Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Şehidin Ölmezliği

Şehidin Ölmezliği

Şehidin Ölmezliği:

Bazı insanlar âlimdir, topluma
ilim yoluyla hizmet eder. Aslında ilim kanalıyla ferdiyetten/bireysellikten
arınır ve toplumdan bir parça olur. Ferdî şahsiyeti, ilim yoluyla toplumun
kollektif kimliğiyle birleşir; aynen bir damla suyun denize ulaşıp orada yok
oluşu gibi. Âlim, gerçekte kendi kişiliğinin bir kısmını, yani kendi düşünce ve
fikirlerini topluma ulaştırmayla, bu bağlantıyla toplumda devamlı yaşar duruma
gelir. Diğer bir faâl şahsı, meselâ bir buluş yapan kişiyi ele alırsak, bu
kimsede bu icadı sâyesinde toplumla birleşir ve topluma fennî bilgisi, sanatı ve
kendi varlığı ile faydalı olur ve kendisi o toplumda yaşamaya devam eder. İnsan,
bıraktığı faydalı eser sâyesinde ölümsüzleşir. Diğer biri sanatkârdır, meselâ
şâirdir, kendisini sanat ve kültürü, fikir ve düşünceleriyle yaşatır. Bir
başkası, ahlâk hocasıdır, toplum terbiyecisidir; kendisini hikmet dolu öğütlerle
kalplerden kalplere aktarır ve yine bu kimse de toplumda kendini yaşatır.
Öldükten sonra toplum içinde yaşayanlardan biri de şehiddir. Şehid, kendi
kanıyla, kendini toplumda yaşatır, daha doğrusu, toplumda ebediyyen yaşayan bir
kan, bir ruh olur.
Bazıları kendi fikirlerine
kıymet, ebediyet ve ölümsüzlük katabilir; bazıları fen, hüner ve sanatlarıyla
kendileri için unutulmazlık kapılarını açabilirler. Fakat şehid, kendi kanına,
hakikatte bütün vücut ve varlığına kıymet, ebediyet ve ölümsüzlük sağlar.
Şehidin kanı her zaman toplumun damarlarında atar durur. Daha doğrusu, her
bölükten kaliteli insan, ancak kendindeki bir özellik kadar, kendinden bir
miktar özellik katarak topluma ölümsüzlük bağışlarken; şehid bu yolda, kendini
tamamen bütün varlığıyla verir. Bu sebeple Hz. Peygamber şöyle buyuruyor:
?Her iyi iş gören kimsenin elinin üzerinde başka bir iyilikseverin eli vardır;
ancak Allah yolunda şehid oluncaya kadar. Allah yolunda şehid olduktan sonra,
bunun üstüne çıkacak el yoktur.?
Ölüm konusunda farklı anlayış,
felsefe ve inançlar vardır. Bunlardan biri, bedenle ruhun ilişkisini, bir
hükümlünün hapisle, kuyuya düşmüş bir kişinin kuyuyla, kafesteki kuşun kafesle
olan bağlantısı şeklinde değerlendiriyor. Bu anlayışa göre ölüm, kurtuluş ve
özgürlüktür, intihara bile kapı açıktır. Peygamberlik iddiasında bulunmakla
şöhret yapmış Mani'nin felsefesine göre böyledir. Diğer bir anlayış, bunun tam
tersidir. Ölüm; tam bir yok oluş, bitiş ve sönüştür, varlığı kaybediştir. Aksi
ise yaşayış, var oluş, vücut sahibi oluştur. Varlık yokluğa nazaran daha aziz,
var oluş yokluğa her durumda tercih edilen bir durumdur. Yaşayış nasıl olursa
olsun ve ne şekilde devam ederse etsin, ölüme tercih edilmelidir. İskenderun'lu
meşhur hakîm/tabip Câlinus'un görüşü böyledir. Bu şahıs şöyle der: ?Ben yaşamayı
her hal ve şekliyle ölüme tercih ederim. Hatta o kadar ki, bir eşeğin karnında
olmak ve nefes alabilmek için eşeğin kuyruğu altından başımı çıkarmak, bana
ölümden, yok oluştan daha kıymetlidir.? Birinci görüş, ölümü kutsarken, ikinci
görüş dünya hayatını yüceltmektedir.
Başka bir anlayış ise şöyledir:
Ölüm, yokluk ve yok oluş değildir, sadece bir dünyadan diğer bir dünyaya
göçüştür. Fakat insanın dünya ile olan bağlantısı, ruhun bedenle; mahpusun
hapisle, kuyudakinin kuyu ile, kuşun kafesle olan irtibatı gibi değildir. Ancak
belki talebenin okulla, ziraatçının ekimle olan ilişkisine benzeyebilir. Hiç
şüphe yok ki, öğrenci evinden, yuvasından, dostlarıyla buluşmaktan ve bazen de
vatanından uzak kalıp okulunun sınırlı çevresinde tahsil ve tekâmülü için
uğraşır durur. Fakat toplum içinde saâdetle yaşayışın tek yolu, tahsil boyunca
başarılı bir öğrenim devresini bitirebilmektir. Nitekim çiftçi de ev, yaşayış ve
ailesini bırakıp tarlasında ekiniyle meşgul olmaktadır; ama ekim ve tarlada
çalışması, onun maîşetini temin ettiği gibi, yılın kalan kısmını ailesinin,
evinin çevresinde geçirmesine katkı sağlar. Dünyanın âhiretle, ruhun bedenle
olan bağı işte böyle bir bağdır. Böyle bir dünya görüşü olan kimse, ameliyle
başarılı olacağını bilir. Aynen, bir öğrenciyi ele aldığımız zaman, üzerinde
tahsil yaptığı dalda, meselâ ziraatçilik konusunda esaslı bilgi edinmiş ise,
vatanına dönmek ve öğrendiklerinin neticesini orada görmek istemesi beklenir.
Her an, işini tamamlamış bir çiftçi gibi elde ettiği ürünü evine taşımak arzu ve
endişesi içindedir. Bu öğrencinin, hiçbir zaman görevini arzusuna fedâ etmeyen
bir çiftçi misali, içinde yalım yalım yanan vatan hasreti ile savaşıp tahsilini
yarım bırakmama gayreti vardır.
Allah dostlarına, bu başarıları
elde etmiş öğrenci gibi, adı ölüm olan öbür dünyaya göçüş bir arzudur. Öyle bir
arzu ki, bu âlemde bir an dahi kalma arzusunu ortadan kaldırır. Hz. Ali şöyle
buyuruyor: ?Eğer Allah onlar için belirli bir ecel çizgisi çizmemiş olsaydı,
onların ruhları, sevaplarının sevkinden ve günah işleme ihtimali korkusundan,
bir göz açıp kapayıncaya kadar bedenlerinde kalmazdı.? Aynı halde, Allah
dostları, hiçbir zaman ölümü karşılamaya koşmazlar. Zira adına ömür dediğimiz
şey, sadece tekâmül/olgunlaşma, sâlih amel ve güzel iş yapma fırsatıdır. Her ne
kadar yaşarlarsa insânî kemâlâta o oranda fazla erişeceklerdir. Hatta ölüme
karşı koymaya çalışır, Allah Teâlâ'dan uzun ömür talebinde bulunurlar. Bu açıdan
bakarak pekâlâ görüyoruz ki, Allah dostlarının ölümü arzu, isteyiş ve sevişi;
hiçbir zaman ölüme pisi pisine atılma değildir; uzun ömür dilemeye ters
değildir.
Kur'ân-ı Kerim, ? biz Allah
dostlarıyız? iddiâsında bulunan yahûdilere hitap ederken şöyle buyuruyor:
?Eğer siz evliyâullah -Allah dostları- olsanız ölüm, sizler için arzu edilen ve
sevilen bir şey olmalıydı.? (Bakara: 2/94-96). Sonra şöyle ilâve ediyor:
Fakat bunlar hiçbir sûretle ölümü arzu etmiyorlar. Zira, önceden gönderdikleri
çok zâlimâne, cinâyetkârâne amellerinin neticesi, öbür dünyada nereye
gideceklerini kendileri pekâlâ bilmektedirler.
Evliyâullah -Allah dostları-
iki hal ve durumda uzun ömür dilemekten kaçınırlar. Bunlardan biri şudur: Her ne
kadar yaşasalar, bulundukları durum, tâatlerinde daha fazla başarı elde
edemeyeceklerini, aksine tekâmül yerine noksanlığa düşeceklerini hissettikleri
zaman, Hz. Hüseyin gibi şöyle duâ ederler: ?Allah'ım, eğer ömrüm Sana itaatle
geçecekse bana uzun ömür ihsan et. Yok, eğer, yaşayışım şeytana otlak olacak ise
imkân nisbetinde beni kendi tarafına çek, çağır.? İkincisi ise, şehâdettir.
Allah dostları, şehâdetle ölümü Allah'tan şartsız olarak niyâz ederler. Tahmin
edilebileceği gibi şehâdette yukarıda sayılan her iki özellik de vardır: Hem
amel ve hem tekâmül. Hadis-i şerifte ifade edildiği gibi, şehâdet hâriç, her iyi
amelin tekâmül basamağında bir üst seviyesi vardır. Diğer yönüyle ise öbür
dünyaya hicret; arzu edilen, istenen, sevilen bir şeydir Allah dostları için. Bu
nedenle Hz. Ali, ölümün kendisine şehâdetle nasip olduğunu görünce neşesinden
âdeta kalıbına sığmıyordu. Hz. Ali'nin yaralanmasıyla vefatı arasında geçen
zamanda söyledikleri ifadelerden biri şuydu: ?Allah'a kasem olsun, arzum olan
şehâdeti istemişimdir daima, ona da ulaştım. Bu karanlık gecede uçsuz bucaksız
bir çölde su arayan ve birden bire bir kuyu veya bir pınar bulan kişiye
benziyorum. Ben arzusuna erişmeyi arayıp bulan bir kişi gibiyim. Şu halde,
şehâdet; İslâm nazarında, fertler açısından, kısacası şehitliğin üstün
fazîletine inanan kimse için büyük bir başarıdır, başarıların en üstünü; bir
arzudur, arzuların en istenileni.
Şehâdetin diğer bir çehresi
daha vardır; toplumla olan bağlantısı. Şehidin toplumla iki bağı vardır. Biri,
kendisi hayatta olsaydı, ondan bazı kimseler faydalanabilirdi, fakat bu durumla
onun feyzinden mahrum kalınmaktadır. Diğeri, fesat ve kötülüğü körükleyen
kimselerle olan bağıdır ki, onlarla muâhezeye kalkıp, onların elleriyle şehâdete
ermektir. Muhakkak ki, o şehidin hayatının feyzinden faydalanan, onun yolunda
giden arkadaşları, eli boş kalmışlardır ve o şehidin şehâdetinden elbette ki
müteessir olacaklardır. Onların bu üzüntüsü, aslında kendilerine ağlayıştır,
kendileri için üzülüştür. Ancak, şehidin şehâdetinin vuku buluşunda şehâdet,
arzulanmayan bir olayın meydana gelmesi dolayısıyla özlenen bir iş olur. Şöyle
bir örnek verebiliriz: Bir müdâhaleyi gerektiren, meselâ iç hastalıkların
bazılarında yapılacak ameliyatlar, hiç şüphe yok ki yerinde bir iştir. Fakat
ameliyatı gerektiren bir şey yoksa bu yapılan hatadır. Toplum açısından,
şehâdetten alınacak ders şudur: İlkin böyle bir durumun vuku bulmasını önlemek
gerekir. Yoksa bu fâcia, yapılmaması gereken bir eylem olarak dillerde dolaşır
ve zulüm kahramanı olan katillere bağlı bir üzüntü kaynağı olur. Fakat bu durum,
önlenmesi istendiği halde değiştirilemezse, o zaman toplumun fertleri o cânîlere
dönüşmekten kendilerini sakınırlar.
Toplumun alması gereken diğer
bir ders daha vardır. Toplumda şehâdeti gerektirecek durumlar olacaktır. Bu
bakımdan şehidin kendisine taalluk eden uyarıcı ve seçilmiş bir amel
nedenleriyle ve yükümlü olmadığı halde baş göstermesi halinde, insanların
hissiyatları, o şehidin hislerinin renk ve şekline bürünür. İşte bu durumda
şehide ağlayış, onun destanına iştiraktir, o ruhla hem-âhenk oluştur, onun
neşesine bürünüştür, onun oluşturduğu dalga ile dalgalanmadır. Ağlayış, her
zaman bir rikkat veya bir heyecan eseridir. Şevk ve aşk gözyaşlarını hepimiz
biliriz. Ağlayış sırasında ve onun kendine has rikkat ve heyecanında, insan
bütün hallerden ziyade, ağlamış olduğu sevgilisine kendini daha yakın görür.
Hakikatte öyle bir hale bürünür ki, kendini onunla birlikte bulur. Gülüş ve
neşede daha ziyade kendine dönüş, bencillik ve benlik; ağlayışta ise, kendinden
geçiş, kendini unutuş ve sevilenle bir olmak vardır.
Şehidin mantığı, bir yönden aşk
mantığıdır, diğer yönden ıslah. Islah eden, âşık ve ârifin iki karakterini
senteze tâbi tutarsak ve ondan tek bir insan meydana getirirsek, o zaman şehid
ortaya çıkar. Şehid mantığı, başka bir mantıktır. Şehid, destanlar oluşturmak,
topluma can vermek, kan vermek, ışık tutmak, hayat bağışlamak için kendini fedâ
eder. Şehâdet, sadece düşmanın mağlup olmasına yönelik bir çaba değildir.
Şehâdette destanlar oluşturan güç de vardır. Eğer şehidler olmasaydı, destanlar
da olmazdı. Üzerinden yıllar geçse de, halkın bu destanlara kulak verişi, bu
olaydan ders alışı, ruhlanışı, canlanması temin edilemezdi.[1]
Şehidin, sadece savaşta
öldürülen olmadığından dolayı, Allah'ın ahkâmı için, Kur'ân-ı Kerim'in
hâkimiyetini sağlama yolunda cihad/gayret eden, bu yolda ciddî çabalar harcayan
veya en azından bunlara yardım eden müslümanlar, yatağında ölse bile şehid
sevâbı alacaklardır. Kur'an'ın şehid tanımından ve hadis-i şeriflerdeki şehid
çeşitlerinden kesinlikle bu anlaşılmaktadır. Bir hadis-i şerifte de, "insanların
fesâda uğradığı zamanda Peygamber'in sünnetine sarılan kişiye de (yüz) şehid
sevabı verileceği" bildirilmektedir. Çünkü, şehidin gâyesi ölmek değil;
Kur'an'ın ahkâmına itaat, O'nun hükümlerinin hâkimiyetine çalışmak, Rasûl'ün
sünnetine sarılmaktır. Bunu sağlayınca, savaş alanında ölmese de şehid sevabı
alacaktır.
"Allah yolunda hicret edip
sonra öldürülen, yahut ölenleri hiç şüphesiz Allah güzel bir rızıkla
rızıklandıracaktır. Şüphesiz Allah, evet O, rızık verenlerin en hayırlısıdır."
(Hacc: 22/58).
Hz. Ali de der ki; "Bir devlet
başkanı bir kişiyi hapseder ve ona zulmederse, hapishanede iken o mazlum da
ölürse şehiddir.[2]
Ve zâlim sultanlara karşı hakkı söylerken öldürülenlerin en büyük şehidler
olduğunu da Peygamberimiz haber vermiştir.[3]

Sahâbe, Bedir'de, Uhud'da bazı
şehidleri anlatıyor: "Sanki Cennetin kokusunu almış da o tarafa koşarmış gibi
koşarken gördüm, sonra da şehid edildi..." İnsan, bir şeyde sağlam bir ilim
edinecek olursa, o bilgi edindiği şeye doğru koşar ve onu elde etmek için gayret
eder. Sanki kokusunu almış gibidir. Günümüzde de deriz: "Bu, paranın kokusunu
almış, o tarafa gidiyor." Paranın kokusunu alan, o işe yatırım yapar, onu elde
eder. Parayla insan, bazı organlarını doyursa bile gözünü ve iç dünyasını
doyuramayacak, mutluluğu da satın alamayacaktır. Çünkü insan, maddî şeylerle
değil; ibâdetle, zikirle, Allah'ı râzı etmekle, cennetle tatmin olup doyum
sağlayabilir. Bunu idrâk edemeyen insanlar, doyumlarını sağlamak için sadece
paraya doğru koşuyorlar; ama bu, bazılarının açlıklarını artırmaktan başka bir
şey sağlamıyor.
Şehid, hadis-i şerifte ifâde
edildiğine göre, karıncanın insanı ısırdığında ne kadar acı duyarsa, şehid
olurken ancak o kadar bir acı duyar.[4]
Biz, Filistin'de oğlunun ölmüş cesedi yedirilen kadının, sonra da işkence
edilerek öldürüldüğünü duyunca tüylerimiz ürperiyor. Önce kolları, sonra
ayakları kırılan, sonra da burnu kesilen insanları duyunca yüreklerimiz
hopluyor, bize bunu gözönüne getirmek bile acı veriyor. Bize verdiği acı kadar
şehidimiz acı duymamıştır. Yusuf (a.s.)'un güzelliğine bakarken ellerini kesen
kadınların acıyı hissetmedikleri gibi şehidler de ölürken acı hissetmezler. Onun
için, biz şehidlerimize acımıyoruz. Onlara rahmet okuyor ve kendimize acıyoruz.
Şehid olmak (yani cephede düşman tarafından öldürülmek) gâye değildir;
müslümanca yaşayan bir kul olmak, canlı şehid gibi yaşamak, Allah'ı râzı edecek
şekilde yaşamak gâyedir. Allah'ın ahkâmının hâkim olması için kulluk yapmak
gâyedir. Hazineyi elde etmek için harâbeyi yıktıkları gibi, öteki dünyayı (hatta
her iki dünyayı) güzelleştirmek için şehâdet, severek tercih edilir. Ama o yolda
yürürken önümüze engeller çıkmış, Mûsâ'nın denizi, İbrâhim'in ateşi veya
Yusuf'un hapishanesi çıkmış, hiç önemli değil; ya geçeriz ya geçeriz!
Şehid: Ne adına, kime karşı ve
niçin mücâdele ettiğini bilen kimsedir. Şehid, tuğyânın kurumlaşıp
otoriteleştiği bir dünyada İlâhî sevdâya tutulmuş müslümandır.
Şehid: Kendisinin yeryüzünde
halîfe[5]
olduğu bilincinde olan, ?yeryüzünde fitne kalmayıncaya ve din tamâmen Allah'ın
oluncaya kadar İslâm düşmanlarıyla savaşılması gerektiğini?[6]
unutmayan bir dünya vatandaşıdır. İstanbul'u fethetmek için tâ Medine'lerden
gelip sur kenarlarında şehid olanların yolunu sürdüren ve dünyanın bir ucunda
yaşayan bir mücâhid müslümanın dünyanın diğer ucundaki mazlum müslümanlara
yardım için kıtalar arası seferleri en güzel seyahat kabul edenlerin yoludur
şehidlik.
Şehid: Öyle bir öğretmen ve
tebliğcidir ki, yıllarca medreselerde/okullarda verilen derslerin, ciltlerce
yazılan kitapların, dillerle yapılan tebliğ ve uyarıların sağlayamadığı bir
netice ve kazancı sağlar.
Şehid: Yarar-zarar hesaplarına
radikalce iyi bir ders verir: Tek dünyalı insanların ölçülerine göre, şehidin
yenemeyeceği bir düşmana kendini öldürteceğine, hayatta kalıp gücünü uygun
zamanda kullanmak üzere saklaması daha faydalıdır. Gâlip gelemeyeceği, sonucunu
dünyada göremeyeceği bir mücâdeleye girmemesi gerekir. Böyle düşünenler şehidi
anlayamazlar. Anlarlarsa böyle düşünemezler.
Şehidlik: Sayıyı, maddî
imkânların üstünlüğünü gözlerinde büyütenlere; pragmatizm ve determinizmin
vazgeçilmez olduğunu zannedenlere en güzel cevaptır. ?Boşu boşuna ölmek?,
?kendine yazık etmek?, ?kendini tehlikeye atmak?, ?siyaset bilmemek...? gibi
ithamların, şehâdetin zevkini bilmeyenlerin bahâneleri olduğunu haykırmaktır. Bu
tek dünya merkezli iddiâlar, şehâdet vâsıtasının hizmet ettiği gâyeyi bilmeyen
veya önemsemeyip saptıranların anlayışlarıdır. Gâye, küfre/fitneye karşı
maddeten gâlip gelmek, onu yıkmak, yönetimi değiştirmek, yeryüzüne hâkim olmak
olunca, bu amaca götüren araç ve yöntemler de ona göre seçilir. Şehid için
bunlar gâye değildir, olamaz. Bunlar, önemli olmasına çok önemlidir ama, amaç
değildir. Amaç, Allah'ın rızâsını kazanmaktır. Yeryüzünde egemen olmak ise, bu
amacın doğurduğu bir sonuç, bir lütuftur. Bu ince çizgi İslâm inkılâbıyla
herhangi bir devrimi, şöhretli herhangi bir kahramanla şehidi birbirinden ayıran
çizgidir. İhtilâllerin amacı bir memlekette (veya yeryüzünde) egemen olmaktır.
Müslümanlar cihadla görevlidirler. Egemenlik (ve zafer) cihadın celbettiği,
Allah'ın rızâsının sonucu lutfedilecek bir kazanımdır. Ancak müslümanlar bu
kazanım için değil; sadece Allah'ın rızâsı için cihad eder. Sonunda bu kazanım
(hâkimiyet) olsun veya olmasın, birinci derecede önemli değildir. İşin o cephesi
Allah'a bağlıdır. Ve Allah'ın sünneti odur ki, her zaman müslümanlar dünya
ölçeğinde başarılı olamazlar. Allah, zaferi insanlar arasında evirir çevirir:

?Eğer siz (Uhud'da) bir
acıya uğradıysanız, (Bedir'de düşmanınız olan) o kavim aynı acıya uğramıştır.
İşte böylece Biz, zafer günlerini insanların kâh bir kesimine, kâh diğer
kesimine nasip ederiz. Tâ ki Allah, iman edenleri ortaya çıkarsın ve aranızdan
şehidler/şâhidler edinsin. Allah zâlimleri sevmez. Bir de (böylece) Allah, iman
edenleri günahlardan temize çıkarmak, kâfirleri de helâk etmek ister. Yoksa,
Allah içinizden cihad edenleri belli etmeden, sabredenleri ortaya çıkarmadan
cennete gireceğinizi mi sandınız?? (Âl-i İmrân: 3/140-142)
Zafer, muvaffâkiyet/başarı
Allah'ındır, o dilediğini başarılı kılar.
?Nusret/zafer, yalnızca
mutlak güç ve hikmet sahibi Allah'ındır.? (Âl-i İmrân: 3/126)
Yine unutmamak gerekir, Allah
mü'minlere yardım için söz vermektedir:
?Mü'minlere yardım etmek
Bize hak olmuştur.? (Rûm: 30/47)
Bu, cihad edip şehâdete can
atan kimselere uzak da değildir.
?Allah'ın yardımı/zaferi
yakındır.? (Bakara: 2/214)
?Onlar ağızlarıyla Allah'ın
nûrunu söndürmek istiyorlar. Halbuki kâfirler istemeseler de Allah nûrunu
tamamlayacaktır. Müşrikler istemeseler de, dinini bütün dinlere üstün kılmak
için Peygamberini hidâyet ve hak ile gönderen O'dur. Ey iman edenler! Sizi acı
bir azaptan kurtaracak ticâreti size göstereyim mi? Allah'a ve Rasûlüne iman
eder, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda savaşırsınız. Eğer bilirseniz
bu sizin için daha hayırlıdır. İşte bu takdirde O, sizin günahlarınızı bağışlar,
sizi zemîninden ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerindeki güzel meskenlere
koyar. İşte en büyük kurtuluş budur. Seveceğiniz başka bir şey daha var:
Allah'tan yardım/zafer ve yakın bir fetih. Mü'minleri bununla müjdele!?
(Saff: 61/8-13)
Birçok peygamber gelmiş,
ömürlerini Allah'ın rızâsı doğrultusunda tebliğ ve cihada harcamışlardır. Fakat
bazıları küçük bir ümmet/cemaat bile oluşturamadan gitmişlerdir. Bu, mağlûbiyet
ve başarısızlık mıdır? Maddî ve zâhirî yönden ?evet!? Hz. Nûh da, dünya
ölçeğinde mağlup olduğunu belirtiyordu:
?(Nûh) Rabbine; ?Ben mağlûb
oldum, yenik düştüm, bana yardım et!' diye yalvardı.? (Kamer: 54/10).
O Nûh (a.s.) ki, her türlü
yöntemi denemiş, gece-gündüz, gizli-açık tebliğ etmiş, tebliğ etmişti:
?(Nûh:) ?Rabbim! dedi,
doğrusu ben, kavmimi gece gündüz (imana) dâvet ettim; fakat benim dâvetim, ancak
kaçmalarını artırdı. Gerçekten de, (imana gelmeleri ve böylece) günahlarını
bağışlaman için onları ne zaman dâvet ettiysem, parmaklarını kulaklarına
tıkadılar, (beni görmemek için) elbiselerine büründüler, ayak dirediler,
kibirlendikçe kibirlendiler. Sonra ben kendilerine haykırarak dâvette bulundum.
Üstelik, onlarla hem açıktan açığa, hem de gizli gizli konuştum.? (Nûh:
71/5-9).
Hem de, dile kolay; tam 950
sene...
?Andolsun Biz Nûh'u kendi
kavmine gönderdik de, o, dokuz yüz elli sene onların arasında kaldı.?
(Ankebût: 29/14)
Ama, hakikatte ve âhiret
ölçeğinde onlar başarılıydı, gâlipti, gâyelerine ulaşmışlardı. Onlar, ne
yaptılarsa Allah rızâsı için yapmışlar ve o rızâyı da kazanmışlardı. İnsan,
sadece kulluk yapmak için[7],
Allah'ın emir ve yasaklarına uyup O'na teslimiyetle itaat için yaratıldığına
göre, bu görevlerini yapandan daha başarılı kimse olur mu?
Şehid: ?Şehidlerin efendisi,
zâlim sultan önünde hakkı haykırandır? hadisini canıyla tasdik eden kimsedir.
Şehid, kendi ölümüyle sonuçlanan eylemiyle, zâlimin maddî gücüne hiçbir zarar
vermediği gibi İslâm saflarına da maddî açıdan hiçbir katkıda bulunmamıştır.
Aksine, şehâdetiyle, kendi kişisel varlığını yok ederek İslâm saflarından bir
neferin güç ve imkânlarından mahrum bırakmıştır; İslâmî hareketi yarar-zarar
hesapları içinde yönlendirmeye çalışan zihniyete göre bu böyledir. Onlar, görmez
veya göremez ki; İslâmî hareketin esas dinamikleri maddî imkânların ötesinde,
ölçülemez, kolay anlaşılamaz dinamiklerdir.
Şehid, toplumun kalbidir.
Şehidin kanı, bir uzvu olduğu topluma ulaştığında, toplumun kurumuş damarlarını
harkete geçirir, canlandırır, bir kalp görevi yapar. Toplumu, içinde bulunduğu
bitkisel hayattan (ot gibi yaşamaktan) kurtarır, canlandırır.
Şehidlik: Yaşamak için her
çeşit zillete/şerefsizliğe tâlip olanların yaşadığı bir dünyada, çok şerefli bir
ölümü (ebedî hayatı) seçmektir. Hayat süren leşlere, canlı cenaze durumunda
olanlara en güzel dersi vermek için ölümsüzler kervanına katılmak demektir.
Ölüm istenmez ama, ölümden bin
beter olan zillet hiç istenmez. Âdî birer korkak, alçak birer hâin olarak zillet
içinde yaşamaktansa, şereflice ölüm elbette daha iyidir. Hem, şehidlik ölmek de
olmadığına göre, ölüm istenmez, ama şehidlik istenir/istenmelidir. Şehidin de
Rasûl'ün de tekrar tekrar istediği lezzettir şehid olmak.
İnsan, müslümanca
yaşayamıyorsa, müslümanca ölmenin yolunu mutlaka bulabilir. Bazen yerin altı,
yerin üstünden daha güzeldir.
Şehidlik: Zulme, fitneye, Hakka
isyâna; canla kanla karşı koymak, neticede kanın kılıca gâlip gelmesini sağlamak
demektir.
Dünya, şehid olmaya can
atanlardan korkuyor. Hiçbir silâh, yerinde kullanılan şehâdet silâhından daha
büyük olamaz. Şehid olmak isteyeni, hiçbir maddî şeyle korkutamazsınız. O daima
gâliptir; ölse de, yaşasa da. Ölümden korkan tüm materyalistler, yahûdiler,
beşerî ideoloji mensuplarını ancak ölümden korkmayan yiğitler korkutabilirler.
Görmüyor musunuz İsrâil'in taş atan gençten nasıl korkup üstüne tankla
yürümesini... Görmüyor musunuz 15 yaşındaki gencin/çocuğun elindeki taşla dünya
ile savaştığını... Çeçenistan destanını... Afgan direnişini, Bosna kıyâmını...
(Ve Türkiye'nin uykusunu!... Pardon, Amerika safında Amerikan hedefleri
doğrultusunda müslümanlarla savaşını...)
Şehidler, ölümden korkmaz;
bilirler ki ölüm, daha güzel bir diyara, asıl vatana göç etmektir. Bilirler ki
şehidlik ölümsüzlüktür. Bilirler ki herşeyin olduğu gibi canın da sahibi
Allah'tır. O istediği zaman zaten emânetini geri alacaktır. Ama, gönül rızâsıyla
seve seve O'nun yolunda canlarını O'na takdim, fazladan ikrâma sebep oluyor.
Allah, kendi malını, kulundan, çok büyük bedelle satın almış alıyor. Onlar
şehidliğe tâlip olmakla ölümlerini erkene almış olmadıklarının[8],
sadece eceli/ölümü güzelleştirdiklerinin bilincindedirler.

"Allah yolunda öldürülenlere
'ölüler' demeyin. Bilakis onlar diridirler...? (Bakara: 2/154, Âl-i İmrân:
3/169).
Dirilikleri nasıldır? Nasıl, ne
tür bir hayat yaşıyorlar?
?Fakat siz onu hissedemez,
anlayamazsınız.? (Bakara: 2/154).
Şehidlerin hayatını tümüyle
idrâk edemeyiz; künhüne vâkıf olamadığımız bir hayattır bu. Ancak, kabul ve
tasdik ederiz, inanırız ve onlara ölü demeyiz. Cansız dediğimiz cisimlerin
hayatını bilemediğimiz, atomlarındaki yazıları/şifreleri çözemediğimiz gibi...
Tesbih eden[9],
İlâhî emânetin azametini idrâk eden[10],
Allah korkusundan yarılıp paramparça olan, yuvarlanan[11]
taşların, dağların hayatını bilemediğimiz gibi. Cin ve meleklerin hayatına vâkıf
olamadığımız gibi. Berzah/kabir hayatını tümüyle idrâk edemediğimiz gibi...
Âhireti tümüyle anlayamadığımız, rüyânın sırlarını, rûhî hayatın gizliliklerini
çözemediğimiz gibi... Şehidlerin hayatını da tümüyle anlayamayız. Ama tüm
sayılanlara iman ettiğimiz gibi şehidlerin yaşadığına da inanırız.
Seven, sevdiğinin yolunda,
sevdiğinin isteğini seve seve fedâ edendir; Şehidlik, bu hükmü kanıyla onaylayan
sevdâlı fedâidir.
Şehid, Tevhid mücâdelesinin
ebedî şâhididir. Hakk'a ve hakikatlere, gözüyle görmüş gibi şâhid olan şehâdet
eridir.
Şehâdet/şehidlik, şehâdet
kelimesini kuşanmakla, Allah'ın şâhidi olmakla mümkündür. Allah dışındaki bütün
ilâhlara ?lâ -hayır!-? demek, şehâdete giden yola girmektir. Çünkü gerçekten
şehâdet kelimesini haykırmak, bütün dünyaya meydan okumak, bütün küfür dünyasını
karşısına almak, şehâdete/şehidliğe tâlip olmak demektir.
Şehidlerin kanları, İslâmî
değişim ve dönüşümün, inkılâbın anahtarıdır. Şehidlerin kanları, güzellik ve
koku saçan kırmızı lâlelerdir.
İnsan nasıl olsa ölecek, ecel
ne bir sâniye önce, ne bir sâniye sonra değil[12],
tam vaktinde gelecek. Ama ölümün şeklini belirlemek biraz da bizim irâdemize
bağlı; kahramanca, şereflice ölmek, yani ölümsüzleşmek veya sıradan biri gibi...

Tevhidin ve Hakkın düşmanları,
İslâmî dâvetin önüne engel koymak üzere her zaman hile ve tuzak kurmuşlardır.
Tevhid tarihi boyunca bâtıl güçler, dünyevî aşağılık çıkarlarına engel
gördükleri Hakkın hâkimiyetini istemediklerinden, insanları Allah yolundan
alıkoymak için cinâyetlerden, vahşet ve katliâmlardan geri durmamışlar, sayısız
şehidin kanı karşılığında fethedilen İslâm topraklarını işgal etmişlerdir. Cihad
ve şehâdet rûhundan başka bu zâlimleri durduracak bir yol yoktur. Bu şuurdaki
mü'minler, tarih boyunca Tevhid bayrağını yere düşürmemişler, özellikle saâdet
asrından sonra, tâğutlara bütünüyle kulluk yapıldığı hiçbir devir olmamıştır.
Kutsal emânet, şehidler sâyesinde bize sağlam bir şekilde ulaşmıştır. Şehid
kanlarının yeşerttiği engin filizler Hak'tan başkası karşısında boyun eğmeyerek
mukaddes değerleri korumuşlardır. Şehid kanlarının suladığı her toprak parçası,
şehidlik mantığını öğretirken, üzerinde dolaşanlara sorumluluklarını
hatırlatmakta ve şöyle haykırmaktalar: ?Ey Allah'ın kulları, her şey Allah
yolunda verilmeye lâyıktır; ama hiçbir şey Allah yolunda harcanmayacak kadar
kıymetli değildir! Mukaddes tevhid sancağını yere düşürmemek, kutsal emânete
ihânet etmekten kurtulmak için bugün, şehidlik şuurunu yeniden canlandırmak
zorundayız. Unutmamalıyız ki bugün küfür cephesi, geçmiştekilerden daha mâsum,
daha merhametli değildir. Hak ile bâtıl arasındaki mücâdele, günümüzde de en
şiddetli biçimde sürüyor.
Hz. Hüseyin'in şehâdeti,
asırlardır cihad, inkılâp ve şehâdet rûhunu nasıl etkilemiştir? Seyyid Kutub ve
onun gibiler hâlâ yaşamıyorlar, yoldaki işaretleri göstermiyorlar mı? Bak, nasıl
canlı dersler veriyorlar, hizmet ve cihad yapıyorlar... Onlar bu hizmetleri
yaparken ölü de, biz mi diriyiz?
Kansız ihtilâl olmadığı gibi,
her hayırlı inkılâp da şehidlerin kanına ihtiyaç duyar. İslâmî inkılâbın olmazsa
olmazlarından biridir şehâdet. En büyük inkılâp, Kur'an'ın, Peygamber'in
inkılâbıdır. O inkılâp öncesi, nice zahmetlere, fedâkârlığa, şehâdetlere sahne
olmuştur Mekke ve Medine. Selâm olsun Sümeyye'lere, Yâsir'lere, Ammar'lara,
Bilâl'lara, Hamza'lara, Câfer'lere!
Yakın tarihteki devrimlere
bakın. 1789 Fransız devrimi, 1917 Rus İhtilâli; ne kanlara ve canlara sahne
olmuştur. İran İslâm İnkılâbı da yüz bini aşkın şehid kanının üstüne
kurulmuştur. Bugün de şehidler ve canlı şehidler ayakta tutmaktadır.
Bir buğday başağını düşünelim:
Evimize ekmek olarak gelip bize enerji vermesi için hangi aşamalardan geçmiştir?
Bir tohumun toprağa düşmesi, yere gömülmesi, çiğnenmesi, karanlık yer altı
zindanlarında uzunca çile çekmesi... Yarılıp/yaralanıp ikiye bölünmesi, ölmesi
lâzımdır. Sonra bu aşamalardan geçen buğday dânesi, bir ölür, yüz dirilir.[13]
Şehidler de başak gibidir, bir ölür, bin dirilir.
Denilebilir ki Deniz Gezmiş ve
iki arkadaşı 1970'lerde dâvâları için kendilerini fedâ etmese, komünizm için
idam sehpâsına boynunu uzatmasaydı, belki 70'li yıllarda Türkiye'de bu denli
ilerlemeyecekti komünizm. PKK dâvâsı da bâtıl dâvâ uğruna binlerce canın fedâ
edilmesiyle büyümedi mi? Onlar, cenneti olmayan bir dâvâ için, kendilerine göre
yokluğu seçebiliyorlar da, müslüman gerektiğinde cennet karşılığı fedâi
olamayacak mı? Canlı şehidler unutmaz ki, uğrunda ölünmeye/canlanmaya en lâyık
dâvâ İslâm dâvâsıdır. Bâtıl ideoloji mensupları kadar çalışmayan, fedâkârlık
yapmayan insanlar, sorumluluklarından nasıl kurtulacaklar?
?İnsanlardan bazısı
Allah'tan başkasını Allah'a eşler, benzerler edinir de onları, Allah'ı sever
gibi severler. İman edenler ise Allah'ı daha çok severler...? (Bakara:
2/165)
Bâtıl dinler, beşerî dâvâlar ve
ideolojiler uğruna, içi boş kavramlar için, ırkçılık, kan dâvâsı, toprak veya
bâtıl simgeler uğrunda eziyet çekenler, ölenler normal görülebiliyor, hatta bu
kimseler kahraman ilân ediliyorken; Allah yolunda öldürülenlere nasıl bakılmalı?
"Ben de müslümanım el-hamdü lillâh!" diyenler nasıl bakmalı? Bu bakış, bakanın
kendisini iman aynasında görüp, imanının testi olmaktadır aslında.
İmanın, mü'min olmanın bir
bedeli vardır. Cennetin bir bedeli vardır.[14]
Bedeli ödenmeyen inanç, taklitten öte gidemez. İmanda tahkîke ve yakîne ulaşmak
için gereken bedeli eksiksiz ödemek gerekir. İman sözü kuru bir iddiâdan ibâret
değildir; "inandım" diyen, en ağır imtihanlara tâlibim demektedir:
?İnsanlar imtihandan
geçirilmeden, sadece ?iman ettik' demeleriyle bırakılavereceklerini mi sandılar?
Andolsun ki, Biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah,
doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır. Cihad
eden, ancak kendisi için cihad etmiş olur. Şüphesiz Allah, âlemlerden
müstağnîdir.? (Ankebût: 29/2-3, 6)
Nelerle imtihan olacağız?
?Andolsun ki sizi biraz
korku, açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azalma ile ile imtihan
eder, deneriz. Sen sabırlı davrananları müjdele!? (Bakara: 2/155)

?Yoksa, Allah içinizden
cihad edenleri belli etmeden, sabredenleri ortaya çıkarmadan cennete
gireceğinizi mi sandınız?? (Âl-i İmrân: 3/142)
?Sevdiğiniz şeylerden infak
edip Allah yolunda harcamadıkça birre (iyiliğe) eremezsiniz. Her ne harcarsanız,
Allah onu hakkıyla bilir.? (Âl-i İmrân: 3/92)
Allah yolunda savaş yapanları,
cephede savaşan müslümanları görenler iyi bilir? Hayatta bu kadar nurlu, candan
tebessüm edip gülen huzur dolu yüzlere kesinlikle başka bir yerde rastlanamaz.
Şehidlik için gönülden yalvaranları, en güzel duâyı dille ve fiille yapanları,
düğüne gider gibi cepheye koşanları kalemle veya dille anlatmak mümkün değildir,
onu gören ve yaşayan bilir ancak.
Şehid: Fânî varlığını Allah'a
sunarak giriştiği alışverişte, kendisi için rızâ ve cennet satın alırken, geride
bıraktığı cemaati için de, bu dinamikleri çağırmış olur. Şehid kanının
bereketi ve fazîleti dediğimiz şeydir bu. Şehâdetin işlevi, Allah'ın gaybî
imkânlarını, şehidin içinden çıktığı cemaat üzerine celbetmektir. Allah'ın
rızâsına paraleldir Allah'ın yardımı; sünnetullah budur. Allah'ın rızâsı,
Allah'ın yardımını neticelendirir. Şehidin mesajı, örnekliği, verdiği dersler,
kanı ile kendi zamanında ve gelecekteki, dâvâ kardeşlerine faydası ve
Sünnetullah gereği Allah'ın yardımı ve zaferini dâvet ettirici olduğu gibi;
âhirette de, içinden çıktığı topluma Allah'ın izniyle şefaat edebilecek, dünyada
olduğu gibi âhirette şehâdette (şâhidlikte) bulunacak, hakkın şâhidi olacaktır.

Her şehid, dünya âleminde
geriye kalanlara kutsal bir mesaj bırakarak gider. Hiçbir ölüm olayının şehidlik
kadar derin muhtevâsı yoktur. Belki birkaç damla gözyaşı veya dramatik
sessizlik... Fakat şehâdet, katiller cephesinde, bir bedenin varlığına karşı
girişilen bir yok etme olayından ibâret olmayıp, hak ve hakikatin, adâlet ve
doğruluğun yok edilmesi olayına mâtufdur. Dolayısıyla yok edilmek istenen
şehidin bedeninde sembolleşen hak, hakikat ve tevhid gerçeğidir. Dökülen her
şehid kanı, aynı zamanda İlâhî dâvânını ebediyyen pâyidar kalması için önden
gidenlerin arkada kalanlara mes'ûliyetlerini hatırlatma sadedinde bir mesajdır.
İlâhî dâvâ uğruna canlarını fedâ edenleri anlayabilmek, ancak onların
kaygılarıyla kaygılanıp, küfre ve zulme karşı onların duyduğu kutsal kini
kuşanmakla mümkün olacaktır.
Şehidler, kendi hayatlarını
fedâ etme pahasına kutsal emaneti, İslâm sancağını bize ulaştırdılar. Bizler, bu
bayrağı taşıyabiliyor muyuz? Bizden sonraki nesillere bayrağı daha yükselterek
teslim edebiliyor muyuz? Cevabımız ?evet? ise, şehid olamasak bile şehidlerin
şefaatini umabiliriz; ?hayır? ise, hesap meleklerinden önce şehidlerin yakamıza
yapışacakları endişesi taşımamız gerekir.
Şehidin kanı, hak ve bâtılı,
adâlet ve zulmü birbirinden ayıran ölçü taşıdır. Şehid, halk kalabalıklarının
sırıtan yüzünü görmesine engel olan bâtılın zulmünün maskesini yırtma görevi
üstlenir.
Hak yolunun tâvizsiz
savunucuları olan canlı şehidler, başarısızlığın % 99 olduğunda bile bâtılla
tokalaşıp uzlaşmazlar. Ezilir, ama sebat ederler; düşerler, ama dosdoğru
çizgiden yalpalamazlar. Hz. Hüseyin; şehidlerin seyyidi işte böyle birisidir.
?Heyhâte mine'z-zilleh? diyen korkusuz peygamberin yiğit torunu. Hüseyin gibi
muhteşem mağluplardır asıl gâlipler, tarihe geçen, tarih yazanlar. Onu dünyevî
olarak yenen, şehid edenlerin durumu mu? Kim, oğluna Yezid ismi koymuş ki bugüne
kadar? Ya Hüseyinlerin sayısı?! Hz. Hüseyin, bir destan kahramanı değil, baştan
sona bir destandır, canlı destan! Kendisi için en çok ağlanılan büyük şehid.
Dâvâ adamının bir ideal uğruna ölebilenine/ölümsüzleşenine Hüseyin'den daha
güzel bir örnek mi aranır?

[15]



[1]
Murtaza Mutahharî, Şehid.

[2]
Mirkat, Şerhu'l-Mişkât, 2/303.

[3]
Ebû Dâvud, Melâhim 17; Tirmizî, Fiten 13.

[4]
Tirmizî, Fezâilu'l-Cihad 26; Nesâî, Cihad 35; İbn Mâce, Cihad 16.

[5]
Bakara: 2/30.

[6]
Enfâl: 8/39.

[7]
Zâriyât: 51/56.

[8]
Âl-i İmrân: 3/154.

[9]
İsrâ: 17/44.

[10]
Ahzâb: 33/72.

[11]
Bakara: 2/74.

[12]
A'râf: 7/34.

[13]
Fetih: 48/29.

[14]
Bakara: 2/214.

[15]
Ahmet Kalkan, Kur'an Kavram Tefsiri.

ALLAH YOLUNDA ÖLDÜRÜLENLER.. Allah Yolunda Öldürülmek ve Şehidlik.
Allah Yolunda Öldürülenlere Şehid Denilmesi
Şehâdet, Diğer Ölümler ve Cihad
İ'LÂY-I KELİMETULLAH..
ŞEHADET..
Şehâdet Sözcüğünün Anlamı
Şehâdetin İşleyişi
Allah'ın Şehâdeti
Peygamberlerin Şâhid Oluşu.
Adâlet ve Şehâdet
Şehâdet; Anlam ve Mâhiyeti
Şehadetin İşleyişi
Allah'ın Şehâdeti
Peygamberlerin Şâhid Oluşu
Adâlet ve Şehâdet
Kelime-i Şehâdet Getirmek.
ŞEHİD..
Şehid Kelimesi
Allah'ın İsmi Olarak Şehid.
İnsanların Şâhid Olması
Allah Yolunun Şehidleri
Şehidlerin Çeşitleri
Şehidliğin Fazileti
Şehid; Anlam ve Mâhiyeti
Allah'ın İsmi Olarak Şehid
İnsanların Şâhid Olması
Allah Yolunun Şehidleri
Şehidlerin Çeşitleri
1- Dünya ve Âhiretin Şehîdi (Hükmen Şehid)
2- Âhiretin Şehid
3- Dünya Şehidi
Şehidliğin Fazileti
Kur'ân-ı Kerim'de Allah Yolunda Öldürülenler
Kur'ân-ı Kerim'de Şehid Kavramı
Allah'ın Her Şeye Şehîd Oluşu
Peygamberler de Ümmetlerine Şehîddir
Hadis-i Şeriflerde Allah Yolunda Öldürülenler (Şehidler)
Şehidlik Ruhunun Yeniden Canlanması Bir Kimsenin Şehid Olabilmesi İçin Gerekli Şartlar
Ölümü Tefekkür mü, Şehâdeti Tefekkür mü?.
Ölüm ve Şehâdet
Şehid Olmak; Ölümsüz Hayata Göz Açmak.
Şehidin Mirası Zaferdir
Şehidin Kutsallığı
Şehidin Hakkı
Şehidin Bedeni
Kutsallığın Kaynağı
Cihad ve Şehidin Sorumluluğu
Şehidin Zevk ve Sevgisi/Aşkı
Şehidin Mantığı
Şehidin Kanı
Şehidin Destanı
Şehidin Ölmezliği
Ölümsüz Şehidlerden Ölümsüz Mesajlar
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar