Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
6) VAHDÂNİYET ..
6 
 
6) VAHDÂNİYET 
 
Yüce Allahın zatında, 
sıfatlarında ve fiillerinde (işlerinde) bir tek olması demektir. O'nun eşi ve 
ortağı, yardımcısı yoktur; bir ve tek'tir. 
İhlâs Suresi, Cenab-ı Hakk'ın 
bu sıfatını açık bir üslupla ortaya koymaktadır: Hz. Peygambere hitaben; "De 
ki, Allah bir tektir; Allah hiç bir şeye muhtaç değildir, O doğurmamış ve 
doğmamıştır, hiçbir şey O na denk değildir." 
 
[1] 
Her şeyi yaratan Allah Teâlâ 
olduğu için, O işlerinde, fiillerinde de tektir. O'nun hiç bir benzeri, ortağı, 
örneği ve cüzleri (parçaları) ve yardımcıları yoktur. İbadete lâyık yegâne tek 
mabut, Allah'tır. İşte "Vahdaniyet" sıfatını bütün bu hususları içine alan bir 
teklik (ehâdiyet) olarak anlamak gerekir. O her bakımdan en mükemmel, bütün 
eksiklik ve noksanlıklardan uzak (münezzeh) bir varlıktır. 
 
[2] 
Bir olmak demektir. Allah 
zatında, sıfatlarında ve fiilerinde eşi, dengi ve benzeri olmayan birdir. Allah 
Teâlâ mutlak birdir. Bir kağıdı veya tebeşiri ikiye, üçe, dörde veya daha fazla 
parçaya bölebilirsiniz. Alahü Teala iki veya daha fazla olması düşünülemeyen 
birdir. Hıristiyanlar Allah'ın; kutsal ruh, oğul, ve babadan meydana geldiği 
inancı yüzünden sapıtmışlar ve şirke düşmüşlerdir. 
Allah Teâlâ sıfatlarında da 
birdir. Allah'tan başka hiçbir varlık sıfatlarında bir değildir. Mutlaka bir 
veya bir kaç sıfatıyla diğer varlıklarla ortak durumdadır. Mesela, güneş ve ay 
bir tanedir. Fakat onlar gibi parlak ve yuvarlak başka gök cisimleri vardır ve 
onlara benziyordur. Allahü Teala böyle değildir, O'nun sıfatları öyle birdir ki, 
aynı sıfatların başka bir varlıkta bulunmasına imkan yoktur. 
 
Allah, fiilleri itibariyle de 
birdir. Mesela, yaratmak Allah'ın fiillerindendir. O'ndan başka hiç bir 
varlığın, bir şeyi yoktan var etmesi düşünülemez. 
Allah'ın her yönden bir 
olduğunu bildiren vahdaniyet, bir kemal sıfatı olduğu için, bu sıfatın zıddı 
olan "birden fazla olmak, bir ortağı bulunmak", Allah hakkında mümkün olmayan 
bir sıfattır. Allah birdir, ortağı ve benzeri yoktur. Bütün semavi dinlerdeki 
inanç esaslarının temelini "Allah'ın birliği" sıfatı oluşturur. Bu inanca "Tevhîd 
Akîdesi" denir. Tevhid akidesine dayanmayan hiç bir inanç, güzel iş, Allah 
katında makbûl değildir. En son ve en mükemmel din olan İslâmiyet de bu inancı 
temel kabul etmiş ve bütün insanları öncelikle bu temel inanca çağırmıştır. 
Çünkü Allah, bütün âlemlerin, bütün varlıkların ve bütün insanların Rabb'ıdır. 
Her şeyi yaratan, rızkını vererek besleyen, büyüterek kemâle erdiren yalnız 
O'dur. O'nun ortağı, oğlu veya kızı yoktur. Doğurmamıştır, doğurulmamıştır. Hiç 
bir şey O'nun eşi ve benzeri olamamıştır. Bu inanç ile İslâmiyet insanları 
Allah'ın dışındaki varlıklara kul köle olmak zilletinden kurtarmış, onlara 
mutlak istiklâllerini iade etmiş. Allah'ın birliği fikrini zedeleyen her türlü 
kölelik zihniyetini yasaklamış, tabiat kuvvetlerine ibadeti, insanın insana köle 
ve esir olma despotluğunu ortadan kaldırmış, Allah'tan başkalarını rab edinmeyi 
en büyük günah ve şirk kabul etmiştir. Böylece İslâmiyet, dünyaya akıl, ruh ve 
ahlâk sahalarında olduğu kadar, fizikî sahada da tam bir özgürlük müjdelemiş; 
tevhîd akidesiyle bütün insanların tek bir mabûdu olduğunu, dolayısıyla 
beşeriyetin de bir ana ve babadan meydana geldiğini ifade ederek "beşer ırkında 
birlik" fikrini telkin etmiştir. Her müslüman Allah'ın bir olduğunu söylemeli ve 
bu inancını Allah'tan başkasına ibâdet etmemekle, ibadetine dolaylı olarak da 
olsa hiçbir şeyi veya kimseyi ortak koşmamakla ispat etmelidir. Bu noktada, sözü 
ile ibadetindeki birlik ruhu aynı olmalıdır. 
Allah'ın birliğine delil olan 
âyetlerden bir kısmını şöyle sıralayabiliriz: 
a) "De ki: O Allah 
birdir. Allah Sameddir. (Her şey varlığını ve varlığının devamını O'na 
borçludur. Her şey O'na muhtaçtır. O, hiç bir şeye muhtaç değildir. Her şeyin 
başvuracağı, yardım dileyeceği tek varlık O'dur. Kendisi doğurmamıştır ve 
(başkası tarafından) doğurulmamıştır. Hiçbirşey O'nun dengi olmamıştır." (İhlâs: 
112/1-4) 
b) "De ki: Ey 
kâfirler! Ben sizin taptıklarınıza tapmam. Siz de benim taptığıma tapıcılar 
değilsiniz. Ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim. Siz de benim 
taptığıma tapacak değilsiniz. Sizin dininiz size, benim dinim banadır." (Kâfirûn: 
109/1-6) 
c) "Allah'tan başka 
bir yaratıcı var mıdır?" (Fâtır: 35/3) 
d) "O'nunla birlikte 
hiçbir ilâh yoktur. (Eğer olsaydı) muhakkak ki her tanrı kendi yarattığını 
kabullenir (ve korur) ve mutlaka kimisi de diğerine galebe ederdi." (Mü'minûn: 
23/91) 
e) "Eğer her ikisinde 
(yer ve gökte) Allah'tan başka ilâhlar olsaydı, her ikisi de harap olurdu." 
(Enbiyâ: 21/22) 
Allah, zâtında, ilâhlığında, 
mâbud ve yaratıcı oluşunda birdir. Ondan başka yaratıcı yoktur. Kâinatı bizzat 
yaratmaya, yaşatmaya, yok etmeye gücü yetmeyen bir zat Allah olamaz. Bunun 
içindir ki ikinci bir Allah'ın varlığına imkân yoktur. Çünkü iki Allah olduğu 
farzedilse, bu iki Allah'tan biri kâinatı yalnız başına yaratmaya muktedir ise, 
diğeri zâid-fazla olmuş olurdu. Bunun aksine, yalnız başına kâinatı yaratmaya 
muktedir değilse, bu durumda da âciz-güçsüz olurdu. Âciz ve zâit olan bir zat 
ise Allah olamaz. Bu nedenle Allah vardır ve birdir. 
 
[3] 
Birlik. İslâm kelamında 
Allah'ın, cisimsel niteliklerden soyutlamaya dayanan tenzihî ya da selbî 
sıfatlarından biri. 
Vahdaniyet, Allah'ın zat, sıfat 
ve fiillerinde tekliğini belirtir. Vahdaniyetin zıddı olan birden olma (taaddüd) 
ve ortağı bulunma (şirk), Allah için düşünülemez. 
Allah'ın vahdaniyeti; sayısal 
anlamda bir birliği değil, O'nun zatının, sıfatlarının ve fiillerinin 
eşsizliğini, benzersizliğini dile getirir. Buna göre, O'ndan başka yaratıcı ve 
O'ndan başka tapınılacak varlık yoktur. Kur'ân, birçok âyette bu anlamda 
Allah'ın vahdaniyetini dile getirerek bunun zıddının imkansızlığını vurgular. Bu 
âyetlerden birkaçı şöyle sıralanabilir: 
"O münezzehtir (eksiklerden 
uzaktır), yücedir. O öyle Allah'tır ki, (eşi ve benzeri yoktur), bir ve her şeye 
hakimdir." (ez-Zümer: 39/4) 
"De ki: "O Allah bir tektir. 
O Allah'tır, samedtir, O doğurmamıştır, doğurulmamıştır. Hiçbir şey O'nun dengi 
değildir." (el-İhlâs: 112/1-4) 
"Âllah hiçbir evlad 
edinmemiştir. O'nunla birlikte hiçbir ilah yoktur. (Öyle olsaydı) bu durumda her 
tanrı, kendi yarattığını (sürükler) götürür ve kimi kiminin üstüne çıkıp 
yükselirdi. Allah onların nitelediği şeylerin hepsinden yücedir." (Mü'minun: 
23/91) 
"De ki: Allah ile beraber 
söyleye geldikleri gibi (başka) tanrılar olsaydı, onlar arşın sahibine elbet bir 
yol ararlardı. O, bunların söylemekte oldukları şeylerden tamamiyle münezzehtir, 
yücedir, büyüktür." (el-İsrâ: 17/42-43) 
Kelam bilginleri, Kur'ân'dan 
Allah'ın vahdaniyetine ilişkin birçok kanıt çıkarmışlardır. Bunların başlıcaları 
burhan-ı temanü' ve burhan-ı tevarüd adı verilen kanıtlardır. 
?Eğer göklerde ve yerde 
Allah'tan başka tanrılar olsaydı, onların her ikisi (yer ve gökler) de fesada 
uğrardı (düzenleri bozulurdu)." (Enbiya: 21/22) âyetinden çıkarılan burhan-ı 
temanü' şöyle ifade edilir: Evrende birbirine her bakımdan eşit iki tanrı 
bulunsaydı, bunlardan biri birşeyin hareketini, diğeri de durmasını irade 
edebilirdi. Çünkü tanrı hür iradeye ve tam kudrete sahiptir. Bu durumda ortaya 
şu üç ihtimal çıkardı: 
1- Her iki tanrının da 
dediği olurdu. Bu ihtimal batıldır. Çünkü aynı zaman ve mekanda hareket etme ve 
durma gibi iki zıd şeyin birleşmesi imkansızdır. 
2- Her iki tanrının da 
dediği olmazdı. Bu ihtimal de batıldır. Çünkü iradesi gerçekleşmeyen acizdir, 
aciz ise ilah olamaz, Acizlik, sonradan olma (hudus) ve vacib değil mümkün olma 
belirtisidir. 
3- Tanrılardan birinin 
iradesi gerçekleşir, diğerininki gerçekleşmezdi. Bu da batıl bir ihtimaldir. 
Çünkü iradesi gerçekleşmeyen acizdir, aciz tanrı olamaz. Diğer tanrı da, her 
bakımdan buna eşit olduğuna göre, onun da aciz olması, dolayısıyla tanrı 
olmaması gerekir. Öyleyse Allah'ın bir ve tek olması zorunludur. 
Aynı âyetten çıkarılan burhan-ı 
tevarüd ile Allah'ın vahdaniyeti şöyle kanıtlanır: 
Yerde ve gökte Allah'tan başka 
birkaç tanrı olsaydı, varlıklar: 
1- Bütün tanrıların 
kudretiyle meydana gelirdi. Bu ihtimalde tanrılardan her birinin gücü varlıkları 
tek başına yaratmaya yetmemiş olurdu. Bu, acizliktir ve tanrılıkla bağdaşmaz. 
2- Varlıklar her tanrı 
tarafından ayrı ayrı yaratılırdı. Bu durumda eser, eksiksiz ve tam iki 
müessirden meydana gelmiş olurdu. Diğer bir deyişle bir malul üzerine iki 
illetin tevarüdü gerekirdi. Bu da imkansızdır. 
3- Varlıklar yalnız bir 
tanrının gücüyle yaratılırdı. Eğer varlıklar bir tanrının gücüyle yaratılır, 
diğerlerinin yaratmada bir etkisi olmazsa, tercih edici olmadan tercihin 
bulunması (tercih bila müreccih) sonucuna ulaşılır ki, bu durumda da varlıkların 
yaratılmaması gerekirdi. Bu üç ihtimal de batıl olduğuna göre Allah'ın 
vahdaniyeti kanıtlanmış olur.[4] 
Yine klasik anlatımda 
?Vahdâniyet? olarak geçen bu sıfatın anlamı şudur: Allah Teâlâ birdir, Tek ve 
yegânedir. Eşi, benzeri ve ortağı yoktur. Artmaktan, eksilmekten, bölünmekten, 
başka bir şeyle birleşmekten, bir bütün, ya da bütünün bir bölümü olmaktan 
münezzehtir. Bu gerçeği anlamak, , anlatmak, ve aynı zamanda ona inanmak, 
tevhidin özünü oluşturur ve en kısa olarak ?Kelime-i tevhid? ile ifade edilir. 
 
Tevhidin özü, ?La ilahe 
illa'llah? dır. Buna ?Kelime-i Tevhid? denir. Kişi bunu söylemekle Allah 
Teâlâ'dan başka hiç bir ilah (yani hiç bir yaratıcı ve ibadet edilmeye lâyık 
hiç bir mâbûd) bulunmadığını ikrar etmiş olur. Allah Teâlâ'yı tevhid etmenin, 
Daha ayrıntılı bir anlatımla, O'nu tek, yegâne ve eşsiz bilmenin en idael 
biçimi: Kur'ân-ı Kerim'de bizzat açıkladığı sıfatlarla ve isimlerle kendisini 
tanımak, bununla birlikte O'na Rabb ve İlâh olarak inanmaktır. 
?La ilahe İlla'llah? 
cümlesinde, Arapçaya özel, karakteristik bir anlatım biçimi vardır. Bu cümle, 
aynı anlatım kalıbı içinde ve aynı vurguyla Türkçeye çevirilemez. Onun için 
mütercimler bu yöntemle kurulmuş anlatım ve söylemleri Türkçeye aktarırken 
çok zorlanırlar; Hatta bocalarlar. Belki bu nedenledir ki çeşitli dillerden 
Türkçeye yapılan çeviriler içinde başarısızlık oranı daha büyük olanlar 
arapçadan yapılmış aktarımlardır. Bu yönteme arap dil edebiyatında ?Nefiy ve 
isbat? veya ?Selb ve icâb? 
 
[5] 
denir ki Fransızca gibi olgun dillerde benzeri varsa da arapçadaki kadar amacı 
parlak ve berrak biçimde ortaya çıkarıcı değildir. İşbu nefiy ve isbat yöntemi, 
bir kümedeki elemanlardan belli birini diğerlerinden kesin olarak ayırt etmek 
için kullanılır. 
Örneğin: Arap, (a, b, c, d, e) 
kümesinden (c) yi seçtiği zaman bunu diğerlerinden kesin olarak ayırt etmek 
için şöyle der: ?Ben, (a, b, c, d, e) elemanlarının hiç birini seçmedim; 
Yalnızca (c) yi seçtim.? Yani önce kümenin tümünü yok saymış gibi negatif bir 
ifade kullanır, ondan sonra bu küme içinden seçtiği elemanı vurguyla ve pozitif 
bir anlatımla açıklar. İşte bu söylemin birinci bölümüne ?Nefiy?, yani negatif 
önerme; ikinci bölümüne ise ?İsbat?, yani pozitif önerme denir. 
?Kelime-i Tevhid? işte bu 
yöntemle söylenmekte, Allah Teâlâ'nın varlığı ve birliği, zihinde 
kurgulanabilecek her türlü geçersiz ve sahte ilahlardan kesin biçimde ayırt 
edilerek vurguyla ve pozitif bir anlatımla açıklanmaktadır. 
Allah Teâlâ'nın varlığı ve 
birliği matematiksel bir izahtan da münezzehtir. O'nun hakkında: ?kaçtır, 
nicedir ve nasıldır?" gibi sorular sorulamaz. O'nun için zaman ve mekân söz 
konusu olamaz! Çok özel bir anlam taşıyan bu birlik, Kur'ân-ı Kerim'de O'nun 
güzel isimlerinden iki tanesiyle ifade edilmiştir. Bunlardan biri ?Vâhid?, 
diğeri ise ?Ehad? dir. Yalın olarak ?Vahid?, sadece ?bir? demektir. Bu nedenle 
O'nun özel anlam taşıyan birliğini diğer tüm birliklerden ayırt etmek üzere bu 
sözcük, Kur'ân-ı Kerim'de ya ?İlâh? öznesine yüklem olarak, ya da O'nun ?Kahhâr? 
adına sıfat olarak geçmiştir. 
Tevhid konusunda şu noktalar da 
pek önemlidir: Allah Teâlâ, 
a) Ulûhiyetinde, 
b) Rubûbiyetinde, 
c) İsimlerinde ve 
sıfatlarında birdir. Bunların anlamı şudur: 
Birincisi: Allah Teâlâ, ilah 
olarak (yani tapılmaya yaraşır bir yüceler yücesi olarak) tektir. Buna: 
?Ulûhiyet tevhidi? denir. Müşriklerin daima içine düştükleri çelişkiler, 
ulûhiyetin birliğine aykırı inanışlara sapmalarından kaynaklanmıştır. Örneğin 
Mekke müşrikleri Allah (cc)'ın ne varlığını, ne de birliğini inkâr ediyorlardı. 
Peki öyle ise Hz. Peygamber (sav) onların bu konuda hangi yanlış inançlarını 
düzeltmeye çalıştı ve neden onca zorlu mücadeleler verdi? İşte bu sorunun 
cevabı şudur: O günün heykellere tapan müşrikleri, aynen bugünün modern 
putçuları gibi Allah'a inanıyorlardı. Fakat ?Biz onlara, yalnızca bizi 
Allah'a yaklaştırsınlar diye tapıyoruz? (Zümer: 39/3) diyorlardı. Bu çürük 
gerekçe her çağın müşriklerine göre değişir. 
Örneğin bugünün kökten 
putçuları da ?Biz putlarımıza Allah diye tapmıyoruz ki! Sadece Önderimizi, 
kurtarıcımızı sembolize ettiği için onlara saygı gösteriyoruz.? gibi sözler 
söylüyorlar. Halbuki saygı diye putlar için düzenledikleri törenlerin rûhâni 
içerikli motiflerine, bu amaçlarla yaptıkları astronomik harcama ve 
israflara baktığımızda onların ne kadar büyük yalanlar söylediğini 
gözlerimizle görüyoruz! Şu halde bilmek gerekir ki şirk, esas itibariyle ne 
Allah Teâlâ'yı tamamen inkâr etmektir, ne de O'na doğrudan doğruya ve açık 
şekilde bir şeyi ortak koşmaktır; Çünkü insan, bunları yapacak kadar çok basit 
aptallık örnekleri vermeyi ya da maskara olmayı pek göze alamaz; Zira bu tür 
safsatalara her şeyden önce kendini inandıramaz! Öyle ise şirkin özü: Allah 
(cc)'ın ulûhiyetini inkâr edici söz ve eylemlerde bulunmaktır. Yani Allah 
(cc)'a inanmakla birlikte O'ndan başka şeylere de aynı zamanda ibadet etmek ya 
da ibadete benzer törenler düzenleyerek; figürler ve hareketler yaparak; 
örneğin ölülere hitab ederek, mezar ve türbelere karşı saygı duruşunda 
bulunarak, anıt defterlerine yazılar yazmak suretiyle ölülere yakarışlarda 
bulunarak, onlara çeşitli şekillerde saygı göstermektir. 
İkincisi: Allah Teâlâ, 
rubûbiyetinde (yani yaratıcılığında) tektir. Kainatın, birden çok değil, tek ve 
yegâne bir yaratıcı tarafından meydana getirildiği inancına: ?Rubûbiyet 
Tevhidi? denir. Bu gerçek o kadar berrak, o kadar açık ve parlaktır ki, 
Dünyada hemen hiç kimsede buna aykırı bir inanç yoktur. Bütün müşriklerin ve 
zındıkların hemen tamamı bu gerçeği ikrar etmektedirler. 
Yaratıcılık Allah (cc)'ın yüce 
sıfatlarındandır. Bu anlama gelen ?Khâlik? ve ?Khallâk?, O'nun yüce 
isimlerindendir ve Kur'ân-ı Kerim'de geçmektedir. Yalnızca Yüce Rabb'imiz'in, 
yoktan var etmeye ve vardan yok etmeye gücü yeter. Halbuki O'ndan başka hiç 
kimse böyle bir güce sahip değildir. 
Üçüncüsü ise, Sıfatların 
tevhididir. Yani Allah Teâlâ bütün yüce sıfatlarıyla birdir. Cehmiye adıyla 
bilinen kampın mensupları, O'nun -sözde- birliğini netleştirmek için 
sıfatlarını inkâr etmişlerdir. Halbuki bu yanlıştır. Çünkü Onun yüce Zâtı ancak 
sıfatlarıyla tanınabilir. Sıfatlarını ayrı ayrı söylemek O'nun birden çok 
olduğu anlamına hiç bir zaman gelmez.[6] 
 
 
 
 
 
 
 [1] 
 Cihad Tunç, Şamil İslam Ansiklopedisi: 5/406. 
 
 
 
 [2] 
 Cihad Tunç, Şamil İslam Ansiklopedisi: 5/406. 
 
 
 
 [3] 
 Cengiz Yağcı, Şamil İslam Ansiklopedisi: 1/116-117. 
 
 
 
 [4] 
 Ahmet Özalp, Şamil İslam Ansiklopedisi: 6/285-286. 
 
 
 
 
 [5] 
 ?Nefiy ve isbat? veya ?Selb ve icâb?: Arap edebiyatında Bedi' ilminin 
 konusudur. Fazla bilgi için Bk. Es-Seyyid Ahmed el-Haşimî, 
 Cevahir'ul-Belağa : S.386, Madde : 31 Kahraman Yayınları. İstanbul-1984 
 
 
 
 
 
 [6] 
 Ferit Aydın, İslam'da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 215-218.




 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.
 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.