Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Bazı Haramlara veya Dinî Emirlere Karşı Tavır

Bazı Haramlara veya Dinî Emirlere Karşı Tavır


Bazı Haramlara veya Dinî Emirlere
Karşı Tavır:


Kur'ân-ı
Kerim'in açık ve kesin hükümleriyle ya da mütevâtir sünnetle yasaklanan bir
haram eylemin çağımızda geçersizliğini ya da yersizliğini söylemek ve bu
haramları çiğneyenleri savunmak da günümüzde çokça görülen itikadî sapmalardan
bir tanesidir. Esasında bu tür iddia ve itirazlar, İslâm'ın evrensel ve
çağlarüstü bir din ve bu dini gönderenin insanların her zamandaki tüm
ihtiyaçlarını bilen, çok merhametli bir zât olduğunu inkâr anlamındadır. "on
dört asır önce gelmiş bir dinin ve bedevî Araplara gönderilmiş bir peygamberin
öğretilerinin, modern çağın meselelerini ne oranda bir yeterlilikle ele
alabileceği" hususunda tereddüt etmektedirler. İslâm'ın günümüz şartlarına uygun
çözümler getiremediğini iddia etme cür'etinde bulunan hem itikadî ve hem
kültürel anlamda câhiller, İslâm'ın başka çağların ve ortamların ürünü olduğunu
söyleyerek bu tür şüpheleri topluma yaymak ve Allah'ın dinine iftira atmak
istemektedirler.
Yüce Rabbimiz,
bütün insanların kıyâmete kadarki ihtiyaç ve problemlerinin neler olacağını
bilerek Hz. Muhammed Mustafa'yı son peygamber, dinini ve şeriatını da son din ve
şeriat yapmıştır (33/Ahzâb, 40). O, Yüce Allah'ın bütün insanlığa göndermiş
olduğu bir peygamberdir (7/A'râf, 158; 34/Sebe', 28). Onun şeriatı ve
peygamberliği insanlık için bir zorluk ve sıkıntı sebebi değil; başka sona bir
rahmettir (21/Enbiyâ, 107). Allah'ın ona göndermiş olduğu din, son din olduğu
gibi, eksiksizdir. Bu eksiksizliği ve mükemmelliği ile o, insanlık için kâmil
bir nimetinin ifadesi ve tecellîsidir (3/Mâide, 3). Bu ve diğer özellikleri
dolayısıyla Allah katında geçerli olan biricik din, İslâm'dır (3/Âl-i İmrân,
19).
İslâm'ın her
çağın, her kuşağın ve her türlü şart ve ortamın meselelerine çözüm getirecek
kimlikte olduğunu bilip kabul etmek, İslâm'ın tüm haram ve helâllerinin, yani
yasak ve müsâadelerinin en doğru, en âdil, en mükemmel çözümler olduğunu
benimsemek bir iman meselesidir. Buna rağmen, İslâm'ın yetersiz olduğunu ileri
sürmek ya da çağın gereklerine cevap veremeyeceği türünden iddialarda bulunmak,
açık ve kesin delilleri yalanlamak, Allah'ın âyetlerine ters düşen bir iddiâ
olacağından kesin ve apaçık bir küfürdür. Bu konuda şüphe ve tereddütün hükmü de
aynıdır. Çünkü kat'i olaras sâbit olmuş naslarda şüphe ve tereddüt de küfürdür.
Sarhoş
olmayacak kadar içilen içkinin veya meselâ bir şişe biranın haramlığını kabul
etmeyen, hem de kendisinin müslüman olduğunu iddia eden nice insan vardır.
Kumarın sadece büyük otellerin gazinolarında oynanan büyük paralarla oynandığını
kabul ederek devletin hem de ?millî? adı ile sunduğu piyangosunu veya benzeri
sayısal, toto, loto, altılı ganyan gibi her yıl sayılarının arttığı kumar
çeşitlerini helâl kabul eden insanların sayısı hiç de az değildir. Fâizin
gereğini savunmak, İslâm'ın bazı suçlar için öngördüğü cezâları kabul etmemek ya
da olumsuz herhangi bir şekilde (ağır olmakla, zâlimlikle vs.) nitelemek,
İslâm'ın kesin delille sâbit herhangi bir haram hükmünün günümüzde
gereksizliğini ya da uygulanmasının imkânsızlığını ileri sürmek, İslâm'ın şu ya
da bu şekilde düzeltilmesi gerektiğini, bazı hükümlerinin ve tümünün çağa
uydurulması gerektiğini savunmak gibi iddiâlar, düzen, çevre ve medyanın
etkisiyle giderek artmaktadır. Bütün bunlar küfürdür.
Bu tür iddiâ ve
tezlerin ortak özellikleri şunlardır: Bu hükümler şu anda gereksizdir ya da bu
haramlar bu çağa uygun değildir. Bu iddiâ ve ifadeler ise, doğrudan doğruya
Allah'ın ilim ve hikmetine karşı girişilen bir hücumdur. Yani doğrudan doğruya
Allah'a iman ile bağdaşmasına imkân olmayan yaklaşımlardır. İkinci olarak, kesin
delillerle sâbit olmuş hükümlerin, haramların gereksizliğini veya günümüzde
uygulanamayacak şekilde devrinin geçtiğini, yetersizliğini söyleyerek bu
hükümlerin değiştirilmesini istemek demektir. Bu da, kesin delille sâbit olmuş
hükümleri reddetmek anlamındadır. Allah'ın dininden başka bir din aramak,
Allah'ın hükümlerinden başka hükümlerle hükmetmeye kalkışmak demektir. Bu ise
küfürdür, zulümdür, fâsıklıktır (5/Mâide, 44, 45, 47). Aynı zamanda Kur'an'ın
hükümlerini beğenmeyen müşriklerin, başka bir Kur'an getirmesi veya onda
değişiklikler yapması için teklifte bulunan müşriklerin tavırlarının aynısını şu
kadar asır geçtikten sonra tekrarlamaktır. Oysa Peygamber de dâhil olmak üzere
hiçbir kimseye böyle bir yetki verilmiş değildir:
"Onlara
âyetlerimiz açık açık okununca bizimle karşılaymayı ummayanlar dediler ki:
'Bundan başka bir Kur'an getir veya onu değiştir!' De ki: 'Onu kendiliğimden
değiştiremem. Ben, ancak bana vahyolunana uyarım..."
(10/Yûnus, 15)
Allah'ın
indirdiği hükümlerin dışında hükümler koymak, başlıbaşına ve tevbe edilmediği
takdirde asla bağışlanmayacak, cezâsı ebediyyen cehennemde kalmak olan
bağışlanmaz bir suçtur. Bundan ayrı olarak Allah'ın hükmünden başka bir hüküm
gösterip bunun Allah'tan olduğunu ileri sürmek ise, Allah'a karşı bir iftirâdır
ve ötekinden geri kalmayan ikinci bir suçtur:
"Şüphe yok
ki onlar, sana vahyettiğimizden başkasını Bize karşı uydurman için seni fitneye
düşürmek istiyorlar (bunu yaptığın takdirde) o vakit seni dost edinirlerdi. O
takdirde de Biz sana hayatın da ölümün de kat kat azabını tattırırdık."
(17/İsrâ, 73-75)
"Eğer Bize
karşı bazı sözler uydurmuş olsaydı, Biz onu kuvvetle yakalar, sonra da onun şah
damarını koparırdık." (69/Haakka, 44-46)
Görüldüğü gibi,
Kur'an'ın, İslâm'ın birtakım hükümlerinin değiştirilmesini ya da kaldırılmasını
istemenin asıl amacı, mü'minleri fitneye düşürmek, ayaklarının hak yoldan
kaymasına zemin hazırlamaktır. Çağdaş câhilî düzenlerin, müslümanlara ve İslâmî
hareketlere karşı uygulama ve tavırlarında bu amaç ve doğrultudaki komplolar
önemli bir yer tutmaktadır. Câhilî düzen ve yönetimler bunu başarabildikleri
takdirde ve bu amaçlarına ulaşabildikleri oranda kendilerini başarılı kabul eder
ve İslâm adına girişilen hareketlerden, asıl çizgiden uzaklaşıp sapmaları
oranında hoşnut olurlar. Tabii aynı oranda da o hareketin İslâm'la, Kur'an'la
ilişkisi kalmaz.[1]







[1]
M. Beşir Eryarsoy, İman ve
Tavır, s. 264-266