Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
ALLAH (C.C.) Allah Lafzı; Anlam ve Mâhiyeti
ALLAH 
 
ALLAH (C.C.) 
 
 
 
Allah Lafzı; Anlam 
ve Mâhiyeti 
 
 
Allah; Kâinatın ve kâinatta 
bulunan tüm varlıkların yaratıcısı, koruyucusu olan tek varlık, ibâdet edilmeye 
lâyık tek Rab, Mevlâ, Hüdâ'ya ait özel isimdir. Allah; En yüce varlık olarak 
inanılan, bütün kemâl sıfatları şahsında bulunduran ve her türlü noksan 
sıfatlardan uzak olan gerçek Ma'buddur. Varlığı zorunlu olan tek yaratıcıya ait 
yüce bir isim. Bu isimle çağrılan bir başka varlık olmamıştır, olmayacaktır da. 
Allah ismi, ifâde ettiği ilâhî 
mânâsıyla yalnız Allah'a aittir ve hiçbir kelime bu ismin anlamını ve 
muhtevâsını ifâde gücüne sahip değildir. Bu isim başkası için de kullanılamaz.[1] 
İsmin, ait olduğu yaratıcı, bir olduğundan, ikili ve çoğulu da yoktur. Ancak 
cinsleri olan varlıkların isimleri çoğul yapılabilir. Cinsleri olmayanın ismi de 
çoğul yapılamaz. Lisanımızda "şehirler" denilir ancak yine bir şehir olan fakat 
bir ikincisi olmayan İstanbul için "İstanbullar" denilerek çoğul yapılamaz. 
Ancak muhtelif lisanlarda Allah Teâlâ'nın ayrı ayrı isimleri olabilir. Türkçe'de 
Tanrı, Farsça'da Hudâ, İngilizce'de God, Fransızca'da Dieu gibi. Ne var ki bu 
isimler "Allah" gibi özel isim değildir. İlâh, rab, ma'bud gibi cins isimdirler. 
Arapça'da ilâhın çoğuluna "âlihe", rabbın çoğuluna "erbâb" denildiği gibi 
Farsça'da Hudâ'nın çoğulu da "hudâyân" ve lisanımızda da "tanrılar", rablar, 
ilâhlar, ma'budlar denilir. Çünkü bu isimler gerçek ma'bud -Allah- için 
kullanıldığı gibi, Allah'ın dışında gerçek olmayan bir nice ma'bud kabul edilen 
şeyler için de kullanıla gelmiştir. Eski Türklerde gök tanrısı, yer tanrısı; 
Yunanlılar'da güzellik tanrıçası, bereket tanrısı, vs olduğu gibi. Halbuki 
"Allahlar" denilmemiş ve denilemez. Mânâsındaki birlik ve özel isim olması 
nedeniyle Allah ne tanrı kelimesiyle ne de bir başka kelimeyle tercüme 
edilebilir. 
İslâm'ın temel ilkesi olan "Lâ 
İlâhe İllâllah" tevhid kelimesi, meselâ Fransızca'ya tercüme edildiği zaman "Diyöden 
başka diyö yok" Türkçe'ye aktarılmasında "İlâhtan başka ilâh yoktur." denir. O 
zaman da Allah kelimesi "ilâh" kelimesiyle tercüme edilmiş olur. Bu da yanlış 
bir tercümedir. Çünkü ilâh cins isimdir, Allah ise özel isimdir. Kelime-i Tevhid 
"tanrı" kelimesiyle Türkçe'ye çevrildiğinde aynı çarpıklık ve yanlışlık ortaya 
çıkar. "Allah" kelimesinin kökenini araştıran dil bilimcileri bu konuda birçok 
beyanlarda bulunmuşlarsa da en kuvvetli görüş; bu kelimenin Arapça olup herhangi 
bir kelimeden türetilmeden aynen kullanıldığı ve has bir isim olduğudur. 
Allah; kendi iradesiyle evreni 
yoktan var eden, ona belli bir düzen veren, gökleri ve yerleri ve bunlarda en 
küçüğünden en büyüğüne kadar canlıları yaratan, onlara hayat ve rızık veren, 
öldüren-dirilten, dilediğini dilediği şekilde idare ve tasarrufu altında 
bulunduran, varlığı bir başka etkenle değil, kendinden olan, her şeyi bilen, 
gören, işiten, yarattıklarında en ufak bir çarpıklık ve dengesizlik bulunmayan, 
herşeye gücü yeten, bütün mülkün gerçek sahibi, emir ve hüküm koymaya tek 
yetkili; övülmeye, itaat edilmeye, şükredilmeye gerçek lâyık, bir benzeri daha 
bulunmayan, bütün varlıkların, güneşin, ayın, gök ve yer cisimlerinin itirazsız 
itaat ettiği, boyun eğdiği, ismini ululadığı, ibadet edilmeye lâyık Hak mabud. 
Allah, mabud olduğu için Allah değil, Allah olduğu için mabudtur. Onun İlâh 
oluşu, ibadete lâyık oluşu, bir başka sebepten değil; kendi 'zat'ının 
yüceliğindendir. insanlar zaman zaman putlara, ateşe, güneşe, yıldızlara, millî 
kahramanlara veya hakkında korku ve ümit besledikleri herhangi bir şeye 
tapınmışlar; bu hâlleriyle de onları ilâh ve mabud edinmişler, bilâhare 
bunlardan cayarak, onları tanımaz ve tapınmaz olmuşlardır. O zaman da daha evvel 
mabudlaştırdıkları varlıkların mabudluk vasıfları yok olur. Hülâsa Allah'ın 
dışındakiler ancak insanların mabudlaştırmalarıyla mabud telâkki edilebildikleri 
hâlde Allah, bütün beşer ona inansa da, inanmasa da; ibadet etse de etmese de o, 
zatıyla Allah olduğu için ibadete lâyıktır. Beşerin inkârı onu Allah olmaktan 
uzaklaştıramaz. 
İnsanlık tarihi incelendiği 
zaman görülür ki, ilk devirlerden beri her asırda yaşayan insanlarda Allah fikri 
ve tapınma meyli; dolayısıyla bir dîni inanca eğilim vardır. Batılı dinler 
tarihi yazarlarının bir çoğuna göre bu duygunun var oluşu çeşitli arizî 
sebeplere bağlanmış ise de, müslüman âlimlerin genel kanaatlarına göre tamamen 
fıtrî ve doğuştandır. İlk insan olan Hz. Âdem'in yaratılışından önce Allah ile 
melekler arasında cereyan eden konuşmayı[2] 
ve bu konuşmada Âdem'in -insanın- yeryüzünde halife olarak yaratılması hususunu 
düşündüğümüzde de anlarız ki; insan yaratılmadan evvel, onun mayasına Allah'a 
halife olacak özellikler verilmiştir. Bu da bize Allah'a bağlılığın ve din 
duygusunun fıtrî olduğunu bildirir. Hz. Peygamber'in (s.a.s.) "Her doğan 
insan, (İslâm) fıtrat(ı) üzere doğar, onu Mecûsi, Hristiyan veya Yahûdi yapan 
ana ve babasıdır"[3] 
hadisi ve ?Sizi karada ve denizde yürüten odur. Gemide olduğunuz zaman (ı 
düşünün): Gemiler içinde bulunanları hoş bir rüzgârla alıp götürdüğü ve (onlar) 
bununla sevindikleri sırada, birden gemiye, şiddetli bir kasırga gelip de, her 
yerden gelen dalgalar onları sardığı ve artık kendilerinin tamamen 
kuşatıldıklarını, (bir daha kurtulamayacaklarını) sandıkları zaman, dini yalnız 
Allah'a halis kılarak Ona yalvarmağa başlarlar. And olsun eğer bizi bu (felâket) 
den kurtarırsan, şükredenlerden olacağız. (derler).? (Yûnus: 10/23) âyeti de 
keza Allah inancının -her ne suretle ortaya çıkarsa çıksın- insan ruhunun 
derinliklerinde var olduğunu ispat etmektedir. 
Nereye gidilmişse orada basit 
ve bâtıl da olsa bir dîne, bir tanrı fikrine rastlanmıştır. Geçmiş devirlerde 
çeşitli şekillerdeki putlara tapanlar, ateşi, güneşi, yıldızları kutsal sayanlar 
dahi bütün bunların üstünde büyük bir kudretin bulunduğuna, herşeyi yaratan, 
terbiye eden, merhamet eden bir varlığın mevcûdiyetine inanmışlar, dış âlemde 
taptıkları şeyleri ona yaklaşmak için birer vesîle edinmişlerdir. "Biz, 
bunlara, sırf bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye tapıyoruz." (Zümer: 39/3) 
derler. Cinsleri, devirleri ve ülkeleri ayrı, birbirlerini tanımayan toplumlarda 
inanç konusundaki birlik, dîn fikrinin umumî, Allah inancının da fıtrî olduğunu 
ispat etmektedir. 
Bunun içindir ki, her şeyi 
bilen ve yaratmaya kadir olan bir Allah'a inanmak, ergenlik çağına gelen akıllı 
her insana farzdır. İlâhî dinlerin kesintiye uğradığı dönemlerde yaşayan 
insanlar bile, akılları ile Allah'ın varlığını idrâk edebilecek durumda 
olduğundan, Allah'a îmanla mükelleftirler. 
Akıl ile Allah'ın 
bilinebileceğine, birçok âyet delîl olarak gösterilebilir. Bunlardan en dikkat 
çekici olanı, Hz. İbrahim'in daha çocukluk dönemlerinde iken parlaklıklarına 
bakarak yıldızı, ayı, güneşi Rab olarak kabul etmesi ancak daha sonra bütün 
bunların batmaları, ile zamanla yok olan şeylerin Rabb olmayacaklarını idrâk 
etmesi ve neticede gerçeği görerek "...Ben, yüzümü tamamen, gökleri ve yeri 
yoktan var edene çevirdim ve artık ben O'na şirk/ortak koşanlardan değilim." 
En'âm: 6/79) âyetidir. Mâturîdiyye mezhebine göre Allah'a iman, insan fıtratının 
icabıdır. Zira her insan evrendeki bu muazzam varlıklara bakarak bunların büyük 
bir yaratıcısı olduğuna aklen hükmedebilir. "Akıl ve nazar 'marifetullah'da 
kâfidir" derler. "Göklerin ve yerin yaratıcısı olan Allah'ın varlığında şüphe 
mi vardır?" (İbrâhim: 14/10) âyetini delil gösterirler. Eş'ariye imamları 
ise "akıl ve nazar 'marifetullah'da kâfi değildir" derler ve "Biz bir kavme 
peygamber göndermedikçe onlara azap etmeyiz." (İsrâ: 17/15) âyetini delîl 
gösterirler. Netice olarak, semâvât ve arzın yaratılışında, gece ile gündüzün 
birbiri ardınca gelmesinde ve kâinatta meydana gelen insan gücünün dışındaki 
binlerce tabiat hadisesinin belli bir düzen içerisinde cereyan etmesinde her 
akıllının kabul edebileceği gibi, Allah'ın varlığını ispat eden delîller vardır.[4] 
 
Allah'ın zâtı 
üzerinde düşünmek haramdır. Onun zatını idrak etmek aklen mümkün değildir. Çünkü 
Allah'ın hiçbir benzeri yoktur. Hiçbir şey O'na denk değildir.[5] 
Gözler Onu idrak edemez.[6] 
Çünkü aklın ulaşabildiği ve kavrayabildiği şeyler ancak madde cinsinden olan 
şeylerdir. Allah ise madde değildir. Duyu organlarımızla tespitini yaptığımız ve 
hâlen yapamadığımız eşyanın tümü noksanlıklardan uzak olan bir yaratıcı 
tarafından yaratılmıştır. Yaratılan ise yaratıcısının ne parçası, ne de 
benzeridir. Allah'ın varlığına inanmak, her müslümanın ilk önce kabul etmesi 
gereken bir husustur. İslâm ıstılâhına göre inanmak ise Allah'ın varlığına, 
birliğine, yani, Allah'tan başka ilâh olmadığına ve inanılması gereken diğer 
hususlara (Allah'a, Allah'ın meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, kaza ve 
kadere, öldükten sonra diriltmeye) tereddütsüz iman etmek ve bunu kalp ile 
tasdik etmektir. İnanan insana mümin, inanmayana ise kâfir denir. Akıl sahibi 
olan her insanın, Allah'ın varlığına inanması gerekir. Allah'ın varlığına 
inanmak, insan fıtratının icabıdır. Allah'ın varoluşu vaciptir, zarûrîdir.[7] 
 
 
 
 
 
 
 [1] 
 Meryem. 19/65. 
 
 
 
 [2] 
 Bakara: 2/30. 
 
 
 
 [3] 
 Müslim, Kader, 25; Buhârî, Cenâiz:, 92; Ebû Dâvud Sünnet, 17. 
 
 
 
 [4] 
 Bakara: 2/164. 
 
 
 
 [5] 
 İhlâs: 112/1-5. 
 
 
 
 [6] 
 En'âm: 6/103. 
 
 
 
 [7] 
 Cengiz Yağcı, Şamil İslam Ansiklopedisi: 1/112-114.




 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.
 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.