Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
?Dağılıp Ayrılmayın!?.
Yeni Sayfa 1 
 
 
?Dağılıp 
Ayrılmayın!? 
 
Rabbimiz Allah (Azze ve Celle) 
şöyle buyurur: 
?Allah'ın ipine hepiniz 
sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın!? (Âl-i İmrân, 3/103) 
?Allah'a ve Rasulüne itaat 
edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. 
Sabredin! Çünkü Allah, sabredenlerle beraberdir.? (Enfâl, 8/46) 
Zeyd b. Erkam (r.a.)'ın 
rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur: 
?Dikkat edin! Ben, sizin 
aranızda iki ağır yük bırakıyorum. Bunların biri, Allah (Azze ve Celle)'nin 
Kitabı'dır. O, Allah'ın ipidir. Her kim ona tabi olursa, doğru yolda ve kim terk 
ederse, dalâlette olur.?[1] 
Abdullah İbn Mes'ud (r.a.) 
şöyle der: 
- ?Topluca Allah'ın ipine 
sarılın ve ayrılığa düşmeyin.? buyruğu, cemaat olun demektir.[2] 
 
Hangi kavimden, hangi renkten, 
hangi dilden ve hangi bölgeden olursa olsunlar, İslâm Milleti'nin mensubu olmuş, 
iman kardeşleri muvahhid mü'minlere verilen ilâhî bir emirdir bu!.. Bütün ümmet, 
Allah'ın ipi olan Kur'ân-ı Kerim'e hep beraber sımsıkı sarılacak, dağılmayacak 
ve birbirlerinin kıymetini bilecekler... Allah'a ve Rasulü (s.a.s.)'e itaat 
edecek, aralarındaki bütün problemlerini İslâm'a göre çözecekler... Kavimlerini, 
aşiretlerini, kabilelerini, ırklarını, renklerini ve dillerini, ön plana çıkarıp 
birbirlerine üstünlük sağlamaya kalkışmayacak, ırkçı-milliyetçi duygularla 
hareket etmeyecekler!.. 
Eğer böyle bir hataya düşecek 
olurlarsa, onlar için korkunç bir felâket vardır... Cemaat oluştaki rahmet, 
ayrılık azabına döner!.. Böyle olursa, büyük bir yılgınlığa düşer ve ümmetin 
gücü-kuvveti tükenir, birliği dağılır... Böylece güçsüzleşir ve düşmanlarına 
yenilip yem olurlar... Paramparça parçalanır ve birbirine düşerler... 
Bu felâketin baş sebebi de, 
ırkçı-milliyetçiliktir... İslâm olmuş kavimler, iman kardeşi oldukları diğer 
kavimlerden, sadece kavmiyet, yani ırkçı-milliyetçi duygularla ayrılacak 
olurlarsa, ümmet parçalanmış olur!.. Dünya hakimiyetini elinde tutan İslâm 
Milleti, ırkçı-milliyetçi hareketler tarafından paramparça oldu, her parçası 
birbirine düşman kesildi... 
İslâm düşmanları, dün aynı 
şeytanî tuzakla ümmeti parçaladılar, bugün de aynı şeytanî tuzağı 
kullanmaktadırlar... Onların şeytanî tuzağı, birbirlerinin iman kardeşleri olan 
müslüman kavimleri, ırkçı-milliyetçi anlayışlarla, yani ulusalcılık hareketiyle 
birbirinden koparmak, din bağının yerine kan bağını esas kabul etmektir... 
Maalesef İslâm düşmanlarının bu şeytanî tuzaklarına, cehalet, gaflet ve ihanet 
sonucu bir çok kavimler korkunç bir şekilde düştüler... Öyle bir düştüler ki, 
Allah'ın kendilerini kardeş ilân ettiği müslüman kardeşine silah çekip katliâm 
girişimlerinde bulundular!.. 
İslâm Milleti'nin mensubları 
olan muvahhid mü'minler, İslâm düşmanlarının bu şeytanî tuzağının farkına 
varmalı ve bu tuzağa düşmemelidirler... Ayrıca bu tuzağa düşen diğer insanları, 
kavimleri ve kabileleri uyarmalı, onlara dosdoğru yolu gösterip yanlıştan 
vazgeçmelerini sağlamalıdırlar!.. Bu, her muvahhid mü'minin vazifesidir... Bu 
vazife hakkıyla yapılacak ve iyi bir sonuç alınacak olursa, düşmanlar 
tarafından dağıtılan ve parçalanan İslâm Milleti, yeniden bir araya gelip 
birliğini kurmaya çalışır... 
?Su uyur, düşman uyumaz!? 
gerçeğini iyice idrak eden ve hiç unutmayan muvahhid mü'minler, ümmet birliğini 
istemeyen ve İslâm Milleti'ni parçalamaya çalışan çağın süper müstekbir tağutî 
güçlerine karşı çok uyanık, sabırlı ve dirençli olmalıdırlar... 
En hayırlı neslin yaşadığı 
?Asr-ı Saadet?te, çağın İslâm düşmanları olan süper tağutların selefleri 
olanlar, muvahhid mü'minlerden oluşa ümmeti parçalamak için aynı şeytanî tuzağı 
kullanmışlardı... Müslüman olmuş kavimleri ve kabileleri birbirine düşürmek, 
böylece İslâm Milleti'ni bölüp yok etmek, onların en büyük emeli olmuştur... 
İbn İshak (r.a.) anlatıyor: 
Şe's b. Kays, yaşı ilerlemiş 
ihtiyâr bir yahudî kişi idi, Küfrü büyük, müslümanlara şiddetli kindar olan bir 
kimse idi. 
Rasulullah (s.a.s.)'in Evs ve 
Hazrec'den olan ashabından bir topluluğun yanına, onların toplanmış olduğu bir 
mecliste konuşurken geldi ve cahiliyyette aralarında düşmanlığın olmasından 
sonra ülfet ve cemaatlarına, İslâm üzere aralarının iyi olmasına kızdı. Sonra 
gelip şöyle dedi: 
- Beni Kayle'nin cemaatı bu 
memlekette toplanmıştır. Hayır, vallahi, onların cemaatı ve eşrafı oralarda 
toplandıkları zaman biz, onlarla hiçbir zaman karar kılamayız. 
Sonra o, yahudîlerden yanında 
olan genç bir kişiye emretti ve şöyle dedi: 
- Onlara git ve onlarla 
birlikte otur. Sonra ?Buâs Günü?nü ve ondan önce geçen şeyleri anlat. Onun 
hakkında söylemiş oldukları şiirlerden bazılarını onlara oku! 
Buâs Günü, bir gündür ki, onda 
Evs ve Hazrec (savaşıp) birbirini katletmişler ve o gün zafer, Hazrec'e ve 
karşı Evs'te idi. 
O genç de, bu emrini yerine 
getirdi. Bu esnada millet konuştu, münazaa ettiler ve birbirine karşı tefahür 
ettiler. Nihayet iki kabileden binekler üzerinde olan iki adam kapıştı. Bunlar, 
Evs'den Beni Harise b. Harsi'den biri olan Evs b. Kayzî'dir. Biri de, Hazrec'den 
Beni Seleme'den biri olan Cabbâr b. Sahr'dır. 
Bu ikisi, birbirine karşı söz 
düellosuna giriştiler. Sonra o ikisinden biri, diğerine şöyle dedi: 
- Eğer dilerseniz, başa 
dönelim! 
Bunun üzerine iki fırka birden 
gazablandı ve: 
- Yapalım! Buluşma yerimiz, 
Zahire olsun. Silaha sarılınız! Silaha sarılınız! dediler ve o Harre'ye 
çıktılar. 
Bu haber, Rasulullah (s.a.s.)'e 
vardı ve beraberindeki Muhacirler'den olan ashabıyla birlikte çıktı. Onların 
yanına geldi ve şöyle dedi: 
?Ey müslümanlar topluluğu, 
Allah'dan sakınınız! Allah'dan sakınınız! Allah, sizi İslâm'a hidayet 
ettikten, sizi, O'nunla şereflendirdikten, sizden cahiliyyet durumunu 
İslâmiyet'le kestikten, O'nunla sizi küfürden kurtardıktan ve O'nunla sizin 
kalbinizi telif ettikten sonra, ben, sizin aranızda bulunduğum hâlde cahiliyyet 
dâvâsıyla mı birbirinize düşeceksiniz?? 
Bunun üzerine millet anladı ki 
o, şeytandan bir ifsad, bir vesvesedir ve kendi düşmanlarından bir hiledir. 
Böylece ağlaştılar. Evs'den ve Hazrec'den adamlar, birbirinin boynuna 
sarıldılar. Sonra Rasulullah (s.a.s.) ile birlikte söz dinler ve itaat eder 
olarak oradan ayrılıp gittiler. 
Allah onlardan, Allah'ın 
düşmanı Şe's b. Kays'ın hilesini söndürmüştü. Bunun üzerine Allah Teâlâ, Şe's b. 
Kays'ın ve yaptığı şeyin hakkında şu ayetleri inzâl buyurdu: 
?De ki: ?Ey Kitab Ehli, 
Allah, yaptıklarınıza şahid iken, ne diye Allah'ın ayetlerini inkâr ediyorsunuz?' 
De ki: ?Ey Kitab Ehli, 
sizler, şahidler olduğunuz hâlde, ne diye iman edenleri Allah yolundan ?onda bir 
çarpıklık bulmaya yeltenerek- çevirmeye çalışıyorsunuz? Allah, yaptıklarınızdan 
gafil değildir.? (Âl-i İmrân, 3/98-99) 
Allah, Evs b. Kayzî ile Cabbâr 
b. Sahr ve o ikisiyle birlikte kavimlerinden olan kimseler hakkında (ki onlar, 
yaptıklarını Şe's'in cahiliyyet içinden onlara bulaştırdığı şey yüzünden 
yapmışlardı.) şu ayetleri indirdi: 
?Ey iman edenler, eğer 
kendilerine Kitab verilenlerden herhangi bir gruba boyun eğecek olursanız, sizi 
imanınızdan sonra tekrar küfre döndürürler. 
Allah'ın ayetleri size 
okunuyorken ve O'nun Rasulü içinizdeyken nasıl oluyor da inkâr ediyorsunuz? Kim 
Allah'a sımsıkı tutunursa, artık elbette o, dosdoğru olan bir yola 
iletilmiştir. 
Ey iman edenler, Allah'dan 
nasıl korkup sakınmak gerekiyorsa, öylece korkup sakının ve siz, ancak müslüman 
olmaktan başka (bir din ve tutum üzerinde) ölmeyin. 
Allah'ın ipine hepiniz 
sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini 
hatırlayın. Hani siz, düşmanlar idiniz. O, kalblerinizin arasını uzlaştırıp 
ısındırdı ve siz, O'nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam 
ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki, hidayete 
erersiniz diye, Allah size ayetlerini böyle açıklar. 
Sizden, hayra çağıran, 
iyiliği (ma'rufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk 
bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır. 
Kendilerine apaçık belgeler 
geldikten sonra, parçalanıp ayrılan ve anlaşmazlığa düşenler gibi olmayın. İşte 
onlar için büyük bir azab vardır.? (Âl-i İmrân, 3/100-105)[3] 
İslâm düşmanları, her çağda 
İslâm Milleti için ırkçı-milliyetçi şeytanî tuzaklarını hazırlamış, onu bölüp 
parçalamaya çalışmıştır... Zaman zaman başarılı olmuş ve İslâm Milleti'ni 
oluşturan kavimler, bu şeytanî planın farkına varmadan tuzaklarına düşmüş, iman 
kardeşiyle kavga edip savaşmıştır... Bazen kavmiyet dâvâsı, bazen vatan dâvâsı, 
bazen de şehircilik ve bölgecilik milliyetçiliği olarak ortaya çıkan bu şeytanî 
tuzağın parçalanıp yok edilmesi için Rasulullah (s.a.s.)'in Sünneti'ni işlemek 
gerekir... 
Yahudînin körüklediği Evs ve 
Hazrec arasındaki ırkçı-milliyetçi duyguları, Allah korkusuyla ve iman gücüyle 
gideren Rasulullah (s.a.s.)'in vazifesini, O'nun ve bütün Peygamberlerin 
varisleri olan muttaki ulemâ yerine getirmelidir... 
?Muttaki âlimler, 
Peygamberlerin mirasçılarıdır. Şüphesiz Peygamberler, ne altın, ne de gümüş 
miras bırakırlar. Peygamberler, miras olarak ilim bırakırlar. Bu itibarla kim, 
Peygamberlerin mirası olan ilmi elde ederse, tam bir hisse almış olur.?[4] 
İslâm Milleti içinde ?Vilayet-i 
Fakîh? makamında olan mücahid ve muttaki ulemâ, ?Hakka davet eden, iyiliği 
emreden ve kötülükten nehyeden? bir ümmet, yani vazifeli bir topluluktur... 
Muttaki İslâm ulemâsı, İslâm Milleti'nin birlik ve beraberliğini sağlamak için 
ellerinden gelen bütün gayreti sarfetmelidirler... Ümmeti parçalamaya yönelik 
bütün şeytanî ve tağutî hareketlerin karşısında durmalı, bu konuda mü'min 
müslümanları uyarmalı, bilgilendirmelidirler... Müslüman kavimler, iman 
bağıyla, İslâm bağıyla birbirine bağlanıp, Allah'ın ipi olan Kur'ân-ı Kerim'e 
sımsıkı sarılırken onları, ırkçı-milliyetçi duygularla birbirinden koparmak 
isteyen her türlü ihanet hareketlerinin yok olması, ve mü'minlerin kardeşliğinin 
pekişmesi için çalışmalı, bunun için gereken gayreti göstermelidirler... 
Arfece (r.a.)'ın rivayetiyle 
şöyle buyuruyor Rasulullah (s.a.s.): 
?Hiç şüphesiz bir şeyler 
olacak. O hâlde her kim, bu ümmet derli toplu iken onun işini dağıtmak isterse, 
kim olursa olsun hemen kılıçla onu vurun.?[5] 
 
Arfece (r.a.)'dan. 
Rasulullah (s.a.s.) şöyle 
buyurdu: 
?İşiniz, bir adam üzerinde 
toplu iken kim sizin sopanızı yarmak isterse, veya cemaatinizi dağıtmak isterse, 
onu hemen öldürün.?[6] 
 
Hadisin şerhinde şunlar beyan 
edilmiştir: 
?Sopanızı yarmak? 
tabiri, cemaatı dağıtmaktan kinâyedir. Yani sizin cemaatınızı yarılmış sopanın 
dağıldığı gibi birbirinden ayırmak isterse, onu vurun demektir. Cemaatın 
birbirinden ayrılıp dağılması, anlaşamamak ve birbirini sevmemekle olur. 
Hadis-i Şerif, hükümdar 
aleyhine ayaklanan veya müslümanların birliğini bozmak isteyen bir kimsenin 
öldürülmesini emretmektedir. Böylesi, evvelâ nasihatle yola getirilmeye çalışır. 
Vazgeçmezse, kendisi ile çarpışır. Öldürmeden şerrinden kurtulunmazsa, 
öldürülür.?[7] 
İslâm Milleti'ne karşı 
düşmanlık yapıp savaşan ve onları bölüp parçalayıp yok etmek isteyenlere karşı, 
Emirü'lmü'minin İmam Ömer İbnü'l-Hattab (r.a.), çok sert davranmıştı... Onun 
sert davranışı, İslâm düşmanlarını korkutmak, onların belini kırmak ve bir daha 
ümmete karşı savaşma konusunda kendilerinde cesaret bulmasınlar içindi... Onun, 
kendilerine karşı sert davrandığı İslâm düşmanları, onlarla kan bağları olan 
akrabalarından Mekke müşrikleri idiler... 
İbn Abbas (r.a.) anlatıyor: 
Müslümanlar, (Bedir savaşı 
sonunda) esirleri aldıktan sonra Rasulullah (s.a.s.), Ebu Bekr'le Ömer'e: 
?Bu esirler hakkında reyiniz 
nedir?? diye sordu. 
Ebu Bekr: 
- Ya Rasulallah, bunlar, 
amcaoğulları ve akrabadırlar. Ben, onlardan fidye alman fikrindeyim. Bu suretle 
küffâr üzerine kuvvetimiz olur. Umulur ki Allah, onları İslâm'a hidayet buyurur, 
dedi. 
Bundan sonra Rasulullah 
(s.a.s.): 
?Sen ne fikirdesin ya 
İbnü'l-Hattab?? diye sordu. 
(Ömer diyor ki:) 
Ben: 
- Hayır, vallahi ya Rasulullah, 
ben, Ebu Bekr'in fikrinde değilim. 
Lâkin ben, bize müsaade 
buyursan da, şunların boyunlarını vuruversek fikrindeyim. Ukaly (Akîl)'e karşı 
(kardeşi) Ali'ye müsaade buyurmalısın ki, onun boynunu vursun. Bana da, filana 
(bir yakınına) karşı müsaade buyurmalısın, ben de onun boynunu vurmalıyım. Zirâ 
bunlar, küfrün imamları ve eşrafıdırlar, dedim. 
Bunun üzerine Rasulullah 
(s.a.s.), Ebu Bekr'in söylediğine meyletti. Benim söylediğimi beğenmedi.[8] 
 
İmam Ahmed b. Hanbel (r.a.)'in 
rivayetinde Emirü'l-mü'minin İmam Ömer İbnü'l-Hattab (r.a.), şunları da 
söylemiştir: 
- Hamza'ya da, filan kardeşini 
ver ki Hamza, onun boynunu vursun! Tâ ki Allah, bizim kalblerimizde müşriklere 
karşı bir yumuşama kalmadığını bilsin. (Ortaya çıksın)[9]. 
Muvahhid mü'minlere hiçbir şey, 
Allah'dan, O'nun Rasulü'nden ve Allah yolunda cihaddan daha sevimli değildir!.. 
Onlar, Allah ve Rasulullah (s.a.s.)'in sevgisini her şeyden, hatta canlarındanda 
yüce tutarlar... Onlar, İslâm'ın kadrini, diğer kadirlerden daha yüksek görür ve 
değer verirler... 
Muvahhid mü'minler, her zaman 
ve her mekânda İslâm Milleti'nin birlik ve beraberliğini sağlamak için bütün 
imkânlarını harcarlar... Mü'min müslümanları, halklara, uluslara ve ırklara 
bölüp ayırmak isteyen bütün şeytanî ve tağutî güçlere karşı mücadele ederler... 
Her türlü bölücü teröre karşı sert tavır alır, İslâm Milleti'nin bütünlüğünü 
sağlamaya gayret ederler... 
Yegâne önderimiz ve hayat 
örneğimiz Rasulullah (s.a.s.)'in şu emirlerini hiç unutmaz ve ümmeti bölen 
ırkçı-milliyetçi akımlara karşı uyanık olup onları önlemeye çalışırlar!.. 
1) İbn Abbas (r.a.)'dan. 
Rasulullah (s.a.s.) şöyle 
buyurur: 
?Allah'a, insanların en 
sevimsiz olanı üç sınıftır: 
Harem içinde zulüm ve 
haksızlık eden. 
İslâm camiası içinde 
cahiliyyet adetini araştırıp, onu bulup yaşatmak isteyen (mürteci). 
Haksız yere dökmek için 
ma'sum bir kişinin kanını külfetle araştıran.?[10] 
2) Ebu Katâde 
(r.a.)'dan: 
Rasulullah (s.a.s.) şöyle 
buyurdu: 
?Ümmetimin helâki üç 
şeydedir: 
Kaderi yalanlamak, 
Irkçılık dâvâsı gütmek, 
Tahkîk etmeksizin dinî 
konuları nakletmek.?[11] 
3) Ebu Malik el-Eş'arî 
(r.a.)'dan. 
Rasulullah (s.a.s.) şöyle 
buyurur: 
?Ümmetimde cahiliyyet 
adetlerinden kalma dört şey vardır ki, onları terk edemezler. 
(Bunlar): 
Asaleti ile övünmek, 
Neseblere ta'n, 
Yıldızlarla yağmur isteme, 
 
Ve niyâha (ölü için feryad 
ederek ağlama)dır.?([12]) 
 
?Onları terk edemezler? 
sözünden murad: Tamamiyle terk edemezler, demektir. Çünkü bunları, 
müslümanlardan bir tâife terk ederse, başka bir tâife yapmakta devam eder.[13] 
4) Cabir b. Abdullah 
(r.anhuma)'dan: 
Rasulullah (s.a.s.), (Vedâ 
Hutbesi'nde) şöyle buyurdu: 
?Şüphesiz ki, sizin 
kanlarınız ve mallarınız, şu beldenizde, şu ayınızda, şu gününüzün hürmeti gibi 
birbirinize haramdır. 
Dikkat edin!. 
Cahiliyyet işlerine aid her 
şey ayağımın altına konmuştur! 
Cahiliyyet devrinin kan 
dâvâları sakıttır. İlk iskat ettiğim dâvâ, İbn Rabiate'bni'l-Haris'in kan 
dâvâsıdır. İbn Rabia, Beni Said kabilesinde süt anaydı. Onu, Hüzeyl kabilesi 
öldürdü. 
Cahilliyet devrinin ribâsı 
da sakıttır. İlk iskat ettiğim ribâ, bizim (yani) Abbas b. Abdulmuttalib'in 
ribâsıdır. Bu ribânın hepsi mutlaka sakıttır...?[14] 
 
İslâm Milleti, yegâne önderi ve 
hayat örneği Rasulullah (s.a.s.) gibi, cahiliyyete aid her ne varsa ayaklarının 
altına almalıdır!.. 
İşte o zaman, onlar için yegâne 
Rabbimiz Allah'ın va'dı gerçekleşir: 
?Allah,içinizden iman 
edenlere ve salih amellerde bulunanlara va'detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan 
öncekileri nasıl güç ve iktidar sahibi kıldıysa, onları da yeryüzünde güç ve 
iktidar sahibi kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine 
yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe 
çevirecektir. Onlar, yalnızca Bana ibadet ederler ve Bana hiçbir şeyi ortak 
koşmazlar. Kim bundan sonra inkâr ederse, işte onlar fasıktır.? 
(Nur, 24/55) 
Dâvâmızın başı ve sonu, 
Âlemlerin Rabbi Allah'a hamd etmektir.[15] 
 
 
 
 
 
 
 
 [1] 
 Sahih-i Müslim, Kitabu Fedaili's-Sahabe, B.4, Hds.37. 
 
 
 
 [2] 
 İmam Kurtubî, A.g.e., C.4, Sh.311. 
 
 
 
 
 [3] 
 İbn Hişam, A.g.e., C.2, Sh.257-260. İmam el-Vahidî, A.g.e., Sh.120-122. 
 Abdulfettah el-Kadî, A.g.e., Sh.77-78. Taberânî, Mu'cemu's-Sağir, C.2, 
 Sh.87, Hbr.421. et-Taberî, A.g.e., C.2, Sh.327. 
 
 
 
 
 [4] 
 Sünen-i İbn Mace, Mukaddime, B.17, Hds.223. Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-İlm, 
 B.19, Hds.2822. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-İlm, B.1, Hds.3641. Sünen-i 
 Dârimî, Mukaddime, B.32, Hds.349. İmam Hafız el-Munzirî, A.g.e., C.1, Sh.26, 
 Hds.7. İbn Hıbban ve Beyhakî'den. 
 
 
 
 
 [5] 
 Sahih-i Müslim, Kitabu'l-İmare, B.14, Hds.59. Sünen-i Neseî, Kitabu 
 Tahrimi'd-Dem, B.6, Hds.4007-4009. et-Taberî, A.g.e., C.2, Sh.333. 
 
 
 
 
 [6] 
 Sahih-i Müslim, Kitabu'l-İmare, B.14, Hds.60. Sünen-i Neseî, Kitabu 
 Tahrimi'd-Dem, B.6, Hds.4010. 
 
 
 
 [7] 
 Ahmed Davudoğlu, A.g.e., C.9, Sh.24. 
 
 
 
 
 [8] 
 Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Cihad ve's-Siyer, B.18, Hds.58. İmam el-Vahidî, 
 A.g.e., Sh.259. 
 
 
 
 [9] 
 İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, C.3, Sh.447. Ahmed b. Hanbel'den. İmam 
 el-Vahidî, A.g.e., Sh.259. 
 
 
 
 [10] 
 Sahih-i Buhârî, Kitabu'd-Diyet, B.8, Hds.21. 
 
 
 
 [11] 
 Taberânî, Mu'cemu's-Sağir, C.1, Sh.406, Hds.305. Ayrıca bkz. 
 Mu'cemu'l-Evsat, C.4, Sh.336, Hds.3579. 
 
 
 
 
 [12]) 
 Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Cenaiz, B.10, Hds.29. İmam Suyutî, A.g.e., C.1, 
 Sh.264, Hds.516 (913). Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.5, Sh.342-344'den. 
 
 
 
 
 
 [13] 
 Ahmed Davudoğlu, A.g.e., C.5, Sh.151-152. 
 
 
 
 
 [14] 
 Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Hacc, B.19, Hds.147. Sünen-i İbn Mace, 
 Kitabu'l-Menasık, B.84, Hds.3074. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-Menasik, B.56, 
 Hds.1905. 
 
 
 
 
 [15] 
 Kul Sadi Yüksel, İstanbul, İslam Milleti Olmak, Misyon Yayınları: 157-168.



