Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
İslâm'ın Oğlu Olmak.
İslâm 
 
 
İslâm'ın Oğlu 
Olmak 
 
Aslen İranlı ve Fars kavminden 
olan Selman el-Farisî (r.a.)'a ?İbnü'l-İslâm?, yani İslâm'ın oğlu deniliyordu... 
O, her şeyi ile İslâm'a teslim olmuş, kendisini İslâm'dan başka hiçbir şeye 
mensub kılmıyordu... Onun milleti, İslâm'dı... 
Selman el-Farisî (r.a.)'ın 
kendisine ?İbnü'l-İslâm? denilmesine sebeb şu vak'adır: 
Sa'd b. Ebi Vakkas (r.a.) ile 
aralarında arızî bir kırgınlık olmuş. Bu şeker renklik esnasında bir gün 
mecliste beraber otururlarken Hz. Sa'd, birkaç kişiye nesebini sorduktan sonra 
Hz. Selman'a dönüp -haseb ve nesebi ma'ruf eşraftan bunca Ashab arasına sığınmış 
vaziyette olduğunu îmâ ve bu cihetten biraz mahcub etmek niyetiyle olacak- : 
- Sen de nesebini söyle, demiş. 
Selman da hemen: 
- İslâm'a dahil olduktan sonra 
neseb falan aramam. Lâkin, Selman İbnü'l-İslâm'ım, cevab-ı sevabını vermiş. 
O mecliste hazır olan Ömer 
(r.a.)'ın da, Sa'd'a canı sıkılmış ve: 
- Bütün Kureyş bilir ki, 
pederim Hattâb, zaman-ı cahiliyette Kureyş'in en azizi idi. Böyle iken ben, işte 
İbnü'l-İslâm olan Selman'ın kardeşi Ömer İbnü'l-İslâm'ım, dedi.[1] 
En büyük izzet ve şereftir 
?İbnü'l-İslâm? olmak... Kavmi, ırkı, soyu ve sopu İslâm olandan daha izzetli 
biri olabilir mi? 
Bütün ırkçı, milliyetçi 
duyguları ve kokuşmuş cahiliyye adetlerini ayağının altına almaktan ve her şeyi 
ile İslâm olmaktan başka bir şerefli hâl var mıdır?.. 
Merhamet olunmuş ümmetin her 
ferdi, kendisini ?İbnü'l-İslâm? olarak bilir, görür ve inanırsa, ümmeti 
parçalayan ve en korkunç fitne olan ırkçı-milliyetçi cahiliyyenin kokuşmuş 
davası ortadan kalkıverir... Kadın olsun, erkek olsun, ümmetin her muvahhid 
mü'min ferdi, İslâm'ı annesi ve babası biliyor, İslâm evladı olduğuna inanıyor, 
bu teslimiyetle hayatını devam ettiriyor... Bütün yeryüzüne yayılmış, ayrı 
renklerden ve ayrı kavimlerden olan, fakat İslâm anneden ve İslâm babadan 
olduklarına inanan iman kardeşleri!.. Dünyanın neresinde olursa olsun bu 
mukaddes ailenin bir ferdi olan muvahhid mü'minler, hak üzere olan ve kurtuluşa 
ulaşanlardır... 
Yegâne önderimiz Rasulullah 
(s.a.s.)'in ?Ehl-i Beyt?inden saydığı Selman el-Farisî (r.a.), bu bütün 
zamanları ve mekânları kuşatıcı hakikatını böylece beyan etmişti... Her muvahhid 
mü'minin ?İbnü'l-İslâm? olduğunun farkına varması gerekir... 
Selman el- Farisî (r.a.)'ya: 
- Soyunuz nedir? diye 
sorulunca, şu cevabı verdi: 
- Dinim yücedir! Soyuma 
gelince, topraktır. Topraktan geldim ve yine ona döneceğim. Sonra tekrardan 
dirileceğim ve hesab görülmeye götüreceğim. Eğer sevablarım ağır gelirse soyum 
ne kadar yüceymiş, Rabbime karşı bana ne güzel yardımda bulunmuş. Rabbim de 
beni, bu durumda cennetine sokar. Eğer sevablarım hafif gelirse, soyum ne kadar 
düşükmüş, Rabbime karşı beni zelîl etmiş. Rabbim de, bu durumda bana azab eder. 
Ancak Rabbim yüce cömertliğiyle günahlarımı, rahmet ve merhametiyle affederse 
ne âlâ![2] 
İşte bu sarsılmaz imandır, Arab 
asıllı, hür ve eşraftan olan Emirü'l-mü'minin İmam Ömer b. Hattâb (r.a.)'ı, Fars 
asıllı ve kölelikten azad edilmiş olan Selman el-Farisî'yi kardeş kılan!.. Her 
ikisi de, kavimlerini, ırklarını ve soylarını inkâr etmemek kaydıyla geri 
planda bırakmış, her şeyleri olan İslâm'ı ön plana çıkarmışlardır... 
Birbirlerinin kardeşleri ve İslâm'ın oğulları olduklarına inanmış, bu hakikatı 
böylece beyan etmişlerdir... Selman İbnü'l-İslâm ve Ömer İbnü'l-İslâm'ın 
kardeşliği gibi, ümmetin diğer tüm ferdleri ?İbnü'l-İslâm?dırlar... Aynı 
milletten, yani İslâm Milletinden, İslâm'ın çocukları ve iman kardeşleri... 
Bu inançtır ki, Arab asıllı Ebu 
Zerr (r.a.)'ı, Fars asıllı Selman (r.a.)'ı, Habeş asıllı Bilâl (r.a.)'ı ve Rum 
asıllı Suhayb (r.a.)'ı iman kardeşi kılıp, yüce bir milletin mensubu yapan!.. 
Bu inançtır, köleleri sultan yapan!.. 
Onlar, yüce İslâm Milleti'ne 
mensub oldukları ve İslâm potasında eridikleri için yüceldiler... Onlar, en 
kıymetliye sarıldılar ve kıymet buldular... 
Ebu Hüreyre (r.a.) anlatıyor: 
Rasulullah (s.a.s.), bir gün şu 
ayeti okudu: 
?Eğer siz, yüz çevirecek 
olursanız, sizden başka bir kavmi getirip değiştirir. Sonra onlar, sizin 
benzeriniz de olmazlar.? (Muhammed, 47/38) 
Ashab: 
- Bizim yerimize kimler 
getirilecek? diye sordular. 
Bunun üzerine Rasulullah 
(s.a.s.), Selman'ın omuzuna vurdu ve sonra: 
?Bu ve onun cemaatı!? 
buyurdu.[3] 
Ebu Hüreyre (r.a.) anlatıyor: 
Rasulullah (s.a.s.)'in yanında 
oturuyorduk. 
Aniden üzerine ?Cuma Sûresi? 
iniverdi: 
?Ve henüz kendilerine ulaşıp 
katılmamış olan diğerlerine de (Peygamber gönderilmiştir).? (Cuma, 62/3) 
ayetini okuyunca, bir adam: 
- Ya Rasulallah, onlar 
kimlerdir? dedi. 
Fakat Rasulullah (s.a.s.), ona 
iltifat etmedi. Hatta adam kendisine, bir, iki veya üç defa sordu. 
Aramızda Selman-ı Farisî de 
vardı. Derken Rasulullah (s.a.s.), elini Selman'ın üzerine koydu. Sonra: 
?İman, Süreyya (Ülker) 
yıldızında olsa, bunlardan bazı kimseler onu elde edecektir.? buyurdu.[4] 
Enes b. Malik (r.a.)'dan: 
Rasulullah (s.a.s.) şöyle 
buyurdu: 
?Cennet, üç kişinin özlemi 
içindedir: Ali, Ammar ve Selman.?[5] 
İbn Hişam (r.a.) anlatıyor: 
Bana, ehl-i ilim haber verdi 
ki: 
Hendek gününde Muhacirler şöyle 
dediler: 
- Selman bizdendir! 
Ensar da dedi ki: 
- Selman bizdendir! 
Rasulullah (s.a.s.) de: 
?Selman bizdendir, Ehl-i 
Beyt'tendir!? buyurdu.[6] 
?İbnü'l- İslâm? olduğu için 
kölelikten sultanlığa yükselenlerden birisi de Bilâl el-Habeşî (r.a.)'dır... 
Emirü'l-mü'minin İmam Ömer b. Hattab (r.a.), Bilâl (r.a.)'ı ararken, 
?Seyyidimiz? diyordu... 
Cabir b. Abdullah (r.anhuma) 
anlatıyor: 
Ömer: 
- Ebu Bekr, bizim 
seyyidimizdir. O, bizim seyyidimizi de hürriyete kavuşturdu, der idi. 
Bununla da, Bilâl'ı kasdederdi.[7] 
Ebu Hüreyre (r.a.) anlatıyor: 
Rasulullah (s.a.s.), sabah 
namazı sırasında Bilâl'e hitaben buyurmuştur: 
?Ya Bilâl, İslâm içinde 
işlediğin ve senin nazarında menfaatçe en ümitli olan bir amelini bana söyle. 
Çünkü ben, bu gece cennetin içinde, önümde senin iki ayakkabının yürüyüş sesini 
işittim.? 
Bilâl: 
- Ben, kendime göre menfaatça 
şundan daha ümitli olan bir iş işlemedim: 
Ben, gece yahud gündüzün 
herhangi bir saatinde iyice temizlenir ve bu temizlik ile de muhakkak bana 
kılmaklığım takdir buyrulduğu kadar namaz kılarım, dedi.[8] 
?İbnü'l-İslâm? olup kölelikten 
sultanlığa yükselen kıymetli şahsiyetlerden birisi de, Suhayb b. Sinan er-Rumî 
(r.a.)'dır... İslâm potasında erimiş ve diğer kavimlere mensub olup kendisi gibi 
?İbnü'l-İslâm? olmuş muvahhid mü'minlerle kardeşliğini pekiştirmiş bir 
şahsiyet... Muvahhid mü'min, muttaki müslüman... 
Suhayb'ın torunu, dedesinden 
naklediyor: 
Hz. Ömer, bana sordu: 
- Suhayb, senin künyen var, 
amma çocukluğun yok. Arablar arasında yetiştin, amma sen, Rum soyundansın! Bu, 
nasıl oluyor? 
 Ben, şöyle cevab verdim: 
- Ey mü'minlerin Emiri, 
Peygamber (s.a.s.) bana, ?Ebu Yahya? diyerek künye verdi, çocuğum olmasa ne 
olur? Rum soyundan olmama gelince ben, Nemr b. Kasıtlı gildenim. Çocukken, 
Musul'da esir edilmiştim. Onları, ailem bildim.[9] 
?Âlemlere rahmet olarak 
gönderilen? yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.), bu muvahhid mü'minlerinin 
kavimlerini söz konusu etmemiş, onların İslâm potasında eriyip İbnü'l-İslâm 
oluşlarını, İslâm Milleti'nden değerli şahsiyetler olarak kabul edildiklerini 
beyan buyurmuştur... Onlar için söyledikleri kıymetli sözlerinden bu sonuca 
varıyoruz!.. 
Aiz b. Amr anlatıyor: 
Ebu Süfyan, Selman, Suhayb ve 
Bilâl bir cemaat içindeyken üzerlerine gelmiş. 
Bunlar: 
- Vallahi, Allah'ın kılıçları 
adüvvullahın boynundaki yerini almamıştır, demişler. 
Ebu Bekr: 
- Siz, Kureyş'in şeyhi ve reisi 
için bunu söylüyorsunuz? demiş ve hemen Rasulullah (s.a.s.)'e gelerek haber 
vermiş. O da: 
?Ya Ebu Bekr, ola ki sen, 
onları kızdırmışsındır. Eğer onları kızdırdıysan, muhakkak Rabbini gazaba 
getirdin!? buyurmuşlardır. 
Ebu Bekr, hemen onların yanına 
vararak: 
- Ey kardeşlerim, sizi 
kızdırdım mı? demiş. 
Onlar: 
- Hayır, Allah seni affetsin 
kardeşçiğim, demişler.[10] 
Ebu Süfyan'ın bu gelişi, henüz 
kâfir bulunduğu Hudeybiye sulhundan sonra olmuştur.[11] 
İman kardeşliğini ırk 
kardeşliğine, din bağını kan bağına tercih eden muvahhid mü'minlerin izzetli 
tavrı böyle idi!.. 
 
[12] 
 
 
 
 
 
 
 
 
 [1] 
 ez-Zebidî, Sahih-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi, Çev. 
 Ahmed Naim, Ank. 1980, C.3, Sh.18. Altıncı Baskı. 
 
 
 
 
 [2] 
 Beyhakî, Kitabu'z-Zühd, Sh.238, Sh.238, Hbr.850. 
 
 
 
 
 [3] 
 Sünen-i Tirmizî, Kitabu Tefsiri'l-Kur'ân, B.47, Hds.3475. 
 
 
 
 [4] 
 Sahih-i Müslim, Kitabu Fedaili's-Sahabe, B.59, Hds.231. Sahih-i Buhârî, 
 Kitabu't-Tefsir, B.311, Hds.418-419. Sünen-i Tirmizî, Kitabu 
 Tefsiri'l-Kur'ân, B.62, Hds.3526. 
 
 
 
 
 [5] 
 Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Menakıb, Hds.4046. 
 
 
 
 [6] 
 İbn Hişam, A.g.e., C.3, Sh.311. Taberî, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, 
 Çev. Zakir Kadiri Ugan-Ahmet Temir, İst.1992, C.5, Sh.470. İmam er-Rûdânî, 
 A.g.e., C.3, Sh.327, Hds.6582. Taberânî, Mu'cemu'l-Kebir'den 
 
 
 
 [7] 
 Sahih-i Buhârî, Kitabu Fedailu Ashabi'n-Nebî, B.25, Hbr.94. 
 
 
 
 [8] 
 Sahih-i Buhârî, Kitabu't-Teheccüd, B.17, Hds.30. Sahih-i Müslim, Kitabu 
 Fedaili's-Sahabe, B.21, Hds.108. 
 
 
 
 [9] 
 Ebu Nuaym el-Isfahânî, Hilyetu'l-Evliya-Sahabe'den Günümüze Allah Dostları, 
 Çev. Said Aykut, İst.1995, C.1, Sh.307-308. 
 
 
 
 
 [10] 
 Sahih-i Müslim, Kitabu Fedaili's-Sahabe, B.42, Hds.170. 
 
 
 
 
 [11] 
 Ahmed Davudoğlu, A.g.e., C.10, Sh.419. 
 
 
 
 
 [12] 
 Kul Sadi Yüksel, İstanbul, İslam Milleti Olmak, Misyon Yayınları: 135-140.



