra o, yahudîlerden yanında
olan genç bir kişiye emretti ve şöyle dedi:
- Onlara git ve onlarla
birlikte otur. Sonra ?Buâs Günü?nü ve ondan önce geçen şeyleri anlat. Onun
hak­kında söylemiş oldukları şiirlerden bazılarını onlara oku!
Buâs Günü, bir gündür ki, onda
Evs ve Hazrec (sava­şıp) birbirini katletmişler ve o gün zafer, Hazrec'e ve
karşı Evs'te idi.
O genç de, bu emrini yerine
getirdi. Bu esnada millet konuştu, münazaa ettiler ve birbirine karşı tefahür
ettiler. Nihayet iki kabileden binekler üzerinde olan iki adam ka­pıştı. Bunlar,
Evs'den Beni Harise b. Harsi'den biri olan Evs b. Kayzî'dir. Biri de, Hazrec'den
Beni Seleme'den biri olan Cabbâr b. Sahr'dır.
Bu ikisi, birbirine karşı söz
düellosuna giriştiler. Sonra o ikisinden biri, diğerine şöyle dedi:
- Eğer dilerseniz, başa
dönelim!
Bunun üzerine iki fırka birden
gazablandı ve:
- Yapalım! Buluşma yerimiz,
Zahire olsun. Silaha sarı­lınız! Silaha sarılınız! dediler ve o Harre'ye
çıktılar.
Bu haber, Rasulullah (s.a.s.)'e
vardı ve beraberindeki Muhacirler'den olan ashabıyla birlikte çıktı. Onların
ya­nına geldi ve şöyle dedi:
?Ey müslümanlar topluluğu,
Allah'dan sakınınız! Al­lah'dan sakınınız! Allah, sizi İslâm'a hidayet
ettikten, sizi, O'nunla şereflendirdikten, sizden cahiliyyet durumunu
İslâmiyet'le kestikten, O'nunla sizi küfürden kurtardıktan ve O'nunla sizin
kalbinizi telif ettikten sonra, ben, sizin aranızda bulunduğum hâlde cahiliyyet
dâvâsıyla mı birbi­rinize düşeceksiniz??
Bunun üzerine millet anladı ki
o, şeytandan bir ifsad, bir vesvesedir ve kendi düşmanlarından bir hiledir.
Böylece ağlaştılar. Evs'den ve Hazrec'den adamlar, birbirinin boy­nuna
sarıldılar. Sonra Rasulullah (s.a.s.) ile birlikte söz dinler ve itaat eder
olarak oradan ayrılıp gittiler.
Allah onlardan, Allah'ın
düşmanı Şe's b. Kays'ın hilesini söndürmüştü. Bunun üzerine Allah Teâlâ, Şe's b.
Kays'ın ve yaptığı şeyin hakkında şu ayetleri inzâl buyurdu:
?De ki: ?Ey Kitab Ehli,
Allah, yaptıklarınıza şahid iken, ne diye Allah'ın ayetlerini inkâr ediyorsunuz?'
De ki: ?Ey Kitab Ehli,
sizler, şahidler olduğunuz hâlde, ne diye iman edenleri Allah yolundan ?onda bir
çarpıklık bulmaya yeltenerek- çevirmeye çalışıyorsunuz? Allah, yaptıklarınızdan
gafil değildir.? (Âl-i İmrân, 3/98-99)
Allah, Evs b. Kayzî ile Cabbâr
b. Sahr ve o ikisiyle bir­likte kavimlerinden olan kimseler hakkında (ki onlar,
yaptıklarını Şe's'in cahiliyyet içinden onlara bulaştırdığı şey yüzünden
yapmışlardı.) şu ayetleri indirdi:
?Ey iman edenler, eğer
kendilerine Kitab verilenlerden herhangi bir gruba boyun eğecek olursanız, sizi
imanınız­dan sonra tekrar küfre döndürürler.
Allah'ın ayetleri size
okunuyorken ve O'nun Rasulü içinizdeyken nasıl oluyor da inkâr ediyorsunuz? Kim
Al­lah'a sımsıkı tutunursa, artık elbette o, dosdoğru olan bir yola
iletilmiştir.
Ey iman edenler, Allah'dan
nasıl korkup sakınmak ge­rekiyorsa, öylece korkup sakının ve siz, ancak müslüman
olmaktan başka (bir din ve tutum üzerinde) ölmeyin.
Allah'ın ipine hepiniz
sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılma­yın. Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini
hatırlayın. Hani siz, düşmanlar idiniz. O, kalblerinizin arasını uzlaştırıp
ısındırdı ve siz, O'nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladı­nız. Yine siz, tam
ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki, hidayete
erersiniz diye, Allah size ayetlerini böyle açıklar.
Sizden, hayra çağıran,
iyiliği (ma'rufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk
bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır.
Kendilerine apaçık belgeler
geldikten sonra, parçalanıp ayrılan ve anlaşmazlığa düşenler gibi olmayın. İşte
onlar için büyük bir azab vardır.? (Âl-i İmrân, 3/100-105)[3]
İslâm düşmanları, her çağda
İslâm Milleti için ırkçı-milliyetçi şeytanî tuzaklarını hazırlamış, onu bölüp
parçalamaya çalışmıştır... Zaman zaman başarılı olmuş ve İslâm Milleti'ni
oluşturan kavimler, bu şeytanî planın farkına varmadan tuzaklarına düşmüş, iman
kardeşiyle kavga edip savaşmıştır... Bazen kavmiyet dâvâsı, bazen vatan dâvâsı,
bazen de şehircilik ve bölgecilik milliyetçiliği olarak ortaya çıkan bu şeytanî
tuzağın parçalanıp yok edilmesi için Rasulullah (s.a.s.)'in Sünneti'ni işlemek
gerekir...
Yahudînin körüklediği Evs ve
Hazrec arasındaki ırkçı-milliyetçi duyguları, Allah korkusuyla ve iman gücüyle
gideren Rasulullah (s.a.s.)'in vazifesini, O'nun ve bütün Peygamberlerin
varisleri olan muttaki ulemâ yerine getir­melidir...
?Muttaki âlimler,
Peygamberlerin mirasçılarıdır. Şüp­hesiz Peygamberler, ne altın, ne de gümüş
miras bırakırlar. Peygamberler, miras olarak ilim bırakırlar. Bu itibarla kim,
Peygamberlerin mirası olan ilmi elde ederse, tam bir hisse almış olur.?[4]
İslâm Milleti içinde ?Vilayet-i
Fakîh? makamında olan mücahid ve muttaki ulemâ, ?Hakka davet eden, iyiliği
em­reden ve kötülükten nehyeden? bir ümmet, yani vazifeli bir topluluktur...
Muttaki İslâm ulemâsı, İslâm Milleti'nin birlik ve beraberliğini sağlamak için
ellerinden gelen bütün gayreti sarfetmelidirler... Ümmeti parçalamaya yönelik
bütün şeytanî ve tağutî hareketlerin karşısında durmalı, bu konuda mü'min
müslümanları uyarmalı, bilgilendirmeli­dirler... Müslüman kavimler, iman
bağıyla, İslâm bağıyla birbirine bağlanıp, Allah'ın ipi olan Kur'ân-ı Kerim'e
sımsıkı sarılırken onları, ırkçı-milliyetçi duygularla birbirinden koparmak
isteyen her türlü ihanet hareketlerinin yok olması, ve mü'minlerin kardeşliğinin
pekişmesi için çalışmalı, bu­nun için gereken gayreti göstermelidirler...
Arfece (r.a.)'ın rivayetiyle
şöyle buyuruyor Rasulullah (s.a.s.):
?Hiç şüphesiz bir şeyler
olacak. O hâlde her kim, bu ümmet derli toplu iken onun işini dağıtmak isterse,
kim olursa olsun hemen kılıçla onu vurun.?[5]

Arfece (r.a.)'dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle
buyurdu:
?İşiniz, bir adam üzerinde
toplu iken kim sizin sopanızı yarmak isterse, veya cemaatinizi dağıtmak isterse,
onu hemen öldürün.?[6]

Hadisin şerhinde şunlar beyan
edilmiştir:
?Sopanızı yarmak?
tabiri, cemaatı dağıtmaktan kinâ­yedir. Yani sizin cemaatınızı yarılmış sopanın
dağıldığı gibi birbirinden ayırmak isterse, onu vurun demektir. Cemaatın
birbirinden ayrılıp dağılması, anlaşamamak ve birbirini sevmemekle olur.
Hadis-i Şerif, hükümdar
aleyhine ayaklanan veya müslümanların birliğini bozmak isteyen bir kimsenin
öldürülmesini emretmektedir. Böylesi, evvelâ nasihatle yola getirilmeye çalışır.
Vazgeçmezse, kendisi ile çarpışır. Öl­dürmeden şerrinden kurtulunmazsa,
öldürülür.?[7]
İslâm Milleti'ne karşı
düşmanlık yapıp savaşan ve on­ları bölüp parçalayıp yok etmek isteyenlere karşı,
Emirü'lmü'minin İmam Ömer İbnü'l-Hattab (r.a.), çok sert dav­ranmıştı... Onun
sert davranışı, İslâm düşmanlarını kor­kutmak, onların belini kırmak ve bir daha
ümmete karşı savaşma konusunda kendilerinde cesaret bulmasınlar içindi... Onun,
kendilerine karşı sert davrandığı İslâm düş­manları, onlarla kan bağları olan
akrabalarından Mekke müşrikleri idiler...
İbn Abbas (r.a.) anlatıyor:
Müslümanlar, (Bedir savaşı
sonunda) esirleri aldıktan sonra Rasulullah (s.a.s.), Ebu Bekr'le Ömer'e:
?Bu esirler hakkında reyiniz
nedir?? diye sordu.
Ebu Bekr:
- Ya Rasulallah, bunlar,
amcaoğulları ve akrabadırlar. Ben, onlardan fidye alman fikrindeyim. Bu suretle
küffâr üzerine kuvvetimiz olur. Umulur ki Allah, onları İslâm'a hidayet buyurur,
dedi.
Bundan sonra Rasulullah
(s.a.s.):
?Sen ne fikirdesin ya
İbnü'l-Hattab?? diye sordu.
(Ömer diyor ki:)
Ben:
- Hayır, vallahi ya Rasulullah,
ben, Ebu Bekr'in fik­rinde değilim.
Lâkin ben, bize müsaade
buyursan da, şunların bo­yunlarını vuruversek fikrindeyim. Ukaly (Akîl)'e karşı
(kardeşi) Ali'ye müsaade buyurmalısın ki, onun boynunu vursun. Bana da, filana
(bir yakınına) karşı müsaade bu­yurmalısın, ben de onun boynunu vurmalıyım. Zirâ
bun­lar, küfrün imamları ve eşrafıdırlar, dedim.
Bunun üzerine Rasulullah
(s.a.s.), Ebu Bekr'in söyledi­ğine meyletti. Benim söylediğimi beğenmedi.[8]

İmam Ahmed b. Hanbel (r.a.)'in
rivayetinde Emirü'l-mü'minin İmam Ömer İbnü'l-Hattab (r.a.), şunları da
söylemiştir:
- Hamza'ya da, filan kardeşini
ver ki Hamza, onun boynunu vursun! Tâ ki Allah, bizim kalblerimizde müş­riklere
karşı bir yumuşama kalmadığını bilsin. (Ortaya çıksın)[9].
Muvahhid mü'minlere hiçbir şey,
Allah'dan, O'nun Rasulü'nden ve Allah yolunda cihaddan daha sevimli değildir!..
Onlar, Allah ve Rasulullah (s.a.s.)'in sevgisini her şeyden, hatta canlarındanda
yüce tutarlar... Onlar, İslâm'ın kadrini, diğer kadirlerden daha yüksek görür ve
değer ve­rirler...
Muvahhid mü'minler, her zaman
ve her mekânda İs­lâm Milleti'nin birlik ve beraberliğini sağlamak için bü­tün
imkânlarını harcarlar... Mü'min müslümanları, halk­lara, uluslara ve ırklara
bölüp ayırmak isteyen bütün şey­tanî ve tağutî güçlere karşı mücadele ederler...
Her türlü bölücü teröre karşı sert tavır alır, İslâm Milleti'nin bütünlüğünü
sağlamaya gayret ederler...
Yegâne önderimiz ve hayat
örneğimiz Rasulullah (s.a.s.)'in şu emirlerini hiç unutmaz ve ümmeti bölen
ırkçı-milliyetçi akımlara karşı uyanık olup onları önlemeye çalı­şırlar!..
1) İbn Abbas (r.a.)'dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle
buyurur:
?Allah'a, insanların en
sevimsiz olanı üç sınıftır:
Harem içinde zulüm ve
haksızlık eden.
İslâm camiası içinde
cahiliyyet adetini araştırıp, onu bulup yaşatmak isteyen (mürteci).
Haksız yere dökmek için
ma'sum bir kişinin kanını külfetle araştıran.?[10]
2) Ebu Katâde
(r.a.)'dan:
Rasulullah (s.a.s.) şöyle
buyurdu:
?Ümmetimin helâki üç
şeydedir:
Kaderi yalanlamak,
Irkçılık dâvâsı gütmek,
Tahkîk etmeksizin dinî
konuları nakletmek.?[11]
3) Ebu Malik el-Eş'arî
(r.a.)'dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle
buyurur:
?Ümmetimde cahiliyyet
adetlerinden kalma dört şey vardır ki, onları terk edemezler.
(Bunlar):
Asaleti ile övünmek,
Neseblere ta'n,
Yıldızlarla yağmur isteme,

Ve niyâha (ölü için feryad
ederek ağlama)dır.?([12])

?Onları terk edemezler?
sözünden murad: Tamamiyle terk edemezler, demektir. Çünkü bunları,
müslümanlardan bir tâife terk ederse, başka bir tâife yapmakta devam eder.[13]
4) Cabir b. Abdullah
(r.anhuma)'dan:
Rasulullah (s.a.s.), (Vedâ
Hutbesi'nde) şöyle buyurdu:
?Şüphesiz ki, sizin
kanlarınız ve mallarınız, şu belde­nizde, şu ayınızda, şu gününüzün hürmeti gibi
birbirinize haramdır.
Dikkat edin!.
Cahiliyyet işlerine aid her
şey ayağımın altına kon­muştur!
Cahiliyyet devrinin kan
dâvâları sakıttır. İlk iskat etti­ğim dâvâ, İbn Rabiate'bni'l-Haris'in kan
dâvâsıdır. İbn Rabia, Beni Said kabilesinde süt anaydı. Onu, Hüzeyl kabi­lesi
öldürdü.
Cahilliyet devrinin ribâsı
da sakıttır. İlk iskat ettiğim ribâ, bizim (yani) Abbas b. Abdulmuttalib'in
ribâsıdır. Bu ribânın hepsi mutlaka sakıttır...?[14]

İslâm Milleti, yegâne önderi ve
hayat örneği Rasulullah (s.a.s.) gibi, cahiliyyete aid her ne varsa ayaklarının
altına almalıdır!..
İşte o zaman, onlar için yegâne
Rabbimiz Allah'ın va'dı gerçekleşir:
?Allah,içinizden iman
edenlere ve salih amellerde bulu­nanlara va'detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan
öncekileri nasıl güç ve iktidar sahibi kıldıysa, onları da yeryüzünde güç ve
iktidar sahibi kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine
yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korku­larından sonra güvenliğe
çevirecektir. Onlar, yalnızca Bana ibadet ederler ve Bana hiçbir şeyi ortak
koşmazlar. Kim bundan sonra inkâr ederse, işte onlar fasıktır.?
(Nur, 24/55)
Dâvâmızın başı ve sonu,
Âlemlerin Rabbi Allah'a hamd etmektir.[15]







[1]
Sahih-i Müslim, Kitabu Fedaili's-Sahabe, B.4, Hds.37.



[2]
İmam Kurtubî, A.g.e., C.4, Sh.311.




[3]
İbn Hişam, A.g.e., C.2, Sh.257-260. İmam el-Vahidî, A.g.e., Sh.120-122.
Abdulfettah el-Kadî, A.g.e., Sh.77-78. Taberânî, Mu'cemu's-Sağir, C.2,
Sh.87, Hbr.421. et-Taberî, A.g.e., C.2, Sh.327.




[4]
Sünen-i İbn Mace, Mukaddime, B.17, Hds.223. Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-İlm,
B.19, Hds.2822. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-İlm, B.1, Hds.3641. Sünen-i
Dârimî, Mukaddime, B.32, Hds.349. İmam Hafız el-Munzirî, A.g.e., C.1, Sh.26,
Hds.7. İbn Hıbban ve Beyhakî'den.




[5]
Sahih-i Müslim, Kitabu'l-İmare, B.14, Hds.59. Sünen-i Neseî, Kitabu
Tahrimi'd-Dem, B.6, Hds.4007-4009. et-Taberî, A.g.e., C.2, Sh.333.




[6]
Sahih-i Müslim, Kitabu'l-İmare, B.14, Hds.60. Sünen-i Neseî, Kitabu
Tahrimi'd-Dem, B.6, Hds.4010.



[7]
Ahmed Davudoğlu, A.g.e., C.9, Sh.24.




[8]
Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Cihad ve's-Siyer, B.18, Hds.58. İmam el-Vahidî,
A.g.e., Sh.259.



[9]
İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, C.3, Sh.447. Ahmed b. Hanbel'den. İmam
el-Vahidî, A.g.e., Sh.259.



[10]
Sahih-i Buhârî, Kitabu'd-Diyet, B.8, Hds.21.



[11]
Taberânî, Mu'cemu's-Sağir, C.1, Sh.406, Hds.305. Ayrıca bkz.
Mu'cemu'l-Evsat, C.4, Sh.336, Hds.3579.




[12])
Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Cenaiz, B.10, Hds.29. İmam Suyutî, A.g.e., C.1,
Sh.264, Hds.516 (913). Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.5, Sh.342-344'den.





[13]
Ahmed Davudoğlu, A.g.e., C.5, Sh.151-152.




[14]
Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Hacc, B.19, Hds.147. Sünen-i İbn Mace,
Kitabu'l-Menasık, B.84, Hds.3074. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-Menasik, B.56,
Hds.1905.




[15]
Kul Sadi Yüksel, İstanbul, İslam Milleti Olmak, Misyon Yayınları: 157-168.