Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
Millet-i İbrahim..
Millet 
 
 
Millet-i İbrahim 
 
İmam Fahruddin er-Râzî (rh.a.). 
?Millet, din demektir?[1] 
derken, İmam Kurtubî (rh.a.) şu açıklamalarda bulunmaktadır.: 
?Millet (din): Yüce Allah'ın, 
Kitablarında ve Peygamberlerin aracılığı ile kulları için koyduğu şeriatın 
adıdır. O bakımdan millet ile şeriat arasında fark yoktur. Din ile millet ve 
şeriat arasında ise, belli bir fark vardır. Çünkü millet ve şeriat, Allah'ın 
kullarını, yerine getirmeye çağırdığı şeyin adıdır. Din ise, kulların, Allah'ın 
emrine uygun olarak yaptıkları şeye denir.?[2] 
 
Elmalılı M. Hamdi yazır (rh.a.), 
?Hak Dini Kur'ân Dili? adlı tefsirinde şunları beyan eder. 
?Millet: Lügatte, esasen 
söyleyip yazdırmak veya ezbere yazmak mânâsına gelen, ?İmlâl' mastarıyla, yani 
?İmlâ' mânâsıyla ilişkili olan bir isimdir. 
Zemahşerî'nin ?Esas?ta beyanına 
göre, asıl mânâsı: Tutulup gidilen yol demektir ki, eğri veya doğru olabilir. 
İşte bu anlamdan alınarak din ve şeriat mânâsında kullanılmıştır. 
Şehristânî'nin, ?el-Milel ve'n-Nihal?deki 
beyanına göre din, şeriat, millet denilen şeyler, haddi zatında hep aynı şey-lerdir. 
Ancak itibar edilen ve gözetilen mânâya göre, yine de her biri bir başka yönden 
diğerinden farklı bir anlam kazanır. İtikad ve iman bakımından din, amel ve 
tatbikat bakımından şeriat, sosyal bakımından, yani sosyal realite bakımından 
millet denilir. Gerçekte itikad edilen ne ise, amel edilen de odur. Amel edilen 
ve uygulanan ne ise, esas itibariyle üzerinde ittifak edilen şey de odur. 
Şu hâlde millet, bir cemiyetin 
etrafında toplandığı ve üzerinde yürüdüğü, diğer bir deyişle, ictimaî duygu ve 
telakkilerinin tabi olduğu ve kitlesinin bağlı bulunduğu hakim ilkeler ve takib 
edilen gidişattır, sülûk edilen yoldur. Bu yolun hak olanı, hak olmayanı, eğri 
olanı, doğru olanı vardır. Şu kadar var ki, yolun hak olanı güzel sonuca, hak 
olmayanı da hüsrana ve kötü akibete götürür. Demek ki, millet, sosyal kurul 
dediğimiz toplumun kendisi değildir. Ona, cemaat, kavim, ümmet veya ehl-i millet 
denilir.?[3] 
 
İslâm ulemâsının beyanından 
anlaşıldığı gibi millet, din demektir... Aynı inancı paylaşan insanlar, belli 
bir milleti oluştururlar... Hangi akîde etrafında bir araya gelmiş ve o akîdenin 
gereği gibi davranmışlarsa, o akîdenin milletidirler... Dilleri, renkleri, 
soyları, kavimleri ve bölgeleri ayrı ayrı da olsa aynı dinde olanlar, aynı 
millettendirler... 
Bundan dolayı Rabbimiz Allah, 
Yahudî ve Hristiyanların milletine, yani dinlerine tabi olunmadıkça, onların 
inandığı gibi inanmadıkça, onların hareketleri gibi hareket etmedikçe, asla 
mü'minlerden razı olamayacaklarını beyan buyurur: 
?Sen onların dinlerine 
(milletlerine) uymadıkça, Yahudî ve Hristiyanlar, senden kesinlikle hoşnud 
olmazlar. De ki: ?Şüphesiz doğru yol, Allah'ın (gösterdiği) yoludur.' Eğer sana 
gelen bunca ilimden sonra onların heva (arzu ve tut-ku)larına uyacak olursan, 
senin için Allah'dan ne bir dost vardır, ne de bir yardımcı.? 
(Bakara, 2/120) 
Bundan dolayı Allah'ın 
Nebîlerinden Yusuf (a.s.), Allah'a iman etmeyen ve ahireti de tanımayan, 
böylece kâfir olan bir toplumun milletini, yani dinini terk ettiğini beyan 
eder... Kâfirlerin milletini, yani dinini terk ettiğini beyan eden Yusuf (a.s.), 
Tevhid milletinin imamları olan ataları İbrahim, İshak ve Yakub'un (Allah'ın 
selâmı üzerlerine olsun) milletine, yani dinine uyduğunu söylüyor... 
?(Yusuf) dedi ki: ?Size, 
rızıklanacağınız bir yemek gelecek olsa ben, mutlaka size daha gelmeden önce 
onun ne olduğunu haber veririm. Bu, Rabimin bana öğrettiklerindendir. Doğrusu 
ben, Allah'a iman etmeyen, ahireti de tanımayanların tâ kendileri olan bir 
topluluğun milletini (dinini) terk ettim. 
Atalarım, İbrahim, İshak ve 
Yakub'un milletine (dinine) uydum. Allah'a hiçbir şeyle şirk koşmamız bizim 
için olacak şey değil. Bu, bize ve insanlara Allah'ın lütuf ve ihsanındandır. 
Ancak insanların çoğu şükretmezler.? (Yusuf, 12/37-38) 
Ayet-i kerimede: 
?Sizin dininiz size, benim 
dinim bana.? (Kafirun, 109/6) buyururken, iki milletten bahsedilmektedir: 
Küfür milleti ve Tevhid, yani İslâm milleti. 
Hangi vasıfta, hangi isimde ve 
hangi iddiada olursa olsun bütün tağutî ideolojiler, felsefeler ve düzenler 
küfürdür... Küfür, tek millettir!.. Ve İslâm da tek millettir!.. Yeryüzünde 
yaşayan milyarlarca insan, iki milletten meydana gelir... Küfür cephesinde 
bulunanlar tek millettirler ve İslâm cephesinde bulunanlar tek millettirler... 
Abdullah b. Ammar (r.a.)'dan. 
Rasulullah (s.a.s.) şöyle 
buyurdu: 
?İki (ayrı) milletin (dinin) 
mensubları birbirlerine mirasçı olamazlar.?[4] 
Usame b. Zeyd (r.anhuma)'dan. 
Rasulullah (s.a.s.) şöyle 
buyurdu: 
?Müslüman kâfire, kâfir de 
müslümana mirasçı olamaz.?[5] 
 
Cabir (r.a.)'dan. 
Rasulullah (s.a.s.) şöyle 
buyurdu. 
?Ne biz, Ehl-i Kitab'a 
mirasçı oluruz, ne onlar bize mirasçı olurlar.?[6] 
Emiru'l-mü'minin İmam Ömer 
İbnu'l-Hattab (r.a.) şöyle demiştir: 
- Ne biz, müşriklere mirasçı 
oluruz, ne onlar bize mirasçı olur.[7] 
Rabbimiz Allah şöyle buyurur: 
?Mü'min erkekler ve mü'min 
kadınlar birbirlerinin velileridirler.? (Tevbe, 9/71) 
?İnkâr eden (kâfir)ler, 
birbirlerinin velileridirler.? (Enfal, 8/73) 
Tevhid, yani İslâm milleti, 
Millet-i İbrahim'dir... Halilullah İbrahim (a.s.), Tevhid milletinin atasıdır... 
Rabbimiz Allah onu kendisine dost edinmişti... O (a.s.), Rabbi Allah'a tam 
teslim olan ve müşriklerden bütün ilişkisini kesen muvahhid bir şahsiyettir... O 
(a.s.), bütün varlığıyla yaratılış gayesine uyan bir insan-ı kâmil idi... 
Rabbimiz Allah tarafından dünyada seçilmiş, ahirette salihlerden olan bir 
hanifti... 
Dünyada ve ahirette kendisini 
helâk eden, nefsini aşağılık kılandan başkası O'nun milletinden yüz çevirmez!.. 
Rabbimiz Allah şöyle buyurur: 
?Kendi nefsini aşağılık 
kılandan başka, İbrahim'in milletin (dinin)den kim yüz çevirir? Andolsun, Biz 
O'nu dünyada seçtik, gerçekten ahirette de o, salihlerdendir. 
Rabbi, ona:'Teslim ol' 
dediğinde (O): 
?Âlemlerin Rabbine teslim 
oldum,' demişti.? (Bakara, 2/130-131) 
İmam Fahruddin er-Râzî (r.a.), 
?Tefsir-i Kebir? adlı meşhur tefsirinde bu ayet için şunları beyan eder: 
?Böylece bu ifadede, Yahudî, 
Hristiyan ve müşrik Arablar azarlanmıştır. Çünkü Yahudîler'in Hz. İbrahim ile 
övünüyor ve Yakub (İsraîl) (a.s.) soyundan oldukları için, kendileri ile Hz. 
İbrahim (a.s.) arasında bulunan alakaya tutunuyorlardı. Hristiyanlar da, Hz. 
İsa (a.s.) annesi tarafından Yakub (a.s.)'a dayandığı hâlde, Hz. İsa (a.s.) ile 
iftihar etmemiş (İbrahim (a.s.) ile iftihar etmişler)dir. Kureyş müşrikleri ise, 
cahiliyye döneminde her türlü hayra, Hz. İbrahim (a.s.)'ın inşâ etmiş olduğu 
Kâbe sayesinde nâil olmuşlardır. Bu sebebten dolayı bunların hepsi, bu şekilde 
Allah'ın Kitabı'na davet olunmuşlardır. Kureyş kabilesi dışında kalan Adnanî 
Arablar'ın soyu da Hz. İsmail (a.s.)'a dayanır. Bunlar da, Hz. İsmail (a.s.)'ın 
Peygamberliği ile Kahtanî Arablara karşı övünürlerdi. İncelendiğinde hepsinin, 
Hz. İbrahim (a.s.) ile övündükleri ortaya çıkar. 
Ahir zamanda Hz. Muhammed 
(s.a.s.)'in Peygamber olarak gönderilmesini Allah'dan isteyen ve bu maksadının 
meydana gelmesi için Allah'a yalvarıp yakaran zâtın Hz. İbrahim (a.s.) 
olduğu[8] 
sabit olunca, en büyük iftiharları ve faziletleri, Hz. İbrahim (a.s.)'in 
soyundan gelmek olduğunu söyleyenlere şaşmak gerek. Onlar, böyle söyledikleri 
hâlde, Hz. İbrahim (a.s.)'ın duası ve Allah'a yalvarıp yakarmadaki meksadı olan 
O Peygamber'e iman etmiyorlar. Şüphe yok ki bu husus, gerçekten şaşılacak 
şeylerdendir.?[9] 
 
Rabbimiz Allah şöyle buyurur: 
?Dediler ki: ?Yahudî ve 
Hristiyan olun ki, hidayete eresiniz.' De ki: ?Hayır, (doğru yol) hanif 
(muvahhid) olan İbrahim'in dini (milletidir). O, müşriklerden değildi.' 
Deyin ki: ?Biz, Allah'a ve 
bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarına indirilene, Musa 
ve İsa'ya verilen ile Peygamberlere Rabbinden verilene iman ettik. onlardan 
hiçbirini diğerinden ayırdetmeyiz ve biz, O'na teslim olmuşlarız.? 
(Bakara, 2/135-136) 
Abdullah b. Abbas (r.anhuma) 
anlatıyor: 
Abdullah b. Suriya adlı tek 
gözlü bir Yahudî, Hz peygamber (s.a.s.)'e: 
- Doğru yol ancak bizim 
yolumuzdur. Ey Muhammed, o hâlde bize tabi ol ki, hidayete eresin, dedi. 
Hristiyanların da, O'na aynı 
şeyi söylemeleri üzerine Allah, bu ayeti inzâl buyurdu.[10] 
Muvahhid mü'minler, İbrahim 
(a.s.)'ın milletidirler... Bundan dolayı İbrahim (a.s.)'ın ardı sıra onu takib 
eden-lerdir... Put kıran İbrahim (a.s.), Tevhid milleti'nin önderi ve 
örneğidir... Muvahhid mü'minler de, önderleri ve örnek-leri İbrahim (a.s.)'ın 
izi üzere oldukları için birer haniftirler ve asla müşriklerden olamazlar... 
Yahudîler, Hristiyanlar ve diğer tağutî ideoloji mensublarının her grubu, bir 
yönüyle Allah'a şirk koşmuş, O'nun dinine küfretmişlerdir... Onla-rın, insanlık 
âlemine bir hidayet ve kurtuluş olarak sun-dukları felsefî tezleri, birer 
dalâlet ve helâke götürücü yol-lardır... 
Tek hidayet ve kurtuluş yolu, 
Halilullah İbrahim (a.s.)'ın milletinin yoludur!.. 
Ebu Hüreyre (r.a.) anlatıyor: 
Ehl-i Kitab (olan Yahudîler), 
Tevrat'ı İbranice metni ile okurlar, Arab diliyle de onu müslümanlara tefsir 
ederlerdi. Bu hususta Rasulullah (s.a.s.), sahabîlerine: 
?Siz Kitab Ehli'nin sözlerini 
tasdîk de, tekzîb de etmeyin. Ancak: 
Deyin ki: Biz, Allah'a, bize 
indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarına indirilene, Musa ve 
İsa'ya veri-len ile Peygamberlere Rabbinden verilene iman ettik. Onlar-dan 
hiçbirini diğerinden ayırdetmeyiz ve biz, O'na teslim olmuşlarız.? (Bakara, 
2/136)[11] 
 
Millet-i İbrahim olan mü'min 
müslümanların Tevhid akîdesi budur!.. Onlar, böyle inanır ve imanlarında sabit 
kalırlar... Yahudî olsun, Hristiyan olsun ve onların dışında diğer inançlara 
mensub olanlar olsun, söyledikleriyle ve yaptıklarıyla muvahhid mü'minleri asla 
kandıramaz, kendilerine meylettiremezler... Çünkü muvahhid mü'minler, 
haniftirler... 
Mücahid (r.a.)'e göre hanif: 
- Samimi ve ihlâslı demektir. 
Ebu Kalabe (r.a.)'e göre hanif: 
- Baştan sona kadar bütün 
Peygamberlere inanan demektir. 
Kâtade (r.a.)'e göre haniflik: 
- Allah'dan başka ilâh 
bulunmadığına şehadettir. Buna, Allah'ın haram kıldığı, anneler, kızlar, 
teyzeler ve halalarla evlenmek ile birlikte diğer haramları saymak da girer. 
Sünnet de, haniflik 
içerisindedir.[12] 
Abdullah b. Abbas (r.anhuma), 
hangi niyetle olursa olsun, Ehl-i Kitab'a gidip soru soran, onlarla fikir 
alış-veri-şinde bulunan ve onlardan öğrendiklerine az da olsa meyle-den 
müslümaları uyarıyor!.. Ehl-i Kitab'a bir şey sormala-rına ihtiyaç olmadığını ve 
bütün ihtiyaçlarını karşılayan Kur'ân-ı Kerim'e meselelerin arz edilmesini 
tavsiye ediyor... Çünkü Kur'ân-ı Kerim'de, hayatî bütün meseleler bütün 
açıklığıyla beyan olunmuş ve Rasulullah (s.a.s.) tarafından uygulanması örnek 
olarak gösterilmiştir... 
Rabbimiz Allah şöyle buyurur: 
?Biz Kitabı sana, her şeyin 
açıklayıcısı, müslümanlara bir hidayet ve rahmet ve bir müjde olarak indirdik.? 
(Nahl, 16/89) 
?(Bu Kur'ân,) düzüp 
uydurulacak bir söz değildir. Ancak kendinden öncekilerin doğrulayıcısı, her 
şeyin çeşitli biçimlerde açıklaması ve iman edecek bir topluluk için bir hidayet 
ve rahmettir.? (Yusuf, 12/111) 
?Biz Kitab'da, hiçbir şeyi 
noksan bırakmadık.? (En'âm, 6/38) 
?Biz, her şeyi yeterince 
açıkladık.? (İsra, 17/12) 
Abdullah İbn Abbas (r.anhuma) 
şöyle demiştir: 
- Ey müslümanlar topluluğu, 
sizler, Kitab Ehli'ne nasıl soru soruyorsunuz? Halbuki Peygamberinizin üzerine 
indirilmiş olan Kitabınız, Allah katından indirilen haberlerin en yenisidir. 
Sizler onu, hiç karıştırılmamış 
olarak okumaktasınız. Ve hâlbuki Allah (Kendi Kitabı için de) sizlere, Kitab 
Ehli Milletlerin, Allah'ın yazdığı şeyleri tebdîl ettiklerini ve kendi elleriyle 
Allah Kitabı'nı değiştirip başkalaştırdıklarını ve karşılığında az bir bahâyı 
satın almaları için ?bu, Allah katındadır? dediklerini kat'iyyetle söylemiştir.[13] 
 
Size gelmiş olan ilim, onlara 
herhangi bir şey sormaktan sizleri nehyetmiyor mu? Allah'a yemin ederim ki biz, 
onlardan hiçbir kimseyi asla sizin üzerinize indirilmiş olan Kitab'dan sorar 
görmemişizdir.?[14] 
Millet-i İbrahim olan 
muvahhid mü'minler, Allah Teâlâ'nın kendilerine din olarak seçip beğendiği ve 
tamamlanmış bir nimet olan İslâm[15] 
üzere sabit kalmalı, gerek akîdelerinden, gerekse amellerinden asla taviz 
vermemelidirler... Yahudîliğe, Hristiyanlığa ve diğer batıl inançlara asla 
meyletmeyecek, aksine onları, yegâne hayat nizamı olan Hak din İslâm'a davet 
edecek, onların hidayetlerine vesile olacaktır... Kendilerine doğruları tebliğ 
edecek, onların eğrilerden kurtulmaları sağlayacaklardır... Yegâne kurtuluşun 
bu olduğunu, onlara delilleriyle açıklayacaklardır... 
Çünkü Rabbimiz Allah şöyle 
buyurur: 
?Şayet onlar da, sizin 
inandığınız gibi inanırlarsa, kuşkusuz doğru yolu bulmuş olurlar. Yok eğer yüz 
çevirirlerse, onlar, elbette bir (çelişki ve) aykırılık içindedirler. 
Sana, onlara karşı Allah yeter. O, işitendir, bilendir.? (Bakara, 
2/137) 
Muvahhid mü'minler, şüçhesiz 
Allah tarafından inzâl edilen Tevrat, Zebûr ve İncil'in bozulmamış hâllerine 
katıksız bir şekilde iman ederler, fakat kendilerini kuşatan ve kendisiyle amel 
ettikleri Kitabları, Kur'ân-ı Kerim'dir...[16] 
Muhammed b. Sirin (r.a.) der 
ki: 
- Sana, sen mü'min misin? diye 
sorulacak olursa: 
?Biz Allah'a, bize 
indirilene, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a... İndirilene... iman ettik.? 
(Bakara, 2/136) ayeti ile cevab ver.[17] 
Rabbimiz Allah Teâlâ (Azze ve 
Celle), başta yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.) olmak üzere bütün muvahhid 
mü'min müslüman kullarına şu emri vermektir: 
?Sonra sana vahyettik: 
?Hanif (muvahhid) olan İbrahim'in milletine (dinine) uy! O, müşriklerden 
değildi.? (Nahl, 16/123) 
?De ki: Allah doğru söyledi. 
Öyleyse Allah'ı bir tanıyan (hanif)ler olarak İbrahim'in milleti (dini)ne uyun! 
O, müşriklerden değildi.? (Âl-i İmrân, 3/95) 
?De ki: ?Rabbim, gerçekten 
beni doğru yola iletti, dimdik duran bir dine, İbrahim'in hanif (muvahhid) dini 
(milleti)ne. O, müşriklerden değildi.? (En'âm, 
6/161) 
Abdullah b. Abdurrahman b. 
Ebza, babasından naklederek şöyle der: 
Rasulullah (s.a.s.), sabaha 
ulaştığında şöyle buyururdu: 
?Biz, İslâm fıtratı, İhlâs 
(şehadet) kelimesi, Peygamberimiz Muhammed'in dini, daima dosdoğru yola meyilli 
(hanif) müslüman biri olan babamız İbrahim'in milleti üzerinde kararlı olarak 
sabaha eriştik.?[18] 
 
Bütün Peygamberlerin milleti, 
yani dini birdir... Onlar, aynı Tevhid akîdesine mensub olan kardeşlerdir... 
Hepsi, akîde olarak İslâm Dinindendirler... 
Hepsinin dini, İslâm Dini ve 
milleti, İslâm Milleti'dir... 
Ebu Hüreyre (r.a.) ?dan. 
Rasulullah (s.a.s.) şöyle 
buyurdu: 
?Esasen Peygamberler, 
babaları bir kardeştirler, anaları ayrıdır. Dinleri birdir.?[19] 
Bundan dolayı, İbrahim 
(a.s.)'ın milleti üzere olan Rasulullah (s.a.s.), gerek cenazeyi kabre 
indirirken, gerekse cihada ordu gönderirken: 
?Rasulullah'ın milleti üzere.? 
buyururdu. 
Rasulullah (s.a.s.)'in milleti, 
İbrahim (a.s.)'ın milletiydi... 
Abdullah b. Ömer (r.anhuma) 
anlatıyor: 
Ölü kabre dahil edildiği zaman 
Rasulullah (s.a.s.): 
?Bismillahi ve alâ milleti 
Rasulillahi? buyururdu. 
Ravî Ebu Halid, bir defa 
demişti ki: 
İbn Ömer (r.anhuma) şöyle 
demiştir: 
Ölü kabre indiği zaman 
Efendimiz (s.a.s.): 
?Bismillahî ve alâ Sünnneti 
Rasulillahî? buyururdu. 
Ravî Hişam, kendi hadisinde: 
Rasulullah (s.a.s.)'in şu 
kelimeleri buyurduğunu söylemişti: 
?Bismillahi ve fî 
Sebilillahi ve alâ milleti Rasulillahi.?[20] 
Enes b. Malik (r.a.)'dan: 
Rasulullah (s.a.s.) şöyle 
buyurdu: 
?Allah'ın ismiyle, Allah 
için ve Rasulullah'ın milleti üzere savaşa çıkınız. Aciz kalmış ihtiyarları, 
büluğa ermemiş çocukları ve kadınları öldürmeyin. Ganimete ihanet etmeyin. 
Ganimetlerinizi toplayınız, (hâlinizi) düzeltiniz, ihsan ile muamele ediniz. 
Çünkü Allah, ihsan edenleri sever.?[21] 
İslâm Milleti'ne mensub olan 
muvahhid mü'minler, Rasulullah (s.a.s.)'in milletinden olmak, İbrahim (a.s.)'ın 
milletinden olmak demek olduğunun şuurundadırlar!.. 
İbn Tavus anlatıyor: 
Muaviye, İbn Abbas 
(r.anhuma)'ya: 
- Sen, İbn Ebi Talib'in 
milletinden misin? diye sordu. 
İbn Abbas: 
- Hayır, dedi. 
Muaviye: 
- İbn Affan milleti üzere 
misin? dedi. 
İbn Abbas: 
- Hayır, dedi. 
Muaviye: 
- Peki, kimin milleti 
üzerindesin? dedi. 
İbn Abbas: 
- Muhammed (s.a.s.)'in milleti 
üzereyim, dedi.[22] 
Halilullah İbrahim (a.s.), 
İslâm Milleti'nin atası, öncüsü ve örneğidir... Rabbim Allah, İbrahim (a.s.) ve 
onunla beraber iman etmiş olan ümmetini, kıyamete kadar muvahhid mü'minlere bir 
örnek kılmıştır... Millet-i İbrahim'in mensubları olan mü'min müslümanlar, 
İbrahim (a.s.) ve onunla birlikte olan o muvahhid mü'minler gibi, iman edip, 
onlar gibi davranacaktır: 
?İbrahim ve onunla birlikte 
olanlarda size güzel bir örnek vardır. Hani kendi kavimlerine demişlerdi ki: 
?Biz, sizlerden ve Allah'ın dışında taptıklarınızdan gerçekten uzağız. 
Sizi (artık) tanımayıp inkâr ettik. sizinle aramızda, Siz, Allah'a bir olarak 
iman edinceye kadar ebedî bir düşmanlık ve bir kin baş göstermiştir.? 
Ancak İbrahim'in babasına: ?Sana, bağışlanma dileyeceğim, fakat Allah'dan 
gelecek herhangi bir şeye karşı senin için gücüm yetmez.? demesi hariç. 
?Ey Rabbimiz, biz sana tevekkül ettik ve içten Sana yöneldik. Dönüş Sana'dır. 
Rabbimiz, bizi, inkâr 
edenler için fitne (deneme korkusu) kılma ve bizi bağışla Rabbimiz. Şüphesiz 
Sen, üstün ve güçlüsün, hüküm ve hikmet sahibisin.? 
Andolsun, onlarda sizlere, 
Allah'ı ve ahiret gününü umut edenlere güzel bir örnek vardır. Kim yüz çevirecek 
olursa, artık şüphesiz Allah, Ğaniy (hiçbir şeye ihtiyacı olmayan) Hamîd 
(övülmeye layık olan)dır.? (Mümtehine, 
60/4-6) 
İmam Taberî (r.a.), meşhur 
tefsirinde bu ayetler için şunları beyan ediyor: 
?Allah Teâlâ, bu ayetlerde, 
kâfirlerden uzak durma, onlara düşmanlık besleme ve onları dost edinmeme 
hususunda mü'minlerin, Hz. İbrahim'i ve Onunla birlikte iman edenleri örnek 
almalarını emrediyor. Zirâ Hz. İbrahim ve onunla birlikte iman edenler, 
kâfirlere karşı kesin bir tavır almışlar, onların taptıkları şeylerden beri 
olduklarını ve onlara düşman olduklarını kesin bir şekilde ortaya koymuşlar, 
iman ile inkâr arasına kesin bir sınır çizmişlerdir. Bütün mü'minlerin de böyle 
olmaları gerekmektedir.?[23] 
Halilullah İbrahim (a.s.) ve 
onunla birlikte iman eden muvahhid mü'minler, kendilerinden sonra gelen İslâm 
Milleti'nin diğer ümmetleri için birer hayat örneği olurken neler yapmışlardı? 
1) İçinde bulundukları 
tağutî şirk toplumunun egemenlerine ve onların emrine girip kullara kul olan 
halkına karşı kesin Tevhidî tavırlarını almış, onlardan ve Allah'dan başka 
taptıkları bütün sahtekâr rablerinden, ilâhlarından uzaklaşmışlardı... 
Dolayısıyla tağutî şirk toplumunda saflar ayrılmış, tavırlar netleşmişti... 
Millet-i İbrahim ile Millet-i Nemrud birbirinden ayrılmıştı... Tevhid milleti 
ile küfür milleti ayrı cepheler oluşturmuştu... 
2) Millet-i İbrahim'in 
muvahhid mü'minleri, Millet-i Nemrud'un taraftarları olan müşrik ve kâfirleri 
kesinlikle tanımayıp inkâr ederek reddedmişlerdi... Aralarında akîde, yani iman 
ve din bağı olmayınca veya oluşmayınca, kan bağı onların kardeş olmasını 
sağlamamamıştı... Çünkü kan bağı, tek başına kardeş olmaya yeterli değildi... 
Millet-i İbrahim'in karakterine aykırıdır bu anlayış... Çünkü Millet-i 
İbrahim'in akîdesinde, ancak mü'minler kardeştir!.. Hangi kavimden, hangi 
ırktan, hangi renkten, hangi dilden ve hangi bölgeden olursa olsun, katıksız 
iman eden muvahhid mü'minler kardeştir... Millet-i İbrahim'in akîdesinde, 
kanın, toprağın ve çamurun değil, dinin, iman ve salih amelin kıymeti vardır... 
3) Millet-i İbrahim'in 
mensubları olan muvahhid mü'minler, Tevhid akîdelerinden dolayı, aralarında kan 
bağı olan müşrik ve kâfir kavimlerinden çok eziyet, zulüm, işkence ve düşmanlık 
görmüşlerdi... Hatta malum olduğu üzere, Halilullah İbrahim (a.s.)'ı ateşe 
atmışlardı...[24] 
O müşriklerin bu kin ve düşmanlıklardan dolayı muvahhid mü'minler kendilerine: 
?Sizinle aramızda, siz, 
Allah'a bir olarak iman edinceye kadar ebedî bir düşmanlık ve bir kin baş 
göstermiştir.? demiş ve safları ayırmış olduklarını kesin bir tavır ile 
beyan etmişlerdi... 
İslâm Milleti'nin örnek 
neslinin tavrı böyle olmuştu... Mü'min müslümanların kendisine uyacağı örneği 
budur!.. Rabbimiz Allah Teâlâ, o muvahhid mü'minleri örnek almayı ve onlar gibi 
davranmayı emrediyor... 
Millet-i atası Halilullah 
İbrahim (a.s.)'ın Tevhidî tavrını, şöyle beyan ediyor Rabbimiz Allah: 
?Onlara, İbrahim'in haberini 
de aktar oku: 
Hani babasına ve Kavmine: 
?Siz, neye kulluk ediyorsunuz?' demişti. 
Demişlerdi ki: ?Putlara 
tapıyoruz. Bunun için sürekli onların önünde bel büküp eğiliyoruz.? 
Dedi ki: ?Peki, dua 
ettiğiniz zaman onlar, sizi işitiyorlar mı? 
Ya size, bir yararları veya 
zararları dokunuyor mu?' 
?Hayır dediler. ?Biz, 
atalarımızı böyle yaparken bulduk.' 
(İbrahim) dedi ki: ?Şimdi 
neye tapmakta olduğunuzu gördünüz mü? 
Hem siz, hem de eski 
atalarınız? 
İşte bunlar, gerçekten benim 
düşmanımdır. Yalnızca Âlemlerin Rabbi hariç. 
Ki beni, yaratan ve hidayet 
veren O'dur. 
Bana yediren ve içiren 
O'dur. 
Hastalandığım zaman bana 
şifa veren O'dur. 
Beni öldürecek, sonra 
diriltecek olan da O'dur. 
Din (ceza) günü hatalarımı 
bağışlayacağını umduğum da O'dur.? (Şuara, 26/69-82) 
?Hani İbrahim, babasına ve 
kendi Kavmine demişti ki:?Şübhesiz ben, sizin taptıklarınızdan 
uzağım. 
(Ancak) beni yaratan başka. 
İşte o, beni hidayete yöneltip iletecektir. (Zuhruf, 43/26-27) 
Halilullah İbrahim (a.s)'ın 
Tevhidî tavırı net ve tavizsizdir... Onunla birlikte olan mü'min müslümanlar da 
böyle olduğu gibi, onun evlâdından ve onun takibcisi olan Rasulullah (s.a.s.) 
ile Ümmeti olan muvahhid mü'minler de onun gibi net tavırlarıyla 
tavizsizlerdir... Put kıran Halilullah İbrahim (a.s) ?a en yakın olanlar, 
bunlardır!.. 
Rabbimiz Allah şöyle 
buyurmuştur: 
?Doğrusu, insanların 
İbrahim'e en yakını olanı, ona uyanlar ve bu Peygamber ile iman edenlerdir. 
Allah, mü'minlerin velisidir.? (Âl-i İmrân, 3/68) 
Yegâne önderimiz Rasulullah 
(s.a.s.) de, atası Halilullah İbrahim (a.s.) gibi, mü'min müslümanların tek 
önderi ve hayat örneğidir... O'na iman edip Sünneti üzere yaşayanlar, aynı 
zamanda Halilullah İbrahim (a.s.)'ın izi üzerinde olanlardır... Hepsi, aynı 
milletin mensublarıdır... Dinleri, yani milletleri birdir... 
Rabbimiz Allah şöyle buyurur: 
?Andolsun, sizin için, 
Allah'ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah'ı çokça zikredenler için, Allah'ın 
Rasulünde güzel bir örnek var.? (Ahzab, 33/21) 
Allah'a ve ahiret gününe 
katıksız iman eden muvahhid ve müttaki mü'minlerin yegâne önderi ve hayat örneği 
Rasulullah (s.a.s.)'in tavırına dikkat edilmelidir!.. Çünkü mü'min müslümanların 
her yönüyle uyacakları tavır, Rasulullah (s.a.s.)'in tavrıdır... 
Rabbimiz Allah, Rasulü Muhammed 
(s.a.s)'e hitaben şöyle buyurur: 
?De ki: ?Ey kâfirler, 
Ben, sizin taptıklarınıza 
tapmam. 
Benim taptığıma siz de 
tapacak değilsiniz. 
Ben de, sizin tapdıklarınıza 
tapacak değilim. 
Siz de, benim taptığıma 
tapacak değilisiniz. 
Sizin dininiz size, benim 
dinim bana. (Kâfirun, 109/1-6) 
?De ki:' ?Şahidlik 
bakımından hangi şey daha büyüktür?? De ki: ?Allah, benimle sizin 
aranızda şahiddir. Sizi ? ve kime ulaşırsa- kendisiyle uyarmam için bana şu 
Kur'ân vahyedildi. Gerçekten Allah'la beraber başka ilâhların da bulunduğuna siz 
mi şahidlik ediyorsunuz?' De ki: ?Ben, şehadet etmem.' De ki: ?O, ancak bir tek 
olan ilâhtır ve gerçekten ben, sizin şirk koşmakta olduklarınızdan uzağım.? 
(En'âm, 6/19) 
?De ki: ?Ey insanlar, eğer 
benim dinimden yana bir kuşku içindeyseniz, ben, sizin Allah'dan başka ibadet 
ettiklerinize ibadet etmiyorum. Ancak ben, sizin hayatınıza son verecek olan 
Allah'a ibadet ederim. Ben, mü'minlerden olmakla emrolundum.' 
Ve: ?Bir muvahhid (hanif) 
olarak yüzünü dine doğru yönelt ve sakın müşriklerden olma! 
Allah'dan başka sana yararı 
ve zararı olmayan (ilâhlara) tapma. Eğer sen, (bu emirlerin tersini) yapacak 
olursan, bu durumda muhakkak zulmedenlerden olursun (diye emrolundum).? 
(Yunus, 10/104-106) 
Net Tevhidî tavrın gereği 
budur!.. 
Hangi bölgede ve hangi çağda 
olursa olsun, tağutî şirk düzenlerinin müşrik ve kâfir, hâttâ mürted zalim 
egemenlerine, ayrıca o egemenlerin zulmüne rıza gösteren aldatılmış insanlara 
karşı kesin tavır budur!.. 
Halilullah İbrahim (a.s.)'ın 
Nemrud'a ve yönettiklerine, Kelimullah Musa (a.s.)'ın Fir'avn'a ve 
yönettiklerine, Ruhullah İsa (a.s.)'ın Kayserlere ve yönettiklerine, Rasulullah 
Muhammed (s.a.s.)'in Ebu Cehil'e ve yönettiklerine karşı aldıkları net Tevhidî 
tavır, bu tavırdır!.. 
Küfürle iman, Tevhidle şirk 
sınırlarını tamamen ve net çizgilerle ayırmak, asla birbirine karıştırmamak 
gerekir... kâfirle mü'min, muhavvidle müşrik saflarının birbirlerine hiç 
karıştırılmadan net bir şekilde ayrılması, Resullerin yaptığı ilk işlerdendir... 
Bir yanda küfür milleti, bir yanda İslâm milleti... Safları belirlenmiş iki ayrı 
millet... İbrahim (a.s.) milleti ve Nemrud milleti... birbirinden ayrı ve asla 
birbirine karışmayan iki millet... iki ayrı milletin akîdelerinden herhangi bir 
değişme olmadıkça, birbirlerine dost olmaz ve birbirine karışamazlar... Bu, 
onların değişmez karakteridir... Nemrud milletinden birisinin İbrahim (a.s.)'ın 
milletine karışması için, katıksız, yani şirksiz iman edip Allah'ın hükümlerine 
tam teslim olmaları gerekir... İbrahim (a.s.)'ın milleti'nden Nemrud Milleti'ne 
karışacak bir kişinin, irtidâd etmesi, Allah'a şirk koşması veya küfretmesi 
gerekir? Bu şekilde olmadıkça, Nemrud Millet'i İbrahim (a.s.)'ın milleti'nden 
asla razı olmaz ve kesinlikle onlara dostça davranmaz!.. 
Rabbimiz Allah, Rasulullah 
(s.a.s.)'in şahsında bütün muvahhid mü'min kullarının bu net Tevhidî tavrı 
sergilemelerini emretmektedir: 
?Şu hâlde sen, bundan dolayı 
davet et ve emrolunduğun gibi doğru bir istikamet tuttur. Onların heva (istek ve 
tutku)larına uyma. Ve dedi ki: ?Allah'ın indirdiği her Kitaba inandım. Aranızda 
adaletli davranmakla emrolundum. Allah, bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. 
Bizim amellerimiz bizim, sizin amelleriniz sizindir. Bizimle aranızda deliller 
getirerek tartışma (ya huccete gerek) yoktur. Allah, bizi bir araya getirip 
toplayacaktır. Dönüş O'nadır.? (Şura, 42/15) 
?Eğer seni yalanlarlarsa, 
onlara de ki: ?Benim yaptıklarım benim, sizin yaptıklarınız sizindir. Siz, 
benim yaptıklarımdan uzaksınız ve ben de sizin yaptıklarınızdan uzağım.?[25] 
Bu net ve kesin Tevhidî tavrı 
ortaya koyan muvahhid mü'minler, tek millet olan küfür milletinin müşrik ve 
zalim egemenleri tarafından bir çok işkenceler görmüşlerdir... Her an, bu zulme 
ve bu işkenceye uğramaktadırlar... Küfür, şirk, zulüm ve sömürü üzere kurdukları 
düzenlerinin bozulmasını istemeyenler, iman, Tevhid, adalet ve kardeşlikten 
yana olan muvahhid mü'minlere karşı olanca kinlerini kusmakta, korkunç 
düşmanlıklarını her fırsatta ortaya koymaktadırlar... 
Zalim ve müstekbir tağutlar 
tarafından işgal edilen İslâm topraklarında İslâm Milleti'ne karşı girişilen 
katliamlardan dolayı, mü'min müslümanların kanları oluk oluk akıtılmış ve 
şehidlerin cesetlerinden tepeler oluşturulmuştur... 
Bu korkunç zulüm, Fir'avn, 
Nemrud ve Ebu Cehil'in şirk Milleti'nin değişmez karakterlerinin bir 
görüntüsüdür... Allah'ın Rasulleri ve onlara tabi olan mü'min müslümanlar, 
Küfür milletinden çok eziyet ve işkence görmüş, hâlâ da görmeye devam 
etmektedirler... 
Ümmü'l-mü'minin Aişe (r.anha) 
vahyin başlangıcında Rasulullah (s.a.s.) durumunu şöyle anlatıyor: 
Hatice, Peygamber'i birlikte 
alıp amcası oğlu Varaka İbn Nevfel'e götürdü. Bu Zât, Cahiliyye zamanında 
Hristiyan dinine girmiş bir kimse olup İbranice yazı bilir ve İncil'den Allah'ın 
dilediği mikdarda bazı şeyleri İbranice yazardı. Varaka, gözlerine körlük gelmiş 
bir ihtiyardı. 
Hadice, Varaka'ya: 
- Amcaoğlu, dinle bak! 
Kardeşinin oğlu ne söylüyor? dedi. 
Varaka: 
- Ne var kardeşimin oğlu? diye 
sorunca, 
Rasulullah (s.a.s.), gördüğü 
şeyleri kendisine haber verdi. 
Bunun üzerine Varaka şöyle 
dedi: 
- Bu gördüğün, Allah'ın Musa'ya 
gönderdiği ?Nâmûs?'tur. Ah! Keşke senin davet günlerinde genç olsaydım! Kavmin, 
seni çıkaracakları zaman keşke hayatta olsaydım!.. 
Bunun üzerine Rasulullah 
(s.a.s.): 
?Onlar, beni çıkaracaklar mı 
ki?? diye sordu. 
O da: 
- Evet, senin getirdiğin gibi 
bir şey getirmiş (yani vahy tebliğ etmiş) bir kimse yoktur ki, düşmanlığa 
uğramasın. Şayet senin davet günlerine yetişirsem, sana son derece yardım 
ederim, cevabını verdi. 
Ondan sonra çok geçmedi Varaka, 
vefât etti.[26] 
 
Ebu Said el- Hudrî (r.a.) 
anlatıyor: 
Ben: 
- Ya Rasulallah, hangi insanlar 
en şiddetli belâya uğrarlar? diye sordum. 
O (s.a.s.): 
- ?Peygamberler.? 
buyurdu. 
Ben: 
- (Onlardan) sonra kimler? 
dedim. 
O: 
?Sonra salih (dinî emirleri 
yerine getirip günahlardan uzak duran takva sahibi) insanlar.? buyurdu.[27] 
 
Rabbimiz Allah'ın, Kur'ân-ı 
Kerim'de kıssalarını beyan buyurduğu bütün Rasuller ve Nebîler, İbrahim (a.s.) 
ve Rasulullah (s.a.s.) gibi davranmış, egemen tağutlara ve şirk içinde bulunan 
kavimlerine karşı aynı nitelikte Tevhidî tavırlar sergilemişlerdir... Bütün 
Peygamberler kardeş olup dinleri, yolları ve usûlleri birdir... Hepsi, müşrik 
ve kâfir millete karşı aynı metod ile hareket etmişlerdir... Onlara iman eden 
ümmetleri de aynı şekilde davranmışlardır... İşte birkaç örnek!.. 
a) Nuh (a.s.) 
?Onlara, Nuh'un haberini 
oku! Hani Kavmine demişti ki: ?Ey kavmim, benim makamım ve Allah'ın ayetleriyle 
hatırlatmalarım eğer size ağır geliyorsa ben, şübhesiz Allah'a tevekkül 
etmişim. Artık siz, ortaklarınızla toplanıp yapacağınız işi karara bağlayın da 
işiniz size örtülü kalmasın (veya tasa konusu olmasın). Sonra hakkımdaki 
hükmünüzü ?bana süre tanımaksızın- verin. 
Eğer yüz çevirecek 
olursanız, ben sizden bir karşılık istemedim. Benim ecrim yalnızca Allah'a 
aiddir. Ve ben, müslümanlardan olmakla emrolundum.? (Yunus, 
10/71-72) 
b) Hûd (a.s.) 
?Hud dedi ki:) ?Ey kavmim, 
Rabbinizden bağışlama dileyin, sonra O'na tevbe edin. Üstünüze gökten sağanak 
(yağmurlar, bol nimetler) yağdırsın ve gücünüze güç katsın. Suçlu-günahkârlar 
olarak yüz çevirmeyin.' 
?Ey Hûd,? dediler. 
?Sen, bize apaçık bir belge (mucize) ile gelmiş değilsin ve biz de senin sözünle 
ilâhlarımızı terk etmeyiz. Sana iman edecek de değiliz. 
Biz, bazı ilâhlarımız seni 
çok kötü çarpmıştır (demekten) başka bir şey söylemeyiz.? Dedi ki: 
?Allah'ı şahid tutarım, siz de şahidler olun ki, gerçekten ben, sizin şirk 
koştuklarınızdan uzağım. 
O'nun dışındaki 
(ilâhlardan). Artık siz, bana toplu olarak dilediğiniz tuzağı kurun, sonra bana 
süre tanımayın. 
Ben, gerçekten benim de 
Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a tevekkül ettim. O'nun, alnından yakalayıp 
denetlemediği hiçbir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru bir yol 
üzerindedir. 
Buna rağmen yüz 
çevirirseniz, artık size kendisiyle gönderildiğim şeyi tebliğ ettim. Rabbim de, 
sizden başka bir kavmi yerinize geçirir. Siz O'na, hiçbir şeyle zarar 
veremezsiniz. Doğrusu benim Rabbim, her şeyi gözetleyip koruyandır.? 
(Hud, 11/52-57) 
c) Şuayb (a.s.) 
?Kavminin önde gelenlerinden 
büyüklük taslayanlar (müstekbirler) dediler ki: ?Ey Şuayb, seni ve seninle 
birlikte iman edenleri, ya ülkemizden sürüp çıkaracağız veya mutlaka bizim 
milletimize (dinimize) geri döneceksiniz.' (Şuayb:) ?Biz, istemesek de mi?? 
dedi. 
?Allah bizi, ondan 
kurtardıktan sonra, bizim tekrar sizin milletinize (dininize) dönmemiz, Allah'a 
karşı yalan yere iftira düzmemiz olur. Rabbimiz, ilim bakımından her şeyi 
kuşatmıştır. Biz, Allah'a tevekkül ettik. Rabbimiz, bizimle kavmimiz arasında 
Sen, hak ile hüküm ver. Sen, hüküm verenlerin en hayırlısısın.? 
 
d) Bütün Rasuller (a.s.) 
?İnkâr edenler, Rasullerine 
dediler ki: ?Muhakkak (ya) sizi kendi toprağımızdan süreceğiz, veya dinimize 
(milletimize) geri döneceksiniz.? (İbrahim, 14/13) 
e) Ashab-ı Kehf (r.anhum) 
?Böylece aralarında bir 
sorgulama yapsınlar diye onları dirilttik (uyandırdık). İçlerinden bir sözcü 
dedi ki: ?Ne kadar kaldınız?' Dediler ki: ?Bir gün veya günün bir (kaç saatlik) 
kısmı kadar kaldık.' Dediler ki: ?Ne kadar kaldığınızı Rabbimiz daha iyi 
bilir. Şimdi birinizi bu paranızla şehre gönderin de, hangi yiyecek temizse 
baksın, size ondan bir rızık getirsin. Ancak oldukça nazik davransın ve sakın 
sizi kimseye sezdirmesin. 
Çünkü onlar, üzerinize çıkıp 
gelirse, sizi taşa tutarlar veya dinlerine (milletilerine) geri çevirirler. Bu 
durumda, ebedî olarak kurtuluş bulamazsınız.? (Kehf, 18/19-20) 
Ayet-i kerimelerde verilen 
örnek şahsiyetlerin tavırlarında apaçık görülüp anlaşıldığı gibi, küfür ve şirk 
milleti ile iman ve Tevhid milleti birbirinden tamamen ayrılmış durumdadır? 
Millet-i İbrahim'in mensubları olan muvahhid mü'minler, kendilerinin dışındaki 
insanlara oldukça nazik ve merhametli davranıp, onları, kullara kul olmaktan 
kurtarıp Allah'a kul olmaya davet ederken, millet-i Nemrud'un mensubları, 
mü'min müslümanları tehdit ederek, onlara zor kullanarak ve zulmederek, tekrar 
şirk milletine döndürmek üzere çaba harcıyorlar... 
Rabbimiz Allah'ın, kendilerine 
dosdoğru yolu göstersin, onları uyarsın, şirkten ve zulümden kurtulmaları için 
kendilerine yardımcı olup hidayetlerine vesile olsun diye gönderdiği Rasulleri, 
onları, Allah'a, doğruya, hakka ve hayra davet ederken, o müşrikler, Rasullerine 
karşı çıkıyor, onlara olmadık hakaretler, işkenceler, zulümler ediyorlar... 
Küfür ve şirk milletinin 
mensublarının değişmeyen tavırlarıdır bu!.. Bu tavırda olan müşrikler, hangi 
çağda olurlarsa, muvahhid mü'minlerin oluşturduğu İslâm milleti cephesine karşı 
bunca kinli ve kanlı düşmanlıkları apaçık iken, gerçekten iman edenler, onlarla 
asla bir dostlukta bulunamaz ve kendilerine bir sevgi besleyemezler... Bu 
kişiler, isterse onların kan bağıyla en yakınları bile olsa!.. 
Rabbimiz Allah şöyle buyurdu: 
?Allah'a ve ahiret gününe 
iman eden hiçbir kavim (topluluk) bulunmaz ki, Allah'a ve Rasulüne başkaldıran 
kimselerle bir sevgi (ve dostluk) bağı kurmuş olsunlar. Bunlar, ister babaları, 
ister çocukları, ister kardeşleri, ister kendi aşiretleri (soyları) olsun. 
Onlar, öyle kimselerdir ki, (Allah) kalblerine imanı yazmış ve onları 
kendisinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan 
cennetlere sokacaktır, orada süresiz olarak kalacaklardır. Allah, onlardan razı 
olmuş, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah'ın fırkasıdır. 
Dikkat edin! Şüphesiz Allah'ın fırkası olanlar, felah (umutlarını gerçekleştirip 
kurtuluş) bulanların tâ kendileridir.? (Mücadele, 58/22) 
Bu kesin tavrı göstermeyen ve 
Allah'a ve Rasulüne başkaldıran bir kavmi veli edinen, o isyankârlar, o zulüm 
edenlerle beraber olmuş olurlar... Böylece Allah'ın gazabına uğramış ve hüsrana 
uğramış ve hüsrana düşenlerden olmuşlardır... 
Şöyle buyurur Rabbimiz Allah : 
?Allah'ın kendilerine karşı 
gazablandığı bir kavmi veli (dost ve müttefik) edinenleri görmedin mi? Onlar ne 
sizlerdendirler, ne onlardan. Kendileri de (açıkça gerçeği) bildikleri hâlde, 
yalan üzere yemin ediyorlar. 
Allah, onlara şiddetli bir 
azab hazırlamıştır. Doğrusu, onların yaptıkları ne kötüdür. 
Onlar, yeminlerini bir siper 
edindiler, böylece Allah'ın yolundan alıkoydular. Artık onlar için alçaltıcı bir 
azab vardır. Ne malları, ne çocukları onlara, Allah'a karşı hiçbir şeyle yarar 
sağlamaz. Onlar, ateşin halkıdır, içinde süresiz kalacaklardır. 
Onların tümünü Allah'ın 
dirilteceği gün, sizlere yemin ettikleri gibi, O'na da yemin edeceklerdir ve 
kendilerinin bir şey üzerine olduklarını sanacaklardır. Dikkat edin! Gerçekten 
onlar, yalan söyleyenlerin tâ kendileridir. 
Şeytan, onları sarıp 
kuşatmıştır, böylelikle onlara Allah'ın zikrini unutturmuştur. İşte onlar, 
şeytanın fırkasıdır. Dikkat edin! Şüphesiz şeytanın fırkası, hüsrana 
uğrayanların tâ kendileridir. 
Hiç şüphesiz, Allah'a ve 
Rasulüne karşı (onların koydukları sınırlarını tanımayıp, kendileri sınır 
koymaya kalkışmakla) başkaldıranlar, işte onlar, en çok zillete düşenler 
arasında olanlardır.? (Mücadele, 58/14-20) 
Rabbimiz Allah, muvahhid mü'min 
kullarına, zulme ve zalime asla meyil etmemelerini emir vermektedir... Mü'min 
müslümanlar, Allah'ın ayetleriyle alay edilen meclislerde bulunmamalı ve egemen 
tağutlarla asla uzlaşmamalıdırlar... Eğer heva (istek ve tutku)larını ilâh 
edinmiş ve Allah'ın hükümleriyle amel etmeyip, kendi hükümleriyle inanarak amel 
edenlerle birlikte oturulur, birlikte hareket edilecek olunursa, onlardan 
olunmuş olunur... Tağutlar ile zaman, mekân ve hareket birlikteliği kişiyi, 
onlarla beraber saymaya yeterli gelir... Kişinin başkalarınca gayb olan ve 
bilinme imkânı bulunmayan akîdesi ile niyeti, diğer insanları bağlayıcı 
değildir... Çünkü İslâm, zahire hükmeder... Rabbimiz Allah, tağutların 
meclislerinde Allah'a isyan edildiği için oralarda bulunmamayı, oralarda 
oturmamayı ve onların küfür ile şirklerine karşı sessiz kalmamayı emrediyor... 
Eğer eliyle ve diliyle, o tağutların Allah'a yaptıkları isyana müdahale 
yapılamıyorsa, en azından o mekân terk edilmelidir... Aksi takdirde o isyankâr 
tağutlar gibi olmak kaçınılmazdır... Onlara tepki göstermeyenler, 
onlardandır... 
Rabbimiz Allah şöyle buyurur: 
?Zulmedenlere eğilim 
göstermeyin, yoksa size ateş dokunur. Sizin, Allah'dan başka velileriniz 
yoktur, sonra yardım göremezsiniz.? (Hud, 11/113) 
?Ayetlerimiz konusunda 
alaylı tartışmalara dalanlar -onlar, bir başka söze geçinceye kadar- onlardan 
yüz çevir. Şeytan sana unutturacak olursa, bu durumda hatırlamadan sonra, artık 
zulmeden toplulukla beraber oturma!? (En'âm, 6/68) 
?O, size Kitabta: ?Allah'ın 
ayetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğinde, onlar, bir 
başka söze dalıp geçinceye kadar, onlarla oturmayın, yoksa siz de onlar gibi 
olursunuz!' diye indirdi.? (Nisa, 4/140) 
Rabbimiz Allah, mü'min müslüman 
kullarının vasfını beyanla, onların nasıl davranmalarının gerektiğini beyan 
buyuruyor... Muvahhid mü'minler, Rabbleri Allah'ın emirlerine riâyet etmeli ve 
muvahhid bir şahsiyete yakışan, Millet-i İbrahim'in karakteri olan tavrını 
ortaya koymalıdır... 
Şöyle buyuruyor Rabbimiz Allah: 
?Allah (yolun)da da hakkıyla 
cihad edin. Sizi O, seçti. Dinde size güçlük vermedi. Atanız İbrahim'in milleti 
(dini)ne (uyunuz!). Önceden de, bu (Kur'ân)da da sizi, müslimîn (müslümanlar 
diye) O, adlandırdı. Tâ ki, Rasul size şahid olsun siz de insanlara karşı 
şahidlik edesin. Artık namazı dosdoğru kılın, zekatı verin ve Allah'a güvenin. 
Mevlânız O'dur. O, ne iyi ve ne güzel Mevlâ, ne iyi ve ne güzel yardımcı.? 
(Hacc, 22/78) 
?Erkek olsun, kadın olsun 
inanmış olarak kim salih bir amelde bulunursa onlar, bir çekirdeğin sırtındaki 
tomurcuk kadar bile haksızlığa uğramayacaklardır. 
İyilik yaparak kendini 
Allah'a teslim eden ve hanif (Tevhidî) olan İbrahim'in dinine uyandan daha güzel 
dinli kimdir? Allah, İbrahim'i dost edinmiştir. 
Göklerde ve yerde ne varsa 
tümü Allah'ındır. Allah, her şeyi kuşatandır.? (Nisa, 4/124-126) 
?Allah, yazmıştır. 
?Andolsun, Ben galib geleceğim ve Rasullerim de.' Gerçekten Allah, en büyük 
kuvvet sahibidir, güçlü ve üstün olandır.? (Mücadele, 58/21) 
 
[28] 
 
 
 
 
 
 
 
 [1] 
 Fahruddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir - Mefatihu'l-Gayb, Çev. Prof. Dr. Suat 
 Yıldırım, Vdğ. Ank. 1988, C.3, Sh.405. 
 
 
 
 [2] 
 İmam Kurtubî, A.g.e., C.2, Sh.301. 
 
 
 
 
 [3] 
 Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, Sadeleştirenler: Doç. Dr. 
 İsmail Karaçam, Vdğ. İst. T.Y. C.1, Sh. 399-400. Orijinal Metin: Yenda 
 Yayınları, C.1, Sh. 397-398. 
 
 
 
 
 [4] 
 Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-Feraiz, B.10, Hds.2911. Sünen-i Tirmizî, 
 Kitabu'l-Feraiz, B.15, Hds.2192. Sünen-i İbn Mace, Kitabu'l-Feraiz, B.6, 
 Hds.2731. Sünen-i Dârimî, Kitabu'l-Feraiz, B.29, Hbr.2995-2996. 
 
 
 
 
 [5] 
 Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Feraiz, B.25, Hds.41. Sahih-i Müslim, 
 Kitabu'l-Feraiz, B.1, Hds.1. Sünen-i İbn Mace, Kitabu'l-Feraiz, B.6, 
 Hds.2729-2730. Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Feraiz, B.15, Hds.2189. Sünen-i Ebu 
 Davud, Kitabu'l-Feraiz, B.10, Hds.2909. Sünen-i Dârimî, Kitabu'l-Feraiz, 
 B.29, Hds.3002. İmam Malik, Muvatta', Kitabu'l-Feraiz, Hds.10. 
 
 
 
 
 [6] 
 Sünen-i Dârimî, Kitabu'l-Feraiz, B.29, Hds.2997-2998. 
 
 
 
 
 [7] 
 Sünen-i Dârimî, Kitabu'l-Feraiz, B.29, Hbr.2994. 
 
 
 
 
 [8] 
 Bkz. Bakara, 2/129. 
 
 
 
 
 [9] 
 Fahruddin er-Râzî, A.g.e., C.3, Sh.478-479. 
 
 
 
 
 [10] 
 Abdulfettah el-Kadî, Esbâb-ı Nüzül, Çev. Doç. Dr. Salih Akdemir, Ank.1986, 
 Sh.20. İbn Kesir, Hadislerle Kur'ân-ı Kerim Tefsiri, Çev. Dr. Bekir 
 Karlığa-Dr. Bedrettin Çetiner, İst.1984, C.2, Sh.576. 
 
 
 
 
 
 [11] 
 Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-İ'tisam, B.25, Hds.89. Kitabu't-Tevhid, B.52, 
 Hds.167. Kitabu't-Tefsir, B.11, Hds.12. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-İlm, 
 B.2, Hds.3644. 
 
 
 
 
 [12] 
 İbn Kesir, A.g.e., C.2, Sh.576-577. 
 
 
 
 
 [13] 
 Bkz. Bakara, 2/79. 
 
 
 
 
 [14] 
 Sahih-i Buhârî, Kitabu'ş-Şehâdet, B.30, Hbr.47. Kitabu'l-İ'tisam, B.25, 
 Hbr.90. 
 
 
 
 
 [15] 
 Bkz. Mâide, 5/3. 
 
 
 
 
 [16] 
 Bkz. İbn Kesir, A.g.e., C.2, Sh.578. 
 
 
 
 
 [17] 
 İmam Kurtubî, A.g.e., C.2, Sh.358. 
 
 
 
 
 [18] 
 Sünen-i Dârimî, Kitabu'l-İsti'zan, B.54, Hds.2691. İmam Nesâî, Amelu'l-Yevmi 
 ve'l-Leyle-Hadisler Işığında Günlük Hayat, Çev. Mehmet Yolcu, İst.1996, 
 C.1, Sh.143, Hds.1-3. İmam Muhammed b. Muhammed b. Süleyman er-Rûdânî, 
 Cemu'l- Fe-vaid-Büyük Hadis Külliyatı, Çev. Naim Erdoğan, İst. T.Y. C.5, 
 Sh.261, Hds.9353. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.3, Sh.406'dan. İbn Kesir, 
 A.g.e., C.6, Sh.2884. İbn Merduyeh'den. 
 
 
 
 
 [19] 
 Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Enbiya, B.50, Hds.113. Sahih-i Müslim, 
 Kitabu'l-Fedail, B.40, Hds.143-145. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu's-Sünnet, 
 B.14, Hds.4675. 
 
 
 
 
 
 [20] 
 Sünen-i İbn Mace, Kitabu'l-Cenaiz, B.38, Hds.1550-1553. Sünen-i Tirmizî, 
 Kitabu'l-Cenaiz, B.53, Hds.1051. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-Cenaiz, 
 B.63-65, Hds.3213. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.2, Sh.27, 40. 
 
 
 
 
 [21] 
 Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-Cihad, B.82, Hds.2614. Ayrıca bkz. Bakara, 
 2/195. 
 
 
 
 
 [22] 
 İbn Hacer el-Askalânî, Metalibu Âliye, Çev. Mehmet Ali Kara, İst.1996, C.3, 
 Sh.29, Hbr.2915. 
 
 
 
 [23] 
 Ebu Cafer Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Taberî Tefsiri, Çev. Hasan 
 Karakaya-Kerim Aytekin, İst.1996, C.8, Sh.256. 
 
 
 
 [24] 
 Bkz. Enbiya, 21/68-70. Saffat, 37/97-98. Ankebut, 29/24. 
 
 
 
 [25] 
 Yunus, 10/41. Ayrıca bkz. Bakara, 2/139. Kasas, 28/55. 
 
 
 
 [26] 
 Sahih-i Buhârî, Kitabu Bed'i'l-Vahy, B.1, Hds.3. Sahih-i Müslim, 
 Kitabu'l-İman, B.73, Hds.252. 
 
 
 
 [27] 
 Sünen-i İbn Mace, Kitabu'l-Fiten, B.23, Hds.4024. İmam Buhârî, 
 Edebü'l-Müfred, B.229, Hds.510. 
 
 
 
 
 [28] 
 Kul Sadi Yüksel, İstanbul, İslam Milleti Olmak, Misyon Yayınları: 17-44.



